23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 1 MART 2010 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL İç ile Dış ÜLKE, iki ilginç olayı aynı zamanda yaşıyor. İçte, Cumhuriyet tarihinin en gerilimli ve tartışmalı süreçlerinden biri söz konusu: Yakın tarihe ilişkin iddiaların yargı önüne getirilmesi dolayısıyla hukuk ve siyaset alanlarında yaratılan çalkantıyı kazasız belasız atlatmak kolay olmayacağa benziyor. Dışta, bir yandan Avrupa Birliği’ne tam üye olabilme çabası sürdürülmeye çalışılırken, bir yandan da komşu devletlerle sorunları sıfırlama politikasıyla yetinmeyen ve yerkürenin uzak köşelerine kadar uzanmak isteyen bir “dünya devleti” olma çabası sergilenmekte. Kendi alanlarında zaten bir yığın güçlük ve sorun içeren bu iç ve dış hevesleri aynı zamanda yaşamak, çok yönlü büyük bir çabayı göze almayı gerektiriyor. Acaba ülkenin gücü, olanakları ve donanımı, bu çift yanlı yükün altından kalkmaya yeter mi? Çare, her iki alanın sorunları arasındaki bir temel çelişkiyi gidermekle işe başlamak olabilir. O temel çelişki, içte yaşananların dıştaki hedefleri zayıflatabilecek bir nitelik taşımasıdır. Hukuk ve siyaset alanlarındaki çalkantılar, devletin yapısında büyük kopukluklara ve çatlamalara yol açmasa bile, yine de görüntü bakımından dünya devleti olma hevesinin üstüne bu yüzden hiç hoş olmayan bir gölgenin düşmesi kaçınılmazlaşabilir. Örneğin, kendi kurumları arasındaki uyum bozukluğunu giderememiş, hatta tam tersine yeni zıtlıklarla uğraşmak zorunda kalmış bir ülkenin, başka devletler arasında yaşanan çekişmeleri ve anlaşmazlıkları gidermek için arabuluculuğa soyunması inandırıcı olabilir mi? Aynı biçimde, Türkiye’nin dıştan görünüşünde büyük ağırlığı olan Silahlı Kuvvetler’in içte asıl görevleri dışında sorunlarla uğraşmak zorunda kalışı da görünüşteki o büyük ağırlığın etkisini azaltmaz mı? Bir de yarım yüzyıldır sürüncemede kalmış Kıbrıs sorunu var ki, onun çözümü için kritik tarihlerin yaklaştığı şu günlerde Türkiye’nin o konuya ilişkin olarak elindeki “bağımsız iki devletli çözüm” kartını oynayabilmesi bile içteki yanlış kutuplaşmaların giderilmesine ve askerin moralini yeniden yükseltecek adımların atılmasına bağlıdır. İçte böyle bir aşamaya geliş çok gecikirse, bilinmelidir ki dıştaki büyük hedeflerden vazgeçmek yetmez, ayrıca bu yüzden uğranan hasarın onarılması gerekecektir. İçteki dağınıklığın sürüp gitmesi, ülkenin jeopolitik durumunda şimdiden kestirilemeyecek daha da büyük zararlara yol açabilir ve onların giderilmesi hiç kolay olmaz. Bir an önce derlenip toparlanmaktan başka çaremiz yoktur. T ürkiye’de, yapõlmamõş bir darbenin ve muhayyel suçlarõn hesabõ soruladur- sun, kimilerimiz iddialarõn henüz sa- dece iddia olduğunu unutarak “Bu nasıl bir ordu!” diye dehşete düşerken, sürecin ordusuzlaşmaya yöneldiğini görebilen di- ğerlerimiz “Türkiye’nin ordusuzlaştırılma- sından kimin ne çıkarı olabilir, bizi ilerde bekleyen nedir?” haklõ kaygõsõyla ürperirken, göz göre göre yapõlan koca bir haksõzlõk gene dikkatlerden kaçmaya başladõ. Bu haksõzlõk, ne- redeyse her gün bir işyeri kazasõnõn -pardon, cinayetinin- meydana geldiği ülkemizde, ça- lõşanlarõn, can güvenliğinden, sosyal güvence ve sosyal haklarõndan yoksun bõrakõlmalarõdõr. TEKEL işçisi direnişinin ilk günlerde ya- rattõğõ toplumsal heyecan, Balyoz harekâtõnõn altõnda ezilmişe benziyor. Oysa, Ankara’nõn or- ta yerinde, Büyük Şehir Belediyesi’nin teh- ditlerine ve yağmura karşõn, soğukta ve açõk- ta, her türlü hastalõk riskini göze alarak dire- nen TEKEL işçileri, sadece karartõlmak iste- nen kendi gelecekleri için değil, hepimizin ve çocuklarõmõzõn geleceği için mücadele et- mekteler. Bunu iyi anlamalõyõz. Bugün TEKEL işçisinin başõna gelmek üzere olan, yarõn, özelleştirilen diğer kurumlar çalõşanlarõnõn ve son sonu hepimizin başõna gelecektir: Ya- ni, yeni bir iş vaadiyle kandõrõlarak, haklarõmõzõ yitirmiş halde kendimizi kapõnõn önünde bul- mak, bir süre yeni iş yanõlsamasõyla oyalanõp sonra tüm kapõlarõn yüzümüze kapandõğõnõ gör- mek! Yeni Dünya Düzeni Yeni Dünya Düzeni’nin, nam-õ diğer neo- liberalizmin, nam-õ diğer uluslararasõ serma- ye düzeninin ana amacõnõ ve dayandõğõ zemi- ni çok iyi kavramak ve unutmamak zorunda- yõz. Kafa ve kol emekçisi ayrõmõ yapmadan tüm çalõşanlarõ, özgürlük yanõlsamasõyla uyuştu- rulmuş gönüllü kölelere çevirmektir, bu amaç. Yeni Dünya Düzeni’ni ayakta tutan ve tutacak olan zemin bu amacõn gerçekleştirilmesidir. Dünyanõn her yanõnda, çalõşanlarõn yüzyõllar boyunca nice özverilerle ve ne büyük çabalarla kazanõlmõş haklarõ geriye gitmektedir. Emek- li olabilmenin, yakõn bir gelecekte uzak bir ha- yal haline geleceğini, sağlõk güvencelerimizin eriyip tükeneceğini ileri sürmek kehanet de- ğildir. Uçsuz bucaksõzmõş gibi görünmek isteyen sermaye karşõsõnda, çalõşanlarõn sosyal daya- nõşmasõndan yoksun kalmõş, işsizlik korkusu, gelecek endişesi içinde iç huzurunu yitirmiş sa- vunmasõz birey için, Tanrõ’ya sõğõnmaktan baş- ka yol gerçekten de kalmamaktadõr. Tüm dünyada ve özellikle eski sosyalist ülkeler ile üçüncü dünya ülkelerinde etkili olan mistisizm ve dincileşme salgõnõ, Yeni Dünya Düze- ni’nin bir yan ürünüdür. Yobazlõğõn tarihsel kö- künün bulunduğu bizim gibi ülkelerde, Yeni Düzen bu kökün üstüne, kendisiyle işbirliği içindeki yeni bir dinciliğin aşõsõnõ yapmakta, sözüm ona liberal, bal gibi baskõcõ hükümet- lerin ve yandaşlarõnõn etkisiyle bu aşõ tut- maktadõr. Türkiye yeni bir yönetime kavuşacaksa, bu demokratik değişim, ancak alnõnõn teriyle yaşamak isteyen, aşiret-tarikat-siyaset ağõna ta- kõlmamõş, mafyözleşmemiş kitlelerin oylarõ sa- yesinde gerçekleşebilecektir. TEKEL işçilerinin sesi işte bu kitlelerin bağrõndan yükselmekte- dir. Mustafa Kemal Atatürk’ün laik cum- huriyetini korumak isteyen, dini inanç ve iba- detin veya inançsõzlõğõn sosyal baskõ unsurla- rõ değil, bireyin iç dünyasõna ait kişisel bir vic- dan meselesi olduğunu düşünen, bağnazlõğõn baskõsõndan kurtulamayanõn asla özgür ola- mayacağõnõn bilincindeki cumhuriyetçi aydõ- nõn yeri, emeğinin hakkõnõ isteyen emekçinin yanõ olduğu kadar; bugün ve gelecekte köle ol- mamak, emeğinin hakkõnõ alabilmek için di- renen emekçinin yerinin de bu aydõnlarõn ya- nõ olmasõ gerekir, başkasõnõn değil! Sevgili okur, başkentin orta yerinde, hava ko- şullarõnõn ve başka unsurlarõn şiddetli muha- lefetine karşõn, iki ayõ aşkõn süredir, senin ve çocuklarõnõn geleceği için tümüyle yasal ve tü- müyle haklõ direnişini sürdüren TEKEL işçi- sini unutma!.. TEKEL Direnişini Unutmayalõm! Erendiz ATASÜ Türkiye yeni bir yönetime kavuşacaksa, bu demokratik değişim, ancak alnõnõn teriyle yaşamak isteyen, aşiret-tarikat-siyaset ağõna takõlmamõş, mafyözleşmemiş kitlelerin oylarõ sayesinde gerçekleşebilecektir. TEKEL işçilerinin sesi işte bu kitlelerin bağrõndan yükselmektedir. Y aşanan toplumsal olay- larõ içinde yaşandõğõ an yorumlamak ya da gö- rüş bildirmek tarihçiler, siyaset- çiler ve konuya duyarlõ kişilerce öyle fazla zor bir uğraşõ olmasa gerek. Çünkü yaşanana tanõklõk ediyor olmak bile çoğu kez, ola- yõn niteliğini kavramaya yeterli gereçleri hazõr olarak insana ver- meye yeter de artar bile. Ama önemli olan yaşananõ yo- rumlamaktan çok yaşananlara ba- karak gelecekte olabileceklerin doğru ve isabetli kestiriminde bulunmaktõr. Bunu gerçekleştir- menin bilimsel ve felsefesel anah- tarõ ise diyalektik yöntemde sak- lõdõr. Tarihin öne çõkardõğõ top- lumsal ve siyasal kişileri önderlik koltuğuna oturtan temel güç işte bu özelliklerinden ileri gelmek- tedir. Başka bir anlatõmla diya- lektik önsezilerin kuvvetli olma- sõdõr. Toplumun gündeminde yok Diyalektik önsezi kimilerine özgü bir yetenek işi midir ya da siyasal derinliği yüksek olan yo- ğunlaşmõş bir bilgi birikimi midir? Ya da her ikisinin birlikte har- manlandõğõ bir sürecin ürünü mü- dür? Buna bu yazõnõn dar sõnõrla- rõ içinde yanõt verecek durumda değilim. Ama bilinen o ki kendi yakõn tarihimizde bu yetenekten yoksun olan nice siyasal önder (!) içinde yaşadõğõ toplumsal depre- mi bile yorumlamakta düştüğü ha- talar nedeniyle toplumun günde- minden silinip gitmiştir. Silinip gitmek şöyle dursun değişik top- lum kesimlerinin gözünde ko- mik durumlara düşmüştür. Buna iki örnek vermek gere- kirse ilk akla geleni 12 Mart As- kersel Karõşmasõ’dõr. Anõmsana- cağõ gibi 12 Mart 1971 günü Ge- nelkurmay Başkanõ’nõn da içinde bulunduğu dört kuvvet komutanõ, Süleyman Demirel hükümetine bir muhtõra vermiş ve muhtõrayõ ve- ren kesimin içinde yer alan kimi generallerin özel durumuna ba- kõlarak acele yorum ve değer- lendirmeler yapõlmõştõ. Hatta sol kesimlerde ve aydõn topluluklarõ içinde bile “Ordu Kılıcını Vurdu” biçiminde olum- lu yorumlar manşetlere taşõnmõş- tõ. Oysa ordunun kime kõlõç vur- duğu çok geçmeden gerçek yü- zünü gösterecek, sol ve devrimci kesimlerde toplu tutuklamalar gerçekleşecekti. Dağ başlarõnda, sokak ortalarõnda devrimci genç- ler kurşunlanacak, toplumsal mu- halefetin tüm didinmelerine kar- şõn üç genç (Deniz Gezmiş, Hü- seyin İnan, Yusuf Aslan) dar- ağacõnda can verecekti. Bu tarihsel yanõlgõ ve uzağõ görememe Türk halkõna çok pa- halõya mal olmuştu. Demokratik haklar budanmõş, 61 Anayasa- sõ’yla kazanõlan birçok ekono- mik, demokratik hak ve özgür- lüklere sõnõrlamalar getirilmişti. Soldaki tek yasal ve yõğõnsal par- ti, Türkiye İşçi Partisi (TİP) ka- patõlmõştõ. İkinci örnek yine bir askersel tu- tumla ilgili: 12 Eylül Askersel De- virmesi olarak tarihe geçecek olan bu girişim çok daha kanlõ ve acõmasõz bir biçimde yaşanacak- tõ. Ama ne ilginçtir 12 Eylül sü- recinin başlangõç günlerinde ku- rulan Bülent Ulusu hükümetini ilk tanõyan devletlerin başõnda o gün- lerde Sovyetler Birliği gelmek- teydi ve bizde siyasal çizgisini Moskova’ya bakarak ayarlayan kimi sol siyasalar salt bu neden- le 12 Eylül’e faşizm diyemiyor- lardõ. Oysa bu devirmenin bo- yutlarõnõ kavrayabilmek için ve- receğimiz şu sayõsal verilere bak- mak yeter de artar bile: 12 Eylül sürecinde 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 650 bin kişi gözaltõna alõndõ, 230 bin kişi yargõlandõ ve bunlardan 7 bin kişinin idamõ is- tendi. 517 kişiye idam cezasõ ve- rildi ve bunlardan 259 kişinin idamõ Meclis’e gönderildi. 49 ki- şi idam edildi. 300 kişi kuşkulu bir biçimde öldü ya da öldürüldü. 171 kişi işkencede, 14 kişi açlõk gre- vinde öldü. Bu sayõlar uzayõp gi- diyor. Burada vurgulamak istedi- ğimiz ana izlek her iki toplumsal depremin arkasõnda da ABD em- peryalizminin olduğu ve salt Tür- kiye’de değil dünyanõn hiçbir ye- rinde arkasõnda Amerika’nõn plan ve desteği olmadan öyle kolay ko- lay darbe yapõlamayacağõ gerçe- ğidir. Bugün bu uygulama halen geçerli midir? Tümüyle evet demek zor. Zor ama Amerika darbe yoluyla dün- yada uğradõğõ saygõnlõk kaybõ ne- deniyle askersel darbeler yerine ya doğrudan askersel işgallere -Irak ve Afganistan’da olduğu gibi- girişmekte ya da Türkiye’de ol- duğu gibi sivil darbelere başvur- maktadõr. AKP siyasal erki bu ikinci yöntemin Türkiye için se- çilmiş bir modelidir. 12 Mart ve 12 Eylül’de askerlerle gerçek- leştirdiği projesini şimdi AKP eliyle daha sinsi ve toplumsal tepkiye hedef olmadan yürüt- mektedir. Ve hiç kuşkunuz ol- masõn bu son uygulama diğer ikisinden daha tehlikelidir. Top- lumun tüm duyarlõ ve dinamik ke- simleri çeşitli yöntemlerle birer bi- rer susturulmakta, Cumhuriyet kazanõmlarõ kurum ve kuruluşla- rõnõn ya içi boşaltõlmakta ya da ni- telikleriyle oynanmaktadõr. Özet- le Türkiye bugün sivil siyasal bir erkin eliyle adõm adõm faşizme gitmektedir. Erken seçim olur mu? Böylesi bir anlayõşla yola çõk- mõş bu siyasal erkten erken seçim beklemek şöyle dursun normal se- çimleri yapacağõnõ beklemek bi- le bir düştür ancak. CHP Genel Başkanõ Sayõn Deniz Baykal’õn çok güzel ve yerinde benzetme- siyle, seçim zamanõ geldiğinde de “lokantada hesap ödememek için hır çıkaran müşteri” gibi AKP’nin o zaman da bir hõr çõ- kartmayacağõnõn garantisini kim verebilir?.. Verilemez çünkü bu garantiyi sağlayacak bütün kurum ve kuruluşlar teker teker ya orta- dan kaldõrõlmakta ya da toplum ve düzen içindeki saygõnlõklarõna büyük darbeler indirilmektedir. Diyalektik önsezilerimizle var- maya çalõştõğõmõz bu sonuçlar çok daha zor günlerin gelmekte ol- duğunun habercisidir. Bunun önü- ne geçilmesinin olmazsa olmaz koşulu ise AKP’ye ve gelmekte olan faşizme karşõ olan tüm güç ve toplumsal kesimlerden oluşacak bir demokratik halk muhalefetini oluşturmaktõr. 12 Mart ve 12 Eylül dönemle- rinde yukarõda belirttiğimiz siya- sal körlükleri bir daha yaşama- mamõz için gözümüzü dört aç- manõn zamanõ gelmiş, hatta geç- mektedir bile. Zor Günler Göreceğiz... Sönmez TARGAN Diyalektik önsezilerimizle varmaya çalõştõğõmõz bu sonuçlar çok daha zor günlerin gelmekte olduğunun habercisidir. C umhuriyet yazarõ Sayõn Işıl Özgen- türk, daha önce de Türkiye’deki siyanür li- çiyle çalõşan altõn maden- lerini savunan yazõlar yaz- mõştõ. Siyanür liçi yönte- minin yanõnda olmanõn, yaşamõn karşõsõnda olmak anlamõna geldiği, hem Uşak Eşme’den Romanya Baia Mare’ye, Kõbrõs Lef- ke’den ABD Colorado’ya örneklerle, hem de bilim- sel raporlarla sabittir. Öte yandan zehre bulanmõş bu altõn sevdasõnõn, onlarca mahkeme kararõna karşõn sürdürülmesi Türkiye’nin hukukuna, yurttaşlarõnõn adalet duygusuna da ona- rõlmaz zararlar veriyor. Jandarmadan dayak ye- meyi, protesto eylemine gitmek için tarlasõnda eki- nini bõrakmayõ göze alan köylüler, avukatlarõnõn aç- tõğõ ve kazandõğõ onlarca kararõn uygulanmamasõ ne- deniyle kõrgõn ve öfkeliler. Mahkeme kararlarõnõn çiğ- nenmesi nedeniyle, vali- sinden başbakanõna yöne- ticiler tazminat ödemek zorunda kaldõlar, Türkiye Avrupa İnsan Haklarõ Mahkemesi’nde de mah- kûm oldu. Yine de değil kapanmak her gün yeni ruhsatlarõn verildiğine, ye- ni siyanürlü işletmelerin açõldõğõna tanõk oluyoruz. Ama olabilir, yine de elbette Işõl Hanõm ya da bir başkasõ düşünce özgürlüğü çerçevesinde siyanür li- çiyle çalõşan işletmeleri savunabilir. Zaten bu ya- zõnõn konusu da doğrudan siyanürlü altõn işletmecili- ği ya da bunun savunul- masõ / eleştirilmesi değil. Bu yazõnõn konusu, Işõl Hanõm’õn ileri sürdüğü, al- tõncõlarõn bile bugüne dek propaganda malzemesi yapmaya kalkõşmadõğõ kor- kunç bir iddia. Işõl Hanõm pazar günkü (21 Şubat) yazõsõnda öyle bir iddiada bulundu ki eminim bu ya- zõyõ okuyan ve 1994 sene- sinden beri Türkiye’nin hem yaşam ve çevre mü- cadelesine hem de tüm dünyaya örnek hak arama kavgasõna tanõk olan her- kes can evinden vurulmu- şa döndü. Aynen şöyle de- niliyor yazõda: “Bu ülkenin en güzel insanlarından, en yurt- sever insanlarından biri Necip Hablemitoğlu sa- dece ve sadece altın ala- nında Alman vakıflarının rolünü yazdığı için öldü- rüldü.” Prof. Necip Hablemi- toğlu iğrenç ve karanlõk bir cinayete kurban gitti. Ka- tiller ve bu cinayetten me- det umanlar bulunana ve cezalandõrõlana dek şu ül- kede huzurla nefes alama- yacağõmõz ortada. Ancak bu durum ne yazõk ki Prof. Hablemitoğlu’nun yazdõğõ kitap sonucunda Berga- ma’da muazzam bir çevre ve hukuk mücadelesi veren azimli ve inatçõ yurttaş ha- reketinin Alman casusluğu iddiasõyla Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargõlan- dõğõ gerçeğini değiştirmi- yor. Dönemin DGM baş- savcõsõnõn tek taraflõ so- ruşturmasõ sonucu açõlan davada yargõlananlar beraat kararõyla aklandõlar. Ama neye yarar; hâlâ daha si- yanürlü altõnla hayat bulan yayõn organlarõnda aynõ gerçekdõşõ iddialarla suç- lanmaya devam ediyorlar. Ve şimdi de Işõl Ha- nõm’dan öğreniyoruz ki Necip Hablemitoğlu meğer bu kitaptaki görüşleri ne- deniyle öldürülmüş. Han- gi kanõta dayanarak, hangi bilgiyle, hangi yazar so- rumluluğuyla söyleniyor bu? Işõl Hanõm açõklamak zorunda elindeki kanõtlarõ. Açõklayamazsa, sözlerini geri almak ve bu iddiasõnõn ucunun dokunduğu her- kesten tek tek özür dilemek zorundadõr. O kadar kolay mõ “kul hakkı yemek?” Bu iddia Prof. Hable- mitoğlu’na ve cinayetinin aydõnlatõlmasõnõ bekleyen kamuoyuna da haksõzlõktõr. Siyasal cinayetlerle ilgili söz alanlar, sözlerini tartõp öyle söylemelidir. Aksi şe- kilde Işõl Hanõm gibi sa- dece akõllarõna eseni ya da gönüllerinden geçeni söy- leyenler, gerçeklerden uzaklaşõlmasõna da sebep olurlar. Sayõn Özgentürk yazõsõ- nõ şu sözlerle bitirmiş: “En kötüsü ne biliyor musun, bu ülkenin neşesini çalı- yorlar. Üstelik ‘kul hak- kõnõ’ çiğneyerek.” Işõl Hanõm, en kötüsü ne biliyor musunuz? Zaten pek yerinde olmayan ne- şemizi çaldõnõz, üstelik de kul hakkõ çiğneyerek… En Çok Canõmõzõ Acõtan... Bahadır PAK mumtazsoysal@gmail.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear