25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
14 TEMMUZ 2008 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 1İJ J v f J JA U I V I J L ekonomi@cumhuriyet.com.tr 13 Tannverdi, yanlış politikalar nedeniyle hazır giyimin üretemez, yeni istihdam sağlayamaz konuma geldiğini aktardı Yeni bir üretim şevkine ihtiyaç var • ÎHKlB'in yeni başkanı Hikmet Tannverdi, "Bir iki yıl içinde sektör için yapılması gerekenler yapılmazsa, sektörün toparlanması da geri dönüşü de çok zor olur" dedi. ŞEHRtBAN KIRAÇ tstanbul Hazır Giyim ve Kon- feksiyon Ihracatçılan Birliği'nin (ÎHKİB) yeni başkanı Hikmet Tannverdi, son yıllarda hü- kümetin uyguladığı yan- lış politikalar nede- niyle, Türk tekstil ve hazır giyim sektörünün zor bir PARASIZ YATILIDAN 31 MİLYON YTL'NİN BAŞINA Türkiye 'nin ihracatımn en büyük birliklerinden ÎHKİB 'in yeni başkanı Hikmet Tannverdi, hamal bir habanın oğlu, devlet parasız yatth okulu, siyasal bilgilerfakültesi, ticaret, şirket yönetimi, dernek başkanlığı gibi bir dizi başarıyı sığdırmış. Sektöre ilk adımını 1975 'te Mercan 'da ağabeyiyle birlikte Güven Fermuar'ı kurarak attığını belirten Tannverdi, şimdi de hazırgiyim sektörüne yön veren 31.6 milyon YTL bütçeye sahip Türkiye nin ihracatma yön veren ÎHKİB 'in başma seçildi. Hikmet Tannverdi dönemde geçtiğine işaret ederek "Bir iki yıl içinde sektör için yapılması ge- rekenler yapılmazsa, sektörün to- parlanması da geri dönüşü de çok zor olur" uyansında bulundu. İHKİB başkanlığına 3 rakibini ge- ride bırakarak ezici bir oy çokluğuy- la seçilen Hikmet Tan- nverdi sektöre iliş- kin projelerini ve h e d e f 1 e r i n i C u m h u r i - yet'e de- ğerlendirdi. Uygulanan ekonomik politikalar ne- deniyle bugün sek- törün üretemez, yeni istih- dam sağlayamaz konuma gel- diğini aktaran Tannverdi, "2001 krizinden sonra uygulanan program enflasyonda denge- leri sağlamak açısından olumluydu. Ama 2006'da bu politika iflas etti. Türkiye artık eski politikalarla yö- netilecek yerde değil. 2006 ile bir- likte Türkiye'nin yoluna yeni bir programla devam etmesi gereki- yordu. Bu üretime odaklı bir eko- nomik program olabilirdi. Bunu başaramadık" dedi. Türkiye'nin ih- racat cenneti yerine ithalat ccnncti ha- line geldiğini, üretimin düşürüldüğü- ne işaret eden Tannverdi, gelinen noktada enflasyon hedeflerinin de tutmayacağını vurguladı. Tannverdi, "Keııdi kendimizi kandırmanın bir anlamı yok. Ihracat rakamlaı ına bakarak Türkiye ihracatını arttırı- yor, Türkiye gelişiyor demenin pek doğru olduğunu düşünnıüyorum. Bu ülkede yeni bir heyecana, yeni bir üretim şevkine ihtiyaç var. Bu- rada insanların şevki kırılmış, fir- malarımızın birçoğu ithalatçı inşa- atçı olmuş durumda" diye konuştu. Türkiye'nin bu saatten sonra tekstil ve hazır giyim sektöründen çıkmak gi- bi bir lüksü olamayacağının altını çi- zen Tannverdi, "Bu bilgi birikimi- mi/i kaybetimenin ülkeye çok büyük zararı olur. Bazı kafalarda bu sek- törün bittiği gibi bir düşünce ol- masını kabul edemiyorum" dedi. Üretim Anadolu'ya kaymalı Türk fırmalannın yüksek maliyetlcr nedeniyle üretimlerini yurtdışına kay- dırmasını da eleştiren Tannverdi, îs- tanbul'un moda, Anadolu'nun da üre- tim merkczi olmasını savunduklarını açıkladı. Tannverdi, "Doğu ve Gü- neydoğu'nun verilecek desteklerle daha çok çalışan ve üreten bir böl- ge olması gerektiğini düşünüyoruz. Artık büyük firmalar üretim için Anadolıf yu seçmeli. Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği'nin (TGSD) Anadolu'da kümeleşme ile ilgili projeleri var, bunları daha fazla ge- İiştirebUiriz" diye konuştu. Bir finans komitesi kuracaklannı ve sektörün finans problemini cözecek adımlar atmayı planladıklarını bildi- ren Tannverdi, yurtdışına ilişkin plan- ları konusunda da şu anda ABD, Rusya ve Belçika'daki temsilcilikle- ri daha aktif hale getireceklerini, özellikle Rusya ve ABD ile ilgili bir yenidcn yapılannıa içinde olacaklan- nı dile getirdi. Evi boyatmak gelecek balıara Polisan, ekonomideki durgunluğun boya sektörüne de yansıdığını belirterek 1 milyar dolarîıkpazarın küçülmeye başladığını açıkladı NECDET ÇALIŞKAN MARDtN - lnşaattaki dur- gunluk boya sektörüne de yan- sıyınca 1 milyar dolarlık pazar da küçülmeye başladı. Sektördc ge- çen yıla göre yüzde 30'a varan bir daralma yaşandığına dikkat çeken Polisan Holding Üst Yö- neticisi (CEO) Erol Mizrahi, "Belirsizliği gören vatandaş ilk olarak evlerini boyamaktan vazgeçiyor. tşimizin yüzde 90'ını oluşturan evlerin yeni- den boyanması ertelenir hale geldi" dedi. Mardin Belediyesi ve Gülen Boya'nın işbirliği ile restore edi- len Kırklar Kilisesi Sokağı'nın açılış töreninde konuşan Mizra- hi, boya sektöründeki küçülme- ye karşın marka yatırımlanna ağırlık verdiklerini ve alışveriş- iş merkezleri, rezidans gibi fark- h alanlara da odaklandıklannı an- lattı. Polisan Yapı ile geçen yıl in- şaat alanına da adım attıklannı söyleyen Mizrahi, "Polisan Ya- pı ile inşaatta büyüdükten son- ra kendimiz projelerimize de imza atacağız. Hayalimizde gökdelenler yapmak var. Bir- kaç yıl içinde Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı'na dönüş- mek istiyoruz" dedi. Dilovası'nda 2 bin dönümlük yeşil arazilerinin olduğunu kay- deden Mizrahi, "Burasını Sa- panca gibi sağlık turizmine kazandırnıak istiyoruz. Bu- nun için bir Spa merkezi kur- mayı düşünüyoruz" diye ko- nuştu. Mizrahi, enerji sektörüne rüzgâr ile girip Gebze'deki OSB'lerde temiz enerji sağla- mayı planladıklarını belirtti. Türkiye'de kişi başı boya rü- ketiminin Avrupa'nın dörtte bi- rine ancak ulaşabildiğinin altını çizen Polisan Yönetim Kurulu Başkanı Nccmettin Bitlis dc "Ekonomik durgunlukla bir- likte pazar şu anda hareketsiz. Türkiye'de ortalama bir ev 5- 6 yüda bir boyanıyor. Ekono- mik durgunlukta ilk ertele- ncn, evlerin düzeni oluyor. Va- tandaş, 'Gelecek sene boyanm' diyor" diye konuştu. SOKAKLAR YENİLENlYOR - Mardin'de bine yakın evi taş beji rengi ile bo- yayan Gülcn Boya, iki sokak daha yenileyecek. Zinciriye Medresesi Çıkmazı ve Zinciriye Medresesi Sokağı'nı kapsayan proje ile bu sokaklara Ajda Pek- kan ve Mardin'in fahri hemşerisi olan Necmettin Bitlis'in ismi verilecek. DÜNYA EKONOMİStNE BAK1Ş / ERGİN YILD1ZOĞLU / LONDRA erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com Ingiltere ve ABD'nin, Zimbab- we'ye ambargo koyma çabalarını, son anda Rusya ve Çin engelledi. Uluslararası Ceza Mahkemesi Sudan Devlet Başkanı'nı soykırımla suçla- maya hazırlanıyor. Ingiltere, petrol akışını aksatan isyancılara karşı, Nijerya'ya askeri yardımı teklif edi- yor. Afrika'ya ilgi giderek artıyor. Emperyallst yönetlşlm Bush döneminin dünyaya, tek başma (müttefiklerine aldırrnadan) bi- çim verme (imparatorluk) projesi tükenince gündeme yeni proje ara- yışları gelmeye başladı. Bu arayışlar içinde, "Avrupa ve Japonya ile bir- likte, yanlanna 2. derecede güçler- den birkaç "demokratik" ülkenin de eklenmesiyle oluşacak, ABD liderli- ğinde bir blokun küresel yönetişim projesi giderek öne çıkmaya başla- dı. Bu proje, Clinton döneminin "uluslararası topluluk" "insani müdahale" kavramlarına, bu kez Irak ve Afganistan deneyleri ışığın- da, dünyada şekillenmeye başlayan "çok kutupluluk" iklimi içinde, bir ge- ri dönüş çabası olarak görülebilir. Demokrat Parti'nin başkan adayı Barack Obama'nın dış politika se- çeneklerini tartışırken (Cumhuriyet, 09/06/08), "gelen dış politikayı hazır bulur" dememin bir nedeni de bu "geri dönüşün" salt düşünsel değil kurumsal zeminin de bir süredir in- şa edilmekte olmasıydı. Afrika'ya dö- nersem, bu çok değerli enerji ve mi- neral kaynaklarına sahip kıta, bu "blokun" yönetişim projesinin şe- killenmesinin hem aracı hem de he- defi olacak gibi geliyor. Princeton Universitesi, Woodrow VVilson okulunun Ulusal Güvenlik Projesi ortak direktörleri, Ann-Ma- rie Slaughter ve John Ikenbery (bu zat, 2003 yılında CIA Istihbarat Kon- seyi başkanıydı) geçen cuma günü Financial Times'üa yayımlanan ortak yazılarında, bu yeni "blokun" oluş- masına ilişkin tartışmaları çok güzel özetlediler. Blraz Cramscl... Daha önce de aktardığımız gibi iki tez yarışıyor: Cumhuriyetçilerin ada- yı McCain'in ve neo-con çevrenin Demokrasiler Birliği-DB (League of Democracies) tezi ve Demokrat Parti'ye yakın, geçmişte "liberalem- peryalizmi" ("insani müdahale") sa- vunmuş çevrelerin Demokrasiler It- tifakı -Dİ (Concert of Democracies) tezi. Salughter ve Iken- berry bu ikinci gruba ait. j Ortak yazılarında, DB'nin aslında ABD'nin güç kul- lanmasını kolaylaştırma- yı amaçlayan bir taktik ol- duğunu (revize edilmiş im- paratorluk projesi de di- yebiliriz) ileri sürdükten sonra, kendilerine ait Dİ projesini açıklamaya giri- şiyorlar. Bu iki yazara göre Dl'nin esas amacı, "küreselleş- meyi kurtarmak", bunun için gerekli küresel yöne- tişim kurumlarını restore etmek, genişletmek ve güçlendirmek olmalıdır. Yazarlar, geçtiğimiz 50 yıl boyunca dünyada iki güç merkezi var- dı diyorlar: öncelikle VVashington'da ama Londra, Paris, Bonn, Tokyo, Brüksel'de var olan "Batı Demokra- sileri düzeni". Ikincisi, simgesel ola- rak BM Güvenlik Konseyi'nde mer- kezileşen "büyük güçler düzeni". Ya- zarlara göre, dün mücadele demok- rasiyle komünizm arasındaydı; şimdi de "dünya demokrasilerinin küresel yönetişimi yenilemek ve genişletmek için işbirliği yapması gerekiyor". Yazarlar, bu amaçla, Batı demok- rasileri blokunu, Güney Afrika, Bre- zilya, Endonezya, Meksika, Şili, Ar- Geleceğe Dönüş -1 jantin, Türkiye gibi ülkelerle geniş- letmeyi öneriyorlar. Slaugher ve Ikenberry'nin önerileri, Gramsci'nin (sonra Poulanzas'ın) bir ülkede, hegemonya olgusunu anla- tırken oluşturdukları betimlemeye (devletler düzenine tercüme edilmiş haline) çok benziyor(l): Bir lider sınıf fraksiyonu (burada ABD) etrafında oluşmuş iktidar bloku (Londra, Pa- ris, Berlin Tokyo), bu blokun etrafın- da onu destekleyen sınıf ve zümre- ler(kimi "seçilmiş", 2. sınıf ülkeler), en altta da, bu "destek sınıfları" aracı- lığıyla, bastınlan, yönetilen emekçi sı- nıflar (çoğu enerji ve kaynak sahibi ül- keler). Bunların ekonomik alanları "blokun" kullanımına açık tutulacak, direnenler, gerektiğinde bu blokun (belli ki destek ülkelerinden de dev- şirilecek) askeri güçlerinin ilgisine konu olacaklar. Miidahaleye kurumsal kılıf: Koruma sorumluluğu Ancak bu sürecin işleyebilmesi için, "bloku" bir arada tutacak, hatta oluşmasına önayak olacak bir ama- cın ve kurumlaşmanın (ideoloji ve onu üreten, maddeleştiren bir yer) var- lığı gerekiyor. Tam bu noktada, 2005'te kurulan ama bugüne kadar ölü taklidi yap- tıktan sonra, tam Afrika büyük güç- lerinin ilgisini çekmeye başladığı, ABD'nin AfricaCom'u kurduğu, Zim- babwe'ye askeri müdahale, Nijerya hükümetine askeri yardım olasılıkla- rı tartışıldığı sırada ısıtılarak servis ya- pılan, "Koruma Sorumluluğu" ("Responsibility to Protect" "http://www.globalcentrer2p.org"ww w.globalcentrer2p.org) adlı kurum- dan söz edebiliriz. BM bünyesinde kuru- lan "Koruma Sorumlu- Mg luğu"nun WEB sitesine • baktığınızda, ilk anda "hümanist" bir "fanteziy- le" karşı karşıya olduğu- nuzu sanabilirsiniz. Ama siteyi dikkatle incelediği- nizde, kurumun amacının şöyle tanımladığını göre- ceksiniz: "Bir devletin görevi halkını insan ürü- nü felaketlerden koru- maktır. Bir devlet bece- riksizlikten ya da kötü ni- yetten bu sorumluluğunu yerine getirmezse, so- rumluluk uluslararası top- luluğa geçer. Bu sorum- luluk, diplomatik, yasal, barışçı vb, son tahlilde de askeri yöntemlerle yerine getirilmelidir". O zaman da ister istemez akhnıza, Ro- ma Imparatorlukunun, başka kral- lıklara saldırırken gerekçe olarak sık sık bu "koruma" kavramına başvur- duğu gelecek. Sonra da, bu kurumun, "insani müdahaleler" kavramı arkasına sığınan (bazen de sığınmayan) "libe- ral emperyalist" politikaların askeri operasyonlarına meşruiyet kazan- dırmaya çok yatkın bir yapılanma olduğunu düşüneceksiniz. Nitekim Ingiltere Parlamentosu, Avam Kamarası (seçilmiş temsilciler meclisi) Kitaplığı Uluslararası Ilişkiler ve Savunma Bölümü'nce yayımlanan bir "araştırma notu", bu kuruma tam da bu biçimde yaklaşıyor. Adele Brovvn imzalı yaklaşık 62 sayfalık "no- tun" başlığı, şüpheye hiç yer bırak- mayacak kadar açık: "Insani amaçlı müdahaleyi yeniden icat etmek: Ko- ruma Sorumluluğu'na iki selaml" Adele Brovvn, araştırmasında "in- sani amaçlı müdahalelerin" tarihini irdeledikten sonra, "Koruma So- rumluluğu" kavramının, yükselen bir doktrin olduğuna dikkat çekiyor. Brovvn araştırmada, "egemenlik" kavramının tarihsel gelişmesini, son dönemde egemenliği, "sonjmluluk" kavramıyla sınırlamayı amaçlayan yaklaşımları irdeliyor. Araştırma, bu kurumun amaçları ve kapasiteleri üzerine sürmekte olan tartışmaları özetliyor, Batı kavramı kapsamına girmeyen ülkelerin kaygılarına de- ğiniyor. Ama sonuç olarak bu dokt- rini Ingiltere'nin tüm önemli siyasi partilerinin benimsediğini, Ingiltere hükümetinin doktrinin kabul edil- mesine yönelik uluslararası çabaların başını çektiğini vurguluyor. Ozetle yeni "emperyalist blo- kun" altyapısını ve meşruiyet ze- minini oluşturmayı bu kez Ingiltere hükümetinin üstlendiğini görüyo- ruz. Ingiltere hükümetinin Nijerya ama özellikle Zimbabvve ve bağla- mında geliştirmeye başladığı yak- laşımlan da bu bloku kurmak için ge- rekli ideolojiyi ve "olayı" hazırlamak çabaları bağlamında anlamlandı- rabiliriz: Hadi, "koruma sorumlu- luğumuzu" yerine getirip Zimbab- vve halkını birlikte kurtaralım! Bu bağlamda "bilenler" konuşmaya başladılar bile. örneğin, Bosna- Hersek eski "sömürge valisi", Lord Ashdovvn, "Zimbabwe'ye yönelik bir askeri müdahalenin meşruluğunun savunulabileceğini" ileri sürüyor. (The Times, 26/06/08). Çarşamba günü, bu müdahale koşullarının oluşma sürecine bakacağım. ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Sermaye - AKP Evliligi Çatırdıyor! Türkiye 2000'li yıllara ılımlı Islam ile sermayenin evliliğiyle girdi. Son bir yılı aşan bir süredir bu evli- lik, hızla, sona ereceği bir noktaya doğru sürükle- niyor. Yaşadığımız çalkantıh günler, bu "aile içi" kav- ganın dışavurumundan başka bir şey değildir. Aile içi denilmesinin nedeni şu: Bu kavgadataraf olması gereken asıl kesim, yani işçi kesimi, işçi, me- mur, uzman ve teknik personeliyle yer almıyor. Sa- yısal olarak çok sınırlı, niteliksel olarak sürekli bas- kı altında tutulmasının sonucunda örgütsüz ve da- ğınık kalan işçi sınıfı, ne acıdır ki, bu çok önemli ta- rihsel dönemeçte, olması gereken düzeyde etkin- lik gösteremiyor. Böyle bir ortamda yanlış varsayımlar ağırlık, ge- çerlilik kazanıyor. Bu bağlamda, iktidar kavgasının "Cumhuriyetçi seçkinler" ile "yükselen yeni orta sı- nıf arasında yaşandığı kuramı ortaya atılıyor. Bu var- sayıma göre, "geleneksel olarak" ülkeyi yöneten Cumhuriyetçi seçkinler, ellerindeki "iktidar gücünü", halktan çok yüksek oranda "oy alarak" iktidara gel- se de bir siyasi partiye (burada AKP) bırakmak is- temiyor. Oysa ülkede ve dışarıda çok vurgulanan bu yak- laşıma göre AKP, güçlenen yeni sermayenin, li- beralizmin, AB üyeliğinin, özgürlüğün ve demok- rasinin, kısacatüm "değerlerin" temsilcisidir; gi- derek solcudur. AKP'nin temsil etmediği tek de- ğer olarak geriye "darbecilik" kalıyor ki bu da Cum- huriyetçi seçkinlerin tek işidir. Yıllardır süregelen ve her gün geçersizliği bir kez daha kanıtlanan bu kuramsal çözümleme, tarihsel ve nesnel gerçek- likten çok uzaktır. ••• Önce "tarihsel tam" doğru konulmalıdır. Kökeninde yer alan Selamet, Fazilet, Refah çizgisinin demokratik açılımlar sergilediği söylenemez. Bu durum aslında merkez sağ için de büyük ölçüde geçerlidir. özet- le, ne sağdaki "öbür" öncülleri, Demokrat Parti, Ada- let Partisi ve Anavatan Partisi, "demokrat bir öze sa- hipti", ne de AKP, geçin solculuğu bir kalemde, öz- gürlükçü ve demokrartır. Gerek parti içi demokrasi, gerekse grev hakkın- dan, düşünce ve basın özgürlüğü ve üniversite özerkliğine dek tüm temel siyasal, sosyal ve eko- nomik haklar konularında AKP öncesi sağcı parti- lerin nasıl bir "özgürlükçü olmayan", hatta zaman za- man baskıcı bir yönetim sergiledikleri tarihin say- falarını dolduruyor. Bu ülkenin sahip olduğu "en öz- gürlükçü" anayasa olan 1961 Anayasası'nı adım adım işlemez kılan, eğitimi dinselleştiren, ekonomiyi, ailelerine ve yandaşlarına rant dağıtım aracı yapan ve 12 Eylül rejimiyle uyumlu çalışan sağcı siyasi par- tilerden başkaları değildir. öncekilerin tersine Soğuk Savaş sonrasında tek başına iktidar olan AKP, kendini küreselleşme sü- recinin içinde buldu ve bu sürece ılımlı Islamcı ni- teliğiyle katıldı. Türkiye'nin AB üyeliği çerçevesin- de kimi demokratik açılımlara imza atmasına kar- şın, AKP, kendi "geçmişinin yolundan"çıkamadı; as- lında çıkamazdı da. Bu köşede daha önce de be- lirtildiği gibi, özellikle AlHM'nin 10 Kasım 2005 ta- rihinde Leyla Şahin ile ilgili olarak verdiği "Türk üni- versitelerindeki türban yasağının insan haklan ihla- li oluşturmadığı" kararı, bir dönüm noktası oldu. Bu tarihten sonra AKP, adım adım AB'ye üyelik "he- yecanından" ve çabasından uzaklaştı; AB üyeliği- nin "kendi öz/em/enyte" uyuşmayacağını gördü; bu- nun ayırdına vardı. ••• Oysa küresel sermaye için AKP "en uygun" çö- zümdü. AKP iktidarı ile Avrupa Birliği ülkelerinin bir- çoğunda bile görülmeyen ve "satın alanın fiyat be- lirlediği kayıtsız-koşulsuz özelleştirme" yapılıyordu. "Dünya rekoru" düzeyinde "yüksek reel faiz" öde- yerek sağlanan dış borçlanma ve sıcak para girişi bunu tamamlıyor; bankalar ve büyük üretim birim- leri yabancı sermayeye sunuluyordu. Bunları, bas- kı altında tutulan sendikal haklar ve aşırı yoğun iş- sizliğin birlikte sağladığı "ucuz işgücü" ve yabancı mallarla doldurulan ve "büyüyen iç piyasa" ta- mamlıyordu. Küresel sermaye ve sözcüleri için "bundan iyisi can sağlığıydı". Hak ve özgürlüklerin genişlemesi; siyasi parti yapılannın ve seçimlerin da- ha demokratik olması, sendikal haklar, yabancıla- rın "derdi" değildi. Yabancılara göre halkının ço- ğunluğu Müslüman olan bir ülkede demokrasi de "bu kadar" olurdu. AKP, yabancılann, esas olarak küresel sermayenin çıkarlanna uyan ve dönemsel olan bu büyük des- teğiyle bugünlere geldi ve bir yıl öncesinin büyük se- çim başarısından hemen sonra "kamu alanının Is- lamlaştınlması" çalışmalarını hızlandırdı. Küresel sermayeye sağladığı büyük olanakları Islamcı nite- liğini öne çıkararak kendisi için yeni bir "getihye dön- üştürmek" isteyen AKP, dış desteği "kalıcı" ya da ser- maye ile olan "kutsal evliliğini" hiç bitmeyecek sa- nıyordu. Oysa sermaye, doğası gereği, çıkarına ol- duğu sürece bir iktidara destek verir. Kaldı ki tam da bu sırada küresel sermaye, ABD'de konut kredi sisteminden başlayan, petrol ve gıda fiyatlarındaki artışla devam eden bir fırtınalı or- tama giriyordu. Küresel sermayenin "sinirlerinin bo- zulması" ile AKP'nin Türkiye'yi daha Islamlaştırma girişimi, eski "uyumlu ve uygun" ortamı ortadan kal- dırıyor; giderek yok ediyor. Küresel sermayenin söz- cüleri, artık açıkça "AKP'nin siyasi yanlışlarını" sı- ralıyor. Sermaye AKP'yi ilk kez çok "ciddi biçimde" uyarıyor. AKP-sermaye ilişkilerinde bir kırılma baş- lıyor. Muhalefetin yapamadığını küresel sermaye ya- pıyor. Küresel sermaye-AKP evliligi büyük bir dep- rem geçiriyor. önümüzdeki günler, bu evliliğin düzelip düzel- meyeceğini; sarsıntının yaz sıcaklığı nedeniyle mevsimsel olup olmadığını gösterecektir. Son gün- lerde yeniden dillendirilen "merkez sağda" bir siyasal yapılanma girişimleri, aslında "evlilik sonrasının" ha- zırlığıdır. Küresel sermaye ülkemizde yeni bir "ge- lin" arıyor! yakupkepenekO6 @ hotmail.com Bakanlık konfederasyonu unuttu Ekonomi Servisi - Çalışma Bakanlığı, konfe- derasyonlar arasında şubat ayında kurulan 18 bin 528 üyeli Birleşik Kamu-tş Konfederasyonu'nun yanı sıra Bağımsız Büro Hak-Scn'i yazmayı unut- tuğu için kanıu görevlileri sendikalan ve konfe- derasyonlarının üye sayılarının tespitine ilişkin Resnıi Gazete'de yeni bir tebliğ yayımladı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear