24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B GÖRÜŞ AHMET TAN Adaletin Terazisi Siyaset! “Hukukta doğru yanıtı almak, çoğu kez sorunun doğru sorulmasına bağlıdır.” Bu, sorgulama hukukuyla ilgili Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin bir yorumudur. Elbette doğru soru sormak için, gerçeğe giden unsurları baştan iyi belirlemek ve bunları hakça en iyi biçimde formüle etmek gerekir. Ama asıl önemli olan, soru soranın üstün bir hak ve adalet duygusuna sahip olmasıdır. Hukuksal bilgi, birikim ve deneyim daha sonra gelir. Anglosakson hukukunda sanığa sorulması yasak olan sorular vardır. “Karınızı hâlâ dövüyor musunuz?” gibi bir soru iyi niyetten uzak bir sorudur. Çünkü tuzak içerir. Çünkü “Hayır dövmüyorum!” deseniz bile, “demek ki daha önce dövüyordunuz!” anlamı taşır. Soruyu soranın hak ve adalet duygusundan uzak olduğu baştan varsayılır ve sanığa bu türden sorular sorulmasına izin verilmez. Hukukta soruyu doğru sormak, en sağlıklı yanıtı almak için ne kadar geçerli ise siyasette de o kadar geçerlidir. Siyaset zaten en doğru soruları sorup en yerinde yanıtları verme ve buna göre çözümler üretme etkinliğidir. Siyasette soru sormak, elbette sözün ötesine geçmeyi, gereksinmeleri belirlemeyi, dahası onaylatmayı da içerir. Yanıt vermek ise bu gereksinmelerin karşılanıp karşılanamayacağına dair tavırdır. Yani siyasette soru da, yanıt da bir eylem, bir edimdir. Bu anlayışın dışında üretilen sorular da, yanıtlar da halkın gözünü boyamaktan başka anlama gelmez. Uzun bir süredir siyasetin hukukla, daha da beteri hukukun siyasetle çatıştığı günler yaşıyoruz. Bu çatışmadan hukukun da siyasetin de yara almadan çıkması mümkün değil. Çünkü görüntüde de olsa sorular doğru sorulamadığından; doğru yanıtı bulma olanağı da, olasılığı da giderek yok oluyor. Görüntüde mi, özde mi olduğu belli olmayan bir çatışma sürüp gidiyor. Ortaya atılan sorular gerçeğe ulaşmak için değil de, haklı görünmek ve hasımları ezmek uğruna yapılıyor… Bu nedenle durum daha da içinden çıkılmaz hale geliyor. Bu süreçte soru sorma becerisiyle, bu sorulardan başarıyla sıyrılma yeteneğinin asla aynı terazide tartılmaması gerekiyor. Dikenli sorular sormak, soran tarafa elbette şeytani bir üstünlük sağlıyor. Ki “Açılımcıların” haftalardır yaptığı da budur: “Sen akan kanın durmasını istemiyor musun?” diyenlere en doğru yanıtı yine Süleyman Demirel vermiştir: - Kardeşim, sen açıkça vicdansız mısın, diye soruyorsun! Böyle soru olur mu? Başbakan başta, soru soran sorana… Sorular sözde adalet adına, adalet için soruluyor. Ama soru sorarak adalet delik deşik ediliyor.. Adalet yanıtlarla değil, doğru sorulmuş hakça sorulmuş sorularla tecelli edecektir. MERİÇ VELİDEDEOĞLU Bugün, 13 Kasım Cuma; 91 yıl önce ise 13 Kasım Çarşamba gününe denk gelir. Kasım ayının bu tarihleri, güz mevsiminin son sıcak günleridir. Ama 91 yıl önceki bu çarşamba günü, hava çok soğuk ve pusludur iç karartırcasına. Sabah gün başlarken Adana’dan gelen bir tren, son durak Haydarpaşa’ya yolcularını bırakır. İçlerindeki iki yolcu çok düşünceli ve kaygılıdır. Bu suskun iki yolcudan biri Mustafa Kemal Paşa, öteki de yaveri Cevad Abbas’tır (Gürer). Ne var ki, Haydarpaşa rıhtımından görecekleri, onları daha da kaygılandırıp üzecektir. Çünkü, “Mondros Ateşkes Antlaşması”na dayanarak, İtilaf Devletleri’nin “55” parçadan oluşan savaş filosu, “Haydarpaşa önlerinden Kız Kulesi’ni sıyırarak Boğaz’a giriyorlardır bir geçit töreni düzeniyle” (1). Deniz ulaşımı tümden durmuştur. Kısacası Mustafa Kemal ve Cevad Abbas, rıhtımda bunları izlemek zorunda kalırlar. Sonunda bir istimbotla, Haydarpaşa’dan Sirkeci’ye doğru yol alacaklar ve yine zorunlu olarak bu gemilerin, Cevad Abbas’ın dediği gibi: “Çelik ormanın içinden” (2) geçmeleri gerekecektir. İşte tam bu sırada Atatürk o ünlü tümcesini söyler: “Geldikleri Gibi Giderler!” Bilindiği ve tarihin de yazdığı gibi, Atatürk’ün önderliğinde Türk ulusu bu “Öngörü”yü kesinleştirecektir. Ne ki, Atatürk’ün “giderler” vurgulaması, yalnızca dönemin “emperyalist” güçlerini ve onların “maşa”sı olan Yunanistan’ı kapsamaz. Osmanlı Hükümeti için de geçerlidir. Çünkü bu hükümet, dış güçlerin özellikle 1920’lerin “ABD”si olan “İngiltere”nin “icazet”iyle kurulmuştur. Böyle “icazet”li hükümetin, “icazetli başbakanları” da “güdümcü” İngiltere’nin ve Batı’nın buyruğu doğrultusunda “hükümeti”, “meclisi” yönetip yönlendirirler. Örneğin; bu “icazet”li başbakanlar, güdümcülerin isteğiyle Türkiye’yi özgür yönetimleri olan; dahası bağımsızlıklarını her an onaylayabilecek “il meclisleri” bulunan birimlere, eyaletlere ayrılmasını sağlayan bir “AÇILIM”ı, ulusal meclislerine getirip kabul ettirebilirler. Dolayısıyla işgalci güçlerle birlikte bu “icazetli” Osmanlı Başbakanı da, hükümeti de, Mustafa Kemal’in “giderler” vurgulaması kapsamı içindedir. İşte Atatürk’ün, 1918 yılının “13 Kasım”ındaki bu söylemi, 91 yıl sonra bugün, Prof. Dr. Necla Arat’ın “Geldikleri Gibi Giderler” adlı yapıtıyla yine “gündem”dedir. Prof. Dr. N. Arat’ın, yedi yıldır Türkiye’yi yöneten AKP iktidarının “ABD” icazetli R. T. Erdoğan başbakanlığındaki oluşumunu ve “laik” Türkiye Cumhuriyeti’nin “kuruluş” felsefesine “ters” düşen “icraat”ını, bu nedenle oluşan ulusal kayıplarımızı ele almaktadır bu kitabında. Bir düşünür (felsefeci), bir toplumbilimci, bir üniversite hocası olarak; iki yıldır da, 23. dönem TBMM’de, CHP’nin İstanbul Milletvekili görevinin getirdiği siyasetçi kimliğiyle bu “icazetli hükümet” için “Geldikleri Gibi Giderler” diyor, yaşamı boyunca yolunu izlediği Atatürk’ün söylemiyle. Böylece ülkeyi yönetenleri uyarıyor. Toplumu da, ABD Başkanı Bush’tan icazetli Başbakan R. T. Erdoğan’ın, insanların üzerine “ölü toprağı” boca eden “hazmettire hazmettire” yöntemine karşı uyarıyor. Yedi yıllık iktidarı süresince icazetli Erdoğan’ın başta “Devrim Yasaları”nı çiğnemek; eğitimi dinsel bir “tarikat”a, F. Gülen’in tapınıcılarına (müritlerine) devretmek, Türkiye’yi pazarlamak gibi olup bitenleri unutturan bu “sindirme” yöntemine karşı: “Dur! Demeye var mısınız?” diye soruyor. “Cumhuriyet Mitingleri”nin ikincisi olan görkemli Çağlayan buluşmasında yaptığı tarihsel açılış konuşmasıyla, toplumun belleğini tazeliyor, oluşturuyor; bütün gücüyle: “Ve biz Mustafa Kemal’e ‘Devrimlerinin sahibi ve koruyucusuyuz’ demek için burdayız!” diye sesleniyor. Değerli dostum, dava arkadaşım Prof. Dr. Necla Arat’ın, kalemiyle toplumu aydınlatmayı sürdürmesini ve imrenilecek “eylemsel” savaşım (mücadele) gücüyle de yeniden “yürek”lendirmesini diliyorum. (*) Necla Arat, “Geldikleri Gibi Giderler”, Cumhuriyet Kitapları, 2009. (1) Alev Coşkun, “6 Ay”, Cumhuriyet Kitapları, 2008. (2) Turgut Gürer (Der), “Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer”, Gürer Yayın. Geldikleri Gibi Giderler! m.velidedeoglu@hotmail.com KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com 13 KASIM 2009 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 AKP Meclis’te niye kavga çıkardı: Milli birliği sağlamak için! Sıfır Ertan Somunkıran: “Komşularla sıfır sorun diyerek, devleti sıfırlıyorlar!” Adli Tıp Tarık Emre: “Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların analizini Adli Tıp yapsın; hepsi tertemiz çıkar!” Yasak Fenerci Necati Cebe: ”Tayyip ‘Hiçbir şey karanlıkta kalmayacak’ demiş. Deniz Feneri soygunu da mı!” Nami Tepe: “Meclis’te, Atatürk anısına pankart açmak yasak; milletin anasına açılmak serbest!” YağmurDeniz İhanet açılımlarına karşı iç enerjisi ETNİSİTENİN, ırk kavramından daha geniş bir içerik taşıdığını söylüyor Bülent Esinoğlu ve “Etnisite, iç enerjiye sahip bir sistemdir; grubun güvenini ve geleceğini taşıyan bir duygu ortaklığıdır” diyor: “Bir etnisitenin iç enerjisini, iradesini içerdeki fedailer temsil eder. Fedailer yani önderler grup siyasasına ve grup aidiyetine herkesten daha fazla sahip olan kişilerdir. İç enerjisi yüksek olan etnisiteler, büyür ve süper etnisite olur; örneğin Roma İmparatorluğu, Çin İmparatorluğu, Göktürk İmparatorluğu gibi. Bir etnisitenin iç enerjisi yani fedaileri yoksa o etnisite başka büyük bir etnisitenin bakiyesine dönüşür. Fedailerin karakteristik özelliği kendisini etnisite için feda ediyor olmasıdır. Fedai, bir karşılık beklemeksizin ölüme kadar gidebilir; bu irade hiç umut etmediğiniz kişilerde birden zuhur edebilir. Halkı kendilerine yönlendiren bu kişiler, bir bakıma halkın ücretsiz savaşçılarıdır. Fedainin ne yaptığını gözleyen halk, kendi içinde fedai üretmeye devam eder. İçinde yaşadığımız dönem, fedailerin mayalandığı dönemdir. Hainler etnisitenin iç enerjisini tüketirken, kahramanlar iç enerjiyi yeniden oluşturur. Kurtuluş Savaşı ve Kuruluş, etnisitenin yani Türk milletinin ortaya çıkardığı iç enerjinin sonucudur. İhanet açılımları, iç enerjinin yarattığı kuvvet ile yok edilecektir.” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” DEVLETİN zirvesindeki üç kişi: Bir numara Çankaya’daki AKP’li Sayın Abdullah, iki numara Meclis’teki AKP’li Sayın Mehmet, üç numara Başbakanlık’taki AKP’li Sayın Recep. Bunlara ilaveten dördüncü kişi, askerin zirvesindeki bir numara Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ. Sayın Recep, orgenerale güveninin tam olduğunu açıklamış ve fakat orgeneralin “kâğıt parçası” dediği şeyin “ıslak imzalı darbe belgesi” olduğuna kesin karar vermiş ve bu arada Meclis’te muhalefetin açtığı Atatürk’e bağlılık pankartları nedeniyle otoritesini kullanmadığı için Sayın Mehmet’i fena halde fırçalamış. Orgeneral, Anıtkabir’de kendisine “Atatürk’ü tarihe gömmelerine izin vermeyin” diyen kadını “merak etmeyin” diyerek rahatlatmış olmanın huzuru içindeyse de Adli Tıp Kurumu’nun “ıslak raporu”nu dünya gözü ile görememenin sıkıntısını yaşıyor. Ve Ankara’da olağan olmayan bir görüşme trafiği yaşanıyor: Orgeneral, Sayın Recep’in huzuruna çıkıyor. Sayın Recep, Sayın Abdullah’ın huzuruna çıkıyor. Sayın Mehmet, Sayın Abdullah’ın huzuruna çıkıyor. Orgeneral, Sayın Recep’le; Sayın Abdullah, Sayın Recep ve Sayın Mehmet’le görüşüyor. Ne görüşüyorlar? Demokrasiyi görüşüyorlar! Sayın Recep ile askerin zirvesindeki önceki orgeneral şimdiki hür ve ak general Yaşar Büyükanıt’la Dolmabahçe Sarayı’nda baş başa verip neyi görüşmüşlerdi? Demokrasiyi görüşmüşlerdi! Sayın Recep’in mezara götüreceğini söylediği Dolmabahçe’deki sır görüşmenin içeriğini hür ve ak general kiminle paylaştığını ima etmişti Şimdiki orgeneralle! Şimdiki orgeneralin Genelkurmay’da bundan önceki ikinci başkanı Orgeneral Hasan Iğsız, 29 Ekim’de Dolmabahçe Sarayı’nda ne yapmıştı? Dev pastadan Atatürk kuklası çıkartılma şenliğinde İstanbul’un İslamcı belediye başkanıyla birlikte bahçeye kurulan sahnede yerini almıştı! Bu arada Yargıtay’ın telefonları da dinleniyormuş. Demokrasi neyi icap ettiriyorsa, devletin zirvesi uyum içinde aynen onu uyguluyor! Merak etme sen! Uyum SESSİZ SEDASIZ (!) HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Son yõllarda moda olan bir tür jimnastik. 2/ “ --- kaşlarõ- nõ çatar/Gam- zesi sineme ba- tar” (Karaca- oğlan)... Üzüm suyu ve nişas- tayla yapõlan bir tatlõ. 3/ Ya- sal... Bir ilimiz. 4/ Bir gõda maddesi... Savaşta tutsak edilen ya da parayla satõn alõnan ve sahibinin her türlü isteğine boyun eğ- mek zorunda olan ka- dõn. 5/ Mõzmõz ve se- vimsiz kimseler için kullanõlan bir sözcük. 6/ Kedi ya da köpek yavrusu... Derviş se- lamõ. 7/ Şöhret... Pilotlar ve havacõlar için yayõm- lanan bülten. 8/ Kripton elementinin simgesi... Hintli kadõnlarõn ulusal giysisi. 9/ Şiddetli belirti- lerle başlayõp kõsa sürede ağõrlaşan hastalõklar için kullanõlan sözcük... Bir tür pasta. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Türlü bitkilerden çõkarõlan kokulu bir reçine. 2/ Mesaj... Bir etkinliğin geçici olarak durdurulduğu süre. 3/ Takõmlar grubu, küme... Havadaki su bu- harõ. 4/ Zeki ve yaramaz çocuk... “Gözümde bir dam- la --- deniz olup taşõyor” (Ö. B. Uşaklõ). 5/ Mobil- yacõlõkta dõş yüzeylerin kaplanmasõnda kullanõlan plastik bir malzeme. 6/ Hayat arkadaşõ... Bir spor- da erişilmiş derecelerin en üstünü. 7/ Dam saçağõ... İlgi çekici ve değişik kimse. 8/ Güzel koku. 9/ Me- melilerde asalak olarak yaşayan bir böcek... Eski Türklerde çocuklarõ koruyan tanrõça. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 T E R S E L M E O D E O N U R K M E S N E V İ E B T E M İ N A T O T O E Y V E L A A K A B E O K E Y D U R U S T A T Ü A L R A İ İ A K A J U 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear