23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 27 MART 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 GÖRÜŞ Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN KEPCO Korea Electric Power Corporation (KEPCO), Türkiye’nin ilk nükleer elektrik santralını yapmak için bu ay düzenlenen ihalede en düşük teklifi veren Güney Kore devlet şirketinin adıdır. 1961’de Güney Kore devleti tarafından kanunla kurulmuş, 1989’a kadar da sermayesinin yüzde 100’ü devlette kalmış ve sözü geçen yılda, sermayesinin çok küçük bir parçasını Menkul Kıymetler Borsası aracılığıyla halka satmış bir anonim şirkettir. Bu başarılı şirketin kamu kesimi dışına satılmış olan hisseleri, New York Menkul Kıymetler Borsa’sında da KEP adıyla işlem görmektedir. KEPCO’nun kuruluş kanunu, şirket sermayesindeki devlet payının, yüzde 51’in altına inmesini yasakladığı için, şirketin tümüyle özelleştirilebilmesi, ancak kanun değişikliği ile yapılabilecektir. Şimdilik Güney Kore devletinin de böyle bir niyeti yoktur; çünkü KEPCO, özel kesim ve devlet işletmeleriyle dünya pazarlarında rekabet etmekte ve dünyanın devleri karşısında Dubai’deki ve Türkiye’deki nükleer elektrik üretim tesisi ihalelerinde başarılı olabilmektedir. KEPCO, Güney Kore’de elektrik üretimi, iletimi ve dağıtımı konusunda tekel sahibidir; 2008 yılı satış geliri (cirosu) 28 milyar ABD Doları, çalışan sayısı 38 bin 599, müşteri sayısı 16 milyon, 60 270 MW düzeyinde kurulu gücü olan, 369 termal ve nükleer santral ile elektrik üreten dev bir işletmedir. Bilgisayarın bilgi deposunda şunlar var: 2008 yılı sonunda, dünyanın 30 ülkesinde, 439 nükleer santral, 372 234 Megawatt (MW) üretim kapasitesi ile çalışmaktadır. Buna ek olarak 13 ülkede de 35 nükleer santral yapılmakta; dünyada tüketilen elektrik enerjisinin yüzde 17’si nükleer üretim tesislerinden elde edilmiştir. Ülkemizdeki nükleer enerji ve devlet işletmelerinin yönetimi ve özelleştirmeleriyle ilgili bilgi eksikleri ve yaygın yanlış politikalardan kaynaklanan derin görüş ayrılıkları ve kızgın siyasal tartışmalar yüzünden, nükleer teknoloji ve elektrik üretim tesisleri kurulmasıyla ilgili çalışmalarımız çok yavaş ilerlemiştir; şimdilerde de aynı tartışmalar devam etmektedir. Bu yavaşlıkta, Rusya’nın Çernobil kasabasındaki nükleer elektrik üretim tesisindeki talihsiz kazanın, yakın ülkelerdeki insanlarda da sağlık sorunları ve korkular yaratmış olmasının da büyük etkisi vardır. Ülkemizde, konuyla ilgili ilk çalışmalar 1955’te başlamıştır. Son 55 yıl boyunca, nükleer teknoloji, enerji ve elektrik üretim tesisleriyle ilgili olarak çok sayıda raporlar yazılmış, bilimsel toplantılar 5 yıllık kalkınma planlarına tasarımlar yerleştirilmiştir. 1981’de bir Nükleer Elektrik Santralları Kurumu (NELSAK) kurulması önerilmiş ve hatta 1983’te bu kuruluşa kanunla güç ve kaynak sağlanması için bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) de çıkarılmış ancak uygulamada bir sonuca ulaştırılamamıştır. 1990’lara kadar yapılan üç nükleer santral yapım ihalesi ile 1997’de yapılan dördüncü ihale girişimi de 2000 yılında iptal edilmiştir. 8 Mayıs 2007’de uygulamayı kolaylaştırmak amacıyla çıkarılan 5624 sayılı kanun veto edilmiş, 9 Kasım 2007’de yeniden kanunlaştırılmış ve yukarıda sözü edilen ihale de bu kanunun verdiği yasal olanaklardan yararlanılarak uygulanmıştır. 1961’de kurulan KEPCO, bizim köklü KİT’lerimize göre “dünkü çocuk sayılır”; bize santral yapma girişiminde bulunuşunu görünce kıskanmamak elde değildir. Bizim de 1933’te kurulmuş bir Sümerbank’ımız, 1935’te kurulmuş bir Etibank’ımız, 1936’da kurulmuş Elektrik Etüt İşleri İdare’miz, 1983’te TEAŞ ve TEDAŞ olarak ikiye ayrıldıktan sonra, EÜAŞ, TETAŞ ve TEİAŞ diye üç parçaya daha bölünen ve 2010’a kadar dağıtım kanadı da 35 parçaya ayrılarak satılmaya çalışılan,1970’te kurulmuş bir de TEK’imiz (Türkiye Elektrik Kurumu) ve hele bir de bu iş için kurduğumuz ve bir türlü çalıştıramadığımız bir de NELSAK’ımız vardı. Bu kuruluşların her biri, iyi yönetildiği takdirde bize nükleer üretim tesisi yapabilecek yetenekte iken, biz neden bu alanda Güney Kore’den bir KEPCO’ya muhtaç olalım? Bunu anlamak o kadar zor ki? maaysan@superonline.com Ciddiyete Davet Tutuklu emekli Orgeneral Çetin Doğan, savunmanı aracılığıyla kamuoyuna duyurduğu açık mektupta, soruşturmaya neden olan “Balyoz Harekât Planı”nın bir “senaryo üretim merkezi” ürünü olduğuna ilişkin ipuçları vermişti. Ancak, mektubun bu bölümü üzerinde her nedense hiç durulmadı. Bakın ne diyor Doğan: “Üzerinde ıslak, kuru veya elektronik hiçbir imza bulunmayan bu uyduruk belgenin gerçek olduğu sanısını yaratmak için bu belgeye referans veren bir başka ‘sahte evrak’ düzenlenmiştir. Bu ‘sahte evrak’ 1. Ordu Askeri Savcılığı’nca gönderilen bilirkişi raporunun EK-A sayfa 11’de dip notu olarak, Ek-A Lahika-1’de ise 16. sırada yer almaktadır. Belirtilen yerlerde, ‘1. Ordu Komutanlığı’nın, Aralık 2002 tarihli, Hrk: 7130-02/Pl. ve Eğt. Ş. ( ) sayılı ve 1. Ordu Plan Semineri’ ibaresi yer almaktadır. Bu imzasız emrin sahte ve uydurma olduğu, askeri yazışma kurallarına vakıf herhangi bir kimse tarafından daha ilk bakışta anlaşılabilir: Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bütün ‘harekât planları’ ve bu planlara göre düzenlenen seminerlere ilişkin yazışmalar, Harekât Başkanları tarafından hazırlanır. Hazırlanan bu evrakların sol üst köşelerinde evrakı çıkaran şube kodu (şubenin kısaltılmış ismi olarak) yer alır. Belirttiğimiz sahte evrakta da Şube Kodu olarak ‘Pl. ve Eğt. Ş.’ ibaresi yer almaktadır. 1. Ordu Harekât Başkanlığı kuruluşunda Pl. ve Eğt. Ş. (Plan ve Eğitim Şubesi) adıyla anılan bir şube bulunmamaktadır. 05-07 Mart 2003 tarihlerinde icra edilen Plan Seminerine ilişkin bütün yazışmalar Ordu Hrk. Başkanlığı kuruluşunda bulunan, Plan ve Harekât Şubesi’nce (Pln. Hrk. Ş.) hazırlanmıştır. Nitekim aynı askeri bilirkişi raporunun, EK-A Lahika- 1’nde yer alan 1. Ordu Komutanlığı’ndan seminere ilişkin çıkartılan bütün yazışmalarda (andığımız sahte evrak hariç) ‘Pln. Hrk. Ş.’ (Plan Harekât Şubesi) kodu bulunmaktadır. Diğer taraftan, karargâh yazışma kuralları uyarınca Ordu Harekât Başkanlığı birimlerince planlamalara ilişkin hazırlanan bütün evraklara tarih-sayı kodu ‘1700’ rakamı ile başlar. Yukarıda belirttiğimiz Lahika’da yer alan 1. Ordu Komutanlığı’na ait yazışmalara sahte evrak dışında ‘1700’ kodu verilmiştir. Sahte evrakın taşıdığı kod ise ‘7130’dur. Yukarıda belirtilen hususlar, uydurma ‘Balyoz Planı’nın 1. Ordu Karargâhı’nda hazırlanmadığını sadece kanıtlamakla kalmayıp, sahte evrakların belirli merkezlerde üretilme aşamasında kendilerine profesyonel katkı sağlayabilecek emekli veya muvazzaf bir personel de bulamadıklarını göstermektedir.” Çetin Doğan’ın mektubunda aktardığı bilgiler çok ciddidir. Balyoz Planı savlarını “ciddi” bulan Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, meslektaşı ve emekli komutanı Doğan’ın mektubunu buldurtup orada yazılanları ciddi ciddi okumuş mudur? İşte bu konuda çok ciddi kuşkularımız vardır. ABD’ye sığınmış vaizin yetiştirdikleri açıkça yazıyorlar: AKP’nin anayasa değişikliği önerisi, “iktidarın rejime karşı huruç harekâtı”imiş. Daha ne desinler? Her şey apaçık ortada: Rejimi değiştirmeye yeminli eskinin Milli Türk Talebe Birliği üyesi Akıncı gençleri huruçta; Ulusal Kurtuluş Savaşı vermiş halkın kurduğu Cumhuriyet ise savunmada! Öfke ile Kalkan... Emekli Danıştay Başkanı Nuri Alan’ın, AKP’nin anayasa değişikliğine ilişkin yorumu: “AKP’nin gerek genel başkanı, gerekse yetkili kişileri; yürütmenin yasalara aykırı yapmış olduğu tasarrufları engelleyen idari yargıya ve Danıştay’a karşı takıntı haline gelmiş duygularını açığa vurmuş oldular. Anayasa değişikliği paketinde, gerek Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, gerekse Anayasa Mahkemesi’nin oluşumunda Danıştay’a ayırmış oldukları kontenjan, bu takıntının yeniden gündeme getirilmesi anlamını taşımaktadır. Bu, Başbakan’ın ve ilgili yetkililerin Danıştay’a karşı duydukları öfke ve nefretin bir dışavurumudur aynı zamanda.” CHP’lilerin dediği gibi, anaya değişikliği paketi bir AKP anayasası öngörmüyor. Daha da ötesine geçiyor: Recep Tayyip Erdoğan’ın öfkelerini anayasalaştırıyor. İktidara geldikleri 2002 yılından bu yana Cumhuriyet ile kavga ediyor, Atatürk Türkiyesi ile didişiyor, 1923 ruhunu kemiriyorlar. Çankaya’ya çıkardıklarının da sözüyle “fırsat bu fırsat” son aşamaya geldiler. Yürütme ve yasamanın ardından yargıyı da yürütecekler... Türk Hukuk Kurumu Başkanı Tuncay Alemdaroğlu’nun dediği gibi: “Anayasa değişikliği önerisi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Adalet Bakanı’nın mutlak söz sahibi olduğu, Adalet Bakanlığı’nın bir Genel Müdürlüğü haline getirilmektedir. Bu bağımsız yargıya bir darbedir. İktidar yetkilileri, askeri darbe soruşturmaları ile toplumu meşgul ederken gerçek darbe yargı bağımsızlığını ortadan kaldırarak yargıya yapılmaktadır. Bu öneri yasalaşır ise bağımsız yargı ortadan kalkacak ve iktidarın yargısı kurulacaktır.” Son Aşama Su Savaşları Kapıda Yumurta SADIK ÇELİK 22 Mart Dünya Su Günü, 1993 yılından bu yana her yıl farklı bir temayla kutlanıyor. Dünya Su Günü’nün bu yıl verdiği mesaj ise ‘Sağlıklı bir dünya için temiz su’ idi. Yeryüzündeki su kaynakları; bilinçsiz tarım, altyapı yetersizliği, düzensiz ve çarpık yerleşme nedeniyle her geçen gün etkili bir şekilde kirletiliyor. Hayatın kaynağı su, dünyanın 4’te 3’ünü insan vücudunun yüzde 70’ini oluşturuyor. Yaşamsal faaliyetlerimizden günlük ihtiyaçlarımıza kadar su, olmazsa olmazımız. Yüzde 97.5’i okyanuslarda ve denizlerde tuzlu su olarak, yüzde 2.5’i ise nehir ve göllerde tatlı su olarak bulunan dünyadaki toplam su miktarı 1 milyar km3’tür. Yararlanabileceğimiz elverişli tatlı su miktarı, bilinenin aksine oldukça yetersiz çünkü tatlı su kaynaklarının yüzde 90’ı kutuplarda ve yeraltına hapsedilmiş durumda. Bu sebeple Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1993 yılından bu yana dünyada yaşanan su sıkıntısına dikkat çekmek amacıyla 22 Mart’ı her yıl farklı temalarla su günü olarak kutluyor. Dünyada 1.2 milyar insan temiz suya ulaşamazken 5 milyon insan içme sularına atık su karışmasından dolayı hayatını kaybediyor. ABD’de kişi başına düşen günlük su miktarı 575 litre iken Avrupa’da bu rakam ciddi bir düşüş göstererek 200–300 litreye kadar iniyor. Kalkınmakta olan ülkelerde ise sayılar diğerleriyle karşılaştırılamayacak kadar düşük. Bu ülkelerdeki insanlar, kişi başına düşen minimum su miktarı olan 20 litreye bile ulaşamıyor. Sorunlu coğrafya nedeniyle su kaynaklarını yeterince kontrol edememe, sınırları aşan sular, yağış ve su kaynaklarının dengesiz dağılımı gibi sebeplerden Türkiye zannedildiği gibi su zengini bir ülke değildir. Türkiye’de kişi başına düşen kullanılabilir su miktarımız 1.600 m3’tür. Bir ülkenin su zengini olarak kabul edilebilmesi için yıllık kişi başına 5000 m3 ve daha fazla su potansiyeli olması gerekmektedir. Bu rakamlara bakacak olursak, yeterli önlemler alınmazsa gelecekte ciddi su sıkıntısı yaşayacak ülkeler arasında olacağız. Su kaynaklarını geliştirme projelerinden sorumlu DSİ’ye göre ülkemizin yenilenebilir su potansiyeli 234 milyar m3, tüketimimiz ise 112 milyar m3’tür. Şu anki nüfusumuza göre kaynaklar yeterli gözükse de, 2023 yılına gelindiğinde 100 milyona yaklaşacağı düşünülen nüfusumuzla yenilenebilir su kaynaklarımızın tümünü kullanıyor olacağız. Tarımda, sanayide ve gündelik yaşantımızda, azalan su kaynaklarına rağmen su kullanım ihtiyacı giderek artmaktadır. 1990’ların ortalarına gelindiğinde, yaşanan ve yaşanacak su kıtlığına daha da dikkat çekmek, “Bütüncül Su Kaynakları Yönetimi” olarak tanımlanan ilkeleri hayata geçirmek amacıyla “Dünya Su Konseyi” (WWC) ve “Küresel Su Ortaklığı” (GWP) gibi uluslararası sivil toplum kuruluşları kurulmuştur. Türkiye’de ise bu misyonu Tema Vakfı üstleniyor. Tema Bilim Kurulu, su kaynaklarının yönetimi ile ilgili yasa tasarısı da hazırlıyor. Bakanlıklarla paylaşılacak olan bu yasa taslağında, sular devletin tasarrufunda kalmalı, su üzerinde özel mülkiyet hakkı tesis edilmemeli gibi öneriler yer alıyor. Çünkü su, insanlığın ortak malıdır, satılamaz ve ticari amaçlarla kullanılamaz. Sadece DSİ ve Tema Vakfı değil, ABD Müşterek Kuvvetler Komutanlığı’nın yayımladığı “Müşterek Faaliyet Ortamı 2010” başlıklı rapor da Türkiye için tehlike çanlarının çaldığını ilan ediyor. Raporda, temiz su kaynağı kıtlığının artmasıyla ilgili tahminlere göre, kirlenme ve nüfus artışı ile birlikte 2030 yılına kadar dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ını oluşturacak 3 milyar kişi temiz suya muhtaç kalacak. Bu rapora göre, gelecek nesiller temiz su kaynakları kıtlığından dolayı “ırk, kabile ve siyasi grup” savaşlarıyla karşı karşıya kalacak. Tüm bu verileri göz ardı etmemiz bunlara duyarsız kalmamız söz konusu bile olmamalı. Alacağımız bireysel, küçük önlemler aslında toplumsal bir hareketin başlangıcıdır. Yaşamımızın ve kalkınmamızın olmazsa olmazı, önemli itici güçlerinden biri olan su kaynaklarımızı, gelecek nesillere sağlıklı bir şekilde bırakabilmek için suyumuzu bilinçli, akılcı, adil ve barışçı kullanalım. sadik.celik@keyveni.com.tr KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com HARBİ SEMİH POROY HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ Huruç BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Bir kuruluşa bağlõ yolcu ge- milerinin en es- ki kaptanõ. 2/ İnce ve düzgün dokunmuş pa- muklu kumaş... Giysinin yaka, kol, etek çevre- sine geçirilen ince şerit. 3/ Bir tür sağlam ve yumuşak dana derisi. 4/ Ak- tinyum elementinin simgesi... Kenar sü- sü... Bayağõ. 5/ Aynõ adlõ ağaçtan elde edi- lerek elleri ve saçlarõ boyamakta kullanõ- lan toz... Konut. 6/ Köpek ve ineklere ye- dirilmek için un ve kepekle hazõrlanan yi- yecek... İtalya’da bir kent. 7/ Hõristiyan sanatõnda, ayakta dua eder durumda canlandõrõlmõş insan fi- gürü... Baş. 8/ Eldiven ve giysi yapõmõnda kullanõ- lan bir tür yumuşak deri... Mektup. 9/ Baharda çok erken çiçek açan soğanlõ bir bitki. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Belirli bir tarihte borsada işlem gören kõymetle- rin rayiçlerini ifade eden terim. 2/ “Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü”nün simgesi... Pirinç ve şekerka- mõşõndan elde edilen bir tür rakõ. 3/ Ticaret eşyasõ... Yakanõn göğse doğru inen devrik bölümü. 4/ Gö- rünüşe göre olacağõ sanõlan... Bir meyve. 5/ Afri- ka’da bir ülke. 6/ Asya’da bir õrmak... “Saçlarõma ak düştü/Sana --- bulamadõm”(Şarkõ)... Bir soru sö- zü. 7/ Tõrpana balõğõna verilen bir başka ad... Ulaş- tõrma. 8/ Herhangi bir konuda yeni ve kişisel gö- rüşlerin sunulduğu düzyazõ türü. 9/ “ --- gül kardeşi bir arzu/Oy sevmişem ben seni”(Ahmed Arif). 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 P İ G M E N T T A L İ A Ğ A R A R E N İ R M İ K T S O R M A C A İ P E K A Y A Z K A N O N A A Ü L G E N S U L A M A K I L İ N A U T İ L U S 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear