23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 29 MART 2010 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER BAYAN Angela Merkel, adında meleklik olsa da önce Almandır; dolayısıyla, Hollandalılar kadar olmasa bile dobra dobra ve açık konuşur. Ülkesindeki Türkler için Türk liseleri açılmasına evirip çevirmeden “olmaz” demişse, haklı olduğu için demiştir. Bizde “tevhid-i tedrisat” olur da onlarda olmaz mı? Acaba oralarda lise açmak isteyen bizim siyasiler ne istediklerini açık seçik söyleyebildiler mi? Alman öğretim sisteminin dışına çıkıp kendi bildiklerince baştan aşağı Türkçe öğretim vererek kendi istediklerini mi öğretecekler? Yoksa, ünlü İstanbul Erkek Lisesi örneğine simetrik olarak, Alman eğitim kurallarına uygun, ama bazı konularda Türkçe ağırlıklı öğretim mi yapacaklar? Doğru dürüst model oluşturmadan gidip “Lise açacağız” dediniz mi, elin Almanı, hele imam-hatip liselerini duymuşsa, hemen “olur” der mi? Bayan Merkel Almandır, bugün burada hangi konu konuşulacaksa çalışıp hazırlıklı gelecektir; dolayısıyla inatçı keçi pozu takınıp yere bakarak “Tam üyelikten başka şey konuşmayız” diyenlere çantasından “Ayrıcalıklı Ortaklık” dosyasını çıkararak, mertçe, “Bizden bu, sizde ne var?” diyecektir. Onlar, AB ile kaç başlık konuşuluyorsa, hangisinde nasıl bir ayrıcalık tanınacağını iyice irdeleyip tutumlarını saptamışlardır bile. Dolayısıyla, Baş Müzakerecimizin “Tam üye yaparsanız, bizde işinize yarayacak neler var neler” biçimindeki ezberine karnı toktur. Bırakın hesaplı kitaplı bir Almanı, bugünün dünyasında hiç kimse kendi yararını başkasının ağzından dinleyip kanarak karar vermez. Bu sütunda yıllardır yazmaktan klavyenin tuşları yoruldu: Madem Avrupa Birliği’nin iki önemli üyesi, Almanya’yla Fransa Türkiye için “ayrıcalıklı ortaklık” lafı etmekteler, insan merak edip de “Ayrıcalık neymiş, kimin içinmiş?” diye sormaz mı? Ya da ciddi bir çalışma yapıp AB’den ayrıcalık olarak neler istenebileceğini araştırmaz mı? O konuda, bilindiği kadarıyla, Galatasaray Üniversitesi’nce yapılmış zemin yoklama niteliğinde bir araştırmadan başka doğru dürüst bir şey yok ne Avrupa’da ne de hatta Fransa’da. Bir tek Almanya’da vardı; sonuçları şimdi görülecek. Yıllarca akıntıya kürek çekmek yerine ön alıp sağlam bir dosyayla masaya oturmak daha yararlı olmaz mıydı? Norveç’le İsviçre’nin yaptıkları gibi. Tam üyelik uğruna çok şeyden vazgeçilebilir izlenimini yaratarak iştahları kabartmaktan başka ne yararı olmuştur bu nafile üyelik inadının? Hava basmaktan ve kendimizi aldatmaktan başka? Bu sevdayı sürdürenlerimizden bir bölümün, gerçekten Avrupalı olmak şöyle dursun, içte cumhuriyeti zayıflatıp tam tersine bir yaşam tarzına varabilmek için hem AB’yi hem de kendi insanlarını aldatmaya kalkmış olmaları ise, konunun en hüzünlü ve utanç verici yanı olmuştur. Merkel, o yalancılığın mumunu söndürmeye geliyordur herhalde. mumtazsoysal@gmail.com D aha önce de açõkladõğõm gibi HSYK’nin taslakta öngörülen kuru- luşuna hiçbir şekilde katõlmõyorum. Hemen göze çarpan, yetersiz ve önceden sö- zü edilen iyileştirmelerle bağdaşmayan dü- zenlemeler şöylece özetlenebilir: ? Hâkim ve savcõlarõn aday olarak atan- malarõ HSYK’nin görevleri arasõna alõnma- mõş; kadro dağõtma yetkisi görevleri arasõn- dan çõkarõlmõştõr. Böylece bakanlõk, mesleğin temelini oluşturacak yargõç ve savcõ adayla- rõnõn atanmasõnda ve kadrolarõn dağõtõmõnda tek yetkili olacaktõr. ? Adalet Bakanõ, kurulun başkanõ olarak gündemi belirleme yetkisini elinde tutacak; bu yetkisine dayanarak örneğin, Yargõtay ve Danõştay üyelerinin seçimini, kanunun açõk hükümlerini ihlal ederek, gündeme almamak suretiyle geciktirebilecektir. ? Adalet Bakanõ’nõn dairelerin çalõşmala- rõna katõlmamasõ olumlu bir düzenlemedir. Ancak kendisi, görevleri kanunla belirlene- cek olan kurul toplantõlarõna katõlabilecek; ör- neğin anayasanõn 154 ve 155’inci maddele- ri uyarõnca HSYK tarafõndan yapõlacak ve ku- rulun en önemli görevleri arasõnda olan Yar- gõtay ve Danõştay üyeliği seçimlerinde kurul başkanõ sõfatõyla oy hakkõna sahip olacaktõr. ? Hâkim ve savcõlarõn denetimi, haklarõnda araştõrma ve gerektiğinde inceleme ve so- ruşturma işlemleri, ilgili dairenin teklifi üze- rine, Adalet Bakanõ’nõn oluruna bağlanmõş- tõr. Teklifin HSYK’nin ilgili dairesinden gel- mesi, sonuca etkili değildir. Bakan teklife kar- şõn, himaye etmek istediği hâkim ve savcõ için soruşturma izni vermeyecektir. ? Dairelerin görevleri ve karmaşõk bir ya- põda oluşturulan kurulun üyelerinin dairele- re hangi esaslara göre dağõtõlacağõ hususun- da taslakta herhangi bir açõklõk yoktur. Ör- neğin; Danõştay’õ temsil edecek tek üye han- gi dairede görev yapacaktõr? Bunlar hakkõn- da hiçbir temel ilke ve esas getirilmeden, tü- münün kanunla yapõlacak düzenlemelere bõ- rakõlmasõ sakõncalõdõr. ? Taslakta hâkim ve savcõlarõn özlük iş- lerinde hazõrlõk işlemlerini yapacak, kurulun sekreterya hizmetlerini yürütecek bir birimin kurulmasõ hakkõnda herhangi bir düzenleme yoktur. Buna karşõlõk kurula bağlõ genel sek- reterlik kurulacak, bunun kuruluş ve görev- leri kanunla düzenlenecektir. Kanunda genel sekreterliğe hazõrlõk işlemleri yapma görevi verilebilir ise de bu hususun TBMM’deki ço- ğunluğun takdirine bõrakõlmasõ, güvence yö- nünden sakõncalõdõr. SONUÇ: AKP tarafõndan hazõrlanan tas- lakta yer alan; siyasi partilerin kapatõlmasõ, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’ye ilişkin dü- zenlemelerin yargõ reformu ile hiçbir ilgisi bu- lunmamaktadõr. Senelerce bekledikten sonra, seçimlere kõ- sa bir süre kala AKP tarafõndan alelacele ve özensiz bir şekilde hazõrlanan, çok sayõda dil ve düzenleme hatalarõ içeren, yüksek mah- kemelere duyulan öfke, nefret ve güvensiz- lik duygularõnõ açõğa çõkaran anayasa deği- şikliği paketinin tek amacõ, yargõyõ AKP pa- ralelinde siyasallaştõrarak ele geçirmek; ba- ğõmsõz yargõyõ yok etmektir. Böylece hem AKP ve partinin yöneticile- ri için güvenli bir hukuki ortam yaratõlacak; hem de hiçbir engele takõlmadan devletin ya- põsõnõ, şeklini ve yönünü yasalarla değiştirmek yolu açõlmõş olacaktõr. Kabul edilmesi halinde tek adam yönetiminin yolunu açacak olan bu düzenlemeler, ne yazõk ki kendilerini liberal olarak tanõmlayan bazõ kişilerce desteklen- mektedir. Anayasa paketinde, tek başõna değerlendi- rildiğinde olumlu düzenlemeler de bulun- maktadõr. Bunlarõn TBMM’ye ayrõ bir pakette sunulmasõ halinde muhalefet partilerinin bunlarõ destekleyeceğinden, en azõndan üze- rinde uzlaşma sağlanabileceğinden eminim. AKP demokratikleşmede gerçekten samimi ise bunlarõ paketten çõkarõr ve uzlaşma sağ- lar. Ama bunu yapmayacaktõr, yapamaya- caktõr. Yargõ için düzenlediği kurallarõ, yargõ ile ve kendi aralarõnda hiçbir ilgisi olmayan olum- lu düzenlemeler eşliğinde ve şemsiyesinde TBMM’ye ve gerektiğinde halka sunarak so- nuca varmak istemektedir. Dilimizde bu taslak metni çok iyi tanõmla- yacak çok sayõda özdeyiş ve atasözü vardõr. Sanõyorum Ziya Paşa’nõn özdeyişi en uy- gunlarõndan biri olacaktõr: “Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?” Paketteki Anayasa Mahkemesi ve HSYK - II Nuri ALAN Emekli Danõştay Başkanõ AÇI MÜMTAZ SOYSAL Merkel’in Mertliği İ nsanlarõn en çok dik- kat ve ifade ettikleri şeydir “yakışıyor ol- mak”. Düğünlere git- tiklerinde hemen yorum yaparlar; “bu kız oğla- na yakışmış ya da ya- kışmamış” diye. Yolda yürürken bile insanla- rõn kõyafetlerini inceler- ler, giydiklerini ve ak- sesuvarlarõnõ yakõştõr- mõş mõ diye. Birilerinin evine gittiklerinde he- men araştõrmaya giri- şirler eşyalar, perdeler, aksesuvarlar, renkler bir- birine yakõştõrõlmõş mõ diye. Anlayacağõnõz halk arasõnda “yakıştırma merakı” çok fazladõr. Aslõnda bakarsanõz, insanlarõmõz makam ve mevkilere de fazla değer verirler ve derler ki, bu adam bu koltuğa yakõ- şõyor ya da hiç uymadõ. Anlayacağõnõz bu ko- nuda herkesin bir görü- şü mutlaka vardõr. So- rarsanõz hemen söylerler de; bu vali yakõştõ, bu polis şefi yakõştõ diye. Bu yargõ, bilgi ve bilinç işidir de. İnsanlar ma- kamõ da, orada oturanõ da kendi ölçülerine ve değerlerine göre değer- lendirir ve karar verir. Ben kendimi iyi ta- nõyan birisi olarak, Di- yanet İşleri Başkanlõ- ğõ’na hiç yakõştõramam. Beni tanõyanlar da ya- kõştõramazlar. Sosyal çevrem, eğitimim, siya- si duruşum ve dine ba- kõşõm uymaz diyanete. Bu ölçülerle bakarsak ülkemizdeki yönetim sõ- kõntõsõnõ kavrayabiliriz. Ülkenin niye doğru dü- rüst yönetilemediğini anlarõz. Devrimle (zor yoluyla) kurulmuş Cum- huriyetin kurucu irade- sinin kurallarõna ve du- ruşuna bağlõ insanlar oturmalõ yönetim ka- demlerinde. Bu kural dünyanõn bütün ülkele- ri için geçerlidir. De- ğerlerine uyup girmek istediğimiz Avrupa Bir- liği ülkelerinde papaz eğitimi almõş birisi vali, başbakan, başhekim, devlet başkanõ olmaz. Böyle bir şey yasak ol- duğu için değil. Kimse- nin aklõna gelmez, uy- gun da düşmez diye. Zaten gelişmiş toplum- larda kandõrõkçõlõk ve dincilik prim yapmaz. Ben bugüne kadar, bü- yüyünce ne olacaksõn, diye sorulduğunda “İmam olacağım” di- yen bir çocuğa hiç rast- lamadõm. Aydın Boy- san’õn deyişiyle “de- mokrasi, dolandırıcı- lığa dönüştü” ülkemiz- de. Her şey gibi de- mokrasiyi de hak ediyor olmak gerek. Bugüne kadar yapõlan seçimlerin sonuçlarõna bakarsanõz sanki “Biri beni (bizi) kandırsın” diye oy kul- lanõlmõş gibidir. Doksanlõ yõllarda Tansu Çiller başba- kandõ. Çiller, Demi- rel’in siyasi hayatõmõza kattõğõ bir değerdi. İngi- lizce düşünüp Türkçe ifade etmeye çalõşõrdõ söyleyeceklerini. Bir gün Mesut Yılmaz çok kõzmõş ve “Bir başba- kan böyle konuşur mu?” demişti. Yani bir başbakanõn böyle ko- nuşmamasõ gerektiğini söylemişti. İnsanlarõn bulunduk- larõ makamlarõn bir bağ- layõcõlõğõ vardõr. O ma- kamlarda gelenekler oluşturulmuştur, daha önce oralarda oturanlar tarafõndan. Toplumsal bütün iliş- ki ve olaylarda “yakışı- yor olma” geleneği ya da değeri oluşmuştur. Müslüman böyle dav- ranmaz ya da devrimci böyle konuşmaz gibi de- ğerler vardõ ve ciddi bas- kõ aracõ olmuştu eskiden. Bu ölçüler insanlarõ di- sipline ederdi, ciddi yap- tõrõm gücü vardõ. Çok hõzla değişen toplumu- muzda bu değerler yok oldu. Eskiden belli değer- lerle tarif ettiğimiz in- sanlar için “O bunu yapmaz” diyebiliyor- duk, yakõştõramõyorduk. İşte bu büyük ölçüde yok edildi. Sanki şimdi herkese her şey yakõşõ- yor görüntüsü oluştu ve bütün sõkõntõ da buradan çõkõyor. Toplumun ya da ül- kenin yönetilemez oluşu işte bu “yakışmıyor ol- maktan” geliyor. De- mirel, Kenan Evren ve tüm sağcõlar, 1961 Ana- yasasõ’nõ Türkiye’ye ya- kõştõramõyorlardõ. Biz solcular da 1982 Ana- yasasõ’nõ ülkemize, in- sanõmõza, kendimize ya- kõştõramõyoruz. Lazõn ifadesiyle: “sen anladin oni!” Yakõşõyor Olmak ERCAN YEŞİLYURT Sermayenin küreselleşmesi... İ stanbul’da yüzün üzerinde alõşveriş merkezi var. Gaze- telerde çõkan haberlerden öğrendiğimize göre bu sayõnõn 300’e çõkmasõ hedefleniyor- muş. Başbakan geçtiğimiz gün- lerde bir alõşveriş merkezinin daha açõlõşõnõ yaparken (Bir yazar soruyor, başbakanlar alõş- veriş merkezi açar mõ? Türki- ye’de açar) “Türkiye değişti, artık bakkalların dönemi bit- ti” duyurusunu yaptõ yurttaşla- ra. Televizyon ekranlarõndan seçmene seslenirken “Bu ha- yatın gerçeği artık kabul ede- lim” diye de ekledi. Başbakan’õn “değişim” ve “hayatın gerçeği” dediği, kimi neoliberal takõmõn da zaman zaman koro halinde, yürekten benimsediği, desteklediği, yüz- yõlõmõzõ esir alan “küreselleş- me” yani uzmanlarõn deyişiyle, “sermayenin egemenliğinin” bir somut örneğidir. Sorun, el- bette ki, alõşveriş merkezleriy- le bitmiyor, sermaye dediği- miz büyük “merkez” gücün (1) çevreyi (gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkeler) kendi egemenliğine hapsetmesi, so- nuçta salt ekonomide değil, si- yasal ve toplumsal yaşamda da değişimlere yol açõyor. Niha- yetinde ise, “toplumsal deği- şim”, daha doğru bir deyimle “toplumsal dönüşüm”, “tek egemen güce” kayõtsõz koşul- suz teslimiyet oluyor ki, bu da bizim gibi gelişmekte olan ül- kelerin ne acõdõr ki yazgõsõnõ be- lirliyor. Dünyayı tek pazara dönüştürmek Egemen sermaye, “dünyayı tek pazara dönüştürmek” olan temel amacõna böylece de ulaşmõş oluyor. Dr. Erdal Atabek’in geçtiği- miz haftalarda yaptõğõ “Küre- selleşme ile değişen sosyal de- ğerler” söyleşisinden çõkardõ- ğõmõz sonuçlardan biri de buydu. Prof. Bülent Berkarda’nõn tam 11 yõldõr aralõksõz ve büyük bir azimle sürdürdüğü Aydõnlanma Söyleşileri kapsamõnda düzen- lenen bu toplantõda Atabek, or- taçağõn totaliter rejimlerinden günümüze uzanan değişimlerin son noktasõnõ küreselleşme ola- rak koyarken, bellenecek ikinci önemli nokta olarak da şu sap- tama ortaya çõkõyordu: Ortaçağõn ardõndan gelen aydõnlanma ça- ğõnda esas olan insandõ, küre- selleşme rüzgârõnda ise insanõn yerini sermaye alõyordu. Çünkü dünya tek pazara dönüşürken, yaratõlmak istenen de düşünen, sorgulayan, araştõran, üreten in- san yerine, şablon insan tipiydi. Alışveriş merkezleri Tek pazara dönüşen dünyada, aydõnlatan, uyandõran değil, be- yinleri uyuşturan bir görsel ve yazõlõ medyanõn esiri olmuş, egemen tek dil olan İngilizcenin etkisinde, kendi kültüründen kopuk, üreten değil tüketen, tüketen ve durmadan tüketen in- sanlardan oluşan bir toplum. Durum böyleyken, toplumu, üretime, kültüre, bilime, ay- dõnlanmaya yönlendirecek ku- rum ve uygulamalar yerine, peş peşe alõşveriş merkezleri aç- manõn acõ gerçeği de ortaya çõkmõş oluyordu böylece. Kü- reselleşmenin bu boyutunu, Prof. Dr. Gülten Kazgan’õn “Küreselleşme ve Yeni Eko- nomik Düzen” kitabõndan da öğreniyorduk. Konunun derin- lemesine uzmanõ olan araştõrõ- cõ bilim insanõ Kazgan, küre- selleşmenin on yõl sonra, bugün geldiği noktayõ daha o tarihler- de, yani kitabõn yayõmlandõğõ 1997 yõlõnda öngörüyor. “Serbest piyasa ekonomisi, serbest dış ticaret-serbest ser- maye hareketlerinin gelişmiş, yarı gelişmiş, gelişmemiş ne kadar ülke varsa hepsini kap- samak üzere yola çıktığını” söyleyerek, bunlarõn temelinde küreselleşmenin baskõsõ olduğu- na değiniyor ve şöyle bağlõyor: Türkiye’nin bugünkü durumu “Bu da ülke sınırlarını yık- ma amacında, devletleri kü- çülterek şirketlerin egemenli- ğini kurmayı istemekte; bü- rokratik her türlü engeli yık- mayı hedef almış. Bütün dün- yayı serbestçe kendi kâr pla- nının uygulama alanı olarak görmekte.” (2) Bu saptama, tüccar zihniyetli ve iç dinamik- lere sõrtõnõ dönüp, dõşa bağõmlõ bir iktidarõn yönetiminde, “kü- resel esaretin” getirdiği top- lumsal, ekonomik ve siyasal kayõplarõn yaşanmakta olduğu Türkiye’nin bugünkü durumu- nu yansõtmõyor mu?.. ABD’nin, yani merkez gücün, kitle kültürünü yaratmadaki üs- tünlüğüne gelince; “Herkesi aynı potada kaynatıyor. Her yerde aynı sayıda gencin blu- cin giyip, hamburger yiyip, koka kola içerken pop müzi- ği dinleyip pembe dizi seyret- mesi...” (3) de Türkiyemizin de- ğişen toplumsal yapõsõnda ken- dini gösteriyor. Ama bunun da ötesinde, küreselleşmenin ge- tirdiği bir diğer boyut, “ulus- devletin aşılması ve alt-kim- liklerin güçlenmesi” (4) ki yi- ne ülkemizde bu değişimi en çarpõcõ biçimde yaşamaktayõz. Kazgan kitabõnda etnik ayrõ- şõmlarõn ortaya çõkõp güçlen- mesini de ulusal pazarõn yerini uluslararasõ pazara bõrakmasõy- la açõklõyor ve şöyle bağlõyor: “Etnik grupların bu du- rumda, ulus devletin içinde kalmasının bir anlamı kalmı- yor, uluslararası pazar nasıl olsa herkese aynı ölçüde açık- tır.” (5) İşte bizde ulus devleti zayõflatma çabalarõnõn nedeni de böylece ortaya çõkmõş oluyor, ulus devletin yapõştõrõcõ özelli- ği olan ekonomik işlevini yok et- mek için ne mümkünse yapõlõ- yor. Ne ki sadece bizim gibi ge- lişmekte olan ülkelerde değil, gelişmiş Batõ dünyasõnda da sağladõğõ kimi yararlara karşõn küreselleşmeye karşõ seslerin yükseldiği gerçeğine, açõk top- lumun babasõ George Soros bile şu görüşüyle katõlõyor: “Açık toplumu tehdit eden aşırılıklardan biri devlet hâ- kimiyetine götüren totaliter öğretilerse (devletin büyüme- sini totaliter öğretilerle eşde- ğer görüyor), diğeri de büyük çalkantılara gebe olan liberal kapitalizmin aşırılıklarıdır.” (6) Nitekim “vahşi kapitaliz- min” kendi sonunu hazõrladõğõ görüşüne Kazgan da katõlõyor. Küreselleşmenin de bir gün so- nunun geleceğini düşünüyor, “Yeni dünya düzeninin hem uluslararası siyaset, hem eko- nomik boyutuyla sonunun ge- leceği savı bir ‘kehanet’ değil, bir doğa kanunu. Evrende canlı-cansız sonu olmayan hiçbir varlık, nesne yok. Ay- nı kanun toplumlar ve onun kurumları için de geçerlidir” (7) diyor. Ancak bu sonun “ses- siz-gürültüsüz” değil, çok fõr- tõnalõ olabileceğini de daha o yõl- larda öngörüyor (8). Ki Türkiyemiz her alanda gerçekten de çalkantõlõ, sancõlõ bir dönemi yaşõyor ve vahşi kapitalizmi, sermayenin ege- menliğini yõkacak en büyük kit- lesel eylem olarak da TEKEL iş- çilerinin o yürekli direnişlerin- de simgeleşiyor. Değerli yazar, doktor Erdal Atabek de yararlarõnõn ötesinde, toplumsal değerleri yok etmesi bağlamõnda sonsuz zararlarõ olan “sermayenin küreselleş- mesinin” “emeğin küreselleş- mesi”yle sonunun geleceğini söylüyor. TEKEL işçilerinin direnişine, yurt genelinden tüm emekçilerden destek gelmesi, belki de bu sonun başlangõcõ olu- yor. l) Küreselleşme ve Yeni Ekonomik Düzen, Prof. Dr. Gülten Kazgan, Altın Kitap- lar 1997 2) Aynı kitap, sayfa 10 3) Aynı kitap, sayfa 26 4) Aynı kitap, sayfa 217 5) Aynı kitap, sayfa 218 6) Aynı kitap, sayfa 189 7-8) Aynı kitap sayfa 214 Deniz BANOĞLU Tek pazara dönüşen dünyada, aydõnlatan, uyandõran değil; beyinleri uyuşturan bir görsel ve yazõlõ medyanõn esiri olmuş, egemen tek dil olan İngilizcenin etkisinde, kendi kültüründen kopuk, üreten değil tüketen, tüketen ve durmadan tüketen insanlardan oluşan bir toplum.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear