Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
ekonomi@cumhuriyet.com.tr
4 MAYIS 2009 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
EKONOMİ 13
CMYB
C M Y B
ANKARA PAZARI
YAKUP KEPENEK
Tükenen Güven
Toplumsal yapıyı ayakta tutan ana daya-
nakların başında, güven duygusu gelir.
Hiç kuşkusuz, bunu sağlayacak olan kamu
yönetimidir. Kamu yönetiminin güven verme-
si, verilen hizmetlerin niteliğinde görülür. Eği-
timden trafiğe, istatistikten sağlığa tüm kamu
hizmetlerinin etkin, verimli ve güven verici ol-
ması, “halka hizmet” anlayışıyla yapılması top-
lumsal sağlığın temelidir.
Ancak, kimi kamu hizmetleri vardır ki, bun-
ların toplum için önemi diğerleriyle kıyaslana-
maz.
Bunların başında “can ve mal güvenliği” ve
“adalet” duygusu gelir.
Bu ikili, bir toplumda kişilerin birlikte yaşa-
malarının “varlık nedenidir”.
İkinciden, yani adalet duygusundan başla-
yalım.
Hükümet, toplumsal güvenin temeli olması
gereken “adalet” duygusunun hızla zayıflama-
sına akıl almaz bir tutumla neden oluyor. Yar-
gı süreçlerinin hızlı ve etkin bir biçimde hak da-
ğıttığı söylenemiyor. İki çok önemli dava, Er-
genekon ve Deniz Feneri karşısında da hükü-
metin yanlı tutumu olduğu kanısı çok yaygın-
dır. Kişilerin özel yaşamının bile en ileri tekno-
lojilerden yararlanılarak dinlenmesinin tedirginliği
toplumsal benliği sarıyor.
Yargının 12 Eylül rejimiyle daha da siyasal-
laşmasından yararlanan hükümet bu sorunla-
rın topluma güven verici yönde düzeltilmesi için
hiçbir girişimde bulunmuyor. Adalet duygusu
dinamitleniyor; yok ediliyor.
Adalet duygusunun yerlerde sürünmesini
güvenlik güçlerinin uygulamaları tamamlıyor.
Polisin görevi, kişilerin can ve mal güvenliğini
ve özgürlüklerini kullanmalarını gelecek saldı-
rılara karşı korumak ve kollamaktır.
Oysa, kimi polis birimlerince sergilenen dav-
ranışların hiç güven verici olmadığı kanısı top-
lumda çok yaygındır. Bu durum esas olarak po-
lisin “kötü yönetilmesinden” kaynaklanıyor.
Bayram ilan edilen 1 Mayıs çok daha “iyi yö-
netilmeliydi”. Yine de emekçilerin 1 Mayıs’ı Tak-
sim Meydanı’nda kutlamalarından “korkulma-
sının”, ne kadar boş bir korku olduğunun ka-
nıtlanması olumludur.
Aslında, bundan 32 yıl önce yaşanan katliam
için bir otelin 5. katından asılan “1 Mayıs
‘77’de buradan ateş edenler bulunsun” pankartı,
“adaleti de güvenliği de” çok iyi özetliyordu.
Güven tükenmesi süreci de adalet duygusu
gibi, giderek yaygınlaşıyor ve ağırlaşıyor. Bu gi-
dişin birinci derecede sorumlusu hiç kuşkusuz
hükümettir.
Hükümetin toplumda güven duygusunun
tükenmesine neden olan tutumu çok olumsuz
ve kalıcı sonuçlar doğuruyor.
Hükümet, yargının toplumda “adalet” duy-
gusunu güçlendirecek yönde yeniden düzen-
lenmesine bir türlü yanaşmıyor.
Hükümet, “başarısız ve giderek zararlı” olan
polis “yöneticilerini” ısrarla ve inatla koruyor. Ko-
ruma ve kollama, bu yapıların, demokrasi,
hak, hukuk ilkelerine göre yeniden düzenlen-
melerini engelliyor. Hükümetin bu tutumu,
toplumda “cemaatçi kadrolaşma” olduğu ka-
nısını doğuruyor. Bu olgu, herkesin bildiği, gör-
düğü ancak üzerinde konuşamadığı bir gerçeğe
dönüşüyor.
Yaşananlar, hukukun evrensel ilkeleri, temel
hak ve özgürlükler gibi “demokratik değerler-
le” hiçbir biçimde bağdaşmıyor.
Bilinen bir gerçektir ki, demokrasinin gücü ve
üstünlüğü, sağladığı katılım ve denetim sü-
reçleriyle, kamu alanında toplumsal güven
duygusunu koruması ve güçlendirmesidir. De-
mokrasi “güvenlikle” korunur; adaletle gelişir ve
güçlenir.
Ülkemizde bu süreçler, ürkütücü biçimde “ter-
sine” işliyor. Adalet duygusu zayıfladığı gibi, top-
lumsal yaşamın güvenliğinden sorumlu güvenlik
kurumları yıkıma uğruyor. Süreç, toplumsal do-
kunun onarılamayacak kadar parçalanması
sonucunu veriyor.
Oysa toplum, bir “güven tükenmesi” süreci-
ni yaşamayı hiç, ama hiç hak etmiyor.
Domuz gribi salgınının ortaya çıktığı
ülkeye, çıkış, yayılma koşullarına biraz
dikkatle bakarsak, artık tam anlamıyla
çıkmaza giren kapitalist uygarlığın, bir-
biri ardına yaratmaya devam ettiği öl-
dürücü semptomlardan biriyle karşı
karşıya olduğumuzu kolaylıkla görebi-
liriz.
‘Umutsuzluk çağı’
1980’lerden bu yana, kriz yöneti-
minde geçerli model, toplumsal yaşa-
mın güç ilişkilerini açıklayan hegemo-
nik söylem tükendi. Gündemde yeni bir
model olmadığından, neo-liberalizmin
tükenişi, “kapitalizmin tükenişi” tartış-
malarına yol açıyor. 25 yıldır her derde
deva, “serbest piyasa” iksirini satan şar-
latanların, şimdi suçüstü yakalanmış ol-
manın telaşıyla ağız değiştirmeye ça-
lışmaları, bir kültürel kargaşanın oluş-
maya başladığını gösteriyor.
Bu şarlatanların yıllardır insanlığı, ar-
tık yok olduğuna inandırmaya çalıştık-
ları sınıf mücadeleleri de hızla canlanı-
yor. Das Kapital yine en çok satan ki-
taplar listesinde. İnsanlar, işlerini, evlerini
kaybederken, çocuklarını okutamaz,
karnını doyuramaz hale gelirken, hü-
kümetlerin mali sermayeye aktardığı tril-
yon dolarlık yardım paketleri karşısın-
da infiale kapılıyorlar. Tümüyle küresel
bir kriz, yine tümüyle küresel bir kızgınlık
dalgasına yol açıyor. Dünyanın bir
ucundan diğerine grevler, direnişler, fab-
rika işgalleri, fabrika yöneticilerini rehin
almalar, fabrika kırıp dökmeler... Ama
daha fazlası da var: Asya Gelişim Ban-
kası’nın yıllık toplantısındaki tartışma-
ların ortaya çıkardığı şu paradoksa
bakar mısınız?
Dünyanın geri kalanından 32 kez
daha çok su, enerji ve gıda tüketen ge-
lişmiş ülkelerin, ekonomik krizden çı-
kabilmeleri için gelişmekte olan Asya ül-
kelerinin ekonomik üretim ve tüketim
kapasitesinin artması gerekiyormuş.
Ama küresel ısınmanın, su, gıda
kaynaklarının olumsuz etkileri yüzünden,
özellikle Singapur, Tayland, Endonez-
ya, Vietnam, Filipinler gibi Asya ülke-
lerinin ekonomik büyüme hızlarında
oluşacak kayıplar, yüzyıl sonuna kadar
yılda ortalama yüzde 6.3’ü bulacakmış.
Küresel ısınmanın gösterdiği gibi,
dünyanın su, besin, enerji kaynakları, bı-
rakın gelişmekte olan ülkelerde üretimin
ve tüketimin büyüme hızında arzulanan
artışların getireceği ek kaynak gerek-
sinimini karşılamaya, bugünkü üretim,
tüketim düzeyini sürdürmeye bile yet-
miyor.
Bir taraftan egemen ekonomik mo-
del küresel ısınmaya yol açarak
büyümenin zeminini çürütüyor,
diğer taraftan, krizden çıkmak
için gereken ekonomik büyüme
gezegenin “yaşam dünyalarını”
tehdit ediyor.
Ama teknoloji, “dijital devrim”
bizi bu çıkmazdan kurtaramaz
mı? Gördük ki, “dijital devrim”,
tüketim kültürünü, 1930’larda
Theodor Adorno’nun, 1960’la-
rın sonunda Guy Debord’un
hayal edemeyeceği düzeylere
taşıdı; tüketimi, dolayısıyla kü-
resel ısınmayı hızlandırdı. Yeni
medya araçları sayesinde insan
beyninin en ücra köşeleri bile, artık me-
talaşma süreçleri tarafından sömürge-
leştirildi, kapitalizmden başka bir dün-
ya düşünmek adeta olanaksız hale
geldi. Dijital devrim sayesinde, devlet
ve güvenlik güçleri karşısında özel ya-
şam her gün biraz daha şeffaflaşıyor,
özgürleşme umudu, yerini “biri beni
dinliyor, gözlüyor, izliyor” kuşkusunun
felç edici korkusuna bırakıyordu.
Son yıllarda giderek daha çok karşı-
laştığımız “umutsuzluk çağı” kavramı,
işte böyle bir ortamdan; “yaşam dün-
yamızın” (toplumsal üretim biçimi ve kül-
tür) derin bir kriz içinde çözülüyor ol-
masına karşın, insanların henüz başka
bir “dünya” düşünmeye başlayamamış
olmasından kaynaklanıyor! N1H1 virü-
sü de bu algıya yol açan dünyanın he-
men tüm özelliklerini yansıtıyor.
Neo-liberalizmin
laboratuvarında...
Son verilere göre, 15 ülkeyi etkileyen
domuz gribi Meksika’nın Perote ka-
sabasında ortaya çıktı. Hemen komşu
eyaletlere sıçradı, oradan uluslararası
ulaşım ağlarına ulaşarak dünya ça-
pında yayılmaya başladı; aynı ABD
mali piyasalarının, eşik altı krediler gi-
bi, küçük bir diliminde başladıktan
sonra, “dijital devrimin” sayesinde hız-
la yayılarak küreselleşen mali kriz gibi...
Her iki sürecin de arkasında, aynı ya-
pısal şekillenme, egemen sermayenin
1980’lerde benimsediği, gelişmekte
olan ülkelere dayattığı neo-liberal “re-
formlar” var.
Meksika, bu “reformların” öncü la-
boratuvarlarından biri oldu. Bu köşeyi
yazmaya başladığım yıllarda, 1994
Meksika mali krizi patlak verdiğinde,
neo-liberalizmin ve küreselleşmenin,
toplumların dokuları, insanların yaşamı
üzerindeki yıkıcı etkilerini, zamanın
serbest piyasa ayetullahlarının, bana yö-
nelttikleri eleştirilerin de yardımıyla et-
raflıca tartışmaya şansım olmuştu.
1980’lerde, ABD ve IMF baskısıyla
neo-liberalizme açılan Meksika, 1994’te
büyük bir kriz yaşarken, ABD’de de
1918’den beri istikrarını koruyan domuz
üretme sanayii bir sıçrama yapmaya
başlıyormuş. 1994-2001 arasında
ABD’de mega domuz çiftlik-
lerinin payı toplum içinde yüz-
de 10’dan yüzde 72’ye sıçra-
mış (The Independent, 01/05).
1965 yılında ABD’de 53 mil-
yon domuz, bir milyon domuz
çiftliği varmış. Bugün 65 mil-
yon domuza karşılık, 65 bin
çiftlik var. Bu veriler, muazzam
bir yoğunlaşmaya ve merke-
zileşmeye işaret ediyor.
Bu yoğunlaşma süreci için-
de, ABD domuz endüstrisinin,
NAFTA serbest ticaret an-
laşmasının getirdiği olanakları
kullanarak, ucuz işgücünden,
yabancı sermaye teşviklerinden ya-
rarlanmak, çevre, sağlık koruma ku-
rallarından kurtulmak için Meksika’ya
göç etmeye başladığını görüyoruz. İş-
te bu dev şirketlerden Smithfield’in, Pe-
rote kasabasında devasa bir domuz
çiftliği var. Bu kasaba belediyesinin mart
ayında hazırladığı bir raporda, halkın
yüzde 60’ının nezle, zatürree ve bron-
şitten şikâyetçi olduğuna işaret edili-
yormuş. Bu rapor görmezden gelinmiş.
Virüs uzmanlarının 2003 yılında “domuz
gribi virüsü yeni, hızlı bir evrim süreci-
ne sıçradı” uyarıları, 2006 yılında Sci-
ence dergisinde yayımlanan, bu tür
kombinaların sağlıksız ve pis ortamın-
da, birleşik virüslerin oluşma olasılığı-
nın gittikçe güçlendiğini söyleyen araş-
tırma ilgi görmemiş. Adından anlaşıla-
cağı gibi N1H1, iki virüsün birleşme-
sinden oluşan bir mutasyon, yine böy-
le bir yoğun üretim ortamında patlak ve-
ren H5N1 kuş gribi virüsü gibi... (Mike
Davis, Znet, 1/05)
Dünya Bankası gibi uluslararası ma-
li kuruluşların Meksika sağlık sistemi-
ne dayattığı, bölgeselleştirme ve özel-
leştirme krizin zamanında algılanma-
sını, merkezi ve eşgüdümlü bir tepki ge-
liştirilmesini engellemiş (Laure Carl-
sen, Commondreams, 30/04).
Domuz gribi de, “umutsuzluk çağı-
nın”, uygarlık krizinin bir semptomu.
Ama yaşamın diyalektiği, umutsuzlu-
ğun umut, krizin dönüşüm içerdiğini;
tarih, insanlığın, özellikle siyasi, eko-
nomik iktidardan en dışlanmış kesim-
lerinin, en umutsuz, en karanlık anla-
rında en yaratıcı inisiyatifleri sergileye-
rek yeni çıkış yolları açabildiklerini gös-
teriyor. Sorunların çapı ve yaygınlığı,
tehlikenin büyüklüğü, tarihin böyle bir
yaygın kitlesel yaratıcılık dönemle-
rinden birine girmekte olduğumuzu
düşündürüyor.
Post-modern liberal şarlatanların,
siyasal İslamın demagoglarının bu ya-
ratıcılığı daha baştan felç etmeye ça-
balamaları doğal. Kimi “sosyalistlerin”,
bu yaratıcılığı tarihsel olarak her zaman
(egemenliğin halka ait olduğunu yad-
sıyarak, insan aklını küçümseyerek,
“kurtuluşu” başka bir dünyaya ertele-
yerek) sabote etmiş olan dinci akımla-
rın, post-modern şarlatanların değir-
menine su taşımasıysa anlaşılır gibi de-
ğil. Ama belki “umutsuzluk” ve “gösteri
toplumu”nun sunduğu olanakların par-
laklığı, anlamamıza yardımcı olacak
kimi ipuçları sunabilir.
DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com
Domuz Gribi Neo-liberalizmin Laboratuvarında Üretildi
yakupkepenek06@hotmail.com
Fazla yağış tarımda
‘sarı pas’ endişesi yarattı
Ekonomi Servisi - Türkiye Ziraatçõlar
Derneği (TZD) Genel Başkanõ İbrahim
Yetkin, ortalamanõn üzerinde seyreden
yağõşlarõn bitkilerde aşõrõ nemden
kaynaklanan sarõ pas hastalõğõ riskini
arttõrdõğõnõ belirterek Tarõm ve Köyişleri
Bakanlõğõ’nõn hastalõk için kriz
masasõ oluşturmasõnõ istedi.
Yetkin, Türkiye’nin geçmiş yõllarõn aksine bu
yõl ortalamanõn üzerinde yağõş aldõğõnõ
ifade ederek söz konusu hastalõğa
yakalanan bitkilerde buğday kalitesinin
düştüğünü, erken sararma sonucunda da
yüzde 40-50’ye varan oranlarda ürün
kaybõ görüldüğünü söyledi.
Son yõllarda kuraklõğa bağlõ olaylardan zarar
gören çiftçilerin sarõ pas hastalõğõ olayõnõn
vahametini anlayõp mücadeleye giriştiğini
söylemenin zor olduğunu aktaran Yetkin,
“Sarı pas hastalığının ortaya çıktığı
Çukurova bölgesinde bu yıl 3 milyon
dekarın üzerinde alana buğday
ekilmiştir. Bu yıl elde edilmesi beklenen
20 milyon ton civarında buğday
ürününün yaklaşık yüzde 10’u olan 2
milyon ton civarında buğdayın bu
alandan elde edileceği öngörülmektedir.
Zarar nedeniyle yalnızca bu bölgemizde
1 milyon tona yakın üretim kaybı söz
konusu olabilecektir” dedi.
Ekonomi Servisi - Küresel eko-
nomik krizin yoğun olarak hisse-
dilmeye başlandõğõ 2008 yõlõ Eylül
ayõndan itibaren sanayi üretim ra-
kamlarõ hõzla gerilerken işsizlik
ödeneği başvurusuysa son iki ayda
düşmeye başladõ.
İşsizlik Fonu’ndan ödenek ala-
bilmek için en yüksek başvuru sa-
yõsõna 2009’un Ocak ayõnda 78 bin
577 kişiyle ulaşõlõrken bu rakam şu-
batta 69 bin 677’ye, martta 62 bin
97’ye indi. Ancak krizin başladõğõ
Eylül 2008’den bu yana geçen 7 ay-
lõk süreçte işsizlik ödeneği alan ki-
şi sayõsõ 138 binden 311 bine çõktõ.
Artõş oranõ yüzde 125’i geçti. İş bul-
mak ümidiyle 2009’un ilk üç ayõn-
da 438 bin kişi İş-Kur’a başvuru
yaptõ. Bunlardan ancak 19 bini işe
yerleştirilebildi.
Tunceli’de hiç iş yok
İş-Kur’a kayõtlõ işsiz sayõsõ yüz-
de 62 artarak 1.2 milyona çõkmasõ-
na karşõn 2009 Mart ayõ itibarõyla
kuruma kayõtlõ iş sayõsõ 12 bin
447’de kaldõ. Bu işlerin illere göre
dağõlõmõna bakõldõğõndaysa en va-
him tablo Bitlis, Hakkâri ve Tun-
celi’de çõktõ. Bitlis ve Hakkâri’de
açõk iş sayõsõ sadece birken, Tun-
celi’de kuruma kayõtlõ hiçbir açõk iş
yok.
Kurum umutlu
Ocak ayõndan itibaren işsizlik
ödeneği almak için yapõlan başvu-
ru sayõsõnõn gerilemeye başladõğõnõ
ifade eden İş-Kur Genel Müdürü
Namık Ata, “Ocak ayında yük-
selen başvuru sayısı düşüş tren-
dine girdi. Bu da piyasanın can-
lanmaya başladığını gösteren bir
işaret olabilir” dedi.
Başvurmak daha zor
İşsizlik ödeneği alabilmek için
dört temel koşul aranõyor:
1 - Hizmet akdinin sona erdiği ta-
rihten önceki son 3 yõl içinde en az
600 gün sigortalõ olarak prim öden-
miş olmasõ. (Ödenen prim gün sa-
yõsõna göre 6, 8 veya en fazla 10 ay
ödeme yapõlõyor.)
2 - İş akdinin feshedildiği tarihten
geriye doğru sürekli 120 gün prim
ödenmiş olmasõ...
3 - Hizmet akdinin, İşsizlik Si-
gortasõ Kanunu’nun 51’inci mad-
desinde sayõlan hallerden birisine
dayalõ olarak sona ermiş olmasõ...
4 - Sigortalõ işsizin, “İşten Ay-
rılma Bildirgesi”ni işten ayrõldõğõ
tarihten itibaren 30 gün içinde İş-
Kur’a doğrudan başvurarak ver-
mesi...
K
riz nedeniyle
işsizlik ödeneği
alanlarõn sayõsõ
311 bine, İş-Kur’a
kayõtlõ işsizlerin sayõsõ
1.2 milyona ulaştõ.
Kuruma kayõtlõ her üç
işsizden biri işsizlik
maaşõ alõr hale geldi.
İ
ş bulmakta olduğu
gibi ödenek
almaktan da
umutlar kesildi. İşsiz
sayõsõ tarihi rekorunu
kõrarken işsizlik
ödeneği başvurularõ
aylõk 78 binden 62
bine düştü.
‘Mesleki kurslara yeterli katõlõm yok’
İTO: Reklama teşvik
piyasayı canlandırır
Ekonomi Servisi - İstanbul Ticaret Odasõ
(İTO) Başkanõ Murat Yalçıntaş, krizle daralan
piyasa koşullarõnda reklam yapmanõn çok daha
fazla önem kazandõğõnõ belirterek, reklam sek-
törünün teşvik kapsamõna alõnmasõnõn çok ye-
rinde olacağõnõ söyledi.
Yalçõntaş, “Reklamlar, piyasaya dair bek-
lentileri ve bakış açısını olumlu yönde etki-
lemekte, ertelenen tüketici harcamaları ve ya-
tırım kararlarını öne çekebilmektedir. Rek-
lamlar, markaların hayat suyudur. Bu an-
lamda reklam sektörüne verilecek teşvikin pi-
yasada çok güçlü şekilde hissedileceği ka-
naatindeyim” değerlendirmesinde bulundu.
Küresel krizin ülkemizi de yoğun biçimde tesiri
altõna almasõ ile işletmelerin reklam bütçeleri-
ni kõsma eğilimi gösterdiklerini belirten Yal-
çõntaş, “Reklam harcamalarının kısılması, kı-
sa vadede bir tasarruf yaratıyor gibi görün-
se bile, orta ve uzun dönemde pazar payla-
rında ciddi yaralar açabilmektedir” dedi.
ADANA (AA) - İş-Kur Adana İl Müdürü Ha-
şim Meydan, çeşitli kurum ve kuruluşlarla işbir-
liği yaparak istihdamõ arttõrmaya yönelik mesle-
ki kurslar açtõklarõnõ söyledi.
Bu kurslara katõlan kursiyerlere
günlük 15 TL ödeme yaptõklarõnõ
ifade eden Meydan, “Özel kurs-
lara katılmak için para ödeme-
niz gerekirken, biz üstüne para
veriyoruz. Ayrıca kursların ço-
ğunda da yüzde 50 istihdam garantisi sağlıyo-
ruz. Ama buna rağmen, çoğu zaman yeterli ka-
tılımı sağlayamıyoruz. Büro hizmetleri için
açılan mesleki kurslara başvuru için kuyruk-
lar oluşurken, sanayiye yönelik kursa başvuran
kişi bulmakta zorlanıyoruz. Bunun yanı sıra
adama ‘Ne iş yapõyorsun’ diye soruyorsun, ‘İş-
sizim. Ne iş olursa yaparõm’ diyor ancak vasıf-
sız olmasına rağmen tarlaya çapa işine gitmi-
yor, kaynakçılık kursuna gelmiyor” dedi.
İZMİR (AA) - Tekstil ve konfeksiyon sektöründe Avrupalõ alõcõlarõn siparişleri-
ni arttõrmaya başlamasõ ve işlerin hareketlenmesi nedeniyle iplik fiyatlarõ yük-
selişe geçerken, kapanan iplik fabrikalarõnõn da tekrar açõlma yolun-
da olduğu belirtildi. Ege Tekstil ve Hammaddeleri İhracat-
çõlarõ Birliği Başkanõ Sabri Ünlütürk, ekonomik kriz
nedeniyle Avrupalõ alõcõlarõn geçen yõlõn son dö-
neminden itibaren durdurduğu siparişlerini son gün-
lerde tekrar başlattõğõnõbelirtti. Ünlütürk, viskon ip-
liğin kilogram fiyatõnõn da bir haftada 4 TL’den 4.5
TL’ye yükseldiğini kaydetti.
Ekonomi Servisi - İsdemir Çalõşan
ve Emekliler Yardõmlaşma Derneği
Başkanõ Bayram Özarslan, yüzde
35 maaş indirimini mahkemeye
taşõyacaklarõnõ söyledi. İsdemir
Çalõşan ve Emekliler Yardõmlaşma
Derneği Başkanõ Bayram Özarslan,
demirçelik işçisinin ücretlerinin
yüzde 35 düşürülmesini tasvip
etmediklerini ifade etti. Özarslan,
geçen yõl sonlarõnda işverenin
açõkladõğõ aşõrõ rekor üretim ve
kârlardan sonra böyle bir indirimin
büyük bir adaletsizlik olduğunu
savundu. Özarslan, “Kesintinin
‘Emek ve Dayanõşma Günü’ adıyla
işçi bayramı kabul edilen 1
Mayıs’tan itibaren başlatılması
üzüntü verdi ve işçilerse bu
kesintiden dolayı tedirgin oldular”
dedi. Erdemir ve İsdemir’de Türk
Metal Sendikasõ ile varõlan anlaşma
neticesinde çalõşan yaklaşõk 14 bin
işçinin maaşõ ekonomik kriz
gerekçesiyle 2010’un Eylül ayõna
kadar yüzde 35 düşürülmüştü.
Maaşlara yapõlan yüzde 35’lik
indirim sonrasõnda Erdemir Genel
Müdürü Oğuz Özgen, “Başta ben
Genel Müdürünüz ve
yardımcılarım olmak üzere tüm
yönetici arkadaşlarım, kriz sonuna
kadar ücretlerimizden belli oranda
feragat ederek, fedakarlık yapmayı
kararlaştırmış bulunuyoruz”
demişti.
Tekstildesiparişlergelmeyebaşladõ
Erdemir ve İsdemir’deki yüzde 35’lik maaş indirimi
14 bin çalışanı kapsıyor.
İş bulmak ümidiyle İş-Kur’a sarõlanlarõn sayõsõ çõğ gibi artarken işsizlik parasõ almak için yapõlan başvurular geriledi
Ödenekten de umut kesildi
İsdemir’de yüzde 35’lik indirim
yargıya taşınıyor