01 Aralık 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
FATMA ESİN Son günlerde, önce göstermelik bir seçim, sonra da o seçim sonuçlarıyla ve seçime katılan öğretim üyeleri ile alay edercesine YÖK Başkanı ve Cumhurbaşkanı tarafından yapılan rektör atamaları bazı köşe yazarlarına konu oldu. Atamanın demokrasiye, geleneklere, tarafsızlığa aykırılığı vurgulandı. Önce bu atamaları hiç yadırgamadığımı belirtmeliyim. Yanlış anlaşılmasın; doğru olduğunu söylemiyorum. YÖK Başkanı ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın tercih ve takdirlerini yadırgamadığımı söylüyorum! Çünkü YÖK Yasası bu konuda bu kişilerin eline akılla, demokrasiyle bağdaşmayan garip bir yasayı altın tepsi içinde sunmuş bulunmakta. Diğer taraftan Sayın Cumhurbaşkanı’nın ideolojisi ve nasıl bir misyonu olduğu bilinmekte. YÖK Başkanı’nı da bu ideolojiye ve misyona uygun olduğu için seçip o koltuğa oturttuğu da bilinmekte. Bu koşullarda onlardan üniversiteleri bilimsel ağırlığı yüksek, demokrasiye uyumlu, uluslararası düzeye erişmeye aday, çağdaş kurumlar olarak geliştirecek yöneticiler ataması beklenebilir mi?.. Böyle bir beklenti biraz saflık olmaz mı?.. Çünkü, böyle bir durum onların ideolojilerine, misyonlarına ihanet olur. Tabii ki, hazır ellerinde böyle bir yasa varken kendi görüşlerinde ve ideolojilerini geliştirme yolunda kendilerine yardımcı olacak kişileri atayacaklardır. Hem de yasaya uygun olarak, gönül rahatlığı ile!.. Bu konuda asıl tartışılması gereken atamalarla ilgili bu YÖK Yasası. YÖK kurulduğundan beri bu yasa nedeniyle pek çok haksızlık yapıldı ve yapılagelmekte. Zira, bu yasa sadece rektör ve dekan atamaları ile sınırlı değil, daha alt düzeydeki atamaları da kapsamakta. Bir örnekle açıklamak isterim: Bilindiği gibi fakülteler bölümlerden, bölümler de anabilimlerden oluşmakta. Üç anabilimden oluşan ve toplam sekiz profesörü olan bir bölüm olduğunu varsayalım. Günün birinde bu bölüme yeni bir başkan seçilmesi gündeme geldiğinde, fakülte dekanı anabilim dalı başkanlarına bu sekiz profesörün kıdem sırasına göre sıralanmış bir listesini gönderir ve içlerinden birini seçmelerini, ister. Yine varsayalım ki bu üç anabilim başkanı da aynı kişiyi tercih etmiş olsun. Fakat bir de bakarsınız ki, dekan bu kişinin dışından birini, hatta listedeki kıdemi en az olanı seçmiş! Bunun nedenini sorduğunuzda yanıt şöyle olacaktır ve olmuştur: Ben sizlerden sadece görüşlerinizi sordum; ama tercihim için yetkimi kullandım. Yasa böyle! Buna benzer daha çok örnek verilebilir; ama gerek yok. Yasa açık. Görüş sorulur, gerekirse rapor yazdırılır, ama atamayı yetki kimdeyse, kendi görüşüne göre o yapar! 2008 yılında Sayın Gül, 21 rektör atamasının on ikisinde tercihini birinciler için kullanmış. Fakat hiç kuşku duyulmasın ki, eğer ikinci ve üçüncüler içinde kendi bilim ve demokrasi anlayışına uygun adaylar olsaydı tercihini onlar için kullanırdı. Çünkü aynı dönemde altı üniversite için 2. sıradakileri, üçü için ise 3. sıradakileri seçmiştir. Son olarak da Eskişehir Anadolu Üniversitesi! Bir Anadolu şehrinde yeşermiş, büyük bir eğitim potansiyeline sahip, umut vereci, gurur kaynağı bu bilim yuvasına birinciye göre 1/4 oranında oy almış olan adayı atadı. Bu, üniversitenin kuruluşunda, gelişiminde büyük emeği geçen, başta Prof. Yılmaz Büyükerşen olmak üzere bütün öğretim üyelerine bir meydan okumadır! Bu yasa bu şekliyle kaldığı sürece, bundan sonra da böyle trajikomik durumlar sık sık duyulacaktır. Bir örnek duyuldu bile: EÜ Diş Hekimliği Fakültesi’ndeki dekan seçimi! Bilindiği gibi, 85 öğretim üyesinin oy kullandığı fakültede 9 oy alan aday YÖK tarafından dekan seçildi. Tepki olarak öğretim üyeleri topluca idari görevlerinden istifa ettiler. Bu tepkiden yarar beklemek abes. Çünkü her şey yasaya uygun! Hatırlıyorum; YÖK yine 2. sıradaki adayı 1. sıraya yerleştirdiği listeyi o dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Demirel’e sunmuştu. Demirel listedeki birinciyi değil, en çok oy alan adayı atamıştı ve “O üniversitenin öğretim üyeleri arkadaşlarını YÖK’ten daha iyi tanırlar” diye de bir açıklama yapmıştı. Ama günümüz yetkililerinden, kişisel eğilimleri nedeniyle böyle akılcı ve tarafsız kararlar ve atamalar beklenebilir mi?.. CMYB C M Y B DÜZ ÇİZGİ ÜMİT ZİLELİ Yanaşmaya Çok Yakın Tarih Dersi!.. İlk tepkileri şaşkınlık ve bocalamadan ibaretti... Ne diyeceklerini, ne yapacaklarını bilemiyorlardı... İkinci gün toparlanmaya başladılar.. AKP ve DTP bir günlük bocalama sonrası neredeyse aynı sözcüklerle şu “ortak tepki”de buluştu: - Bu provokasyon 1993 Bingöl katliamını hatırlatıyor!.. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, “Bingöl’de 33 erin şehit edildiği süreci düşünün. Hâlâ karanlıkta” dedikten sonra şu tarihi(!) saptamayı yaptı: - Tokat, bir zamanlar Ergenekon’un üssüydü!.. DTP Genel Başkanı Emine Ayna ise yaptığı “müthiş” açıklamada, Tokat’ta şehit edilen askerlerimizin yanına İstanbul’da molotofkokteyli ile yakılarak öldürülen 17 yaşındaki Serap Eser’i de ekleyip “manidar buluyorum” saptamasını yaptıktan sonra aynen şöyle dedi: - Umarım “Yeni Ergenekon” devrede değildir!.. Pes artık demeyin daha bitmedi!.. DTP Genel Başkanı Ahmet Türk geri kalır mı, o da grup toplantısında noktayı koydu: - 1993’te Bingöl’de de barışçı sürece son vermek için birileri düğmeye basmıştı. Tıpkı Tokat’taki gibi!.. Yanaşma medyanın irili ufaklı tetikçileri de köşelerinde ya da ekranlarında, hiç sıkılmadan, yüzleri birazcık olsun kızarmadan, “Bingöl’de 33 erin katledilmesi ve Tokat olayı ile 17 yaşındaki Serap’ın yakılarak öldürülmesi Ergenekon marifetidir” kampanyası başlattı. Bu ahlak yoksunu kampanyanın tetikçilerine biraz tarih dersi vermek gerekiyor; eğer PKK’nin 1993’te bölgedeki lideri olan Şemdin Sakık’ın ve Abdullah Öcalan’ın mahkemedeki ifadelerine göz atsalar, Bingöl’de 33 eri kimin nasıl infaz ettiğini gayet açık şekilde görebilirlerdi! Hadi zor geldi okumadılar, Öcalan’ın daha geçen yıl avukatları aracılığı ile yaptığı açıklamada Bingöl eylemini Sakık’ın gerçekleştirdiğini söylediğini de mi bilmiyorlar, bu nasıl gazetecilik?!.. İşte Öcalan’ın o sözleri: - Ben yanlış bilgilendirildim. Eylemi gerçekleştiren Şemdin kullanıldı ama bunun farkında mıydı, değil miydi bilmiyorum… Peki, Şemdin Sakık bu olayla ilgili olarak ne dedi, onu da görelim: - 1993 yılının mayıs ayında, Bingöl-Elazığ karayolunda yaşanan olayda 33 asker öldürüldü. Bu olaydan hemen sonra Öcalan olayı sahiplenerek savundu ve değerlendirmeler yaptı. BBC radyosuna verdiği demeçte, bu eylemi üstlendi ve eylemin misilleme olduğunu söyledi. Gerek Türkiye genelinde, gerek dünya kamuoyunda bu eyleme karşı sert tepkiler ortaya çıkınca, bu sefer de yüz seksen derecelik dönüş yaptı. Eylemin örgüt içi çeteler tarafından yapıldığını söylemeye başladı.. Hatta olay yerinden oldukça uzakta bulunan şahsımı hedef yaptı. Bir yandan sorumluların cezalandırılacağını söylerken diğer taraftan da eylem sorumlularına kutlama mesajları gönderdi. Onları ödüllendirdi. Hatta serbest bırakılan birkaç Kürt kökenli askeri öldürmedikleri için de eylemcileri eleştirdi...” Okumayan, araştırmayan, hafızası zayıf bir toplumun bu eksikliklerine güvenerek en çirkin yalan ve iftiraları manşetlerden vermek, ekranlardan anlatmak yalnızca gazetecilik değil, insanlık ahlakına da aykırıdır… - Birileri çıkar, bu alçakça yalanları suratınıza tokat gibi çarpıverir!.. Bir Yurtsevere Mektup (XXXVIII) Sevgili kardeşim Balbay, şu son hafta da “nereye gidiyoruz” sorusunu defalarca tekrarladığım olaylarla geçti. Okurken izlerken tüylerimi ürperten yanaşma medyanın yalan dolanları ise zirve yaptı!.. Emin ol, çok merak ediyorum: Bu tetikçiler, bu işbirlikçi mahlukat, aynaya nasıl bakıyor, geceleri yastığa başını nasıl koyuyor?.. Galiba gerçek Cem Yılmaz’ın sözlerinde gizli: Çok “duygusal” oldukları için!!! Ancak, her türden yalana, baskıya, zorlamaya karşın bu halkın, bu karanlık tünelden çıkacağına olan inancım pekişiyor. Yeter ki öncüler, aydınlar ayaklarını daha sağlam yere basabilsin.. Fazla değil, şu aydınlık kitleler kadar!.. Seni ve tüm yurtseverleri, dışarıdaki milyonlar adına, bir yurtseverin tüm sıcaklığı, kararlılığı ve gücüyle kucaklıyorum kardeşim... e-posta: umitzileli@gmail.com Rektör Atamalarına Dair KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com 10 ARALIK 2009 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA 15 Recep’in elini Obama avuçlarının içine almış. İlan-ı açılım! Yurt Nihat Özarpacı: “Kürt açılımında tarih yazacaklarını söyleyen Hacı Beşir, yurt bilgisinden sınıfta kaldığının farkında değil!” Ahmet Önen: “Duruşmalarda oldukları için Afganistan’a gönderemediğimiz askerin yerine rejimin teminatı polis verelim!” Nimet Soner Önal: “Sözleşmeli öğretmenler Nimet Çubukçu’dan kadro sözü alacağına Nimet Abla’dan piyango bileti alsın, belki amorti çıkar!” YağmurDeniz Recep’in hayalleri ve gerçekler İSLAM dünyasının en güçlü beşinci ismi, İslam aleminin son halife adayı, civan padişahı Fatih Sultan Recep, tavaf için gittiği Washington’da şöyle buyuruyor: “Bizim parti, asla İslamcı bir parti değildir. Siyasi parti dinci olamaz. Böyle bir durumda mensubu olduğunuz dini lekelersiniz. Biz, dinimize böyle saygısızlık yapmayız.” Gördünüz mü şimdi? Demek ki neymiş; minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışla, müminler asker değilmiş! Minareler süngümüz diyenler İslam dinini lekelermiş. Kubbeler miğferimiz diyenler, İslam dinine saygısızlık yaparmış. Camiler kışlamız diyenler İslam dinine hakaret edermiş. Müminler askerimiz diyenler, İslam dinini siyasete alet edermiş. Ve ayrıca civan padişahı sultan hazretlerinin biricik partisinin dinle, dincilikle asla ilgisi yokmuş. Demek ki neymiş; sultanın partisi için Anayasa Mahkemesi’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu yolunda aldığı bir karar yokmuş. Mahkemenin kestiği para cezası yokmuş. Sultanın biricik partisi dincilikten sabıkalı değilmiş. İlahi Recep diyeceğiz ama Recep’in hayal ettiklerini gerçek sanması ülke için çok tehlikeli bir durum olsa gerek. Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” BAZI haber başlıkları: İrtica ile mücadele eylem planı. Firari yarbayı ordu saklıyor. Dağlıca baskını biliniyordu. Dünyanın en zengin askeri savcısı. Genelkurmay’ın yeni kontrgerilla planı. Ve f-tipi kanallardan servis edildiği belli daha bir dizi haber... Haberlerdeki imza hep aynı Fetoş’un Aksiyon dergisinden Ahmet Altan’ın Taraf gazetesine transfer olduktan sonra manşetlere oturan genç bir muhabir. Asılsız haberleri nedeniyle mahkûm olan ama yılmadan “görev”ini sürdüren bir demokrasi fedaisi! Örneğin İlhan Selçuk, Mustafa Balbay, Erol Manisalı’nın Ergenekon bünyesindeki “terör” faaliyetlerini ıslak-kuru her türlü kâğıtla “belge”leyebilecek donanımda uzman kişi. İşte bu kişiye Türkiye Gazeteciler Cemiyeti bünyesinde ve gözetiminde düzenlenen Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü verildi. Seçici kurul şöyle: Nuh Albayrak (Türkiye), Okay Gönensin (Vatan), Nail Güreli (Milliyet), Vahap Munyar (Hürriyet), Şükran Soner (Cumhuriyet), Şule Talu (Sabah), Tufan Türenç (Hürriyet), Celal Toprak (Bugün), Mehveş Evin (Akşam). Dokuz kişilik seçici kuruldan Nail Güreli ve Şükran Soner, malum kişiye ödül verilmesine karşı çıkıyor. Celal Toprak da toplantıya katılmadığı için oy kullanmıyor. Dolayısıyla geçmişi yalan haber, manipüle haber, düzmece haber, “kâğıt parçalı” haber, asılsız haber dolu bir kişi “oyçokluğu” ile ödülü kazanmış sayılıyor. Hürriyet gazetesinin kurucusu Sedat Simavi, 11 Aralık 1953’te aramızdan ayrılmıştı. Seçici kuruldan sanırım sadece Nail Güreli, Sedat Simavi hayattayken gazetecilik yaptı. Yanlışım varsa Nail Abi düzeltsin: Sedat Simavi, neredeyse bütün haberleri şaibe kokan, muhabir demeye bin şahit ister muhbir kılıklı birine bırakın ödül vermeyi, gazetesinde bir dakika bir barındırmaz kapının önüne koyardı! Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü’nü geçmişte Uğur Mumcu, Sedat Ergin, Uğur Dündar, Saygı Öztürk, Sami Kohen gibi saygın isimler kazanmıştı. Anlaşılan şimdi kapanın elinde kalıyor! Bu arada ödül yönetmeliğinin 4/1 maddesinde “Özellikle haber konusunda, adayın son bir yıl içindeki tüm çalışmaları da dikkate alınır” kuralını anımsatalım ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu’nu gereğini yapmaya çağıralım! Simavi Ödülü SESSİZ SEDASIZ (!) HARBİ SEMİH POROY HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ II. Meşruti- yet’ten sonra Ah- met Rasim ile Hü- seyin Rahmi Gür- pınar’õn çõkardõk- larõ mizah dergisi. 2/ Aynõ ahõr adõna koşan yarõş atlarõna verilen ad... Genel- likle midenin bo- zulmasõndan ötürü dilin üzerinde olu- şan beyaz tabaka. 3/ Zeki Demirkubuz’un bir filmi. 4/ Hidratlõ doğal manganez tuzu. 5/ Gözle- ri görmeyen... Apsent ad- lõ içkinin yapõldõğõ, yap- raklarõ çok acõ ve õtõrlõ bir bitki. 6/ İnce ve sõk do- kunmuş bir tür patiska... Kalsiyum elementinin simgesi. 7/ Duman leke- si... İskambilde bir kâğõt... Afrika’da bir ülke. 8/ “Söz ola ağulu aşõ bal ile --- ede bir söz” (Yunus Emre)... Teşhis. 9/ Bir çeşit pelte... İran’õn plaka imi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Uzun taneli bir pirinç türü. 2/ İlkel bir silah... Bir ilimiz. 3/ İyilik bilme, gönül borcu... Bir renk. 4/ Kõsa kõllõ bir av köpeği... Eski Türklerde ölüler için düzenlenen yuğ tören- lerinde söylenen ağõt. 5/ Yunan mitolojisinde, bilmeden babasõnõ öldürüp annesiyle evlenen Thebai kralõ. 6/ Yana- ğõn alt bölümü... Bir cetvel türü. 7/ Halk dilinde nisan ayõ- na verilen ad... Bir nota. 8/ Güney Afrika Cumhuriyeti’nin plaka imi... Yobaz, gerici. 9/ Kenar süsü... Derinin kalõn- laşmasõyla ayakta ve elde meydana gelen sertlik. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 K A N C A B A Ş İ F A B A D A T K O N S O L İ D E İ R A N A L I K R O M E N R E İ Z A Ç S A V K S E T Z A P K A R A B İ N A B İ T İ R İ M H 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Teminat
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear