26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 3 KASIM 2009 SALI 6 HABERLER LEYLA TAVŞANOĞLU Tigran Mkrtçyan tanõnmõş bir uluslararasõ iliş- kiler uzmanõ. Ermenistan’da çeşitli düşünce kuru- luşlarõnda çalõştõ. Bir dönem Ermenistan Parlamento Başkanõ’na danõşmanlõk yaptõ. Cumhurbaşkanõ Serj Sarkisyan’a yakõnlõğõyla da tanõnõyor. Ge- çenlerde İstanbul’daydõ. Onunla AKP hükümetinin Ermenistan açõlõmõnõ ve imzalanan protokolü ko- nuştuk. Konuşmamõzõn başõnda sözlerinin tamamõyla kişisel olduğunu, geçmişte ve bugün çalõştõğõ ku- ruluşlarõn hiçbirinin görüşlerini yansõtmadõğõnõ vur- guluyor. Mkrtçyan “Protokolün müzakere süre- cinde her iki taraftan da hiçbir önkoşul masaya getirilmedi. Hele Karabağ telaffuz bile edilme- di” diyor. Ardõndan da ekliyor: “Hiçbir Ermeni li- der Karabağ’ı geri vermeye teşebbüs dahi ede- mez. Ederse gider. Türkler de bunu biliyor.” - Türkiye’nin bir Ermenistan açılımı başladı. An- cak geçtiğimiz ay hem Türkiye’nin hem de Er- menistan’ın çok ciddi kırmızı çizgileri olduğu or- taya çıktı. Bu durumda Türkiye’yle Ermenistan ara- sındaki sorunlar nasıl çözülebilir ve açılım hede- fi yakalanabilir? TİGRAN MKRTÇYAN - Aslõnda Zürih’te im- zalanan tarihi bir anlaşma. - İyi de gördüğümüz fotoğraf bunu yansıtmıyor. İki Dışişleri Bakanı’nın arkasında MİNSK Gru- bu neredeyse protokolün imzalanmasını dikte eder gibi duruyorlar... - Ben dikte kavramõna katõlmõyorum. Destek di- yebilirsiniz. Ayrõca sadece MİNSK Grubu da değildi. Orada Solana, İsviçre ve Slovenya Dõşişleri bakanlarõ vardõ. Dolayõsõyla orada bir Avrupa-Amerikan ve Rus platformu vardõ. Türk Dõşişleri Bakanõ törende ko- nuşma yapõp Karabağ ismini telaffuz etseydi Er- menistan tarafõ protokolü imzalamamaya hazõrdõ. Kõrmõzõ çizgilere gelince... Ermenistan tarafõndan baktõğõmõz zaman protokol her iki tarafa da bir uz- laşma için pek çok imkân tanõyor. Bildiğim kada- rõyla hiçbir önkoşul yok. Ayrõca protokolün imza- lanmasõndan önce yürütülen müzakerelerde görü- şülmeyen hiçbir konunun protokole alõnmadõğõnõ bi- liyorum. İki taraf da epeyce bir uzlaşmaya girmiş gö- rünüyor. Örneğin bugünkü sõnõrlarõn tanõnmasõ, iki tarafõn tarihçilerinden oluşan bir alt komisyon ku- rulmasõ, karşõlõklõ olarak uluslararasõ ilkelerin kabul edilmesi gibi... Ayrõca ben bu alt komisyonun Er- meni soykõrõmõnõn gerçekliğini araştõracağõnõ da dü- şünmüyorum. Konu bu biçimde ortaya çõkarsa hiç- bir Ermeninin bu alt komisyonda yer almak iste- meyeceğini düşünüyorum. Akademik tarafsõzlõğõn tanõmõnõ yapmak hükü- metlerin kurduğu bir alt komisyona kalmamõştõr. Tabii ki arşiv malzemeleri incelenip bunlarõn ger- çekliğinin saptanmasõ, bütün Osmanlõ arşivlerinin de açõlmasõ dahil dönemin bütün nüanslarõ mercek altõna alõnabilir. Ama bunu başlatmak bile Türklük’e hakaret kabul edilebilir. O nedenle Türkiye önce TCK’yi 301. maddeyi değiştirmeli ve AB İlerleme Raporu’nda yer alan öbür yasal düzenlemeleri yap- malõdõr. Bunlara ek olarak Ermenistan, Ermeni soy- kõrõmõnõn uluslararasõ alanda tanõnmasõ ve kõnan- masõnõ destekleyecektir. Ama anladõğõm kadarõyla esas konu bunu Türki- ye’nin tanõmasõdõr. Dolayõsõyla birileri imzalanan pro- tokolleri Ermeni soykõrõmõnõn uluslararasõ çapta ta- nõnmasõnõn altõna bomba koymak için kullanmak is- tiyorsa bu tamamõyla bir algõ hatasõ olacaktõr. Bu ko- nunun dünyanõn neresinde olursa olsun tanõnmasõ bü- tün Ermeni liderler ve her bir Ermeni tarafõndan memnunlukla karşõlanacaktõr. Ben belgede kõrmõzõ çizgi görmedim. Sadece be- yaz kâğõt üzerine yazõlmõş siyah harfler var. Kõrmõzõ çizgi varsa bile bunlar protokolün dõşõnda kalmõş. Tabii ki Ermenistan’da hem içteki kimi çevreler hem de diyasporadaki kimi çevreler ciddi baskõlar uy- guladõ. Ama Ermenistan hükümeti bu protokolü onaylamakla şimdiden kõrmõzõ çizgileri aşmõş oldu. Muhalefet hükümetin bunu yapmasõnõ “Ermenis- tan’ın kapitülasyon”u olarak tanõmladõ. “Bu şekilde Batı Ermenis- tan’ı düşlememize izin veren tarihsel hakkı- mızdan bile ödün ver- dik” diyorlar. - Yani Ermenistan’da hatta diyasporada kimi- lerinin hâlâ Türkiye’nin Doğu Anadolu toprak- ları üzerinde emelleri mi var? - Herkesin emelleri vardõr. Örneğin Japon- ya’da kimileri hâlâ İkin- ci Dünya Savaşõ’nda Sovyetler Birliği’ne kap- tõrdõklarõ topraklarõ üze- rinde emel beslemiyor mu? Besliyor. Ama bu artõk imkânsõz. Suri- ye’nin de Türkiye’nin güney bölgesinde top- rak talepleri var. Ama bu, iki ülkenin normal ikili ilişkilerini engellemiyor. Öte yandan Ermenistan devletinin hiçbir zaman Türkiye üzerinde toprak talebi olmamõştõr. Bence Ermenistan hükümeti, Türkiye’nin sõnõrlarõnõ onaylayarak önemli bir adõm attõ. Böylece önem- li bir uzlaşõya da imza at- mõş oldu. Bu konu Er- menistan içinde ve di- yosporada şiddetli tar- tõşmalara yol açtõ. Öte yandan protokol öncesi sürdürülen müzakereler sõrasõnda, bütün süreç boyunca hiçbir Türk siyasetçisi ya da diplomatõn Karabağ konusunu ağõzlarõna al- madõklarõnõ biliyorum. - İyi de Başbakan Erdoğan Karabağ sorunu hal- lolmadan sınırları açmayacaklarını söyledikleri- ni açıklamadı mı? Bu nasıl iş? - Kamuoyuna hitap ederken Erdoğan hep Kara- bağ diyor. Ama proto- kolün müzakeresi sü- recinde, tekrar ediyo- rum, hiçbir diplomat ya da Türk yetkili, Ka- rabağ konusunu ağzõna almadõ. Karabağ telaf- fuz edilmiş olsaydõ pro- tokol imzalanamazdõ. Ermenistan tarafõ bu konuda baştan beri çok net bir tutum izledi. “Sadece Karabağ de- ğil, hiçbir önkoşul ta- rafımızdan kabul edi- lemez” ifadesi kulla- nõldõ. Karabağ bir koşul olsaydõ protokolde ya- zõlmõş olacaktõ. - Sizce Türk tarafı neden Karabağ konu- sunun müzakere kap- samına alındığı izle- nimi vermek istedi? - Türkiye sõnõrõ 1993’te Karabağ soru- nu nedeniyle kapatõl- mõştõ. Ermenistan ba- ğõmsõzlõğõnõ ilan etti- ğinde, bağõmsõzlõk bil- dirgesinde Batõ Erme- nistan sözcüklerinin yer almasõ, Türkiye’de Er- menistan’õn Kars Ant- laşmasõ’nõ tanõmayaca- ğõ, diyasporanõn soykõ- rõm konusundaki õsrar- larõ, kaygõlar uyandõrdõ. Yine de temaslar sürü- yordu. Ama 1993’te her şey bitti. Sõnõrõ ka- pattõ ve Karabağ Tür- kiye için gündemin birinci maddesine oturdu. Ba- ğõmsõzlõk bildirgesi hiçbir şekilde değiştirilemez niteliktedir. Ayrõca bunda Batõ Ermenistan’da soykõrõmõn yapõldõğõ ibaresinin yer almasõ da Er- menistan’õn Türkiye’den toprak talep ettiği anla- mõna gelmez. Batõ Ermenistan ve Büyük Erme- nistan deyimleri Türkleri rahatsõz etmemeli. Çün- kü Ermeniler o topraklarda üç bin yõl yaşadõlar. Bugün Ermenistan’la Türkiye arasõnda diploma- tik ilişki olmamasõnõn tek nedeni Karabağ sorunu de- ğil. Şimdi protokol sõnõr ve öbür sorunlara çözüm getirmiş görünüyor. Türk yetkililerin Karabağ’õn gö- rüşüldüğünü ihsas etmelerinin nedeni, Karabağ’õn 1993’ten beri sürecin önemli bir parçasõ oluşudur. Geçmiş hükümetler de aynõ şeyi yapmõşlardõ. Her seferinde Karabağ’dan söz etmek zorunluluğunu his- sediyorlar. Ama ben de diyorum ki müzakere süreci boyunca hiç kimse ağzõna Karabağ konusunu al- mamõştõr. Karabağ bir kere bile konu edilseydi Er- menistan tarafõ süreçten hemen çekilecekti. Bundan adõm gibi eminim. - Yalnız şu ya da bu şekilde günün birinde Ka- rabağ sorunu ele alınacak. O zaman ne olur? - Günün birinde protokolün TBMM’de onaylan- masõ için Karabağ önkoşul olursa Ermenistan bu- nu kabul edemez. Ermenistan süreçten anõnda çe- kilir. Protokol sürecinde çalõşan taraflar hiçbir ön- koşul olmadõğõnõn altõnõ çizdiler. Hiçbir önkoşul ol- mamasõ Karabağ’õn da önkoşul olmadõğõ anlamõna geliyor. Türkler Karabağ sürecinde olumlu bir rol oynamak, önde gelen bir aktör olmak istiyorlarsa Ka- rabağ sorununda taraf tutmak yerine en azõndan ta- rafsõz bir aktör olmayõ denemeliler. Sizin muhalefet Karabağ hallolmadan bu iş olmaz diyor. Erdoğan da Karabağ’õ çok sõk telaffuz etti. Gül daha dikkatli davrandõ. - İyi de her ikisi de Azerbaycan Cumhurbaşka- nı Aliyev’i Karabağ hallolmadan protokolün Tür- kiye’de onaylanmayacağı ve sınırların açılama- yacağı konusunda güvence vermediler mi? - O zaman da ilişkiler normalleşemez. Hiçbir ye- re varõlamaz. Bir kere Karabağ Ermenistan’la Azer- baycan arasõndaki bir sorun. Bir de bu sorunda Ka- rabağlõlar taraf. Karabağ bir kendi kaderini tayin et- me (self determination) konusudur. Ermenistan’õn Karabağ konusunda bir şeyler yapmasõnõ söylemek, sürecin dibine bomba koymak anlamõna gelir. Azerbaycan işgal altõndaki topraklar ve Karabağ geri verilsin, Karabağ’a da yüksek özerklik tanõ- yalõm, diyor. Bu olamaz. Erdoğan, “Karabağ da- hil bütün Azeri toprakları geri verilsin. Sınırları açalım” diyor. Bu, konuyu hiç anlamamõş olmak demektir. Karabağ’õn güvenliğine karşõlõk sõnõrõn açõlmasõ kabul edilemez. Hiçbir Ermeni lider bu- nu göze alamaz. Hangi Ermeni lider böyle bir şe- ye teşebbüs ederse gider. Türkler de bunu biliyor. Uluslararasõ ilişkiler uzmanõ olan ve Cumhurbaşkanõ Serj Sarkisyan’a yakõnlõğõyla da tanõnan Tigran Mkrtçyan’la, AKP hükümetinin Ermenistan açõlõmõnõ ve imzalanan protokolü konuştuk ‘Karabağ’õn adõ bile geçmedi’ TERÖR VE TOPLUM / MEHMET FARAÇ mfarac@cumhuriyet.com.tr - www.mehmetfarac.com MARDİN - Sessizliğin içinde kimsesiz bir can yok oluşa doğru nasıl yürüdüyse, o da öyle yürüdü işte!.. Umutlarını ranzaların üzerinde bırakmış, nazlarını ise baş koyduğu yastığa terk ederek uyanmıştı uykudan!.. Son kelamını oda arkadaşlarına seslendirecekti ki, vazgeçti... Yorgun başında mahalle baskısı, kırgın kalbinde kelepçesi vardı!.. Gecenin bir yarısında, soğuk koridorları aşarken düşünceliydi... Var olmaktan kopmuş bir yüreğin son vuruşlarında korunmasız kalmıştı!.. Kanat çırpmayı öğrenen güvercinler misali; yaşamakla ölmek arasında terk ettiği benliğini bir o yana bir bu yana savurdu... Savurdu ya!.. Ne çare ki duyan olmadı... Anlamıştı ki yolun sonundaydı... Ve o karanlık güzergâhın hancısı da son yolcusu da kendisiydi artık!.. Boynunu bükerek yürüdü, kalmakla gitmek arasında bocalayan ayaklarıyla!.. Oysa, ne çare vardı derman olacak derde, ne nefes vardı takatsiz kalan yürekte!.. Sarı güller gibi solgun yapraklar açmıştı sanki kadifemsi teninde... Hücrelerine sinmiş mağduriyetinde, sahipsizliğin ezeli acıları vardı!.. Ya kimsesiz kalmış mahçup gamzelerine ne demeliydi?.. Belliydi ki, o bedende kalan tek şey candı ve o da az sonra terk edip gidecekti!.. Gelecek düşleri, dirsek çürüttüğü kitaplar karşısında yenilgiye uğramıştı ya, en çok ona yanardı!.. Hani okuyacaktı?.. Hani ışık tutacaktı pas tutmuş zifiriye?.. Hani aydınlatacaktı geri kalmışlığın kör karanlığını!.. Bitik derlerdi ya hani, işte öyleydi!.. Dağılmış saçlarında gizlenmiş hüznü, morarmış gözaltında terk edilmişliğin kapkara imzaları vardı... Onun için yaşamak, kontrolden çıkmış bir pervasızlıktı artık... O pervasızlık ki, törenin idam mangası önünde gözü açık gidilen ölümlerin sahibi değil miydi?.. Artık bir can yoktu ortada; gül ve bahar tadında!.. Taşlaşmış törelere feda edilecekti bir can, Gülbahar adında!.. Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü 2’nci sınıf öğrencisi Gülbahar Taş, 5 gün önce Eskişehir’de kaldığı yurdun tuvaletinde, kalorifer borusuna asılmış olarak bulundu!.. Mardin’in Nusaybin ilçesinde dünyaya gelen 20 yaşındaki Gülbahar, öğretmen olma uğruna Eskişehir’deydi... Cehaletin, yaşamın cenderesine attığı kızlar için okuyacaktı!.. Feodalitenin, çağın gerisine yuvarladığı kadınlar için öğretmen olacaktı!.. Oysa intihar etmeden 15 gün önce, törenin değişmeyen yasası yüzüne okunduğunda; mektebin cehalet karşısında nasıl da mazlumluğun yıkıntılarına dönüşebileceğini görmüştü!.. Depresyona girmişti bu yüzden... O yok oluşa doğru hızla sürüklenirken töre geri adım atmamıştı... Amcasının oğluyla evlendirilecekti Gülbahar... Biliyordu ki, Doğu’da bir kız için, “önünde amcasının oğlu var” denildi miydi akan sular dururdu!.. Annesi bu kara haberi verdiğinde artık eski Gülbahar’dan eser yoktu!.. Yaşama küsmüş, çökmüş ve içine kapanmış; geleceğe kanat çırpan kuşların yorgunluğuyla yüreğinden vurulmuştu!.. Eskişehir’deki bir öğrenci yurdunun tuvaletinde bulunan ceset, salt çağdışı geleneklere isyan eden Mardinli Gülbahar’ın cansız bedeni değildi!.. Şu kesindi ki, törenin fosilleşmiş kuralları ve feodalitenin mumyaları da bulunmuştu o soğuk mekânın demirden askılarında!.. Peki, bu dünyada fosiller ve mumyalar yaşarken fidanlar niye ölüyordu?.. Bir bilsem!.. Gül... Bahar… Taş!.. BİLİM ve SİYASET ORHAN BURSALI Savcılık Ne Yapmalıydı? Diyelim ki gerçekten ordu içinden bir “subay/casus”, “posta” yoluyla Ergenekon savcılarına bir “mektup” gönderdi ve ihbarlarda bulundu... Savcılar “posta”yı aldılar, büyük bir sürprizle karşılaştılar. Arayıp da bulamadıkları bir şey! Tanrı 7 kat gökyüzünden imdatlarına yetişiyor, gibi! Mektubu alınca yapmaları gereken ilk işlerden biri, ihbarcıyı araştırıp bulmak ve yazdıkları üzerine daha derin bir sorgulama yapmak. Bu kadar ciddi bir olayı ortaya çıkarmanın esas yolu budur. Şüphesiz, aynı zamanda mektupta ileri sürülen savlar üzerinde de araştırmanızı sürdürürsünüz. Ama öncelikle hukuki olarak mektubu yazan, olayın kilit noktasını oluşturuyordur. Zaten hukuki olarak da, iddia sahibinin ortaya çıkması önemli. Yargıcın karşısına “tanık” olarak “mektubu” çıkartamazsınız! “Mektup” mahkemede ne ifade verebilir, ne de sorulacak sorulara yanıt! İhbarcı zaten diyor ki; çağırırsanız gelirim. O halde savcılar neden ihbarcının peşine düşmüyorlar da sadece iddiaları araştırıyorlar? Bu iddialardan son aşamada hukuki pek de bir şey çıkmayacağı açıkken! Üstelik imzanın ıslak mı kuru mu olduğu ve bunun hukuki değeri tartışılırken? Bazı siyasi ellerin oluşturduğu özel Adli Tıp imza inceleme kurulundan bir yetkili bile, “İmza Çiçek’e ait olabilir, bu mahkemenin yetkisine bırakılmıştır” derken? Savcılık, eğer hukuki olarak kanıta dayalı bir savla mahkemenin karşısına çıkacaksa, o halde ayakları sağlam yere basmalı. Öyle değil mi? Bu sağlam durmanın önkoşullarından biri ise ihbarcıyı tanık olarak sorgulaması ve dosyaya eklemesidir. Ama ortada ihbarcı/casus yok. Öyle birisi var mı, bilmiyoruz! Bu mektubun gerçekten Genelkurmay’da ilgili dairede görevli biri tarafından yazılmış olması gerekir, iddiasının ilk adımda ciddiye alınması için. Bunu nereden bileceğiz? Eğer böyle biri yoksa, bir kurgu- kişilikse, yaptığı ihbarın da bir anlamı yoktur. Bunu nasıl anlayacağız? İlk aşamada, ihbar mektubunda adı geçenlerin ifadeleri, en azından, savcılık için epey zor bir durum yaratmıştır! Ama savcılık sansasyon yaratmak peşindedir. Savcılık, ihbarcının varlığı/kişiliği ile ilgilenmiyorsa eğer, bu “Islak İmza”lı mektubu ortaya çıkarmanın ve içindeki iddiaların peşine düşmenin tek bir anlamı olabilir: Yoğun ve entegre bir propaganda faaliyetiyle Genelkurmay’ı son bir darbe ile çökertmek! Ve Genelkurmay’a ve ordu komutanlıklarına atamalarda ipleri ele geçirmek! Bu gerçekleştirilebilir, siyasi atamalar devreye sokulabilirse, ordu tamamen tepeden bitirilmiş olacaktır... (Bütün hedef budur! Süreci hâlâ anlamayanlara, izleyemeyenlere, AKP demokrasisi aşkına kapılanlara duyurulur.) Tıpkı adamlarını YÖK’ün başına getirterek üniversiteleri bitirme planını uygulamaya koydukları gibi! Ve ıslak imzalı mektubun zamanlaması ile de bir taşla iki kuş vuruyorlar: Ekonomi ve siyaset politikalarıyla zor bir durumda olan iktidarlarına destek çıkmak, konuyu “Vay bak bizi darbelerle düşürmek istiyorlar!” noktasına getirerek mağduru oynamak! Bu iktidarı kendi yaptıkları işlerin çökerteceğini, çökertme sürecinin işlediğini görmemek için ne olmak gerekir? Ya, darbe planları vb. gibi girişimlerin, ancak bu iktidarın dirilmesine hizmet edebileceğini görmemek için? Düşünüyorum; iktidar ve cemaatçi ortakları ile arkalarındaki destekleyici büyük güçler, bu gidişatı durdurmak için, acaba kendi kendilerine “darbe planları” düzenleyerek, mektuplar falan yazarak, hem kendi iktidarlarına hem de “Ergenekon davalarına” hayat şırıngası ediyor olmasınlar?! Bence durum öyle gösteriyor! ‘DİYASPORANIN TEPKİSİ ÇOK SERT OLDU’ - Ermeni diyosporası içinde bir kesimin Tür- kiye’nin Ermenistan açılımı düşüncesiyle nere- deyse barıştığı ama başka bir kesimin de katı tu- tumunu hâlâ sürdürdüğünü biliyoruz. Bu arada sözde Ermeni soykırımı konusu da diyasporada ciddi bir ekonomik sektör oluşturdu. Diyaspora bu sektörden nasıl vazgeçebilir? - Bakõn, diyaspora soykõrõmõn bir sonucudur. Ne- deni değil... Diyasporada yaşayanlar ninelerinden dedelerinden dinledikleri öykülerle büyüdüler. Soykõrõm, diyasporanõn ana kimliğini oluşturdu. Ermenistan tarafõ protokolü imzalayõnca diyas- pora, “Bunu yapmadan önce bütün Ermeni mil- letine danışılması gerekirdi. Çünkü Türki- ye’yle Ermenistan’ı ilgilendiren her konu di- yasporayı da ilgilendirir. Ermenistan hükümeti Türkiye’nin sınırlarını ve toprak bütünlüğünü tanımadan önce diyasporayı da hesaba katma- lıydı” diye tepki gösterdi. Ama dediğiniz gibi diyasporada herkes böyle dü- şünmüyor. Kimileri de, “Biz Ermenistan hükü- metinin yaptığına güveniyoruz. Türkiye’yle ilişkileri ön koşul olmadan normalleştirme yo- luna girmesi kararında Ermenistan Hüküme- ti’ni destekliyoruz” diyor. En eski ve en büyük di- yaspora örgütü olan AGBU (Armenian General Be- nevolent Uninon), Armenian Assembly of Ame- rica ve Ermeni kiliseleri ve başka bazõ örgütler or- tak bir açõklama yaparak Ermenistan hükümetinin tutumunu desteklediler. ‘Toprak tazminatı gerektirmeyecek ama...’ Armenian National Committee ve Taşnaklar ise bunu desteklemeyeceklerini açõkladõlar. Gerekçe- leri de şu: Ermenistan hükümetinin bu yaptõğõyla Batõ Ermenistan kurulmasõ hayali kaybolmuştur. Diplomatik ilişki kurulurken sõnõrlarõn tanõnmasõ gi- bi diplomatik bir teamül yoktur. Bu şekilde Türkiye gelecekte Ermenistan tarafõndan gelmesi muhtemel 1915 olaylarõndan sorumlu olduğu suçlamasõnõ sa- vuşturmuştur. Türkiye’nin soykõrõmõ tanõmasõ uluslararasõ hu- kuka göre toprak tazminatõ gerektirmeyecek ama başka tür tazminatlarõ gündeme getirecektir. Ama bu durum sadece Türkiye’nin hiçbir baskõ altõnda kalmadan soykõrõmõ tanõmasõ ve soykõrõm kur- banlarõnõn torunlarõna tazminat ödemek için ulus- lararasõ bir mahkemeye başvurmasõ durumunda gündeme gelebilir. Benim için soykõrõmõn Türki- ye tarafõndan tanõnmasõ, kõnanmasõ ve özür dilen- mesi çok önemli bir manevi konudur ve Türk de- mokrasisinin olgunlaştõğõnõn da gerçek belirtisi ola- caktõr. - İyi de Türkiye sözde soykırımı neden kabul et- sin ki? Bunun ardından yasal tazminat talepleri gelmez mi? - Hiç öyle değil. Yasal olarak Ermenilerin Batõ Ermenistan üzerinde hiçbir hak iddialarõ olamaz. Dolayõsõyla Ermenistan hükümeti, Türkiye’nin sõnõrlarõnõ tanõmakla gayet pragmatik davranmõş- tõr. Ermenistan’da ve diyasporada pek çok kişi için bu protokoller Batõ Ermenistan düşü kurma, tari- hi Ermenistan’a sahip çõkma, tazminat hakkõ ve Er- meni davasõnõ öldürmektedir. Ama bu protokoller üçüncü bir ülkede yaşayan hiçbir Ermeniyi kişisel olarak adalete başvurma- sõna engel olamaz. Türk hükümeti liderleri diyas- poranõn Ermenistan’õn içişlerine karõşmamasõ ge- rektiğini söylüyorlar. Bu yanlõş. Ermeni milleti so- nuçta bir bütün. Hem Ermenistan içinde hem de diyasporada bu sözler çok tepkiyle karşõlandõ. Üstelik Türk Cum- hurbaşkanõ ve Başbakanõ’nõn Ermenileri iki kam- pa ayõrmaya çalõştõklarõ düşüncesi de yaygõn. Ta- bii bu da doğru değil. Y ükseköğrenimini İngiltere’de Cam- bridge Üniversitesi Uluslararasõ İlişkiler Bölümü’nde bitirdi. Er- menistan Parlamentosu Başkanlõğõ’nda dõşişleri danõşmanlõğõ yaptõ. Armenian In- ternational Policiy Research Group’un (Ermenistan Uluslararasõ Politikalarõ Araştõrma Grubu) Ermenistan’daki yü- rütme kurulu başkanlõğõ görevinde bu- lundu. European Stability Initiative (Av- rupa İstikrar Girişimi) adlõ düşünce ku- ruluşunun Ermenistan’daki analisti ola- rak çalõşõyor. Bütün bu görevleri nede- niyle Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesi çalõşmalarõna fiilen ka- tõldõ. Kafkasya bölgesinin güvenliği, Tür- kiye-Ermenistan ilişkileri ve Güney Kaf- kasya’da ve Dağlõk Karabağ’da demok- ratikleşme konulu makaleleri var. T İ G R A N M K R T Ç Y A N CHP lideri Deniz Baykal geçen hafta yaptığı bir konuşmada, AKP’nin borazanına dönüşen TRT’yi boykot edeceklerini açıkladı... Bu TRT, anımsarsınız Tuncay Güney denilen ajanın sınır ötesinden CHP’ye kin kusmasına canlı yayında çanak tutmuştu... Ancak son haftalardaki tavrından anlaşılıyor ki TRT, adında “Cumhuriyet” geçen her kuruma cephe almıştır!.. Günlerdir izliyorum; sabah gazeteleri okuyan spikerler AKP yağcısı matbuatın ikiyüzlülük kokan başlıklarını gösterirken, Cumhuriyet’e sürekli sansür uyguluyor!.. TRT, haftalardır Cumhuriyet’in birinci sayfasını izleyicisine göstermiyor! Spikerler üçüncü sayfadaki sıradan bir şehir haberini okuyup Cumhuriyet’i geçiştiriyor... Hem CHP’ye hem Cumhuriyet’e yönelik uygulamaları da gösteriyor ki, devletin televizyonu, “Özal’ın yalanlarını okumaktan bıktım” deyip istifa eden Mesut Mertcan gibi spikerlerden, güneşi balçıkla sıvayacağını sanan mikrofon taşeronu bir yönetimin eline geçmiştir!.. Peki ben ne mi yaptım?.. Demokratik hakkımı kullanıp TRT’yi kumandamdan sildim!.. Anlaşılıyor ki “Kürt açılımı” adı altında hazırlanan PKK’nin siyasallaştırılması planı çöktü. Siyasal rant uğruna hazırlanan planın Türkler ve Kürtler arasında bir kardeş kavgasına yol açacağı anlaşılınca AKP geri çekildi. AKP’liler “PKK’liler gelmesin” diyor. PKK ise artık Türkiye’ye “Barış grubu” adı altında militan gönderilmeyeceğini söylüyor. Peki neden?.. İktidar partisinin geri çekilmesinde şüphesiz hem toplumda oluşan infialin hem de AKP’nin oylarındaki hızlı düşüşün payı var. PKK’ye göre ise hükümet Kürt siyasetini bitirmek istiyor!.. Oysa İmralı Adası’ndaki 6 metrekarelik hücresinden PKK’yi yöneten Abdullah Öcalan, planın çöküş gerekçelerini kendi penceresinden çok ilginç biçimde anlatmış. Bakın; politika, sosyoloji, ekonomi, psikoloji, devletler hukuku ve uluslararası ilişkiler konusunda her hafta avukatları aracılığıyla konferanslar veren Öcalan, açılımın suya düşmesini anlatırken hangi yönteme başvurmuş: “Erdoğan da geçmişte futbol oynamıştı, futbolu iyi bilir. Futbolda oyunun kuralları önceden bellidir, oyunun ortasında kurallar değiştirilmez, değiştirilirse kural ihlali olur. Kürtler oyunda kural ihlali yapmıyor ama Erdoğan oyunun ortasında kendisi üç kural ihlali yapıyor. Bir yandan savunmada oynayacağım diyor, işte bunu tek devlet, tek millet, tek bayrak deyip yapıyor, sözde kaleyi savunuyor. Bu birinci kural ihlali... Oyun başlamışken bu sefer orta sahada oynayacağım diyor. İkinci kural ihlalini yapıyor. Yine aynı oyunda bu sefer ben ileride oynayacağım, gol atacağım diyor. Bu da üçüncü kural ihlalidir. Oyun böyle oynanmaz. İşte bu açılımla ileride oynayarak Kürtlere gol atmaya çalışıyor. Ama Kürtler bu gölü yemez.” Bekaa Vadisi’ndeki futbol maçlarıyla da anımsanan Öcalan, çok önemli bir gerçeği gözden kaçırıyor; açılım planı kural ihlalinden fiyaskoya dönüşmedi... Tam aksine türbinler ayağa kalktı ve maç o yüzden bitti!.. Dar Alanda Futbol!.. Sansür!.. obursali@cumhuriyet.com.tr
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear