23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA 6 SÖYLEŞİ CUMHURİYET 16 KASIM 2010 SALI Avrupa Bölgeler Meclisi’nin başkanı Sabban, ‘Tam üyelik Türkiye’nin de AB’nin de şansı’ dedi ‘İslama saygılıyım ama siyasi bayrak gibi kullanılmasın’ LEYLA TAVŞANOĞLU BİLİM ve SİYASET ORHAN BURSALI Büyük Dönüşüm’e Doğru2 Açıklamanın Kodları Başbakan ne diyordu türbanın ilkokulda yasaklanması konusunda: Benim özgürlükler konusunda inancım farklı... Kore’ye giderayak verdiği bir paragraflık demeçte, aslında plan ve programını açıkladı. Cümle cümle ayırıp bu açıklamanın (Milliyet, 11 Kasım) içine bakacağız.. “Bütün bu konularla ilgili olarak, özellikle milletvekili seçimlerinin sonrasını ben çok önemsiyorum.” Soru, türbanın ilkokulda yasaklanmasını içeriyordu. Bütün bu konular derken, türban için bütünsel bir çözümü kastediyor. Üniversite, lise, ilkokul, okul öncesi okullar, devlet daireleri, resmi bütün yerler... “Yeni anayasayı çok önemsiyorum. Ve bu yeni anayasayla birlikte aslında bu tür soru işaretlerinin netliğe kavuşacağı düşüncesindeyim.” YÖK Başkanlığı’nı yapan zatın çözümü, yasal değil, ancak iktidar desteğiyle yürütülebilir, siyasi ve baskıcı bir karardır. Başbakan, sorunu yeni anayasa ile kesin çözüme kavuşturma hedefini koyuyor: “Ve biz halkımızla bütünleşmek suretiyle inşallah bu soruları netliğe kavuşturmanın da mücadelesini vereceğiz.” Başbakan, “milli irade”nin desteğini seçimlerde arkasına almaktan bahsediyor. Seçim konularından biri türbana tam serbestlik olmayabilir, çünkü bunu meydanlarda bağırmak, geniş seçmen kitlesi için ürkütücü olabilir, ama seçimlerden sonra tek başına iktidar olursa, “artık millet bütün yapacaklarıma onay verdi” diyecek! “Ben özgürlüklerin tanımı noktasında bireysel açıklama yapma noktasında değilim. Çünkü özgürlüklere olan inancım çok farklı.” Burada, Gül’lere yanıt veriyor. Hayrünnisa Hanım ve Abdullah Bey‘in “türban ilkokula giremez, cahillik” olur açıklamasına, “bireysel çıkış” diyor. Onları biraz da “iktidardan, iktidardaki kolektiviteden ayrı fikir beyan etmekle” de suçluyor. Burada bir parantez açalım: Başbakan’ın Gül’lerin bu açıklamasına karşı sert sayılabilecek bu tepkisinden sonra, birbiri ardına iki olay oldu: 1) Cumhurbaşkanı, türban ve özgürlük anlayışları konusunda Başbakan’dan farklı düşünmediklerini söyledi! Bu, Başbakan’ın tepkisi (ve gücü!) karşısında bir geri çekiliştir. 2) Hayrünnisa Hanım’ın da bir İslamcı yazara, “Çok özel ortamda yapılan konuşmalar gerçek çerçevesinden çıkartılarak medyaya yansımış ve hanımefendi hiç istemediği bir çerçevede polemik konusu olmuştur..” mesajını gönderdiği söyleniyor. Bu geri çekilmenin nedeni açık: Erdoğan, yeni anayasada kendini başkanlığa hazırlayacak. Yeni anayasadan sonra Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Erdoğan Çankaya’ya çıkacak. Peki Başbakan kim olacak? Gül, geleceklerini tehlikeye atmak durumuyla karşı karşıya kaldıklarını mı gördü? Şimdilik parantezi kapatıp Erdoğan’ın çözümlemelerine dönelim: “Bunu da karar merciinde olan yargı kesimiyle paylaşmanın ne kadar zor olduğunu geçmişte de maalesef gördük. Onun için bu süreç milletvekili seçimlerinden sonra.. yeni anayasayı hazırlayacağız.. ” Yani, türban konusu yargının yorumuna bırakılmayacak kadar net olacak. Anayasa Mahkemesi’nin yapısını değiştirdiler. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu kendi adamlarıyla doldurdular... Ama yine de türban ipini yargıya bırakmaya niyeti yok... “Ve Meclis’te isteriz ki en geniş manada mutabakatla da bunu çıkardığımız takdirde artık bu tür açıklamalara da gerek kalmayacaktır...” İşte bu kadar! Başbakan çoğunluğu şimdiden kazandı... Yeni anayasayı şimdiden hazırladı.. Meclis’teki diğer azınlık partileri, kendilerine katılır ve geniş bir mutabakat sağlanırsa, yeni anayasa geniş mutabakatla çıkar. Yoksa? Yoksa, bakınız anayasa değişiklikleri referandumuna! Yazının üçüncüsü gelecek... Bu arada: İyi bayramlar diyelim! Gelecek yıllardan sonra bunu da diyemeyebiliriz! İstanbul’daysanız, Büyükada’ya çıkın, Büyük Tur Yolu’nda kocayemiş toplayıp yiyin, eğlenceli oluyor... orhanbursali.blogspot.com obursali@cumhuriyet.com.tr İstanbul’da geçtiğimiz günlerde çok önemli bir toplantı yapıldı. Bu, Avrupa Bölgeler Meclisi’nin (AER) iki gün süren oturumlarıydı. Avrupa’nın çeşitli ülkelerindeki yerel yönetimlerin temsilcilerinin katıldığı toplantıda en çok emeği geeçenlerden birisi de İstanbul İl Genel Meclisi Başkanvekili ve AER Başkan Yardımcısı Dr. Hande Bozatlı’ydı. Katılımcılar arasında Fransa Cumhurbaşkanlığı için Sosyalist Parti’den adaylığını koyup Sarkozy’ye karşı kaybeden Segolene Royal de vardı. İlginç tebliğlerin sunulduğu ve önemli kararların alındığı toplantıyı, AER’in Tunus doğumlu Fransız başkanı Michele Sabban’la konuştuk. Konularımız arasında dünyada yerel yönetimlerin önemi ve İslamcı bir parti tarafından yönetilen AB adayı Türkiye’nin tam üyelik şansının ne olduğu bulunuyordu. Sizce dünyada yerel yönetimlerin önemi nedir? SABBAN İstanbul’da bu iki gündür yaptığımız toplantılarda Avrupa bölgeleri ve yerel yönetimlerin ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Merkezi hükümetler bizlerden çok uzak oldukları için yerel yönetimler biz vatandaşlara çok yakın olmaları bakımından temel öneme sahipler. Bu toplantının İstanbul’da yapılması da çok önemliydi. Çünkü bugün bölgelerin oynayacakları çok ciddi roller var. Çünkü düşüncelerimiz ve fikirlerimizi bu bölgesel yönetimler sayesinde hayata geçirebiliyoruz. AER, Avrupa Komisyonu ve bölgeler arasında bir aracı rolü oynamaktadır. ‘ Bugün Avrupa’da kimi ülkeler Türkiye’nin tam üyeliğine,“Çünkü onlar İslamcı” diye karşı çıkıyorlar. Avrupa’da İslamcılığın tarifi de siyaseti dine alet etmek şeklinde. Kutsal kitaptaki hoşgörü beni çok etkiledi. Ama İslamın siyasi olarak kullanılması kabul edilemez. ‘TÜRKİYE’SİZ AB OLMAZ’ Bugün Avrupa ülkeleri hemen tamamıyla Rusya’nın enerji kaynaklarına bağımlı görünüyor. Bu enerji darlığı sorununun üstesinden nasıl gelinebilir? Ben enerji konusunda uzman değilim. Ama enerjiyle yakından ilgileniyorum. Geçen yıl bir ortaklık oluşturma kararı aldım. Çünkü kimi enerji zengini olan ama yeterli imkânları bulunmayan bölgelerin ve ülkelerin uzmanlığa ihtiyacı var. Bu konuda Azerbaycan’ı, Ermenistan’ı sayabiliriz. Böylece bu ortaklığı kurduk. Ortaklığın amacı uzmanlarla bölgelerin deneyim paylaşması. Onlara yol gösterecek. Bizim öncelikli konularımız arasında elektrikle ya da başka yeni enerji kaynaklarıyla çalışacak otomobiller geliyor. Siz gelişmekte olan ülkeler özellikle de Kafkasya bölgesiyle, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan’la yakından ilgileniyorsunuz. Bu çalışmalarınızı anlatır mısınız? Kafkasya, Avrupa’nın sınırıdır. Avrupa, Almanya, Fransa, İspanya’yla sınırlı kalamaz. Kapıları tıklatmalıdır. Toplantımıza Ermenistan Başbakan Yardımcısı da katıldı. Onun katılımını Erivan’daki temaslarım sırasında formüle ettim. Halkların birbirine yaklaşması ancak Türkiye’yle Ermenistan arasında barışı sağlar. Bence hükümetlerin ne yaptıkları önemli değil. Ülkelerin insanlarının yaptıklarına bakmak lazım. ‘ dini öğrendim ve öbür dinlere olduğu gibi İslama da saygı duyuyorum. Ama dinin bir siyasi bayrak gibi kullanılmasına da saygım yok. Bugün Avrupa’da kimi ülkeler Türkiye’nin tam üyeliğine,“Çünkü onlar İslamcı” diye karşı çıkıyorlar. Avrupa’da İslamcılığın tarifi de siyaseti dine alet etmek şeklinde. Herkesin birbirine saygı göstermesi lazımdır. Siz gösterdiğiniz saygı ölçüsünde karşınızdan saygı görürsünüz. O nedenle ben diyorum ki, Türkiye’nin şansı AB’ye tam üyeliktir. Kendi açımdan ben İslamdan korkmam. Kuran’ı okuma fırsatım oldu. Kutsal kitaptaki hoşgörü beni çok etkiledi. Ama İslamın siyasi olarak kullanılması benim için kabul edilemez bir durum. ‘R20 OLUŞTURACAĞIZ’ Dünyadaki iklim değişikliği konusuyla yakından ilginiz olduğunu biliyorum. Hatta Kopenhag’daki iklim değişikliği zirvesinde de hazır bulundunuz. Ancak hükümetlerin ve liderlerin iklim değişikliğine karşı önlem alma konusunda bir hayli isteksiz davrandıkları da görüldüğüne göre bu konuda ne gibi önlemler alınabilir ya da alınması olasılığı var mı? Tabii ki Kopenhag’daydım ama hükümet değil bölge yönetimleri temsilcisi olarak. Kopenhag’da dünyanın pek çok ülkesinden gelen bölge yönetimleri temsilcileriyle bir araya geldik. Hükümetlerin duymadığı çok önemli konuları dinledik. Çünkü bölgeler her gün iklim değişikliklerini izlemektedirler. Bunlara karşı önlemler almaktadırlar. Ama hükümetler bunun pek de farkında değildir. Bölgeler olarak deneyimlerimizi paylaştık. Bunların doğrudan konuşulması çok yararlı oldu. Şimdi G20’ler gibi biz de R20’leri oluşturmaya karar verdik. Bunlar dünyanın en önemli 20 yerel bölgesi. Önümüzdeki günlerde R20 Kaliforniya’nın Sacramento kentinde toplanıyor. Bu toplantıda R20 olarak önerilerimizi hazırlayacağız ve bunları hükümetlerimize sunacağız. İstanbul’dan hemen sonra Sacramento’da toplanmamız çok önemli olacak. Çünkü artık İstanbul, Endülüs, benim bölgem olan IledeFrance gibi dünyanın önde gelen yerel bölgeleri bir araya gelecek ve birlikte kararlar alacaklar. Sonra da bunları farklı hükümetlere bir arada sunacaklar. ‘AB’DE TEKSESLİLİK YOK’ ‘HERKES BİRBİRİNE SAYGI GÖSTERMELİ’ Avrupa’da gittikçe artan bir İslam fobisi var. Türkiye’de İslamcı bir parti iktidarda. Burada eminim pek çok türbanlı, başı örtülü kadın gördünüz. Bu gördüklerinizden sonra AB üyeliğine aday Türkiye’nin ciddi biçimde bir şeriat rejimine doğru gittiğini mi, yoksa laik demokratik rejimini korumayı başaracağını mı düşünüyorsunuz? Türkiye’nin önündeki şans AB’yle tam üyeliğidir. Türkiye’nin bu şansı aynı zamanda Avrupa’nın da şansıdır. Bakın, İslam fobisi tehlikelidir ama siz İslama karşı ciddi korku duyuyorsanız bu bir tehlike oluşturur. Ben Tunus’ta doğdum. Biliyorsunuz, Tunus Müslüman bir ülke. Müslüman değilim. Ama bu Kafkasya Avrupa’nın sınırı dediniz. İyi de bu sınırın kapısını tıklatmak Türkiye’yi atlayarak mı olacak? Avrupa Türkiye’yi neden atlasın ki? Öncelikle ben hem bir seçilmiş hem de AER’in başkanı olarak Türkiye’nin Avrupa’ya geri dönmesi gerektiğine inanıyorum. Bu hem Türk vatandaşlarının hem de Avrupalıların çıkarına olacaktır. Üstelik ABD’yi, Çin’i geride bırakmak, geçmek isteyen bir Avrupa için bunu yapmak elzemdir. Ama cumhurbaşkanınız Sarkozy Türkiye’nin tam üyeliğine karşı çıkmıyor mu? Hükümetimin aldığı kararların hepsinin ülkemin yararına, çıkarına hizmet ettiğini hiç düşünmüyorum. Güzel, ekonomik açıdan güçlü, tek vatandaşlı, kültür temeline dayalı bir Avrupa ancak Türkiye’nin tam üyeliğiyle sağlanabilir. Fransa’da Türkiye’nin üyeliği konusunda tekseslilik yok. Farklı, destekçi sesler de yükseliyor. Aynı durum Avrupa’nın bütünü için geçerli. Peki, Ermenistan’dan temsilci vardı ama Azerbaycan’dan niye yoktu? Gelmediler. Ama biz yakında Gürcistan’da bir Karadeniz zirvesi düzenleyeceğiz. Bu Karadeniz zirvesinde Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan’dan da temsilciler çağıracağız. İki konumuz olacak. Birisi su, öbürü de turizm. TERÖR VE TOPLUM / MEHMET FARAÇ Yaz ayına rastlamışsa eğer Kurban Bayramı, zaten pislik içindeki o mahallede yaşam iyice berbatlaşırdı... Kanalizasyon kokusunun kurban atıklarına karıştığı sokaklarda biz çocuklar yalnızca tek tük evde kesilebilen koyunlara değil, sınır boylarında korkuya kurban edilen hayvanlara da ağlardık!.. Oysa yaşamın çelişkiler zincirine dönüştüğü bir mahallede nice tuhaflıklar vardı!.. Gelin, sizi çocukluğumun bir Kurban Bayramı’na götüreyim ki, orada hem insanlığı hem, umudu hem de ihaneti görün!.. Bizler sanki terk edilmiş bir dünyanın sonsuzluğunda gibiydik... Kayaların ve çamurun geçit vermediği sokaklarda eski çağdan kalmış zamanlara mahkumduk!.. Suyun eşek sırtında taşındığı, elektriğin şansa kaldığı, yoksulluğun ise kadrolu olduğu bir dünyaydı bizimkisi... Şark çıbanı yaralarımızın veba gibi yakamıza yapışması yetmezmiş gibi adı “Kötüler” olan bir mahallede yaşamak kara tenlilerin dünyasında zencilere dönüştürmüştü bizi!.. Babalarımızın kaçakçı olması ise cabasıydı... Düşünebiliyor musunuz, kent merkezinden en az 6 kilometre uzaklıktaydık ve evlerimizin çoğunun avlusunda antik mağaralar vardı... Tatarcık sineğinin bulaştırdığı şark çıbanı denilen illet ortalığı kasıp kavuruyordu ve biz ekmeklerini mayınlı arazilerde arayan korkuya köle babaların yoksul çocuklarıydık... Yaşamın bu kadar olumsuzluğunun bir arada olduğu bir coğrafya olabilir miydi mfarac@cumhuriyet.com.tr www.mehmetfarac.com kazançları buydu işte... Bir hayvanın açtığı kanlı yoldan hayvan kaçırmak ve bir hayvan kesebilecek parayı kazanabilmek!.. Şeker kokusunun kan kokusuna yenildiği o bayramlarda, biz çocuklar ve garip analarımız işte bu ürkütücü atmosferde kaçakçı yolu gözlerdik!.. ‘Kötüler’in Kurbanı!.. acaba?.. İsyanın misketleri!.. Evet olamazdı... Olamazdı ama biz bu kadar handikapın çevrelediği bir mahallede yine de çocuktuk işte... Özlemlerimiz vardı güzellikten ve iyilikten yana... Arayışlarımız vardı başarıya ulaşmadan yana... Küçük mutluluklar, körpe zihinlerimizde kocaman lunaparklar gibiydi!.. Dut ağaçlarında sallanan salıncaklarda gökyüzünü keşfetmeye çıkmış yıldızlar gibiydik!.. Çevirdiğimiz topaçlarda umutlarımıza dünyayı dolaştırırdık!.. Çelikçomak oynarken öfkelerimizi pulsuz mektuplar gibi uzaklara atardık!.. Bazalt taşından yaptığımız güllelerimiz vardı ve bizler modern dünyanın cam misketlerine isyan ederdik!.. Ağaca hasret bir mahallede bozkırın tam ortasında minik ellerimizle kavrayabildiğimiz her nesneyi oyuncak yapardık!.. Taşları, ağaç dallarını, cam parçalarını ve çamuru... Kelebekleri uçak, çekirgeleri helikopter diye kovalardık... Arılar pusuya yatmış korkularımızdı... Hüznün yüksek duvarları!.. Birer harabeyi andıran evlerimizde mağaralara yuva yapmış yılanlarla köşe kapmaca oynardık!.. Tüm yoksulluğumuza ve geri kalmışlığımıza rağmen; sarı güneşin kara tenlerimizi kavurduğu topraklarda, kahverengi gözlerimiz yine de umudu arardı!.. İşte orada, Urfa’nın Kötüler Mahallesi’nde, bayramın telaşı günler öncesinden bizi tutsak ederdi!.. Sevinç ve heyecanın biraz da karamsarlığa karıştığı günlerde tek endişemiz bize yeni giysiler alınıp alınmayacağıydı. Kurban bayramlarını yalnızca kan korkusundan değil bir önceki bayramdan kalma giysileri giymek zorunda olduğumuz için de sevmezdik... Yalnız biz değil, mahallenin diğer çocukları da Şeker Bayramı için alınan bağcıklı kahverengi kunduraları aylar sonra bir teneke leğende yumuşatıp Kurban Bayramı’nda da giymek zorunda kalırdı!.. Boyanıp parlatılan o ayakkabılar, hüznün adeta yüksek duvarlara dönüştüğü o mahallede hepimizi ıstırabın cenderesine çekmeye yeterdi!.. Kötüler Mahallesi’nde, briketten gecekondularda çaput döşeklerde zenginlik rüyaları görürken babalarımız olmazdı çoğu zaman yanı başımızda... Onlar genellikle o sıralarda ekmek peşinde olurlardı... Urfa’nın Kötüler Mahallesi’ni mesken tutan kaçakçılar için Kurban Bayramı öncesi adeta hasat mevsimiydi!.. O dönemlerde Suriye’ye hayvan kaçakçılığı yoğunlaşır ve kaçakçılar büyük bir heyecana kapılırdı... Çünkü çok hayvan çok para olduğu gibi çok da korkuydu aynı zamanda... Sınırdaki dehşet!.. Kaçakçılar sınırı geçmek için bir gün önceden, gece yarısı Kötüler Mahallesi’nden yola çıkarlardı. Ahır olarak kullanılan Bizans’tan kalma mağaralardan çıkartılan küçük ve büyükbaş hayvanlar yaklaşık 40 kilometrelik bir yolculuğun ardından Suriye sınırına yakın köylerde bekletilir sonra da mayınlı araziyi aşmak için harekete geçilirdi... Ekmeğin hayvan sırtında yaşamın hayvan kanında arandığı yerlerdi sınır boyları... Kaçakçılar bazen mayınlı arazilerde güvenli yollar açabilmek için dehşet verici yöntemler kullanırlardı... Örneğin bir eşeğin arkasına yatay olarak uzunca bir kalas bağlanır ve hayvanın mayınlı arazide hızla koşması sağlanırdı... Zavallı hayvanlar pek şanslı olmazlardı... Çoğu arazinin ortasına gelmeden patlayan mayınlarla parçalanırlardı... Kaçakçılar bir hayvanın rahatlıkla geçebileceği bir yol açana kadar bu yöntemi sürdürürlerdi... Kaçakçılar Suriye’den dönüşte çay, kahve ve kına getirirlerdi... Bir de bayram sabahı kesecekleri kurbanların parasını... Tüm Kötülüğün kurbanları!.. Hepimizin tek korkusu vardı; bir mayına kurban gitmesin babalarımız... Evet, orası Kötüler Mahallesi’ydi... Yasadışılığın, bir tek ekmeği bile mayının altına gizlediği kanlı toprakların yanı başıydı orası... Evet, uygarlığın uzağındaydık belki ama taşralılığın da tam saflığındaydık... Ne sahte kentsoylu sanıyorduk kendimizi zavallılar gibi ne de soysuzluk yapıyorduk insanlığımıza!.. Bizans mağaralarının çevresinde yaşardık ama kahpeliğin bir damlası bulaşmazdı bizlere... Tatarcığın tene, yılanın uykuya, yoksulluğun yaşama, mayının cana ve korkunun insanlığa ihanet ettiği bir garip yerdi orası!.. Orada... İşte Kötüler Mahallesi’nde, her zaman bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardı... Ve oranın garip çocukları, büyük kentin ihanet sarmalına düştüklerinde bir fincan mırranın yürek yakmasını hep takdir etmişlerdi… Kötülüğün kurban edildiği nice bayramlar dileğiyle!.. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear