25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 16 MART 2008 PAZAR 12 PAZAR KONUĞU leyla.tavsanoglu?cumhuriyet.com.tr Selçuk Üniversitesi İslam Felsefesi Uzmanı Emel Sünter Yalçın’dan dincilere sert eleştiriler: Siyasiler türban amigoluğu yapıyor SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU Emel Sünter Yalçın gencecik bir insan. Evet, başını örtüyor. Ama o örtünün altındaki düşünceler inanılmaz çağdaş ve aydınlık. İlahiyat ve İslam felsefesine merak sarmış. İslamiyet adına insanlara yalan söylenmesine, hurafeler anlatılmasına çok kızıyor. İslamın, kadını ikinci plana ittiği söylenen anlayışının toptan yalan olduğunu anlatıyor. Bizim dinci siyasetçileri de “İslamcı amigolar” olarak tanımlıyor. İlahiyat alanına nasıl merak sardınız? YALÇIN Buna hep merakım vardı. Toplumdaki yanlış bilgiler de beni çok rahatsız ettiği için ilahiyat okumaya karar verdim. Sizi başınızı örtmeye iten neden nedir? Anne tarafım kapalıdır. Baba tarafım ise daha açıktır. Ben farklı iki kültürden gelen iki aile arasında yetiştim. Biliyorsunuz, anne çocuklar üzerinde etkilidir. Biz dini öğretilerimizi ondan aldık. Ama evde her türlü fikir konuşulur, değerlendirilir. Herkese saygı vardır. Örtünmem annemin etkisiyle oldu. Annem başını örttüğünde çok hoşuma giderdi. Benden önce ablam kapandı. Ama ailenin baba tarafında, amca kızlarım açıktır. Yani aile içinde hiçbir baskı görmediniz mi? Kesinlikle hayır. İlkokuldan sonra imam hatip lisesine gönderilip gönderilmemem tartışıldı. Ben o dönemlerde imam hatip liselerine sıcak bakmıyordum. Hep düz bir lisede okuyup aynı zamanda da özgür yaşamayı tercih etim. Toplumdaki yanlış bilgiler sizi rahatsız ettiği için ilahiyat alanına yöneldiğinizi söylediniz. Ne gibi yalan yanlış bilgiler bunlar? Üniversiteden önce lisede din kültürü öğretmenlerimizden dersler alıyorduk. Ama o süreç içinde toplumdaki dini hayatla okulda öğretilen bilgiler arasında hem yakınlıklar hem de sorunlar vardı. Toplumda yaşananlara baktığımda İslam dininin bu kadar katı, bu kadar insanı rahatsız edecek boyutlarda olmadığına inanıyordum. Okula geldiğim zaman da bazı din kültürü öğretmenlerimizin tavırlarını sevmiyordum. O yıllarda çok hırslandım. Kendi kendime, “Günün birinde din kültürü öğretmeni olacağım ve dini böyle öğretmeyeceğim. Bunun doğrusu var. Asıl kaynağına inerek oradan öğrenmeli” diye kendi kendime söz verdim. Toplumda yaşanan dinde insanı kısıtlayan bir hava sezdim. Dinin özüyle ilgisi olmayan şeyler yapılıyor, sözler telkin ediliyordu. Belli bir yaşa gelince akademik hayata o şekilde atıldım. Ne gibi yalanlar söylendi? Somut olarak anlatır mısınız? Belki Konya’da yaşadığımız için bunları daha derinden hissettik. Kitabi bilgilerden çok insanların kulaktan dolma bilgilerle dini yaşadıklarını, kulaktan dolma bilgilerin de insanların özgürlüklerini kısıtladığını, dinin özünden iyice uzaklaştığını gördüm. Zaten hurafeler toplumda çok yaygın. İnanışların yerine geçen sayılar, semboller var. İnsanları matematiksel bir işleme tabi tutan bir inanç sistemi oluşturulduğunu fark ettim. Bunların çoğu halkımızın çoğunluğu tarafından benimseniyor. İnsanlar bunların doğru olduğuna inanarak yaşamaya çalışıyorlar. Ama başkalarının da bunlardan büyük bir rant sağladığını anlamak beni çok rahatsız ediyordu. Din siyasi slogan oldu Ne gibi rant? Örneğin, diyelim ki bir toplantı yapılıyor. O toplantıyı yapan kişi evini oradaki kadına temizletiyordu. Bir kadına ne yaptırılması lazımsa onu yaptırıyordu. Çünkü onun dini duygularını kullanıyordu. İnsanlarımız fıtridir. Ayette der ki: “Her insan bir maneviyatla doğar; o maneviyatını arar.” Bizim toplumumuzun buna çok ihtiyacı var. Madem bu kadar güzel bir dine sahibiz bunun güzellikleriyle yaşamamız gerekiyor. Ama toplumdaki o dini anlayışın bizim gerçek dinimizle örtüşmediğini görüyorum. Üniversiteden mezun olduktan sonra Antalya’da Diyanet’in Kuran kursunda görev yapan bir arkadaşım vardı. Bana çocuklara bir seminer vermemi teklif etti. Gittim. Dini bilgileri okuldan almış olmalarına rağmen çocukların inanılmaz biçimde hurafelerle yaşadıklarını gördüm. Nasıl hurafeler? Bana, “Aman hocam, seccadeyi açık bırakmayalım. Şeytan gelir, namaz kılar. Kuran’ı açık bırakmayalım. Şeytan gelir, okur” diyorlardı. Ben de onlara, “Bırakın namaz kılsın, bırakın okusun” diye şaka yapıyordum. Bakın, ne yazık ki eğitim alan çocuklarımız bile bunları aşmış değiller. Oysa bu çocuklar çok daha iyi bir eğitimi hak ediyorlar ve daha iyi seviyeleri yakalamaları gerekiyor. Bakın, biz çocuklarımızı bu konuda çok daha iyi eğitirsek bir sonraki kuşağın çok daha farklı olacağına inanıyorum. Biz bir önceki kuşağın sıkıntılarını gördük. Hatta bunun sancılarını yaşıyoruz. Türkiye’deki çok ciddi sancı İslamın siyasete alet edilmesi. Sizce İslamın siyasi yelpazede yeri nerededir? Dinin siyasallaşmasını son zamanlarda çok tartışılan ama çok fazla üzerine gidilmeyen bir konu olarak görüyorum. Net bir biçimde ifade etmem gerekirse ben dinin siyasete alet edilmesini hiç uygun bulmuyorum. Bu olmaması gereken bir durum. Çünkü böyle olduğu zaman din sloganlaşıyor. Siyasi bir slogan haline geliyor. İnsanların özelinden çıkıp bir stadyumda taraftar bulmaya çalışılan bir konu haline getiriliyor. Burada siyasiler de amigo mu oluyorlar? (Kahkahalarla gülüyor) Evet. İnsanların manevi açlıkları var. Arayış içindeyken siyaset penceresini görüyor ve “Tamam, ben buraya girersem dindar olabilirim. Bu bana bunu sağlayabilir” diyor. Özellikle son zamanlarda insanlar filan partiye üye olduklarında kendilerini dindar olarak tanımlamaya başlıyorlar. Bütün sıkıntı insanların üyesi oldukları siyasi partilere göre dindar olarak kabul edilmeleri. Kimin hangi partiye oy verdiği belli olunca insanlar hemen, “Bu dindar, bu dindar değil” hükmüne varıyorlar. Peki, bu dinin siyasallaşması toplumda ötekileştirmeyi de beraberinde getirmiyor mu? Getirmez mi? Bu ötekileştirme çok keskin bir biçimde oluştu ve taraflar birbirlerini rahatsız etmeye başladılar. Oysa din insanların özel hayatlarında kalsaydı, siyasi platforma taşınmasaydı, slogan haline getirilmeseydi, ardından bu kadar kitleler sürüklenmeseydi din çok daha entelektüel bir düzeyde kalacaktı. Din siyasetin malzemesi olmak yerine üniversitelerde teoloji alanında tartışılabilir hale gelseydi bugün Türkiye’de böyle bir siyasal İslam yaşanmazdı. Daha bilinçli bir toplum haline gelecektik. Dini teolojik anlamda üniversitelere taşımazsanız yani tartışılır hale getirmezseniz, konuşmazsanız, sürekli üstünü kapatırsanız siyaset de onu malzeme yapabilir. Bugün yaşadığımız sıkıntı ne yazık ki bu. Artık siyaset dini meydana geldi. Din artık kişinin özelinden çıktı. Müslümanlık tartıya vurulmaz Türban siyasi İslamın ürünü Siyaset tarafından türban ya da kadının başının kapanması sanki Müslümanlığın altıncı şartı olarak takdim ediliyor. Böyle bir şey nasıl olabilir? Bu da siyasallaşan İslamın bir ürünü. Siyasetle birlikte türban sembol oldu. Bu durumda da, “Karşımdaki insan başörtüsü ya da türban takıyorsa dindar, takmıyorsa dindar değil” gibi bir inanç yerleştiriliyor. Siyasette sloganlaşan din anlayışı ister istemez bizi taraflara böldü. Bu da İslamın evrensel mesajında çok büyük bir sıkıntı yarattı. Peki, bunu yapanlar günaha girmiyorlar mı? Tabii ki günaha giriyorlar. Bu şekilde insanları itham etmek dinimize yapılabilecek en büyük hakaretlerden birisidir. Bu insanın kendi dinine yapabileceği en büyük ihanettir. Bizim insanları sınıflamak gibi bir hakkımız yoktur. Din, Allah’la insan arasındaki bir ilişkidir. Kimin dindar olduğu kimin dindar olmadığına siz karar veremezsiniz. Ona ancak Allah karar verir. Hocam Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Şahin Filiz’le “İslam Düşüncesinde Kadın Üzerine Gerçekler” isimli bir kitap hazırladık. Amacımız kadını ikinci plana iten ve her türlü hakkını elinden alan yanlış bir İslam inancını eleştirip doğru olanı ortaya çıkarmak. P O R T R E EMEL SÜNTER YALÇIN Konya, 1979 doğumlu. Konyalı bir ailenin kızı. Ortaöğrenimini Konya Atatürk Kız Lisesi’nde, yükseköğrenimini Konya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde yaptı. 2004’te aynı üniversitenin İslam Felsefesi anabilim dalında yüksek lisans çalışmasını bitirdi. Şu anda doktora çalışmasını yapıyor. Aşağı yukarı son 13 yıldır insanlara giderek daha ağır biçimde, “Sen Müslüman gibi davranmıyorsun. Sen Müslüman gibi konuşmuyorsun” türünden baskılar yapılıyor. Müslümanlıkta insanların inancına ya da inançsızlığına dayatmalar var mıdır? Hayır. Bizim için en güzel örnek Peygamberimizdir. 13. yüzyıldan sonra İslam dünyası çok büyük sıkıntılar yaşadı. İslam dünyasında fikirler tartışılamaz hale gelmişti. Bu, aynı zamanda bir geleneğin sona erdiği dönemdir. Ondan önceki döneme, yani Peygamberimizin modeline baktığımız zaman insanların dinleriyle ilgili hiçbir sıkıntıları yok. Ayeti kerime, “Senin dinin sana, benim dinim bana” der. Bugün, “Sen ne kadar Müslümansın, ben ne kadar Müslümanım” gibi bir ölçü söz konusu olamaz. Bu dinin temelinde kesinlikle, “Din kişi ve Allah arasındaki özel bir mahremiyet alanıdır. Bu mahremiyet alanının içine başka birisi giremez” vurgulanır. Peki, din sadece bir grubun tekelinde olabilir mi? İnsanlar dini araştırmalar yapabilir. Ama kalkıp da, “Dindar olmak benim onayımdan geçer” derseniz o zaman sıkıntılar gündeme gelir. Türkiye’deki İslamda yaşanan en büyük sıkıntılardan birisi bu. Kişi ve Allah arasına bürokrasi ilişkisi konunca insanlar özden uzaklaşmaya başladılar; dinden soğudular.Geçenlerde yaptığımız bir araştırmada saptadım. Ötekileştirme başladı. Bu anlamda dindar olan ve olmayan diye Türkiye’de gruplar oluştu. Kendine dindar diyenler, İslam siyasallaştığı için çok keskin söylemler kullandılar. Dindar olmadığı kabul edilen ötekiler ise İslamın öbür taraf tarafından anlatıldığı gibi olduğuna inandı. Dolayısıyla bu dinin hakkını veren olmadı. Buna çabalayan azınlık bir grup ise konuşmuyor. Bir eğitimci olarak söyleyebilirim. Bu durum toplumumuzda ahlaki çöküşe, ulusal birliğimizde bölünmeye neden oluyor. Tarikatlar Diyanet’in kaldırılması için bastırıyor Elimizde 1400 yıl önce yazılmış kutsal Kuranıkerim var. Kuran bu süre içinde değişikliklere uğratıldı mı? Kuran’ın iyi korunduğuna inanıyorum. Ama onu anlama sorunlarımız oldu. Teolojik bir terim kullanmak gerekirse tefsir, yani açıklama sorunlarımız var. Sorunlar 13. yüzyıldan sonra başladı, dedim. 13. yüzyıldan sonra Kuran’ı ve onun bize verdiği mesajları anlamada çok büyük sıkıntılar oluştu. Artık orada tanrısal söylemlerin terk edilmeye ve insani söylemlerin hâkim olmaya başlandığı bir döneme giriliyor. Dolayısıyla o süreç içinde tarikatlaşmalar, cemaatleşmeler çok yaygınlaşıyor. Her tarikatın, her cemaatın kendine göre bir İslam anlayışı var. Dolayısıyla bu tefsir ve yorumlar Kuran’ın kendisini gölgede bırakıyorlar. Bunlar da Kuran’ın aslını bize unutturdu. İslam dünyasının bugün yaşadığı en büyük sıkıntı bu. Bugün İslam dini Türkiye’de ayaklar altında. Bence bugün Türkiye’de İslam ortaçağda Hıristiyan dünyasının yaşadığı skolastik düşünceyi yaşıyor. Yani İslam düşünsel anlamda büyük bir çıkmaza girdi. Kadının kafası erkek baskısıyla kapatılıyor. TBMM’deki kadın milletvekilleri dahil bütün kadınlar buna niye karşı çıkmıyorlar? Karşı çıkanlar feminist olmakla suçlanıyor. Bütün söylem erkek söylemi. Erkek ne kadar entelektüel de olsa bir yerde açık veriyor. İnsanları sömürmenin en iyi yolu dini duyguları kullanmaktır. Onlar da bunu yapıyorlar. Baktığımızda, genelde İslam âlimleri de erkektir. Kadın örneği azdır. Erkek dayatmacılık yapıyor ve toplumsal hayat içinde kadını fazla istemiyor. Bunu da İslam’ı kullanarak yapıyorlar. Türkiye dünyada faizin en yüksek olduğu ülke. Peki, faiz İslamiyette haram değil midir? Türkiye’de dengeler çok fazla değişti. Ülkede çok daha ciddi sorunlar varken biz türbana odaklandırılıyoruz. Önemsiz gibi görünen bir meseleyi önemli hale getirip insanların zihinlerini meşgul etmek açıkçası hepimizi rahatsız ediyor. Faiz İslamiyette haramdır. Ama Türkiye en yüksek faizi ödeyen ülke. Bir de eğitimde çok büyük sorunlar var. Yeni kuşak ne ulus birliğiyle, ne bir şeyle ilgileniyor. Ben öğretmenken bunu görmek beni korkutuyordu. Son beş yıl içinde çok bilinçsiz, çok duyarsız, çok tüketime açık, benmerkezli bireyler yetişiyor. Okullarda şiddetin arttığını biliyoruz. Çocuklarımızın hayatları kayarken ille de türbanla uğraşmak beni çok üzüyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın üzerinde son zamanlarda çok ciddi oyunlar oynandığı haberleri var. Bu konuda bildiklerinizi anlatır mısınız? Bunu özellikle Alevi vatandaşlarımızı kullanarak yapmak istiyorlar. Ama sanıyorum onlar da kullanıldıklarını anladılar. Türkiye’de Diyanet önemli bir kurum. Tabii ki onunla ilgili sıkıntılar var. Yapılan araştırmalarda Diyanet’in insanların dini inançları üzerinde yüzde 20 etkili olduğu ortaya çıktı. Bu araştırmada tarikat ve cemaatlerin insanların dini inançlarında yüzde 35 etkili olduğu saptanmış. Bu oranlara baktığımızda bir sıkıntı olduğu anlaşılıyor. Diyanet’in çok ciddi bir reformdan geçmeye ihtiyacı var. Kendileri de bunu ifade etmeye başladılar. İlahiyat fakülteleriyle işbirliği içinde çalışıp akademik anlamda eğitime nasıl katkıda bulunabileceklerini araştırmaları gerekiyor. Ama Diyanet’in kaldırılmasına kesinlikle karşıyım. Son zamanlarda böyle bir oyun oynanmaya çalışılıyor. Bunda tarikatlar mı etkili? Evet. Diyanet kalkarsa din eğitimi ve öğrenimi devletin kontrolü dışına çıkacak. Devletin kontrolünden çıkan din eğitimi ve öğrenimi de tarikatlar ve cemaatlere çok büyük imkânlar sağlayacak. Böylece din daha fazla siyaset alanına taşınacak. Diyanet Atatürk’ün bize emanet etmiş olduğu bir kurum. Laik bir rejimde Diyanet’in varlığını sorguluyorlar. Bana göre bunlar son derece cahilce düşünceler. Bu tür bir laiklik tartışmasına girmek ülkemizi sıkıntıya sokar. Bizim laik sistemimiz Fransız jakoben laikliği değildir. Bizim laiklik anlayışımızda da sıkıntı var. Neredeyse laikliği de dinileştiriyoruz. Laiklik din karşıtı değil Bizim siyasiler laikliği dinsizlik olarak algılamıyorlar mı? Laikliğe de dini terminoloji kılıfı geçirmeye çalışıyorlar. Laiklik din karşıtı filan değil. Öyleyse bu ülke insanı Cumhuriyetten beri nasıl oldu da inançlarıyla yaşadı? Laikliği dinle kıyaslamaya kalkarsanız o zaman Türkiye’deki en büyük sıkıntılardan birini yaşamaya başlarız. Türkiye’de son yıllarda iyice kavram kargaşaları oluştu. Dini aldık siyasetin içine attık. Laikliği aldık, dinin içine attık. Laiklik ve din aslında birbirinin tamamlayıcısı. İnsanlara yaşam biçimini sunuyor. Laikliğe din karşıtı diyemezsiniz. Onların algıladığı laiklikte hiç kimsenin dini inancının olmaması gerekiyor. Yok böyle bir şey. Bu ülkede bütün dinlerin ibadethanesi, herkesin dini özgürlük hakkı var. Bakın, burada bir şey eklemek istiyorum. Özellikle Anadolu’daki üniversiteler tarikatların ve cemaatlerin çok fazla etkisi altında kalıyorlar. CUMHURİYET 12 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear