Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
ekonomi@cumhuriyet.com.tr
26 EKİM 2009 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
EKONOMİ 13
CMYB
C M Y B
ANKARA PAZARI
YAKUP KEPENEK
Neden ‘Nal’
Topluyoruz?..
Basında -az da olsa- yer aldığına göre
(Meral Tamer, Milliyet, 18, 21 Ekim) geçen
hafta İstanbul’da önemli bir konferans
gerçekleştirildi. Turkcell, rekabet konusunun
dünyadaki sayılı uzmanlarından Michael E.
Porter’in “Türkiye İçin Rekabet: Gelecek
Döneme Hazırlık” başlıklı araştırmasının
sunuşunu sağladı. Konuşmanın özetini veren
Tamer’in, ikinci yazısının başlığı şöyleydi:
“Dünya İnovasyon Haritasında Nal Topluyoruz”.
Gerçekten Türkiye, konferansta ve Tamer’in
yazısında vurgulandığı gibi, oldukça iyi eğitim
almış uzmanları, bilim insanları ve girişimcileri
bulunmasına, yeterli gizilgücü (potansiyeli)
içinde taşımasına ve çok olumlu olabilecek
coğrafi konumuna karşın, uluslararası alanda
rekabet edecek bir düzeye çıkamıyor. Örneğin,
kişi başına yıllık patent başvurusu sayısında,
Türkiye, 122 ülke arasında benzerleriyle
karşılaştırılamayacak kadar alt sıralarda ya da
en sonlarda yer alıyor.
Ayrıca, ulusal gelirden araştırma ve
geliştirmeye ayrılan pay; toplam işgücü içinde
araştırmacı personel sayısı gibi temel
değişkenleriyle de Türkiye, örneğin OECD
ülkelerinin sonuncusudur ve yıllardır bu durum
değişmiyor; özetle ülke yenilik (inovasyon)
yapamıyor.
Neden?
Türkiye’nin yenilik yönünden çok yetersiz
kalmasının nedenleri iki başlık altında
toplanabilir. Birincisi, toplumsal yapıyla ilgilidir;
ikincisi de kurumlaşma savrukluğudur.
Türkiye’nin toplumsal yapısının işleyiş
süreçleri, bireyin yaratıcı yeteneklerini
geliştirmesini kolaylaştırmıyor. Tam tersine,
çocuğun beynini sarıp sarmalayan anlayışlar ve
özgürlükler üzerine konulan yasak ve
sınırlamalar, yaratıcılığı köreltiyor. Üstelik
köreltme işlemi on yıllardır tüm hücrelere
yerleştirilmiş bulunuyor; birikimli bir özellik
gösteriyor.
Düşünülmesi ve yanıtlanması gereken ana
soru şudur: Çocuğun ve gencin
toplumsallaşması sırasında, yaratıcı
yeteneklerini geliştirmesine ne ölçüde olanak
veriliyor; özgüven geliştirmesi sağlanıyor;
ailede, okulda ya da diğer toplumsal
ilişkilerinde kendi kimliğini katarak, tek tip
olmaktan kurtularak -Porter’in vurgusuyla-
“özgün” biçimde yeni bir şeyler yaratması ne
kadar olanaklıdır?
İkinci neden alanı, yani kurumlaşma
savrukluğu dediğim, daha az önemli değil;
tersine kısa dönemde sonuç alınması
bakımından belki daha çok önemsenmelidir.
Herhangi bir gelişme özlemi bulunan ülke gibi
Türkiye’de de, şu üçlü, üniversiteler, şirketler
ve kamu araştırma birimleri yenilik öncüleridir;
daha doğrusu böyle olmalıdır. Bunların her biri
yenilik yapmalı, ayrıca bu konuda eşgüdüm
içinde işbirliğine yönelmiş olmalıdır.
Durum böyle mi?
Şirketler, yeniliği esas olarak dışarıdan satın
alıyor. Üstelik günümüzde yenilik satın almak
geçmişin “anahtar teslimi fabrika” yaptırılması
gibi anında ve toptan olmuyor; her gün, belki
her saat değişen yeniliklerle, süreklilik
gösteriyor. Bilgiye erişimin çok ucuzlamasına
karşın, bilgiden üretilen yenilik, şirketlere hiç de
ucuza mal olmuyor. Yine de işin kolayına
kaçılıyor; şirketlerin yenilik birimleri
güçlendirilmiyor.
Temel işlevleri bilgi üretmek ve böylelikle
yeniliğin öncüsü olması gereken üniversitelerin
çok büyük çoğunluğunun yönetim yapısı ve
bunun işleyişi, akıl almaz bir hızla tersine
gidiyor; yeniliğe değil eskiliğe doğru koşuyor.
(Gerçekte, eskiye gidiş, tüm eğitimi ve giderek
büyüyen bir biçimde kapsıyor.) Üniversitelerde
yaşanan iç çekişmeler, bilimsel üretimi değil,
üretimsizliği besliyor. Bunları tamamlayan asıl
sorun şudur: Sayı ve nitelik olarak bilim insanı
yetersizliği, üniversiteleri, yalnızca başkalarının
ürettiği hazır bilgileri, üstelik yarım yamalak,
genç beyinlere tek yönlü aktarma organı
yapıyor.
Devletin elinde bulunan araştırma-geliştirme
birimleri mi? Kimilerinde hükümetin yenilikten
nasibi olmayan kendi adamlarını
yerleştirmesiyle ilgili haberlerin dışında,
bunların varlığını duyan var mı?
Çok önemli bir nokta daha var.
Özellikle Türkiye iş dünyası, yabancı uzman
bağımlılığından bir türlü kurtulamıyor. Araştırma
kurumları arası işbirliğini engelleyen önemli
nedenlerden biri de bu bilinçsizliktir. Benim
çalışma alanım olmadığından rahatlıkla
söyleyebilirim ki bu ülkede Porter’in
araştırmasını, belki daha niteliklisini
yapabilecek çok sayıda bilim insanı var.
Sanırım Osmanlı’dan kalma “el danası, ev
danası” kuramı çalışıyor; yabancıya
başvuruluyor. Ve bu “taşıma su” yaklaşımı,
yenilik değirmenini bir türlü döndürmüyor.
Sonuçta on yıllardır, “ah vah”lar arasında
beyinsel üretimsizlik ve geri kalmışlık devam
ediyor.
Yabancõ yatõrõmcõlar, 7.5 yõlda yurtiçinden elde ettikleri 35.3 milyar dolar kârõ kendi ülkelerine transfer etti
Türkiye’deki kârlar dõşarõya aktõ
ANKARA (Cumhuriyet Bü-
rosu) - Yabancõ yatõrõmcõlar,
AKP’nin iktidarda olduğu 2002 ba-
şõndan 2009 Ağustos sonuna kadar
olan dönemde, Türkiye’deki doğ-
rudan yatõrõmlardan elde ettiği
kârlar ve portföy yatõrõmlarõndan
sağladõklarõ getirilerin 35 milyar
333 milyon dolarlõk bölümünü ül-
kelerine transfer etti.
ANKA’nõn Merkez Bankasõ
ödemeler dengesi verilerinden yap-
tõğõ hesaplamaya göre anõlan dö-
nemde yabancõlar, Türkiye’deki
doğrudan yatõrõmlarõndan elde et-
tikleri kârlarõn 11 milyar 240 mil-
yon dolarõ ile borsa, devlet iç
borçlanma senetleri gibi finansal
araçlara yaptõklarõ portföy yatõ-
rõmlarõndan kazandõklarõ 24 milyar
93 milyon dolarõ yurtdõşõna trans-
fer ettiler. Böylece anõlan dönem-
de Türkiye’de elde edilen kârlarõn
35 milyar 333 milyon dolarlõk bö-
lümü, ülkeden çõkarak başka eko-
nomilere akmõş oldu. 2009’da kriz
nedeniyle doğrudan sermaye giri-
şi geçen yõla göre azalõrken doğ-
rudan yatõrõmlardan elde edilen
kârlardan yapõlan transferlerin de
son bir yõlda azaldõğõ gözlendi.
Geçen yõl 8 aylõk dönemde doğ-
rudan yatõrõmlarda 2 milyar 271
milyon dolar kâr transferi yaşa-
nõrken 2009 yõlõnõn aynõ döne-
minde bu rakam yüzde 21.8 ora-
nõnda azalarak, 1 milyar 775 mil-
yon dolara geriledi.
Doğrudan yatõrõmlarda kâr trans-
ferleri 2000 yõlõnda 300 milyon do-
lar düzeyinde gerçekleşirken
2002’de 401 milyon dolara, 2003
yõlõnda 643 milyon dolara yüksel-
mişti. 2004 yõlõyla birlikte belirgin
bir şekilde artan kâr transferleri,
doğrudan yatõrõmlarda 1 milyar 43
milyon dolara ulaşmõştõ.
Sõcak paranõn çekim alanõ
içinde yer alan 10 ülkeden
biri olan Türkiye, yabancõ
yatõrõmcõlar için kâr ve gelir
transferleri için adeta
cennet oldu.
yakupkepenek06@hotmail.com
1980’lerde kapitalist sistemin,
Reagan-Thatcher ikilisinde
ifadesini bulan önderliğinin iki
arzusu vardı: ‘Şeytan
imparatorluğu’nun (SSCB)
yıkılması, “serbest piyasa” modelinin
küreselleşmesi...
Bu arzular, SSCB’nin ve de 1929
krizi sonrasında mal ve finans
piyasalarına getirilen kısıtlamaların
artık olmadığı bir dünya
tasarlayarak, adeta bir nihai
kurtuluş fantezisi oluşturuyordu.
Diğer bir deyişle, peygamber
(serbest piyasa) ikinci kez
gelecek, aynı anda şeytan
(“komünizm”) tarih sahnesinden
çekilecekti…
Ah! Ama şeytan, “Arzuladığın şeye
çok dikkat et. Bakarsın
gerçekleşebilir” dermiş. Psikanaliz
de, “fantezi gerçekleştiğinde ortaya
çirkin bir şey çıkar” diyerek uyarır.
Ekim ayı, bu uyarıları haklı çıkaran
olaylarla doluydu.
Yüzyılın en büyük düş
kırıklığı...
Bu arzular (kurtuluş fantezisi),
1989 Ekim ayında gerçekleşmeye
başladı. O yıl Çin’de Tiananmen
Meydanı katliamı yaşanıyor, tüm
Doğu Avrupa’da rejimler
sallanıyordu. 9 Ekim’de Doğu
Almanya’nın Leipzig kentinde Nikola
Kilisesi önünde başlayan gösteriler
giderek ivme kazandı. 18 Ekim’de
de Başkan Honecker istifa etmek
zorunda kalınca, Doğu Alman
devleti çözülmeye başladı.
SSCB’nin 1991’de çöküşüyse
“komünizmin” sonunu vurguluyor,
uluslararası sermayenin kullanımına
yeni alanlar açıyordu. Tüm dünyada
birkaç yıl içinde egemen hale gelen
“küreselleşme” ideolojisi ise ikinci
arzunun da gerçekleşmeye
başladığını gösteriyordu.
Şimdi filmi hızla ileri doğru sararak
bugüne gelelim. Bu yıl, ekim ayında,
bu iki arzunun / fantezinin
gerçekleşmesinin 20.
yıldönümünde, artık medyada
olağan hale gelen düş kırıklığı,
kızgınlık, hatta tiksinti görüntüleri,
şeytanın haklı çıktığını göstermiyor
mu?
Küresel serbest piyasa kurma
projesi, “yüzyılın en büyük mali krizi”
denen ‘şeye’ yol açtı. Mali
piyasaların sihirbazları, “dünyanın
yeni efendileri” aniden toplum
vicdanında suçlu, sahtekâr, açgözlü
sapkınlar konumuna düştüler.
Geçen yıl Wall Street’in ikramiye
dağıtma döneminde, Prof.
Dominique Moisi, ABD
bankerlerine, Fransız devrimi
öncesi aristokrasinin içine
düştüğü “gafleti” boşuna
anımsatmaya çalışıyordu.
Yozlaşan her egemen sınıfın
üyelerinde olduğu gibi, bu kez
de küstahlıkla aptallık yine el
ele gidiyordu. Önceki hafta,
“krizin” ortasında, bankacılara
yönelik nefret zirve yaparken
çalışanlarına 16 milyar dolar
ikramiye dağıtan Goldman
Sachs’ın Genel Müdürü “Halk
bu ikramiyeleri hoşgörüyle
karşılamayı öğrenmelidir”
deyiverecekti (The Guardian
21/10/09).
İlk anda krizin faturasını, açgözlü
bankerlere çıkararak, serbest piyasa
modelini aklama çabaları, devlet
devreye girip de kurtarma
operasyonlarına başlayınca, yerini,
giderek ivme kazanan bir neo-
liberalizm, serbest piyasa eleştirisine
bırakmaya başladı.
Financial Times gibi yayınlarda,
mali sermayenin denetlenmesi,
kurala bağlanması konuşulurken
İngiltere’de Finansal Hizmetler
Denetim Kurulu’nun (FSA) başkanı
(daha önce Standard Chartered ve
Meryll Lynch yönetim kurulu üyesi-
‘döner kapı’ sistemi işte…) Lord
Turner’in, bankacıların yıllık
yemeğinde konuşurken, “Geçtiğimiz
yıllarda bankaların geliştirdiği kimi
etkinlikler (krizde patlayan
enstrümanları kastediyor), toplumsal
olarak yararsızdır” sözleri
dinleyicilerde şok etkisi yaratmıştı.
Geçen hafta da İngiltere Merkez
Bankası guvernörü, bankaları
kurtaran mali desteğin yarattığı
kamu borçlarını vurgulayarak
“tarihte hiçbir zaman bu kadar az
insan, bu kadar çok insana bu kadar
çok borçlanmamıştı” diyecek, büyük
bankaların parçalanmasını, diğer bir
deyişle mülkiyete siyasi müdahaleyi
savunacaktı.
Şimdi, piyasaların kendiliğinden
dengeye geldiğini, buna karşılık
devletin dengeyi bozduğunu
savunanların akıl sağlığından kuşku
duyuyoruz. “Serbest piyasa”
fantezilerine kapılanlar büyük bir düş
kırıklığı yaşıyorlar.
Emperyalizm mi dediniz?
“Küreselleşmeci” savların iflası,
mali sermaye - devlet ilişkilerinin,
mercek altına alınması insanların
tarihsel hafızalarını da canlandırarak
bir seri başka “düş kırıklığı”na da yol
açıyor.
New York Times’ın
“Emperyalizm, Goldman Sachs
Tarzı” başlıklı yazıda aktardığına
göre, önceki hafta, Bart College’de,
bir grup siyaset bilimci, felsefeci,
ekonomist, “Hannah Arendt’in
emperyalizm tartışmaları, mali
krize ışık tutabilir mi?” başlıklı
panelde bir araya gelmişler.
Panelde, Arendt’in emperyalizmden
söz ederken yaptığı, “siyasi güce
yapılan yatırım, paraya yapılan
yatırımın önünü açmıyordu. Aksine
siyasi güç ihracı, para ihracını
izliyordu” … “1860-1870’lerin mali
skandallarından sonra, uzak
diyarlardaki yatırımlarını koruma
gereksinimi, kapitalistleri, tarihte ilk
kez girişimlerini siyasi güce
dayanarak, devlet eliyle
güvence altına alma yoluna
itmişti” saptamaları
üzerinde durulmuş.
Bu panel, sermaye ihracı
ile emperyalizm arasındaki
ilişkiyi vurgularken
muhafazakâr tarihçi Niall
Ferguson, İngiltere’nin en
muhafazakâr gazetesi, The
Daily Telegraph’daki
yorumunda, mali
sermayenin tekelleşme
eğilimiyle, kriz arasındaki
ilişkiyi anımsatıyordu. Ferguson’un,
“geçen yıl yaşananlar Marksizm-
Leninizmin, ‘Finans kapitalin gittikçe
artan yoğunlaşması sonunda krize
yol açar. Bunu da banka sisteminin
devlet mülkiyetine geçmesi izler’,
diyen merkezi savlarından birini,
gecikmeyle de olsa kanıtladı”
(09/10/09) saptaması özellikle
anlamlıydı.
Paneldeki tartışmaları,
Ferguson’un saptamalarıyla
birleştirince, Lenin ve Bukharin’in
kurduğu modern emperyalizm
teorisinin bileşenlerine ulaşıyoruz:
Tekelci mali sermaye, sermaye
ihracı, ihraç edilen ülkedeki
çıkarını korumak için devlet
müdahalesi...
“Şeytan imparatorluğunun”
yıkılmasının sonrası da ilginç.
ABD’nin tek süper güç, “sermayenin
küresel devleti” konumuna ulaşma
rüyası giderek, “ABD sonrası
dünya” kâbusuna dönüşüyor.
Afganistan, Irak fiyaskolarının yanı
sıra, küresel serbest piyasa projesi
sayesinde yükselen (ironiye bakar
mısınız!) Çin, Brezilya, Hindistan,
Rusya gibi ülkeler artık ABD’nin
iradesine sınır koyabiliyorlar.
“Duvar” yıkıldı, ama Almanya
birleşerek dünyanın en büyük
ihracatçısı, AB’nin merkezi olarak
yükseldi, giderek “normal”
(uluslararası alanda askeri güç
kullanmaya hazır) bir ülkeye
dönüşüyor. İçine kapalı SSCB
yıkıldı, ama bu kez, enerji
jeopolitiğinde etkin, Çin ve diğer
Asya ülkeleriyle birlikte, ABD karşıtı
bloklar kurmaya çalışan, sermaye
ihraç eden bir Rusya şekillendi.
Küresel serbest piyasa projesi,
finansallaşma tüketimi daha önce
görülmemiş düzeylerde
hızlandırarak, hem mali krizi
hazırladı, hem de geçtiğimiz 20 yılda
karbondioksit üretimini iki kat
arttırarak ekolojik bir krizi…
Dahası, ABD’nin komünizme ve
ulusalcılığa karşı beslediği siyasal
İslamın önü, iki bloklu dengenin
kalkmasıyla oluşan boşlukta, neo-
liberalizmin, küreselleşmenin kültürel
etkileriyle açıldı.
Serbest piyasa ve seçimleri
demokrasi, küreselleşmeyi de yeni
dünya düzeni sananlar bir süredir
akıl sağlıklarını, “realiteyi yadsıma”
yoluyla korumaya çalışıyorlardı.
Yukarda değindiğim iki “fantezinin”
“gerçekleşirken” ortaya çıkardığı
görüntü, bu realiteyi yadsıma yolunu
da hızla kapatıyor.
Komünizme gelince, geçen
yüzyılın deneylerinin başarısız
olduğu kesin. Ama o kapitalizmin
adaletsizliklerine karşı, radikal (bu
adaletsizliklerin kaynağıyla
uzlaşmayı reddeden) bir tepkiydi. Bu
bağlamda komünizmin hâlâ rakipsiz
olduğunu kim yadsıyabilir?
Berlin Duvarı’nın Yıkılışının 20. Yıldönümünde…
DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com
Sõcak para olarak gelen ve Türkiye’de borsa ve dev-
let iç borçlanma senetleri (DİBS) başta olmak üzere
çeşitli finansal yatõrõm araçlarõna yatõrõm yapan yabancõ
sermayenin bu yolla elde ettiği kazançlardan yurtdõ-
şõna transfer edilen tutar da 2009 Ocak-Ağustos dö-
neminde geçen yõlõn aynõ dönemine göre yüz-
de 16.87 oranõnda düşüş gösterdi. Küre-
sel ekonomik kriz öncesine bakõldõ-
ğõnda ise portföy yatõrõmlarõndan
elde edilen kazancõn, son yõllar-
da hõzla büyüdüğü görülüyor. 2002’de 2 milyar 244
milyon dolar olan yabancõlarõn portföy ya-
tõrõmlarõndan elde ederek yurtdõşõna aktar-
dõğõ tutar, 2003’te 2 milyar 616 milyon do-
lar, 2004’te 2 milyar 905 milyon dolar,
2005’te 3 milyar 326 milyon dolara çõk-
tõ. Yabancõlarõn portföy yatõrõmlarõndan
yaptõğõ kâr transferleri, 2006’da 3 milyar
463 milyon, 2007’de 3 milyar 735 milyon
dolara yükseldi.
İnşaat sektöründe
umutlar 2011’de
ANKARA (AA) - İnşaat sektörünün en iyi ihtimalle
2011’de toparlanma sürecine girebileceği bildi-
rildi. Bu yõl yüzde 20 civarõnda küçülmesi bek-
lenen sektörün, 2010’da da küçülmeye devam ede-
ceği belirtiliyor. Türkiye Müteahhitler Birliği ta-
rafõndan hazõrlanan “İnşaat Sektörü Anali-
zi”ne göre, inşaat sektörü 2009’un ilk 2 çeyreğinde
sõrasõyla yüzde 18.9 ve yüzde 21 küçülerek ilk 6
aylõk toplamda yüzde 19.9 küçülme ile toptan ve
perakende ticaretten sonra ekonomik daralmadan
en çok etkilenen ikinci sektör oldu. Özel sektör
yatõrõm harcamalarõnõn 2009’un ilk çeyreğinde
yüzde 34’lük düşüşü sektördeki küçülmeye kat-
kõ yapan bir numaralõ faktör oldu.
Siemens çalışan
sayısını azaltacak
Ekonomi Servisi - Almanya’nõn önde gelen sanayi
kuruluşu Siemens üst yöneticisi (CEO) Peter Lo-
escher, çalõşan sayõsõnda indirime gitmeyi plan-
ladõklarõnõ açõkladõ. Loescher, Almanya’da ya-
yõmlanan haftalõk Walt an Sonntag dergisine ver-
diği demeçte, Siemens’in bazõ iş alanlarõnda ve
yerlerde çalõşan sayõsõnda indirime gitmeyi dü-
şündüğünü belirtirken, söz konusu indirime iliş-
kin ayrõntõ vermekten kaçõndõ. Siemens’in yaşa-
nan krize karşõ gerekli önlemleri almak zorunda
olduğunu ifade eden Loescher, şirketin 2007 ve
2008 yõllarõndaki kapasitesine ulaşabilmesinin çok
uzun bir zaman alacağõnõ kaydetti.
MURAT GÜLDEREN
Uluslararasõ Nakliyeciler Der-
neği (UND) Başkanõ Tamer
Dinçşahin yõlõn ilk dokuz ayõn-
da batõ kapõlarõnda yüzde 26,
Rusya’da yüzde 14 azalma ol-
duğunu belirterek AB ve
ABD’deki müşteri kayõplarõnõ
Asya ve Afrika ülkelerine yo-
ğunlaşarak aşmak istediklerini
söyledi. Dinçşahin, Azerbay-
can’õn Ermeni ilişkilerinde has-
sas davranõlmasõnõ istedi ve
“Türkiye ile Ermenistan ara-
sında imzalanan iyi niyet pro-
tokolü çerçevesinde Azer-
baycan’ı küstürecek riskler
alınmamalı” dedi.
Taşõmada bir günlük gecik-
menin ticaret hacminde yakla-
şõk yüzde 1 daralmaya neden ol-
duğunu, taşõma maliyetlerin-
deki yüzde 10 artõşõn da ticaret
hacmini yüzde 25 daralttõğõnõ
kaydeden Dinçşahin, Türki-
ye’nin tüm AB müktesebatõna
uymasõna rağmen miktar kõ-
sõtlamasõ olan kota sorunuyla
karşõ karşõya kaldõğõnõ anlattõ.
Lojistik köyler unutuldu
Dinçşahin, “Kotaların, Tür-
kiye ekonomisinde yarattığı
yıllık kayıp en az 6 milyar do-
lar” diye konuştu.
Dinçşahin şehir içi trafiği ra-
hatlatmak ve daha modern alan-
larda uluslararasõ taşõmacõlõk
yapabilmek için kurulmasõ plan-
lanan lojistik köylerle ilgili İs-
tanbul Büyükşehir Belediye-
si’nin yõllardõr hâlâ somut bir
adõm atmadõğõndan yakõndõ.
Dinçşahin, “Tüm lojistik fir-
malarını aynı çatı altında top-
layacak proje gerçekleşseydi
hem sektörümüzden dokuz
kişi sel nedeniyle ölmeyecek
hem de 30 milyon doları ge-
çen zararımız olmayacaktı”
dedi. Dinçşahin ayrõca selin se-
bep olduğu maddi külfetin de
devlet tarafõndan unutulduğu-
nun altõnõ çizerek en ufak bir
kredi desteği dahi görmedikle-
rini söyledi.
Avrupa ve ABD’de
ihracat pazarlarõnõn yüzde
50 daralmasõyla lojistik
sektörü de Asya, Afrika ve
Arap ülkelerin yöneldi.
Benzin zammına siyah
kurdeleli protesto
Ekonomi Servisi - Bursa Tüketiciler Derne-
ği üyeleri, benzin zammõnõ protesto etmek için
sürücülere siyah kurdele dağõttõ.
Üyelerle birlikte Bursa’da araç sürücülerine
siyah kurdele dağõtan Bursa Tüketiciler Derneği
Başkanõ Sıtkı Yılmaz, iki ay önce alõnan akar-
yakõt zam kararõnõn mürekkebi kurumadan,
kurşunsuz benzine yeniden yüzde 9 zam ya-
põldõğõnõ söyledi. Yõlmaz, Bu zammõn haksõz ol-
duğunu ve sosyal devlet anlayõşõyla açõklanabilir
bir tarafõnõn bulunmadõğõnõ belirtti.
KRİZ VURDU ÖZEL
SEKTÖR YATIRIMI KISTI
K A Z A N Ç L A R D Ü Ş Ü Ş E G E Ç T İ
ANKARA (AA) - Ekonomik
krizin etkisiyle Türkiye’de toplam
yatõrõmlarõn bu yõl 2008’e kõyasla
61.6 milyar lira azalarak 148.7
milyar lira olmasõ bekleniyor.
Toplam yatõrõmlardaki gerileme
özel sektör yatõrõmlarõndaki
düşüşten kaynaklanõyor. 2008’de
169.7 milyar lira olan özel sektör
yatõrõmõnõn, 2009’da 107.8 milyar
liraya gerilemesi bekleniyor. Son
2 yõldõr belirgin fark gözlenmeyen
kamu yatõrõmlarõ 2010’da artacak.
Kamu yatõrõmlarõnõn 2010’da
yüzde 8.3 artõşla 44.3 milyar
liraya, özel sektör yatõrõmlarõnõn
da yüzde 20.4 artõşla 129.8 milyar
liraya yükselmesi, toplam
yatõrõmõn ise 174.1 milyar lirayõ
bulmasõ öngörülüyor.
RAKAMLARLA TAŞIMACILIK
Araç Sayısı: 44.039
Ciro: 3.5 milyar Avro
İstihdam: 400.000 kişi
Şirket Sayısı: 1420
Tamer
Dinçşahin
UND: Türkiye’nin Asya’ya açõlan can damarõ olan Azerbaycan’õ küstürmeyin
‘Kaş yaparken göz çıkarmayın’