24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ‘Tarih-i Kadim’in Güncelliği PENCERE Obama’nın Türkiye İçin Ölçütleri... 1936 Olimpiyatları’nda Amerikan milli takı- mından Jesse Ovens 100 metreyi 10.2 saniye- de koşarak birinci oldu... Tevatüre göre Hitler bu sonuca çok bozul- muştu... Çünkü Ovens zenciydi... Sarışın Alman ırkının üstünlüğüne dayalı faşist ideoloji çökmüştü... Hitler’in tribünleri terk ettiği rivayet olunur... Madalyonun bir yüzü bu... Ya öteki yüzü?.. Öteki yüzü her nedense sürekli olarak örtülür... Yalnız Nazi Almanyası mı ırkçıydı?.. Ovens’in ülkesi Amerika’da ırkçılık o yıllarda bel- ki Almanya’dan da beterdi... Kölelikle ırkçılığı bu noktada birbirinden ayır- makta yarar var... Kölelik ırkçılık değildir; tarihin bir döneminde in- sanın eşya gibi alınması, satılması, kullanılması doğal sayılıyordu... Köleliği Fransız Devrimi’nde Napolyon kaldır- dı... Tarih 1802... Amerika’da kölelik 1865’te kaldırıldı... Suudi Arabistan’da köleliğin kaldırılması 1963’tedir... Peki, bu tarihsel süreçte Amerika’nın özelliği ne?.. Obama’nın cumhurbaşkanlığı Washington’da Lincoln’ün heykeli altında kutlandı; ama, tüm dün- yada öve öve bitirilemeyen Amerika’da ırkçılık, zencilerin üzerinde hiçbir coğrafyada eşine rast- lanmayacak bir baskıcı rejim düzenini yakın yıl- lara dek sürdürüyordu... Irkçı demokrasi olur muydu? Beyazların Batı’sı öngörüyorsa olurdu... Uygar Batı’nın dünya üzerindeki egemenliğini kimse yadsıyamaz... Bu egemenlik, çoğu zaman, çeşitli ülkelerde ya- şayan aydınlar, seçkinler, zenginler, ileri gelen- ler arasında sayrılık düzeyine ulaşır... Obama’nın bugün Amerika’ya cumhurbaşka- nı seçilişini herkes alkışlıyor; demokrasinin başarısı ve göstergesi sayıyor... Doğrudur... Ama, Amerika’da köleliğin kaldırılmasından bu yana geçen yaklaşık 1.5 yüzyıldan beri ırkçı- lığın bugüne dek sürebilmesi utanç gerekçesi de- ğil mi?.. Obama dünyanın her yöresinde, bu arada Türkiye’de de umutlar yarattı... Peki, Başkan Bush döneminde Amerika’nın Türkiye için tezgâhladığı “dinci-İslamcı devlet” ta- sarımını Obama yürürlükten kaldıracak mı?.. Türkiye içine dönük saldırılarını Kuzey Irak’ta tezgâhlayan PKK teröristlerine karşı Obama’nın tutumu ne olacak?.. İşte iki somut soru... Obama, bu sorulara vereceği yanıtlarla Türki- ye’de ölçülecek, biçilecek... Obama’nın ten rengi bizim ülkemiz tarihinin hiç- bir döneminde sorun olmamıştır... Obama’ya dönük yüzümüzde ne diyoruz?.. Bekle ve gör... A ydõnlanma Çağõ olarak nitelenen ve i n s a n l õ ğ õ n bağnazlõktan kurtuluş õşõ- ğõnõn simgesi olan dö- nemin ilk öncüleri, deney ve matematiğin önemini vurgulayan Roger Ba- con (1214-1294) ile ede- biyat ve düşünsel alanda benzer atõlõmlarõ gerçek- leştiren Alighieri Dante (1265-1321), Giovanni Boccaccio (1313-1375) ve Francesco Petrarca (1304-1374) olarak bi- linmektedir. Ortaçağ ni- telemesiyle tanõmlanan ve tüm olaylarõ doğaüs- tü güçlerin yönlendirdi- ğine inanõlan dönemin aşõlabilmesi, bu öncüle- ri izleyen yürekli sanat ve bilim adamlarõnõn ça- balarõyla gerçekleşebil- miştir. Örneğin Leonar- do da Vinci (1452- 1529), döneminin din- sel baskõlarõnõn yoğun- luğuna karşõn, “Doğa- ya alışıldığı gibi değil, özgür ve her şeyi ilk olarak görüp eleştiren bir çocuk gözüyle bak- mak gerekir” diyerek insanlõğõ her kavramõ ye- niden eleştirmeye çağõr- mõştõr. Bağnazlõğõ yõkmaya yönelik en büyük etken, Nicolaus Copernicus’un (1473-1553) Güneş mer- kezli kuramõ oldu. Bu ku- ramla kutsal metinlerde yazõlanlarõn gerçekliğin- den kuşku duyulmaya başlandõ. Örneğin Fran- cis Bacon (1561-1626), bu kuşkuyla, “İnsanın doğa karşısındaki güç- süzlüğü alın yazısı ola- maz” özdeyişini dile ge- tirmiştir Bilim ve sanata ilgisi olanlarõn kolayca anõm- sayacaklarõ “Rönesans Dönemi” ve onu izleyen yõllarõn düşünce ve sanat adamlarõnõn özverili ça- balarõyla 1700’lü yõllar- da, bugün “Aydınlan- ma Çağı” olarak nitele- nen döneme ulaşõlmõştõr. Kökeni, Latince aydõn- latmak anlamõna gelen “Illuminare “ sözcüğü olan bu niteleme, çeşitli dillerde, aynõ anlama ge- len ve çoğu zaman, ben- zer olan sözcüklerle dile getirilmiştir. “Aydın- lanma Çağı”nõn sanatsal simgesini, Alman sanat- çõ Daniel Chodowiec- ki’nin (1726-1801) bakõr üzerine işleyerek Al- mancada “Aydınlatma” anlamõna gelen “Aufk- laerung” sözcüğüyle ad- landõrdõğõ, karanlõğõ õşõn- larõyla gideren Güneş gravürü oluşturmakta- dõr. Aydõnlanma çağõnõn düşünsel özünü ise An- siklopedi’nin yazõlõm so- rumlusu olan Denis Di- derot’nun dile getirdiği, “Bilimle inanç çatıştı- ğında bilimden yana olmak gerekir” koşulu oluşturmaktadõr. O dö- nemden beri gerçek ay- dõn olarak benimsenen- lerin tümü, sanatsal ve bilimsel yapõtlarõnda “Doğa Yasaları” ve akõlcõlõğõn tüm olay ve nesneleri açõklayabile- cek güçte olduğunu sa- vunmuşlar ve doğaüstü güçlerin varlõğõna gerek duymamõşlardõr. Laik Cumhuriyetimi- zin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk de “Ha- yatta en hakiki mürşit ilimdir” özdeyişiyle “Aydınlanma Çağı” gerçeklerine uygun ola- rak ulusal geleceğimi- zin yönünü belirlemiş, “Cumhuriyet devrim- leri” döneminde yetişen kuşaklar da bu amaca yönelik çalõşmalarõyla ulusumuza saygõnlõk ka- zandõrmõşlardõr. Sözde demokrasiye ge- çilen 1946 yõlõndan beri ise öncelikle “Tevhidi Tedrisat (Eğitim Birli- ği)” Yasasõ çiğnenerek yeniden karanlõğa yöne- linmiş, yetişen genç ku- şaklar yoz eğitimle ko- şullandõrõlmõş, özgür bi- reyler olmalarõ gerekirken ümmet olarak yetiştiril- mişlerdir. Günümüzdeki toplumsal karmaşa ve so- runlarõn nedeni de bilim- sel-aydõnlanmacõ eğitim- le yetişen kuşaklarla, bağ- naz eğitimin ürünleri olan kuşaklarõn çatõşmalarõdõr. Aydõnlanma kavramõ ve aydõn olma nitelikle- rini özüne uygun olarak benimsemeden, sadece aktarma, bağnaz öğreti- lerle koşullanmõş olan- larõn kendilerine yakõş- tõrdõklarõ “aydın” sõfa- tõyla tüm ulus adõna ko- nuşabilme tutarsõzlõğõ- nõn altõnda yatan neden de gerçeklerle çelişen bilgilerle koşullanmõş olan bellekleridir. Çağdaş aydõn niteliği- ne erişebilmek için olay- larõ bilinç ve bilinçaltõ koşullanmalardan arõn- mõş olarak kendine özgü koşullarda irdelemek ge- rekir. İç ya da dõş çõkar çevrelerinin öneri, istek ve destekleriyle olaylarõ saptõrarak yargõya var- mak ve ulusta aşağõlan- mõşlõk duygusu yarat- mak, gerçek aydõn nite- likleriyle bağdaşmaz. Çõ- kar uğruna gerçekleri görmezlikten gelmek, konuşulmasõ gereken yerde susmak, dayanak- sõz suçlamalarda bulun- mak aydõn kimliğiyle uyuşmaz. Gerçek bir ay- dõn için ne yanõlmaz kõ- lavuzluğuna güvenilebi- lecek doğaüstü bir güç, ne de çõkar umacağõ iç veya dõş etken söz ko- nusu olabilir. Çõkar uma- rak kendilerine eleştirel alanda sõnõr tanõyanlar gerçek aydõn niteliğine erişemezler. Kendi üst- lerinde bir gücün varlõ- ğõnõ kabul edenler özgür düşünemezler ve mürit kimliğinden kurtula- mazlar. Aydõn olmak, bireyin sorununu tüm insanlõğõn sorunu olarak görebil- mektir. Bu açõdan ba- kõnca, geçmişteki olay- larda sadece birilerini suçlamak yerine günü- müzde en yoğun şekilde yaşanan “insanlık kırı- mı” nõ eleştirmek, sö- mürü ve çõkar uğruna kan akõtanlarõ suçlamak, onlardan bu tutumlarõn- dan vazgeçerek tüm in- sanlardan özür dileme- lerini istemek gerekir. Tüm kavramlar küre- selleşirken geçmişteki olaylarõ yerelleştirenler ve dar açõdan irdeleyen- lerin yanõlgõya düşmele- ri kaçõnõlmazdõr. Özel- likle çõkar güdümlü ol- duğu kuşkusu taşõyan gi- rişimlerle kendisiyle bir- likte tüm ulusumuzu suç- layanlarõn hiç olmazsa aydõn sõfatõnõ kullanma- malarõ gerekir. Gerçek aydõnlarõn, küresel mut- luluk için, tüm uluslarca hiçbir ayrõcalõk gözetil- meden, “küresel kim- lik” olan “insanlık” paydasõnda birleşme ka- çõnõlmazlõğõnõn bilincin- de olmalarõ beklenir. Aydõnlanma ve Aydõn Olmak SAYFA CUMHURİYET 22 OCAK 2009 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Bitmiyor, bir türlü sona ermiyor! Bir ku- şak, haydi haydi iki kuşak geçince, in- sanın içindeki canavar yeniden başkal- dırıyor. Kendisine benzemeyen, kendi- si gibi inanmayan, düşünmeyen, duy- mayan insan topluluklarına saldırmak, yok etmek tutkusu bir kez daha dirilive- riyor. Kaç yıl oldu? İkinci Dünya Sava- şı’nın acıları unutulmadan, yeni yeni kanlı çarpışmalar, savaşlar, kıyımlar kendini gösterdi. Tevfik Fikret’in “Tarih-i Kadim”ini okurken, daha 1900’lerde, büyük şairi- mizin bütün bu gerçekleri yaşadığını, biz- lere de yaşattığını duydum. Eski tarihin yapraklarını çevirirken sanki bir hortlak görmüş gibi oluruz. Fikret de öyle diyor. “O biraz filozof, bi- raz sırtlan / Ve bütün kalabalığıyla bir hort- lak.” Öyle bir hortlak ki her dönemde in- sanların arasında: “Yürüdüğü yolu hep kan saçan / Bir bulutun gölgesi örter. Mutlak / Başta, en başta bir kanlı bayrak / Onu kanlı bir taç izler / Sonra yakıp yıkan kanlı araçlar / Mızrak, yay, kılıç, topuz, balta / Mancı- nık, top, sapan, tüfek / Arada, karlı ko- mutanlarıyla savaşçılar / Sonra artık alay alay tutsaklar / Kesenkes bir yenen, on yeniden / Çiğneyen haklıdır, ayıplanır çiğ- nenen / Ezmeye alkış, gurura tapış, cö- mertlikle / Güçsüzlük ve alçaklık, hep eş- değerde.” Değişen bir şey var mı? Bunca uygarlık atılımı, aracı, kitabı, felsefesi, edebiyatı!.. Beethoven’ler, Mozart’lar, Goethe’ler, Schiller’ler, Mann’lar, Remarque’lar Almanya gibi en uygar bilinen bir ülke de Nazi canavarlığını yıllar yılı benimseme- di mi? İnanılır bir şey mi bu? Ama ger- çek! Milyonlarca insanı, salt kendilerin- den değil diye fırınlarda, gaz odalarında ortadan kaldıranlar, 1930’ların 40’ların Al- man toplumu değil miydi? Ya günü- müzde işlenen vahşetler! Tolstoy’ların, Dostoyevski’lerin, Puş- kin’lerin, Gogol’ların ülkesinde gerçek- leştirilen devrim insanlara mutluluk ge- tirmek amacını taşımıyor muydu? Hay- di Çarlık döneminde Sibirya’larda ya- şanan kıyımları bir yana atalım, ya dev- rim sonrasında aynı sürgün yerlerine yol- lanan milyonlar neydi? İnsan kıyımı bugün de sürüp gitmek- te işte! Uygar dünya TV’lerde, dergiler- de, gazetelerde, boy boy resimlerde gö- rerek, bilerek, üstelik de zaman zaman bir acıma duyarak bütün bunları sey- retmekle yetinmiyor mu Birleşmiş Mil- letler’ine, insan hakları savunuculuğuna, çeşitli bildirgelere, kurumlara karşın? Tevfik Fikret de bütün bunları görüp, geçmiş tarihi bir iskelet gibi karşısına alıp, o ünlü şiirini, o unutulmaz “Tarih-i Ka- dim”ini yazıp bırakmış gelecek kuşaklara: “Doğruluk gönülde yok, dudaklarda, iyi- lik ayaklarda, kötülük kucaklarda / Bir ger- çek: Zincir gerçeği / Bir açık söz: Kılıcın söylediği / Hak güçlünün söz kötünün- dür / Bir açık özdeyiş, ezmeyen ezilir.” Tevfik Fikret böyle bir insanlık dışı dün- yada “Her şeref yapma, her mutluluk piç / Her şeyin başlangıcı sonu hiç” diyorsa kim onu haksız bulabilir? Hele bugünlerin dünlerden daha beter olduğu, teknolo- jik gelişmenin sözde en ileri aşamalara vardığı zamanımızda... Bir bombayla yüz bin kişiyi ortadan kaldıran, bilimsel yöntemlerle milyonla- rı temizleyen ya da denek hayvanı gibi kullanan bir tutuma, bir yaşantıya nasıl uygarlık diyebilirsiniz? İşte son örnek: İsrail’in Gazze’de ger- çekleştirdiği soykırım! Tevfik Fikret bu ünlü şiirinin bir yerin- de “en güzel müjdeyi” şu dizelerde ver- miş: “Gelecek çağlar için bu tasarıdır / İş- te gerçek özgürlük budur: Ne savaşçı ne savaş, ne istila / ne sataşma, ne sultan- lık, ne eşkıya / Ne zulüm, ne baskı, ne ya- kınma / ben benim, sen de sen, ne kul, ne ağa / O zaman ey takırdayan iskelet senin / Şimdi devrim, sefer, savaş, an- laşma / Diye sayıp döktüklerini kimse bil- meyecek / Hepsi birer tuhaflık ya da cin hikâyesi olacak.” Belki bir gün, ama çok çok uzaklarda bir gün! E vet, yoksulluk diz boyunu aştõ, adam boyuna ulaştõ!.. Yõllardõr siyasal erkin başõndakilerin bir başarõsõ mõdõr gelinen durum? Türkiye gibi her türlü varsõllõğõn içinde bulunan Türk halkõnõn çok azõ bu varsõllõktan yararlanabiliyor... Atatürk ve İnönü dönemleri dõşõnda, o günlerden bugünlere gelişimiz, hep sağ kanadõn egemenliğinde sürmüştür... Kurtuluş Savaşõ’na canõyla, kanõyla, tüm varlõğõyla katõlan Türk halkõ, siyasal erkin başõndakilerce dõşarda bõrakõlmõştõr. Halkõmõzõn yoksulluğu, sanki bir yazgõ gibi peşi sõra sürmüştür. Halkõn aydõnlanma olanaklarõnõn önünün kapatõlmasõ, insanõmõzõn özgürleşmesinin önüne set çekmiştir. Oy avcõlarõnõn oyununda halkõmõz harcanmõştõr. Bugün gelinen noktada, yükselen yoksulluk, halkõmõzõn derin bir geçim derdine, bunalõma düşmesine yol açmõştõr! Dilenciler çoğalmõş, ufak tefek ürünleri ile para kazanmaya çalõşanlar artmõş, boğaz tokluğuna iş arayanlar doldurmuştur ortalõğõ... Bu durum toplumsal bir bunalõmõn göstergesidir. Seçim öncesi siyasal erkin verdiği sözler, havada kalmõştõr. Sokakta kâğõt mendil satan çocuklar, ördükleri ürünleri pazarlayanlar ayakta kalma savaşõmõ içindedirler. Anayasamõzda, devletimiz, “laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir” diyor. Siyasal erkin bunun gereğini yerine getirmesi ulusal bir güven yaratõr. Ülkemizin olanaklarõ o denli çok ki... Yoksulluk Adam Boyu!.. Meral PAZAR Tüm kavramlar küreselleşirken geçmişteki olaylarõ yerelleştirenler ve dar açõdan irdeleyenlerin yanõlgõya düşmeleri kaçõnõlmazdõr. Özellikle çõkar güdümlü olduğu kuşkusu taşõyan girişimlerle kendisiyle birlikte tüm ulusumuzu suçlayanlarõn hiç olmazsa aydõn sõfatõnõ kullanmamalarõ gerekir. Gerçek aydõnlarõn, küresel mutluluk için, tüm uluslarca hiçbir ayrõcalõk gözetilmeden, “küresel kimlik” olan “insanlõk” paydasõnda birleşme kaçõnõlmazlõğõnõn bilincinde olmalarõ beklenir. Prof. Dr. Abidin KUMBASAR
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear