28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Deniz Odaya Girer mi? PENCERE Ya İran Ordusu Laik Olsaydı?.. Yazının mizahçıl başlığı olmayana erginin çap- raz sorgusundan başka bir şey değil; ama aklı kur- calamak için yinelemekte yarar var: - Ya İran ordusu laik olsaydı?.. İran’a ilişkin tonla yazı yayımlanıyor, beğen be- ğendiğini... Ancak tümünde de karşına hep şeriat çıkıyor... Şah Pehlevi zamanında İran Anayasası 1’inci maddesinde ülkenin bir şeriat devleti olduğu ya- zılıydı... Bugün İran daha beter şeriat devleti... Türkiye’nin komşusunda sağa dön şeriat, so- la dön şeriat... Muhalefet şeriat, iktidar şeriat... Ayetullahlar ülkeyi şeriat hukukuna bağlayıp tepesine oturmuşlar, petrol gelirine dayalı bir eko- nomik örgütlenmeyle kurumsallaşmışlar... Ne var ki bu koyu dinci devletin yapısında ilk kez küçücük bir çatlak oluştu... Avrupa’da dinci düzenlerin yıkılması, laikliğin, başka deyişle ‘İnsan Hakları’nın gündeme gir- mesiyle gerçekleşmiştir; bu süreç yüzyıllar bo- yunca yaşanmıştır. 1789 İnsan Hakları Bildirisi, 1802 Medeni Ka- nun’un benimsenmesiyle laikleşen insan, insan olduğunu anlamaya başlamıştır. İran daha bu süreçlerden çok uzakta yaşıyor; Ayetullah Humeyni, Musavi, Hamaney’den başlayarak ötekilere uzanan kadroların içeriğin- de ortaçağ ruhban sınıflarının mirası yuvalan- mıştır... İran devrimi mevrimi lafügüzaftır; dinci devlet- te devrim ancak dinciliğe karşı laik devlet hede- fi ve güdülenmesiyle gerçekleşebilir. Halkın seçtiği Ahmedinejad ise ayetullahların güdümünden çıkamadıkça zavallıdır ve İslam coğ- rafyasında bir oyun oynanıyor demektir... İşte bu oyun eninde sonunda fire verdi... İran’da -kul ya da mürit değil- insan gibi ya- şamak isteyenlerin meydan ve sokak eylemleriyle kıpırdaması dünyayı şaşırttı... Neden şaşırtsın ki... Tüm tarih böyle yazılmıştır... Kimi erken, kimi geç, toplumlar er ya da geç in- sanlaşma yoluna girecekler... İran’da ayetullahlar öyle bir devlet örgütlenmesi kurmuşlar ki nereye baksan şeriat... Devrim muhafızları şeriat... Asker şeriat... O zaman mizaha da kaçsa yazının başlığındaki soruyu yineleyelim: - Ya İran ordusu laik olsaydı?.. İran insan haklarına ve demokrasiye daha ya- kın olmaz mıydı?.. Halk dincilerin güdümünden daha çabuk ve ko- lay kurtulmaz mıydı?.. Komşumuz İran için laik silahlı kuvvetler, ordu, asker bir rüya... İran’da yaşananlar ve yaşanacaklar yalnız İs- lam coğrafyasına değil tüm dünyaya ders olacak... Üstelik biz İran’la komşuyuz... Komşuda pişer.. Bize de düşer.. D emokrasi ve darbe. Ara- larõnda kan uyuşmazlõğõ bulunan iki sosyo-poli- tik kavram. Ne var ki, bu uyuşmazlõğa karşõn, günümüzde var olan çoğu demokrasi- lerin, darbeler sonucu oluştuğu, birey- lerin hak ve özgürlüklerinin darbeler- le sağlandõğõ da yadsõnamaz bir gerçek. Örneğin, kralõn mutlak otoritesini tõrpanlayan, kilisenin tanrõsal baskõsõ- nõ kõran, aristokrasinin şõmarõk sömü- rüsünü frenleyen O. Cromwel’in askeri darbesinin, bugün İngiltere’nin, de- mokrasinin beşiği olarak nitelenmesinde önemli rolü olduğu unutulmamalõdõr. Fransõz devriminin, tüm dünya halk- larõnõn demokratik hak ve özgürlükle- rine kavuşmasõnda ne denli etkili olduğu bilinen bir gerçektir. Mõsõr’da, Nâsır-Necip ikilisinin dar- besiyle, Kral Faruk’un iktidarõna son vermeleri, tüm ülkelerde övgüye değer görülmüştür. Ülkemizde olgulanan 27 Mayõs dev- rimi, Batõ’nõn gõpta ile baktõğõ, devle- te yeni demokratik kurumlar kazandõ- ran bir anayasa ile vatandaşlarõmõza önemli hak ve özgürlükler getirmiştir. Ulu önderimiz Mustafa Kemal’in önderliğinde başarõlan Kurtuluş Sava- şõmõzõn, halife padişahlarõn teokratik yö- netimine karşõ bir başkaldõrõ, bir darbe olduğu da unutulmamalõdõr. Kuşkusuz, demokrasiyi, tüm boyut- larõyla özümsemiş ülkelerde darbe, başkaldõrõ, ihtilal gibi kavramlarõn sö- zü bile edilemez. Gerçekten iktidarlarõn demokratik ilke ve kurallarõ uyguladõğõ ülkelerde, darbe ya da başkaldõrõ olgulandõğõ gö- rülmemiştir. Ama bilinmelidir ki ikti- dar, õşõk içinde yatsõn, ünlü hukukçumuz T. Zafer Tunaya’nõn deyişiyle “kud- ret+kanundur”. Buna göre iktidarlar, tüm tutum ve davranõşlarõnda yasa ile sõnõrlõdõrlar. Yasa sõnõrõnõ aşan iktidar- lar, salt güce dayalõ bir dikta rejimine dönüşür. Demokrasinin temel ilkesi, halkõn, seçtiği yöneticileri, yasal haklarõnõ kul- lanarak sürekli denetim altõnda tutma- sõ ve siyasal iktidarõ uyarmasõ, özetle de- netlemesidir. Bu uyarõnõn son halkasõ ise, başkaldõrõ ya da darbedir. Bir siyasal parti yüzde 99 oy oranõyla iktidar olsa bile, yasa öğesini dõşladõğõ durumda, meşruluğunu yitirmiş, se- çimle gelmiş kral durumuna düşer. Krallara karşõ yapõlan darbelerin de, ta- rih boyunca övgüyle karşõlandõğõ bili- nen bir gerçektir. Bilindiği gibi, demokratik bir ülkede, bir siyasal parti, yüzde 49 oy gücüyle iktidar olsa da, tek başõna iktidar ola- maz. Seçim yasalarõnda yapõlan baraj ve başka oyunlarla, karşõ oylarõ da topla- yarak, yüzde 47, yüzde 38 oy oranla- rõyla devleti ele geçirmek demokrasinin temel ilkelerine aykõrõdõr. Yüzde 52 kar- şõ oya karşõn bir siyasal partinin iktidar olduğu, gerçek demokrasilerde rastla- nan bir olgu değildir. Ve hele eğer, bir iktidar, yargõ ka- rarlarõnõ uygulamõyor ya da uyduruk ge- rekçelerle uygulamayõ savsõyorsa... Anayasasõnda, laiklik ilkesi bulu- nan bir ülkede, imamlarõn camilerde halk hizmeti yapacağõ yerde, bü- rokrasinin üst düzeylerinde görev- lendiriliyorsa. İmam hatip kültürüyle yetişmiş ikti- dar başõ, yargõ kararõ yerine, ulema fet- valarõnõ yeğlediğini söyleyebiliyorsa... Ülke sorunlarõnõn çözümü amacõyla alõnan kararlar, yapõlan yasalar, tarikat ve cemaatlerin görüşleri doğrultusun- da uygulanõyorsa... Tutum ve davranõşlarõyla, laiklik il- kesine karşõ eylemlerin odağõ haline gel- diği, yüksek mahkeme kararlarõyla ka- nõtlanmõş ve bu nedenle cezalandõrõlmõş bir siyasal partinin iktidarõ sürüyorsa... Teokratik düzen karşõtõ aydõn bilim adamlarõ, yõllarca ülke savunmasõna emek vermiş üst komutanlar, aydõn- lanma savaşçõsõ yazarlarõn, bir gecenin sabahõnda evleri basõlõyor, gözaltõna alõ- nõyorsa... Önemli bir davanõn yargõlamasõ sürerken bir Başbakan “Ben bu da- vanın savcısıyım” diyebiliyorsa... Böyle bir ülkede, her ağzõnõ açanõn darbeden söz etmesi kadar doğal bir durum olamaz. Şundan ki, bu gibi de- mokrasiyle bağdaşmayan tutum ve davranõşlar aslõnda darbelere daveti- ye çõkarmaktõr. Siz hiç, Eyfel Kulesi’nin karşõsõna bir kilise yapõlmasõnõ düşleyen bir Fransz, ya da Özgürlük Anõtõ’nõn ya- nõna bir sinagog kondurmayõ düşünen bir Amerikalõ hayal edebilir misi- niz? Ama, Türkiye’yi yönetenler, Tak- sim’deki Cumhuriyet Abidesi’nin karşõsõna bir cami yaptõrmak tutku- suyla yanõp tutuşmaktalar. Bugün, yeterli olmasa da, kullan- dõğõmõz hak ve özgürlüklerin hep meşruiyetini yitirmiş iktidarlara kar- şõ olgulanan darbe ya da devrimlerle sağlandõğõ unutulmamalõdõr. İçinde bulunduğumuz devlet düzeni, laik ve demokratik bir düzen midir? Işõk içinde yatsõn, İsmet İnönü’nün deyişiyle “Haydi canım sende”... Darbeler ve Demokrasi H.Basri AKGİRAY Hukukçu-Eski Milletvekili Böyle bir ülkede, her ağzõnõ açanõn darbeden söz etmesi kadar doğal bir durum olamaz. Şundan ki, bu gibi demokrasiyle bağdaşmayan tutum ve davranõşlar aslõnda darbelere davetiye çõkarmaktõr. SAYFA CUMHURİYET 25 HAZİRAN 2009 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Ben denizi hep uzaktan sev- dim. Çocukken geçirdiğim bir iki tatsız olay mı beni korkuttu, bilmem! Ağabeylerim, İstin- ye’deki körfeze zorla sokmaya uğraştıklarında, deliler gibi ba- ğırarak kaçmıştım... O günden bu yana, denize uzaktan bak- mak, olsa olsa kürek çekerek bir sandalla dolaşmakla yetindim... Haziran gelince deniz çağırdı yine!.. Uzaktan bakmak yet- mez, dedi. Birkaç günlüğüne Akyaka’nın Yücelen’ine gitmek, hiç değilse güneşte yatmak, yüzenleri izlemek de yararlıydı... Derken takvimde Necati Cu- malı’nın küçük bir şiirini gör- düm. Urla’nın deniziyle yıllarca baş başa yaşamış şair bakın ne diyordu: “Pencereden bakınca Ağaçlıklı bir tepe Ardında deniz Ağaçlar sokulgan köpekleridir Açtın mı pencereyi Bir koşu kalkar gelir - Ya deniz? Ya deniz mi? Alır başını gider Denizi eve kim sokabilir?” Yirmi yıl olmuş buraya geleli! Çakırhan’ın, Handan’la İlhan’ın çağrısı mı, etkisiyle mi? Akyakalı olduk eşimle... Başbakan gel- diğinde yazmıştım. “Burası baş- ka bir yer. Hep görülen yerler gi- bi değil. İnsanları doğuştan gör- gülü. Bu yöre insanını tanımak bile yaşamdan bir tat almaktır.” Öyledir, bir gelen bir daha gel- mek ister. İngilizi, Almanı, Fran- sızı, değişik bir havada yaşa- manın tadını duyar... Pencereden bakıyorum. İl- han yanımda olsaydı diyorum. Geçen eylül de Hamdi Bey’le bir koy gezisi yapmıştık. Boşuna dememiş Kaptan Cousteau, “Dünyada cennet varsa, Göko- va’dadır” diye... Tek başına tatmak, hiç hoş ol- muyor. İnsan dostlarını, sev- diklerini arıyor... En başta Bal- bay’la geçen günleri... Evlilikle- rinin ilk günü eşiyle gelişi gö- zümün önünde... Çakırhan’ın onları tüm Akyaka’yı, Göko- va’yı gezdirişi... Şimdi Çakırhan yok! Mustafa Balbay da yüz gündür “içerde...” Yine yazı- yor, uğraşıyor, didiniyor, yara- tıyor. Yeni kitaplar, yeni araştır- malarla... Her yaz böyle olur! Haziran or- tasında bir çöl sıcağı gelir otu- rur. Nereye kaçarsan kaç, elin- den kurtulamazsın. Evde, oda- larda klimalar boşa çalışır. Ge- celeri ayrı bir işkencedir. Pen- cereyi aç, içeri bir alev bulutu dolar. Yatsan, uyumak zor; kalk- san, ne balkon, ne bahçe seni kurtarır. Doğanın kaçınılmaz bir cezası deyip beklemek sonya- zın güzel günlerini! Eylüllü nice romanlarda, şiirlerle yaşantımı- zı zenginleştiren eylül, ekim, kasım aylarını... Masa başında gazeteleri tek tek incelemek! Birtakım insan- ların toplumda oynamak iste- dikleri çirkin oyunları izlemek, sonra geçip daktiloya, kırk yıl- lık daktiloya düşündüklerini bir kez daha yazmak... *** Bir dinlenceye çıkmak mı? Nereye gitsen seninle birlikte ge- lir dosyalar dolusu sorun!.. Do- ğa güzellikleri varsın seni çağı- ra dursun. Sen yine de Cumalı gibi, denizi odana sokmaya ça- lış!.. Karanlõk Çökerken “1934 yılında Anka- ra’da yayımlanan ‘La Turquie Kemalist’ (Ke- malist Türkiye), aylık çıkan kapsamlı bir der- gi idi. 1939’da, Ata- türk’ün ölümünden üç beş ay sonra, bu derginin kapatılması, gelmekte olan yeni bir anlayışın habercisi gibiydi.” 10 Kasõm 1996 günü, Paris’te UNESCO Daimi Temsilciliği’nde görevli olduğum yõllarda şimdi aramõzda olmayan unu- tulmaz dost Ahmet Taner Kışlalı ile birlikte katõldõ- ğõmõz Atatürk’ü anma gü- nünde Fransõz tarihçisi Prof. Jean-Louis Bac- ques-Grammont tarafõn- dan söylenen bu sözler o gün bugün belleğimden silinmedi. 1923-1939 yõllarõ ara- sõnda Atatürkçülük, yani Kemalizm Türk ulusu- nun varlõk nedeni olan bir ideoloji idi. Yenil- mez bir güç olarak nite- lendirilen bu ideoloji, ül- kemize karanlõğõn çök- tüğü, Cumhuriyetin yavaş yavaş elden gittiği ve ce- haletin bilinçli olarak yer- leştirildiği bu günlerde iç ve dõş güçler tarafõndan tartõşõlmaktadõr. Yarõm yüzyõldõr Ata- türk’ün yaptõklarõnõ yõk- maya uğraşanlar, ülkemi- zi bilinç ekseninden din eksenine doğru yönlen- dirmeye çalõşanlar, halkõ- mõzõn cahil kalmasõ için her türlü çabayõ harca- yanlar, ne acõdõr ki günü- müzde bu çabalarõnda ba- şarõlõ olmuşlardõr. Atatürk’ün Onuncu Yõl Nutku’nu söylediği gün- lerdeki Türkiye ile bu- günkü Türkiye arasõndaki farkõ görmeden günü- müzdeki değişimi ve yeni anlayõşõ kavramak ola- naksõzdõr. Mustafa Ke- mal bir devrimi gerçek- leştirdi, bunun bir karşõ- devrimi olacaktõ. Bu ikisi arasõndaki hesaplaşma tüm hõzõyla bugün de devam ediyor. Karanlõğõn ülkemize çöktüğü bu duyarlõ dö- nemde uykudan bir türlü uyanamayan halkõmõzõn gerçekleri görmesinin za- manõ gelmedi mi? Daver DARENDE Emekli Diplomat-Yazar
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear