28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Y õllarca tartõşõldõ; eğitimciler, hu- kukçular, uzman- lar bilimsel akõlla doğru- larõ anlattõ durdu. Meslek lisesi görüntüsündeki imam hatipler sonunda muradõna erdi. Bu haber, üniversite seçme sõnavla- rõnda otuz bin gencin sõfõr çekmesini unutturdu; hep böyle oluyor. Hepsi birbirinden ya- şamsal olan kimi konular bir anda unutturuluyor; “Ak Parti” diyerek yeri- ni ve yönünü açõkça belli edenlerin önemliyi önem- siz kõlma çabalarõ, TV’ler eliyle başarõya ulaşõyor. Milli Eğitim Baka- nõ’nõn, sõfõr çeken otuz bin gencin durumuyla il- gili olarak doyurucu bir açõklama yapmasõnõ bek- ledik; kaç hafta geçti; yok... Sayõn bakan, YÖK’ün “katsayı uygu- laması”nõ es geçemedi. Aslanlar gibi savundu. Sa- vunsun; görünen o ki ulu- sal eğitimin, ulusal yanõ- nõn kalmadõğõ ortada... Eğitim, en çok da son al- tõ yedi yõl içinde ulusal ol- maktan çõkmõş, açõkça partisel eğitime dönüş- müştür. MEB, uzun zamandõr başõna geçen kişilerin bağ- lõ olduğu politikaya göre yol almakta; uzun za- mandõr partisel kaygõlar aklõn öncülüğüne, bilim- sel, sanatsal verilere da- yalõ, çağdaş eğitim-öğre- tim anlayõşõnõn önüne geç- mekte, en yetkili ağõzlar da içi boş kitaplarõ “be- dava” dağõtmakla övün- mektedir. İmam hatipler, katsayõ uygulamasõyla fark atarken, çoğu çoktan imam hatipleşen öteki li- selere yazõk olacaktõr. Fi- zik, kimya öğretmenleri- nin kimi konularõ “ilahi” güce dayandõrdõklarõnõ, Türkçe ve edebiyat öğ- retmenlerinin yeniden Os- manlõcaya sarõldõklarõnõ, kimi din kültürü ve ahlak bilgisi, vatandaşlõk bilgi- si, tarih öğretmenlerinin “bedava” dağõtõlan kitap- larõn da dõşõna çõkõp nasõl zõrvaladõklarõnõ yõllardõr duyuyoruz. Örneklerimiz de var; ancak mesleğinin bilincindeki gerçek öğret- menleri topun ağzõna sür- mek istemeyiz. MEB’in bilgisunar say- fasõ, Milli Eğitim Baka- nõ’nõn ziyaretleriyle, açõ- lõşlarõyla, konuşmalarõyla dolu. Sayõn bakan giysi- leriyle, güneş gözlükle- riyle “bir cumhuriyet kı- zı” görüntüsü veriyor; ne yazõk ki başõnda bulun- duğu kurum, uzun za- mandõr “cumhuriyetin ilk açılan bakanlığı” ol- masõna karşõn “laik cum- huriyetin kurumu” gö- rüntüsü vermiyor. Demek ki görünüşe aldanmamalõ; şõk giyinmek, “bedava” kitap, bilgisayar dağõt- makla çağdaş olunamõ- yor. Kitaplar “bedava” olabilir; ama eğitim çok- tandõr “bedava” değildir. Hem okullar var, hem de dershaneler... Bu, hak ve özgürlükler açõsõndan da tartõşõlmasõ gereken bir yaradõr. Üni- versite harçlarõ, çoğu ai- lenin altõndan kalkama- yacağõ ölçüde ağõrlaştõrõl- mõştõr; bu uygulama, pa- rasõ olmayan okumasõn ya da para dağõtõlanlarõn kucağõna düşsün, demek- tedir. Sayõn bakanõn bu ko- nularda da bir açõklamasõ yok; böyle gelmiş, böyle gitsin havasõ, bugün hiçbir kurum için geçerli ola- maz; hele MEB’de hiç olamaz. Sayõn bakanõ Meclis televizyonunda so- rulara yanõt verirken bir- kaç kez izledim. Doğaçlama konuşurken pek çok vekil gibi o da sõ- kõntõlõydõ; kõrk yõldõr dille uğraşan biri olarak şunu söyleyebilirim: İnsan en çok en az bildiği, en az il- gilendiği, pek içselleşti- remediği, uzman desteği almadõğõ, uzmanõ olmadõ- ğõ konularda görüş bildi- rirken böyle sõkõntõ çeke- bilir. MEB, Atatürk ve ar- kadaşlarõnõn ilk kurduğu bakanlõktõr. Savaş sürer- ken, onca yoksulluk için- de MEB’e pay ayrõlmõş, okullar kapatõlmamõştõr. 2009 Türkiyesi’nde okul- lar hem açõk, hem kapalõ- dõr. 1920’lerin MEB’i ulu- sal eğitim için savaş bit- meden kollarõ sõvamõştõr; günümüzdeki MEB, ade- ta eğitimi ulusallõktan çõ- karma çabasõ içindedir. Ne yana baksanõz sorunlar dağ gibi yükseliyor. İktidarõnsa tek derdi kat- sayõ uygulamasõ; demok- ratik bir sonuç yaratma- yacağõ şimdiden belli olan bir uygulamanõn, ulusal eğitime katkõ vereceğini düşünmüyoruz. Ulusal eğitime katkõ vermeyece- ği belli; ama partisel eği- time katkõ vereceği de belli... Sayõn bakanõn ve TV’lerdeki “Ak Parti” sözcülerinin savunmala- rõndan çõkan sonuç bu- dur. Her zaman olduğu gibi bedeli de gençler öde- yecektir. CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 31 TEMMUZ 2009 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Anayasayı Zorlamak ZOR bir sorunu kısa zamanda çözmeye kalkı- şanlar ortaya çıkmışsa pürdikkat kesilmek gere- kir. Hele onlar, temel yasaları ulus-devlet anlayışı- na dayanan bir ülkede çözülmesi gereken sorunun adını yanlış koyup hatalı ucundan başlamak ni- yetindeyseler. Hele bu yaklaşım yüzünden dış ülkelere bakıp kendi sorunlarına benzer sandıkları yabancı ör- neklerden ders almayı düşünmekteyseler. Hele sorun çözücülerin zaten anayasaya ilişkin birtakım sorunları varsa. Dikkat kesilmek gerekir; çünkü bir sorun çözü- lemeyince bu ülkede hemen başvurulan kestirme yol anayasa değişikliğine gitmektir. Böylelikle anayasa düzeninin olur olmaz nedenlerle kuşa çev- rilmesi işten değildir. Yabancı yatırımcılarla dev- let arasında çıkan uzlaşmazlıklarda uluslararası tah- kime gidişi sağlayan değişikliğin Türkiye’deki ulu- sal yargının canına okunmuş olması gibi. Şu günlerdeki “açılım”ın “Kürt” sözüne bağlan- ması içinden çıkılmaz yeni sorunlar yaratacaktır. Etnik haklar ve özgürlükler alanında yapılacak olan- lar, yalnız tek bölgede oturanlar için yapılırsa bir türlü, ülkenin bütünündeki Kürt kökenli vatandaşları da kapsarsa başka türlü. Her iki durumda da, işin içinden çıkmak son derece zorlaşacaktır. Türkiye’nin güneydoğusundaki sorun, İspan- ya’nın Katalan ve Bask bölgelerinin sorunlarına ben- zemez; Büyük Britanya’da İskoçya’yla İngiltere ara- sındaki durumlardan güneydoğumuz için dersler de çıkmaz. Her ülkenin sorunları kendine özgüdür ve ken- di tarihinin, coğrafyasını ve inançlarının ışığında çö- zülmesi gerekir. Bu bakımdan, Türkiye’deki açılımda şunlara dik- kat edilmelidir: Her şeyden önce, bölge yönetimi için kurulacak yeni mekanizmanın ya da konacak yeni kuralların bütün bölgeler için kurulup konmasına dikkat edilmelidir. Bir tek bölgeye tanınacak özelliklerin zamanla özerkliğe ve sonuçta kopuşa yol açaca- ğı bilinmelidir. Katalonya’ya ya da Bask bölgesi- ne tanınan özel yönetim statülerinin İspanya’da- ki terörü sona erdirmediği ve son olayların da gös- terdiği gibi tam tersine azdırdığı anımsanmalıdır. Şimdiye kadar yanlış yönde atılmış adımlardan da dönmek gerekir. Devlet televizyonundan Kürt- çe yayın yapılması yanlıştı. Bu, bir özel girişim işi sayılabilir ve özel kanallara bırakılabilirdi. Dev- letin resmi dil dışında bir dille kendi vatandaşları- na sesleniyor olması, öz işini, yani vatandaşlara Türkçe öğretme ödevini resmen ihmal etmesi de- ğildir de nedir? Şimdi asıl atılması gereken ekonomik ve sosyal adımların heder olmaması ve bir kopuşa yol aç- maması, devletin anayasal yapısına ters düşen adımlardan sakınılmasına bağlıdır. PENCERE F Tipi Teftiş... Bekliyordum... Neyi?.. Neyin ne olduğu dün bizim gazetenin birinci say- fasındaki başlıkta çok güzel özetlenip vurgulan- mıştı... Üst başlık: “Adalet Bakanlığı, ‘Gül yargılansın’ diyen Sin- can Ağır Ceza Mahkemesi’ne 3 müfettiş gönder- di.” Alt başlık: “Gözdağı gibi teftiş...” Haberden birkaç satır: “Adalet Bakanlığı, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ‘Kayıp Trilyon’ davasından yargılanması- na karar veren Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde baskın gibi teftişe başladı.” Olayı okurlarımız biliyorlar; pek meşhur “Kayıp Trilyon” davasında Erbakan yargılanıp mahkûm olmuştu. Şüphelilerden Abdullah Gül, o dönem- de dokunulmazlığı olduğu için yargılanamadı... “Şüpheli” sıfatıyla Cumhurbaşkanı oldu... Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Os- man Kaçmaz, Abdullah Gül’ün yargılanması gereğini karara bağlamıştı... Haberi gazetelerde okuyunca kendi kendime de- miştim ki: - Eyvah... Neden eyvah?.. Çünkü AKP, iktidarına ters düşenlerin canına okumak için elinden geleni yapıyor, devlet yetki- lerini de bu amaçla kullanıyor... Gazeteci mi?.. İşadamı mı?.. Şirket mi?.. Yargıç mı?.. Savcı mı?.. Rektör mü?.. Profesör mü?.. Sendikacı mı?.. Birdenbire hiç beklemediği bir yerden saldırı- ya uğruyor... Şu sırada denetçiler, müfettişler, savcılar, gö- revliler AKP iktidarına ters düşen kişi ve kurum- ların açıklarını yakalayabilmek için seferberlik halindeler... F polisi bütün bu işlerde gizli açık AKP’nin em- rinde... Herkes korkuyor... Korku devleti olduk... Teknolojik olanaklar da F polisi marifetiyle devreye sokuluyor... Devletin yargıcına teftiş baskını yaptıran iktidar, sıradan yurttaşa neler de neler yapmaz?.. Ergenekon davasında yüz binlerce sayfa, kişi- lerin özel telefon görüşmeleriyle dolup taşıyor... Peki, devlet adına bu işleri kimler yapıyor?.. Günün sorusu bu... Poliste gizli bir kadro mu oluştu?... Dünya çapında örgütlenen Feto’nun Türki- ye’deki teşkilatı mı bu işleri çeviriyor?.. Artık bir devlet memuruna, savcısına ya da po- lisine bakan yurttaşların aklına şu soru takılıyor: - Acaba Fetocu mu?.. B ir süredir, siyasal güç, çoğunluk hakkõna dayanarak hukuka sal- dõrõyor. Bu tutum, “çoğunluk mantığı”na dayanõyor. Oysa, hukuk felsefesinde, “Hukuk sal- dırıya uğradığında bile, mantıksal olarak geçerlidir” diye öğretilir. “Hak, güçlünün- dür” savõna karşõ, hukukun varlõğõnõ ortaya koyuyor bu düşünce. “Güç” ve “hak” eşde- ğerse, hatta, “hak”õ güç saptõyorsa, “hak ile haksızlık, eşitlikle eşitsizlik, adalet ile ada- letsizlik, özgürlükle tutsaklık” arasõnda bir ayrõm yapmak olanaksõzlaşõr. Bugün, ülkemizi yöneten siyasal güç, “ulu- sal istenç” (milli irade) kavramõna sarõlarak, özgürlükleri baskõ altõna alõyor. Öncelikle, bi- limsel düşüncenin karşõsõna dinsel düşünce- yi çõkarõyor. Kadõnõ horluyor, bağõmsõzlõğõ dõş- lõyor ve dinciliği, toplumsal öğreti yapõyor. Bü- tün bunlar, demokrasi kavramõ içinde sunu- luyor halka. Demokrasi, evrensel boyutta, “halkların kendi yazgılarını belirleme hakkı” olarak ta- nõmlanõyor ama.. ABD, Irak halkõnõn yöne- timini doğrudan ve askersel güçle belirliyor. Afgan halkõnõ kendi istencine uydurmak için tüm sömürgeci güçlerle yardõmcõlarõnõ kul- lanõyor. Bütün bunlar, “demokrasi” adõna ya- põlõyor. Güncel siyasayõ yanõltabilir ABD, ama tarihi asla yanõltamaz. Ne ki, Vietnam acõsõ- nõ, Somali açlõğõnõ, Latin Amerika’nõn din- meyen kanõnõ unutturamõyor tarih. Eski kent demokrasilerini bir yana bõrakõr- sak, çağdaş demokrasi, evrensel ve yasal ör- gütlenme hakkõ olarak Fransõz ve Amerika devrimlerinde gerçekleşti. Her iki devrimin özü de, “laiklik”e dayanõyordu. Laiklik, dü- şüncenin özgürleşmesi için zorunludur. Mantık dışı bir sav Düşüncenin üst düzeyde tartõşõlan konusu, Doğu’da din, eski Yunan’da felsefe ve Ro- ma’da “hukuk” oldu. Felsefe, varlõğõn ve bil- ginin kaynağõnõ aradõğõndan, doğa yasalarõy- la tanõştõ, eski Yunan dünyasõ. Anlağõn (zih- nin) dolaysõz ürünü olan matematiği ve dil- bilgisini kurdular. Dil ve matematik, anlağõn ürünleri olarak, bilimsel düşüncenin “göste- rim”ini yaptõ. Roma bilgeliği (sagesse Ro- main), salt “hukuk”u içerir. Roma felsefesi Yunan’dan, Roma Hõristiyanlõğõ Ortado- ğu’dan (İbrani) kaynaklanmõştõr. Giorgio del Vecchio, dünyaca ünlü bir hu- kuk felsefecisidir. Suut Kemal Yetkin tara- fõndan Türkçe’ye çevrilen “Hukuk Felsefe- si Dersleri”, uzun yõllar, İstanbul Üniversi- tesi Hukuk Fakültesi’nde okutulmuştur. Gi- orgio del Vecchio, “Hukuk saldırıya uğra- dığı yerde bile, mantıksal olarak yürür- lüktedir, geçerlidir” diyor. Bizim Başbaka- nõmõz Recep Tayyip Erdoğan, toplam nü- fusun yarõsõnõn oyunu bile almadan, tüm partilerden çok oy almasõna dayanarak, “ulu- sal istenci temsil ettiğini” söylüyor sürekli ve “Devlet laik olur, ama birey laik olmaz” gibi mantõk dõşõ bir sav ileri sürüyor. Her şeyden önce, bu söz, düşüncenin öz- gürleşmesini engelleyen bir içeriğe sahiptir. En önemlisi de laik olmayan birey, düşünce- sini, “vahy”in buyruğundan kurtaramaz. Cumhuriyetin toplumumuza kazandõrdõğõ en önemli insan hakkõ “laiklik”tir. Binlerce yõldõr vahyin tutsağõ olan düşünce, ancak, la- iklikle özgürleşebilmiştir. Erki kullanan güç, kazanõlmõş haklarõ yok edici siyasalar izler- se, “hak arama” istenci, toplumsal bir güç olarak belirmeye başlar. Dinci, kendi öğretisi gereği, “insan hak- ları”nõ savunamaz. Çünkü, İslam hukukuna göre (kaynağõnda tüm dinlerin hukukuna gö- re), “erk”i, Tanrõ adõna, toplumu yöneten “emir” kullanõr. Yani, dinci için “ulusal is- tenç” yalandõr, sahte bir kavramdõr. Tanrõ adõ- na yönetimde “halkın oyu” söz konusu de- ğildir, “biat”tõr esas olan. Biat (Ar. ad, biri- nin egemenliğini kabul etme), istençdõşõdõr. Güç, birini ya da bir topluluğu, kendi is- tencine boyun eğmeye zorlamõştõr. “Ben ço- ğunluğum, her istediğimi yaparım” demek, “Hak güçlünündür” önermesiyle aynõ anlamõ içeriyor. Kaynağõnda, dincinin mantõğõna uygundur da.. ama demokrasiyle bağdaş- maz. Kaldõ ki, “ulusal istenç” kavramõ da çok kaypaktõr. Tarikatçõ, inandõğõ dinsel doğrularõ belirleme gücünü “şeyh”ine bõrakõyor; mil- liyetçi de, ekinsel varlõğõnõ “başbuğ”una çizdiriyor. Ulusal istenci, işte bu güçler yön- lendiriyor. Laik olmayan halkõn “özgürlük bi- linci” ve “insan hakları” olamaz. Demokrasi hakkõ, dinsel ve õrksal güçlerden arõnmõş la- ik toplumun hakkõdõr. Hak ve Güç... Vecihi TİMUROĞLU Güç, birini ya da bir topluluğu, kendi istencine boyun eğmeye zorlamõştõr. “Ben çoğunluğum, her istediğimi yaparõm” demek, “Hak güçlünündür” önermesiyle aynõ anlamõ içeriyor. Kaynağõnda, dincinin mantõğõna uygundur da.. ama demokrasiyle bağdaşmaz. Ulusal Eğitim mi, Partisel Eğitim mi? Sevgi ÖZEL Üniversiteye Hazõrlõk ve Gençlik Burak ÇİÇEK D aha iyi bir gelecek için üniversi- teye hazõrlanõyor yüzbinler. Da- ha yüksek yaşam standartlarõ, daha iyi bir kariyer, toplumda saygõ gör- mek için… Başarõlõ ya da başarõsõz, kariyer sahi- bi ya da değil; bu hazõrlõk sürecini bir şe- kilde tamamlayan gençlik, dönüp geçmişe baktõğõnda ne görüyor acaba? Güle oy- naya yaşanmõş bir çocukluk, yaşamõ olanca güzelliğiyle kucaklayan ergenlik dönemi, insanlõğa umut õşõğõ olan genç- lik mi; yoksa sunulan seçeneklerden en iyisini seçmeye programlanmõş, hayatõn güzelliklerini tatmayan hayat mõ?.. Utanõlmasa anne karnõnda başlanacak “sayacaklarımdan en iyisini seç” eği- tim modeliyle genç nesiller dar kalõpla- ra sokularak egemen sisteme uygun bir hale getirilmeye çalõşõlõyor. Liseye ha- zõrlõk sürecinde dört şõktan en doğru olanõ, üniversiteye hazõrlõk sürecinde beş şõktan en doğru olanõ seçtirmeye yö- nelik eğitim politikalarõyla gençler üret- meyen, düşünmeyen, tabii duygulardan yoksun, merhametsiz ve bencil varlõklar haline geliyor. Birbirleriyle yarõştõrõlõyor, en yakõn arkadaşlarõn dahi birbirlerine düşman kesilmesi için çabalanõyor. Ve de en önemlisi toplumsal sorunlardan uzak tutulduklarõ için genç dinamiklerden yoksun, ilerlemeye sõrt çevirmiş yöne- timlerle karşõ karşõya kalõyoruz. Dünya geneline hâkim genel mantõk, aşağõ yukarõ bu düzeyde iken durum Tür- kiye’de daha derin bir boyut kazanõyor. Okullarda okutulan kitaplarõn dahi dog- matik anlayõşa göre hazõrlandõğõ ülke- mizde “bilim”, formüle edilmiş belli ka- lõplar üzerinden aktarõlõyor. Kişinin duy- duğu, okuduğu, gördüğü her şey düşün- ce merkezine kök salmõş dogma etrafõn- da şekilleniyor. Üretmeyen, hep birtakõm kalõplar üzerinden mantõk yürüten kişi bi- limi anlamõyor, yalnõzca anladõğõnõ sa- nõyor. Ve bu profile sahip insanlar ço- ğaldõkça çoğalõyor: Kamu kurumlarõnõ iş- gal ediyor, ülkeyi yobaz bir yapõya bü- ründürüyorlar… Gençler karamsar bir tablo ile karşõ kar- şõya… Her ne kadar bugünlere, güdülmek istenen devlet politikalarõnõn sonucunda gelindiyse de çözüm yine sorunun için- de, gençlerin elinde. Yeter ki bu durumun farkõna varõlsõn, yeter ki gençler istesin… Yeter ki isteyin! mumtazsoysal@gmail.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear