23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 24 NİSAN 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 GÖRÜŞ Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN Bunalımdan Çıkmak İçin Bunalım sonrasında Batı ülkelerinde, 2008 yılı başındaki uygulamalara geri dönülmesinin koşulları araştırılmaktadır. Araştırmaların en önemli ilk sonuçlarından biri, serbest pazarların, üretim, dağıtım ve ekonomik büyüme alanlarında başarılı olsalar da kendi yarattıkları bazı olumsuzluklara çözüm bulamadıklarının anlaşılmış olmasıdır. Son 30 yılın özelleştirme, pazarların kurallardan arındırılması ve küreselleşme çalışmaları sonucunda büyük özel şirketlerin ve kuralsızlığın, dünya ekonomilerindeki egemenliği artmıştır. Son bunalımın serbest pazarlardaki kuralsızlığın önemli payı olduğu artık anlaşılmıştır. Önceki dönemin kuralları azaltılmış serbest pazarlarında sınır tanımadan yaratılan büyük şirketlerin çoğu, birçok önemli finansal bilgiyi halktan gizleyerek, varlık değerlerini ve kârları olduğundan yüksek, borçları da olduğundan düşük göstermişler; sahip ve yöneticiler büyük kişisel servetler biriktirirken onların birikmesini sağlayan büyük şirketlerin batmasına neden olmuşlardı. Bunalım içinde batan şirketlerden büyük olanlar, devletlerce kurtarılmışlar; ama finansal yapılarını henüz düzeltememişlerdir. Kurtarılmış şirketlerin tamamında, büyük devlet yardımlarına rağmen, varlıklar içinde değerleri olduğundan yüksek gösterilmiş “zehirli” “varlıklar”ın tutarı oldukça yüksek, bunalımdan çıkarken kârları artıyormuş gibi görülen birçok şirketin gerçek kârlılıklarının çok düşük olduğu görülmektedir. Kurtarılmış bulunan büyük şirketlerin çoğunda sık sık yeni finansal skandallar ortaya çıkmakta ve açıklanmaktadır. Son hafta içinde ABD’de açıklanan iki büyük finansal skandal, bunalımdan çıkış umutlarının azalmasına neden olmuş ve bunalımdan çıkma yollarının yeniden düşünülmesini sağlamıştır. Bu skandallarla ilgili olarak yapılan açıklamalar, şirketlerle ilgili muhasebe kayıtlarında finansal varlık değerlerinin güvenilir biçimde tespitinin ve denetlenmesinin henüz sağlanamamış olduğunu göstermektedir. Bu değerleme yöntemleri, bu kadar sıkıntıdan sonra bile varlık değerlerinin gerçekleri yansıtmadığını ve bağımsız denetim yöntemlerinin, bilançoların şişirilmesini önleyemediğini göstermektedir. Ayrıntılar, burada açıklanması olanaksız karışıklıktadır; ancak bilanço şişkinliklerine neden olan muhasebe ve denetim sorunlarının hâlâ çözülememiş olduğunu göstermektedirler. Bunalımdan çıkma hazırlıkları içinde yapılan çalışmalar, aşağıdaki konularda çözüm arama çalışmalarının arttığını ortaya koymaktadır. Devlet yardımlarıyla kurtarılmış olan özel şirketlere yatırılmış tutarların devletlere geri ödenmesinin kısa sürelerde gerçekleşmeyeceği anlaşılmaktadır. Dünyanın büyük ekonomilerinde devlet işletmeciliğine geri dönmelerin başlamasını öne sürenler de vardır; bundan uzak durulmasını önerenler de... Ancak, devlet işletmelerinin serbest pazar kuralları çerçevesinde ve bu kurallara uygun olarak işletilmelerinin yolları da araştırılmaktadır. Devlet işletmelerinin, kurumsal yönetim ilkelerine göre yönetilmelerini ve denetlenmelerini yeniden öğrenmek zorunluluğu vardır; bu alanda çok önemli deneyim birikimine sahip ülkemizin kendi uygulamalarını düzeltmesi ve dünya ülkelerinde alınacak önlemlere ışık tutması sağlanabilmelidir. Devlet işletmeleri için dünyada ve ülkemizde ün yapan “sat, kurtul!” stratejisinin pek işe yaramadığı, bu bunalım da açıkça ortaya çıkarmıştır. Bunalım içinde sermayesi devlete geçmiş olan işletmelerin kurumsal yönetim uygulamalarıyla uzun süreli finansal sağlığa kavuşturmanın yollarını araştırmalı ve bulmalıyız. Gelecek yıllarda özel sermayeye ve devlete ait şirketlerin yan yana çalışmalarını sağlamanın zorunluluğu da ortaya çıkmıştır. Özel kesim ve devlet işletmelerinin aynı açıklama ve denetim kurallarına göre çalışmalarını sağlamanın büyük önemi vardır. Bunun yolu, her iki gruptaki şirketlerin aynı iç ve dış denetim standartlarına göre çalışmalarını sağlamaktan geçmektedir. maaysan@superonline.com maysan@cumhuriyet.com.tr GazetecilikGazetecilikte 35 yılı devirdik. Bunun en az 10-15 yılını mesleği anlamaya, algılamaya, daha iyiye ulaşma çabasına ayırın. Gerisi, çıraklıktır. Çıraklıktır, çünkü haber dediğiniz, bizim sabah somunumuzdur. Her gün taze taze, odun kokusu üstüne sinmiş olmalı ki, yensin. Ekmek fırını gibidir gazetecilik. İçinizdeki ateşi hiç söndürmeyeceksiniz. Harlanıp duracak. Paslanmayacak, is tutmayacak, yenileneceksiniz. Ocağınızın ağzı hep temiz havaya açık kalacak... Buğday kadar çıkarsız, un kadar ak kalmaya mahkûm olacaksınız. Zor iştir gazetecilik. Mesleğe çırak yazılır, çırak ölürsünüz. Önemli olan, geride kalan çırakların size “Ustamızdı” diyebilmesidir. O yüzden gazeteciler yazarken, çizerken, yaşarken “Ben” dememeye özen gösterir. “Biz”dir özne, çıraklıktan gelen. İki Mektup CHP lideri Deniz Baykal’ın Brüksel ziyaretinin hemen öncesinde, Kürdistan Dernekleri Konfederasyonu (KOMKAR) Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grubu’na bir mektup yazarak CHP’yi suçladı. KOMKAR’a göre, CHP “statükocu bir parti”ydi ve “Kürtlere, diğer etnik ve dini azınlıklara uygulanan soykırım ve asimilasyon politikalarının birinci derecede sorumlusu”ydu. Aynı günlerde DSP ve CHP’den dönme AKP’li Haluk Özdalga’nın da bir mektubu Avrupa Parlamentosu’na ulaştı. “Modern demokrasiyi vesayet altına alma”, “CHP’nin yıkıcı politikaları” başlıklarının kullanıldığı mektupta, CHP’nin tüm reformlara karşı engelleyici bir tutum izlediği vurgulanıyordu. Her iki mektuba da tanıklık eden CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen diyor ki: “İki mektup da benzer çizgide. ‘Kim kimle işbirliği yapıyormuş’ diye sormanın anlamı yok.” Ödün Vermeden Bugün için iki ileti aldık. İlki, emekli diplomat-yazar Daver Darende’den: “Türk ve Ermeni Dışişleri bakanları tarafından küresel güçlerin temsilcilerinin alkışları arasında İsviçre’de imzalanan protokollerin ne pahasına olursa olsun hayata geçirilmesini isteyen Amerika’nın öngördüğü yeni yol haritasında Erivan’ın Türkiye karşıtı propagandasına karşı çaresizliğimizi sürdürürsek, ABD’nin gönül okşayıcı sözlerine de kanarsak, yeni yol haritasında öngörülenler başımıza büyük dertler açacaktır. ABD ve AB’nin baskılarının artarak devam edeceği bu duyarlı dönemde, Türkiye’nin boynunda Demokles’in kılıcı gibi sallanan 24 Nisan sıkıntısını artık üzerimizden atmamız, dost ve kardeş Azerbaycan ile olan ilişkilerimizi düşünerek ödün vermeden ulusal çıkarlarımızı gözeten bir dış politika izlememiz gerekmektedir.” Diğer ileti, değerli sanatçımız Macide Tanır’dan: “Hükümetin ‘Ermeni açılımı ilkelerimize uygundur’ diyerek verdiği Taksim’de toplantı yapılması iznine niye kızıyorsunuz ki? Daha önce sözde soykırım nedeniyle Ermenilerden özür dileyen çok sayıda entel, bir bildiri yayımlamamış mıydı?” Kastamonu Üniversitesi, 14-17 Nisan tarihleri arasında Köy Enstitülerinin anısına ve ruhuna kucak açtı. Onlarca bildiri ile ortak akıl bir araya geldi, Cumhuriyet devriminin en verimli, en köklü kurumlarından biri, bir kez daha gündeme taşınmış oldu. Örneğin, araştırmacı-yazar Mehmet Saydur sempozyuma sunduğu bildiride, Köy Enstitülerine benzer düşüncelerin 2. Meşrutiyet sonrası filizlendiğini belgeledi. Kanıt olarak da, eğitimci ve 2. Meşrutiyet sonrası Kastamonu Milletvekili olan İsmail Mahir Efendi’nin Meclisi Mebusan’ın 14 Temmuz 1914 tarihli oturumunda yaptığı konuşmayı verdi: “Aşağı yukarı yetmiş tane sancağımız var. Ya da memleketi yetmiş eğitim bölgesine ayırırız. Bu sancakların çiftlik olan bir yerinde ya da kamusal toprakların bulunduğu bir yerinde bir erkek ve bir kıza özgü çok geniş yatılı ilkokullar yaparız. O sancakta kaç tane köy varsa hesaplarsınız. Nerelerde okul yapacak isek oralardan bir kız çocuğu ve bir erkek çocuğu alıp okula koyarız. Doğal olarak kız okulunun birçok kuruluşu, düzenlemesi olacak: Dokumacılık, aşçılık, dikişçilik, kadınların tarımda yapabilecekleri tavukçuluk ve benzerleri gibi. Erkek okullarında da tamamıyla tarım işleri... Bunlara dört yıl ilköğretim gösterelim ki Türk çocukları son derece anlayışlı olur. Üç yıl da ilk öğretmen okulunun programını bunlara gösterelim. Toplam öğrenim yedi yıl eder. Bir yıl da eksiksiz uygulama görür; sekiz yıl oldu mu? Sekiz yıla kadar o köylüleri zorunlu tutarsınız; öğretmen evini ve okullarını, o okulların küçük modeli biçiminde olmak üzere köylerinde yapsınlar.” Marmara Üniversitesi Köy Enstitüleri Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Güler Yalçın’ın, sempozyum sırasında bize söylediği sözler kulaklarımızda çınlıyor: “Ta Osmanlı’dan gelen aydınlanma çabasına katkıda bulunmuş isimler ve girişimler gün ışığına çıktıkça, içinde bulunduğumuz karamsarlıktan sıyrılmamız gerektiğine bir kez daha inanıyorum.” Enstitü Düşüncesinin Kaynakları Türkiye’nin HES Gerçeği SADIK ÇELİK Devlet Su İşleri, Enerji Bakanlığı ve Enerji Piyasası Denetleme Kurulu verilerine göre ülkemizde şimdiye kadar 2000 civarında HES (Hidroelektrik Santral) projesi geliştirildi ve bunlardan 400’e yakını için çalışma başlatılmış durumda. Doğu Karadeniz başta olmak üzere Türkiye’nin neresinde bir akarsu yatağı, kaynağı bulunuyorsa, burada uygun olsun olmasın HES projeleri için çalışmalar yürütülüyor. Ülkemizdeki mevcut su potansiyeli, ilk bakışta Devlet Su İşleri’nin gerçekleştirmeyi planladığı 2000’e yakın hidroelektrik santralı için bulunmaz bir fırsat gibi gözüküyor. Çünkü gelişmekte olan her ülke gibi, ülkemizde de üretim sürecinin kesintisiz bir şekilde devam edebilmesi, dolayısıyla halkımızın yaşam standartlarının yükseltilebilmesi elbette enerjiye bağlıdır. Bu enerjinin yenilenebilir enerji tipi olan hidroelektrik santrallardan karşılanması da en doğrusudur. Ancak ortada yalın bir gerçek var ki, HES projeleri, gerekli bilimsel altyapı oluşturulmadan uygunluk ve yeterlilik kriterlerine bakılmadan, tek yanlı anlayışla, elektrik enerjisi ihtiyacının arkasına sığınılarak hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Türkiye genelinde yapılması planlanan 2000’e yakın nehir tipi “HES”ler alternatif bir enerji kaynağı olsa da bu projelerin inşaatı ve işletmesi sırasında uyulması gereken kurallar, yasal düzenlemeler vardır. Bu kuralların, projelerden etkilenecek yerel halkın ve STK’lerin görüşlerine başvurulmadan belirlenmiş olması, telafisi güç maddi manevi sorun ve sıkıntılara, zaman kaybına yol açmaktadır. Ayrıca HES projelerinin hayata geçirildiği bölgelerdeki halkın, flora ve faunanın proje nedeniyle ortaya çıkan su mağduriyetleri de net olarak değerlendirilememekte, göz ardı edilmektedir. Küresel ısınma sebebiyle buzulların erimesi, yanardağların patlaması gibi yaşanan doğal felaketlere karşı tüm dünyanın ortak çaba ve kaygısına rağmen, Türkiye’de elde kalan doğal hayatın eşsiz güzellikleri sorumsuzca tahrip edilmektedir. Bu kıyıma göz yummak, seyirci kalmak yalnızca yetkililerin değil bu projelere ses çıkartmayan herkesin ortak sorumluluğudur. Gelişmiş ülkeler, doğayı daha fazla tahrip etmemek, ekolojiyi korumak için alternatif, yenilenebilir enerji kaynaklarından enerji üretmeye çalışırken aynı zamanda çevrenin korunması ve bu bilincin yerleşmesine büyük önem veriyor. Bizde ise durum farklı işliyor. Ülkemizde planlanan projelerde amaç, vadi ve akarsular üzerine “HES”ler kurup onları uluslararası ve yerli dev şirketlere satarak su kullanım hakkının bölge halkının elinden alınmasıdır. Yani amaç “Nasıl daha çok kâr ederiz”dir. Başta Divriği Sincan Çayı üzerinde kurulmak istenen “HES” projesi olmak üzere diğer 16 adet “HES” projesinde gözlemlediğimiz gibi halkın su kullanım hakkı elinden alınmak istenmektedir. Elektrik üretmek için 49 yıllığına özel şirketlere verilen bu “HES”leri alan firmalar, sadece sudan elde edilen enerji kullanım hakkını değil, bulundukları bölgelerdeki madencilik, tarım ve suyun tüm kullanım haklarını da ellerine almak istiyorlar. Muğla’nın Köyceğiz ilçesi yakınlarındaki Yuvarlakçay’da da durum aynıdır. Yuvarlakçay’a santral yapanlar da hem doğal yaşamı mahvedecek hem de tüm canlıların ihtiyacı olan suyu para kazanmak için bir araç olarak kullanacaklardır. Kurulacak HES’lerle birlikte bu bölgelerdeki tüm endemik bitki türleri ve yaban hayat da bu projelerden olumsuz etkilenecek. Tüm bu hidroelektrik santralları kurmak için yapılacak çalışmalardan sonra yüz binlerce bitki türü yok olacak, Doğu Karadeniz halkının tek geçim kaynağı olan kısıtlı tarım arazileri büyük zararlar görecek, oluşacak fiziki durum tarım yapmaya da olanak sağlamayacaktır. Öngörülen şudur ki, milyarlarca yılda oluşan bölgedeki doğal hayat dev şirketlerin daha fazla kâr etme hırsı yüzünden kısa zamanda yok olacaktır. Sıvas Divriği, Muğla Yuvarlakçay ve daha pek çok yerdeki gibi Senoz Vadisi’nin de etkilendiği çalışmalar için TEMA Vakfı, Senoz Vadisi’nin Karadeniz’in diğer vadileri gibi ciddi ekolojik tehlikeler altında olduğunu vurgulayarak bizleri uyarıyor. Başta Doğu Karadeniz’in el değmemiş vadileri olmak üzere ülkemizin tüm vadileri ve akarsuları doğayı katletme pahasına işgal tehdidi altındadır. HES projeleriyle yapılmak istenen, sularımızın kullanım hakkının satılmasıdır. Lütfen bu kıyıma daha fazla seyirci kalmayalım. Ülkemizin gelişmesi için elbette enerjiye ihtiyaç var ama bu enerji arayışı her köşesi ayrı bir cennet olan ülkemizi ve insanlarımızı sıkıntıya sokarak, yasalar çiğnenerek, şahıs, şirket menfaatları gözetilerek, doğa katledilerek yapılmamalıdır. HES projelerinin başarıyla uygulanabilmesi için bu projeler, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri ve sektörel temsilcilerin görüş ve onayı alınarak oluşturulmalıdır. sadik.celik@keyveni.com.tr KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com HARBİ SEMİH POROY HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ Siirt’te, küçücük çocukları sapkınlıklarına araç edenlerle ilgili soruşturmada gizlilik kararı alınmış. Kuşkusuz, zarara uğratılmış çocuklar için gizlilik mutlaka olmalıdır. Ancak... Gizlilik, çocuklara tecavüz edenler arasında olduğu söylenen kentin ileri gidenleri, şıhlar, şeyhler ya da siyasiler içinse o zaman ortada örtülmek istenen bir pislik var demektir. Öyleyse, kaldırın örtüyü, görelim ak olduğu söylenen yüzleri! Kaldırın Örtüyü BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Kõrmõzõya çalan sarõ renk. 2/ Yaşam... Büyük panayõr. 3/ Cilacõlõkta kullanõlan bir tür zamk-reçi- ne... Roma İm- patorluğu dö- nemine ait an- tik mühürlere verilen ad. 4/ İlaç... Afri- ka’da bir ülke. 5/ Vü- cudun yatõştan ayak- üstü duruşa geçme- sini sağlayan jim- nastik hareketi... İtal- ya’da bir yanardağ. 6/ Araç, aygõt... Ye- mek. 7/ Kõl elek... Yunan abecesinde bir harf. 8/ Duyuru... Çin’in para birimi. 9/ Mora çalan kõrmõzõ renk. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ağõrbaşlõ, uslu... Takõmlar grubu, küme. 2/ Tat- lõ, tuzlu, ekşi ve acõ tatlar dõşõnda kalan beşinci tat... Bir göz rengi. 3/ Üstü açõk, dört tekerlekli ve iki kişilik lüks at arabasõ... Ekmek yapmak için çeşitli tahõllarõn yasaca gerekli karõşõm oranõ. 4/ Tümör... Tarla faresi. 5/ Bizmut elementinin simgesi... Rütbesiz asker. 6/ Çürüme ya da kokuşmadan do- ğan kötü koku... Şaşma belirten bir ünlem. 7/ Bir kumar aracõ... Yabancõ paralarõn ulusal para cin- sinden değeri. 8/ Hizmet hayvanlarõnõn ayağõna ça- kõlan demir... Osmanlõ donanmasõnda kullanõlmõş hafif bir savaş gemisi. 9/ Sõnõr nişanõ... “Melâli an- lamayan nesle --- değiliz” (Ahmet Haşim). 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 B A L Y E M E Z A Ş I D E F İ N T U Ğ R A E L A A R U M A M İ R E E L R E S D K E F A R E T O P O T E R A P İ U S S A İ L S T E P T İ K O 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear