23 Kasım 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 3 ARALIK 2008 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 13 Hindistan’da terörden sonra İçişleri Bakanı istifa etmiş. Enayilik, istifade etmek varken... Bağlı Gerek Sami Aktaş: “CIA’dan Graham Fuller, BOP’u idam fermanına benzetmiş. Eşbaşkanı da zaten ülkesinde gereğini yaptı!” Gaz Ahmet Ordu: “Bir şarkıcı televizyonları gezip ‘Bas gaza’ diyor da Müjde Ar bile ‘Ortalık zaten kan gölü, basma gaza’ demiyor!” YağmurDeniz - İktidar, krizi küçümsüyormuş... “Civcivler yesin diye ufak atıyorlar!” İSLAMCI iktidarın sağlıkta yaptığı “reform”u hep birlikte görüyoruz. Baş ağrısıyla hastaneye giden delikanlı “doktor kontrolü”nde menenjitten ölüyor. Bir bebek anne rahminden çıkmaya çalışırken başı koparılarak öldürülüyor. Apandisit ameliyatına giren hastanın dalağı alınıyor. Böbrek hastasının gözü çıkartılıyor! Sağlıkta insan hayatı hiç bu kadar ucuzlamamıştı. Avrupa Birliği’nin dayattığı siyasi kriterleri, ekonomik kriterleri boş verin de en temel insan hakkı, yaşam hakkı kriterlerine bir bakın hele. Hastanede ölmezsek; karakolda öldürülüyoruz. Karakoldan sağ çıkarsak cezaevinde ölüyoruz. Yolda yürürken “dur”madık diye polis kurşunu yiyerek öteki dünyayı boyluyoruz. Bu kadar ucuzluk, Afrika kabilelerinde bile yoktur. Yaşamın her alanındaki ucuzluğun bir de çok ağır bir faturası var. Özellikle sağlıktaki fatura giderek kabarıyor. Tıp Kurumu Başkanı Dr. Mehmet Altınok anlatıyor: “AKP’nin 22 Temmuz seçimlerinde oy oranını yüzde 47’ye çıkartmasındaki başat faktörlerden biri de sağlık alanındaki icraatları oldu. SSK’nin tasfiyesinin ardından 40 milyona yakın yurttaşın tıpkı Emekli Sandığı hastaları gibi serbest eczanelerden ilacını alabilmesi, devlet ve üniversite hastanelerine sevk zorunluluğunun kalkması, özel hastanelerden yararlanma olanakları ve yaklaşık 15 milyon yeşil kart kapsamındaki yurttaşın da karnelerine yazılan ilaçları kaymakamlıklara başvurmaksızın eczanelerden almasını AKP oya çevirdi. Ancak AKP’nin işbaşına geldiği 2002 yılından günümüze sağlık harcamalarında da baş döndürücü bir artış oldu. Kamu ve özeldeki toplam sağlık harcamamız 2002’de 13 milyar dolar (20 milyar lira) iken 2007’de geri ödeme kurumlarının borçları da dikkate alındığında 39 milyar dolara (50 milyar lira) sıçradı. Sağlığa ayırdığımız kaynakların önemli bir bölümünün ulus ötesi medikal kartele aktarılması küresel odaklı reform programının kaçınılmaz sonucuydu. Sağlık harcamalarımızdaki hızlı artışa karşın toplumsal sağlık çıktılarında beklenen sonuç alınamadı. Bu acı gerçek, Dünya Sağlık Örgütü’nün Eylül 2008’de yayımladığı, 53 ülkeyi kapsayan Avrupa Sağlık Atlası’nda Türkiye’nin yerinin son sıralarda olmasıyla bir kez daha kanıtlanmış oldu.” İşin aslı şu: Sağlık sektöründe cebimizden çalınan para arttıkça hayatımız daha çok ucuzluyor! Ucuzluk GÖRÜŞ DENİZ BANOĞLU Devletçilik... Dünyayı sarsan son ekonomik kriz için hükümeti- miz , “bizi teğet geçti, bizi sarsmaz” gibi savunma- larla, artan işsizliği, işten çıkarmaları, kapanan ke- penkleri, bacası tütmez olan fabrikaları görmezden gelirken, TÜSİAD’ın çağrılarına kulaklarını tıkarken, cid- di bir panik havasının estiği gelişmiş sanayi ülkesi Al- manya’da “yeniden devletçi ekonomiye” dönüşün sin- yalleri veriliyor. Amerikan usulü borsa oyunlarından, yeniden devletçiliğe, tasarruf politikalarına dönülüyor. Krizin baş göstermesiyle birlikte peş peşe yayım- ladığı nüshalarında sayfalarını bu konuya ayıran, ül- kenin çok satışlı Der Spiegel dergisinde yayımlanan, “Timsahların zamanı” başlıklı uzun soluklu makale- de, “Oyunu kötü oynayan bir avuç insan yüzünden dünya ekonomisi çöküşe sürüklendi” deniliyor, ar- dından “asıl tehlikede olan demokrasidir” vurgusu ya- pılıyor. “Bu kez söz konusu olan sadece ekonominin iniş ve çıkışı değil. Piyasa ekonomisi değil miydi, öl- çüsüzce kâğıt oyunlarına davetiye çıkaran? Ya şim- di, şimdi piyasa ekonomisiyle göbek bağı olan de- mokrasinin durumu ne olacak, o demokrasi ki, bir Ba- tı konsepti olarak dünya üzerinde egemenlik kur- muştu... Şimdi demokrasi de tehlikede.” Şimdi Alman ekonomisi durgunluğa girer ve yüzyılın en büyük iş- sizliğini yaşarken, bir dönem büyük sermayeden ya- na olan finans adamları devletin korunmasına sığınıyor. Spiegel şöyle özetliyor durumu: “Artık dünya bildiğimiz dünya olmaktan çıktı. Birçok Amerikan bankası dev- letin korumasına sığındı. Bir zamanlar kapitalizmin ağa- babası olan Deutsche Bank’ın Başkanı Josef Ac- kermann da kurtuluşu devletçi çözümlerde görüyor.” Almanya bugünkü duruma 2003-2005 yıllarında, Başbakan Gerhard Schröder’in küresel-kapitalist ekonomik politikalarıyla geldi. O yıllarda devletçiliği küçümsemekti topluma egemen olan görüş. Türki- ye’ye birkaç yıl gecikmeli giren neoliberal bir ideolojiye, toplumu değil, bireyin gücüne ve özgürlüklere gü- venildiği bir dönemdi. “Devlet” sözcüğü sıkıntı, kâbus, bir tür işkence ve özgürsüzlükle eşanlama gelmekteydi. Schröder, o dö- nemde 2010 siyasi ajandasını sunarken, işsizliğin kö- künü kurutacağını vaat etmişti. Siyasilerin, ekono- mistlerin ve gazetecilerin aşırı abarttıkları bu politik ajandada siyahla beyaz arasında bir görüşe yer yok- tu, adeta bir ruhsal kendinden geçiş yaşanmaktay- dı Bireysel özgürlükler göklere çıkarılıyor, devlete ait ne varsa kötüleniyordu. O dönem ülkenin havasını bu söylem şekillendirdi, yönlendirdi, ama aynı zaman- da uçuruma da sürükledi. 2010 ajandası için, bir ta- rafta siyasilerle ekonomistler, diğer tarafta işsizlerle işverenler arasında bir tür ticari anlaşma yapılmıştı; bireye, “sizin güvencenize el koyuyoruz ama bunun karşılığında ekonomi büyüyecek, size iş sahası açı- lacak” vaadi vardı. “Bize güvenin” diyordu siyasiler ve ekonomistler. Bir süre bu anlaşma yolunda gitti, Alman ekonomisi gerçekten de güçlendi, işsizlik bir süreliğine geriledi. Ama bu kısa dönemde yaşanan canlanma, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, bir süre sonra, bu anlaşma- nın adil olmadığı konusunda ciddi kuşkulara yol aç- tı. Çünkü aynen Türkiye’de olduğu gibi, servet sa- hipleriyle büyük şirketlerin gelirlerinde görülür bir ar- tış gözlemlenirken reel ücretler sabit kalmıştı. Üste- lik orta kesimin yükünü üstlenen aşağı tabakayla top- lumun üst tabakası daha da büyümüştü. Sonunda “adaletsizlik” sözcüğü, şiddetli bir öfkeyle birlikte gi- derek daha sık kullanılır olmuştu. Almancı devlet an- layışı yerini Amerikancı kapitalizme terk etmişti.. İn- sanlara artık eskiden olduğu gibi, yatırımları için dev- let tahvili ya da banka tasarruf defteri değil, yüksek gelir vaat eden, Amerikan usulü, hisse senetleri ve bor- sa oyunları öneriliyordu. Ölçüsüzlük, çılgınca bir risk alma coşkusu egemendi artık iş piyasasına. “Bırakın biz de Amerikalılar gibi olalım” diyordu Alman ban- kalarıyla yatınmcılar. Okyanusun ötesinde yapılanları aynen taklit ediyorlardı Alman bankaları borsa aktörleri olmuşlar, Amerika’da başlatılan borsa oyununda yer almışlardı. Gittikçe büyüyen rakamların boy göster- diği kendilerine ait bir dünyada dal budak büyürken arkada bıraktıkları ise içi boş bir balondu. Bugünleri öngören Marx’ı küflenmeyen raflardan indirip, güncelleştirdiler... “Acaba Marx haklı mıydı” tartışmalarını başlattılar... Devlet düşmanları, devletçi olup çıktılar.. Bunları aynen yaşayan bizler için de “da- rısı bizim başımıza” mı diyelim acaba?.. Gürbüz Çapan’õn son yazõ- larõnõ okuyor musunuz?.. Ge- çenlerde fark ettim ki “ergene- konzede”liğinden beri sanki da- ha bir “yazar”laşmõş.. hele Gün Zileli’nin kitaplarõndan söz eder- ken... İletişim’den çõkan “Yarılma”, “Havariler” ve “Sapak”taki “yaşamöyküsü”nü solcularla birlikte “sağcı”larõn da okuma- sõnõ diliyor ve ekliyor; “Bir kez daha anladım; sorun imamda değil, dinde! Solculuğun din haline getirilmesinde. Solcu- luk ‘din’ hâline getirilince, pey- gamberi de oluyor, havarisi de, şeyhi de… Solculuğu din haline getiren aklın, ‘akõllõ- lar’ın ve bu düzenin, kör de- ğirmen taşı gibi, solu, ‘bizim ço- cuklar’ı öğütmesinin önüne geç- mek mümkün değil” (28 Kasõm 2008-Cumhuriyet) Düşündüm... Çapan’õn serzenişi, yerel se- çimler için “sol” adaylarõn be- lirlenmesinde bile gözlenmiyor mu? Nice põrõl põrõl, bilinçli insan- lar yine “öğütülüyor”; nice her yaştan bilgili, birikimli aday, “solcu şeyhler”in dudak bük- meleriyle eleniyor... Çünkü adayõn gerçekten fikir sahibi ya da uzman olmasõ değil, “parti içindeki tarikat”(!)tan ol- masõ önemli... Seçildiğinde ger- çekten kente ve topluma yararlõ olacak “yetenek”leri değil, par- tideki tarikata hizmet edebilecek “bağ”larõ değerli... Dahasõ, seçilebilmesi için de halkõn güven duyacağõ yeni ve saygõn bir isim olmasõ yerine, se- çime bol para ayõrmasõ ve tari- katõn delegelerine her akşam toplu yemek õsmarlamasõ daha geçerli… ‘Ruhani’ bölünmüşlük Evet... Solculuk “din” haline gelince, aklõn yerini yine “körü körüne bağlılık” alõyor; mantõk, yerini “batıl inanç”a bõrakõyor. En açõk gerçekleri bile göreme- yen “koşullanmış kafa”lar par- ti kararlarõnõ belirliyor... Bunun doruğa çõkan örneği, soldaki “akıl dışı bölünmeler” yüzünden nice belediyenin sağa “sunulma”sõ değil midir? “Ey solcular birleşin; boş inançla değil, gerçeği görerek siyaset yapın” diyenler ise “sol- cu şeyh” olmadõklarõndan, söz- lerine aldõran yok. İlhan Selçuk’un “solcu sol- cunun kurdudur” sözü yine doğrulanõyor. Bölünmüş sol, oy- larõ da bölmek için “ruhani” bağnazlõğõnõ sürdürüyor. Göre- ceksiniz, bundan ötürü seçim yitirilirse, yine diyecekler ki; “Birleşme için bizim partiyi yeğleselerdi, böyle olmazdı...” Ey “din”, sen nelere kadirsin; solcuyu bile beyinsiz kõlacak ka- dar muazzam bir güce sahipsin... Bir garip oldular Solculuk din haline gelince, solcular da bir garip oluyor. Örneğin, şu dev süpermarket- ler için; “Artık kentlere sok- mayalım; çarşı ve pazar gele- neğimiz yaşasın; paramızı kü- resel tekellere değil kendi es- nafımıza verelim” deyip duru- yoruz ya... Pazarcõyla “insan insana” ko- nuşarak; manavla, kasapla ah- baplõk kurarak alõşveriş yapmak varken, bakõyorsun aynõ süper- marketlerin en sadõk müşterileri solcular... Hatta bu sömürüye “çağ- daş”lõk(!) adõna izin veren, ken- tin merkezinde açõlmasõna ön- ayak olanlar bile sadece sağcõlar değil, “solcu” belediye başkan- larõ! Çünkü üretime değil, “tü- ketim dini”ne inanõyorlar. Hal- kõn pazar günleri, örneğin “me- sire”lere gitmek yerine tüketim hangarlarõna tõkõlmasõnõ çağdaş- lõk sanõyorlar. Dahasõ, “Kente hareket gel- sin”, “Dünya kenti olalım”, “Artık marka kentiz” vb “abuk” gerekçelerle ayrõcalõklõ rant binalarõna imar olanaklarõnõ savunan solcularõmõz bile var. Çünkü ulusal kalkõnmaya de- ğil, “yatırım dini”ne inanõyorlar. Hatta, “Canım şu 2B artık zo- runluluk; AKP’nin oy avcılı- ğına izin vermeyelim, biz de bir formül bulalım..” diyerek, ya- sadõşõ orman talanõ rantõnõ “ta- pu”yla aklamaya hazõr solcular biliyorum... Çünkü “gelecek kuşaklar”a değil, “mülkiyet dini”ne bağlõ- lar... İşte böylesine “sağcılık”tan farksõz bir ekonomi ve siyaset an- layõşõnõn solculuğu da sadece yakalardaki Atatürk rozetinde kalõyor... Evet... Yerel seçimler yakla- şõyor. Gürbüz Çapan yazõsõnda soruyor; “Bakalım ‘sol tarikat’ın cin- ci hocaları ne yapacaklar?” Kurucu ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Solculuk ‘Din’leşince... Doğan Kapkıner: “RTE kurduğu devletin mekanizmalarını seferber edermiş. Meğer Türk Devleti’ni RTE kurmuş!” Nami Tepe: “MİT’in Tuncay Güney raporu neden Sabah gazetesinde yayımlandı? İkisi de Başbakan’a bağlı olduğundan!” HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com Çarşaf ve rozet takma görgüsü! CHP’NİN kara çarşaflılara parti rozeti takma hamlesini Deniz Tuncay Akkapılı farklı bir açıdan, görgü kuralları açısından değerlendiriyor: “Hangi nedenle olursa olsun kara çarşafa rozet takmak görgü kuralları açısından ve teknik olarak olanaklı değildir. Deniz Baykal ve bazı CHP’liler tüm dünyada ve Türkiye’de rozetin hangi giysinin neresine takılacağını bilmiyorsa ne denir! Sokaktaki herhangi bir kadına sorsalardı öğrenebilirlerdi. Bu kapsamda keşke, Baykal hiç değilse parti rozetini kara çarşaflı kadınların eline verseydi, kadınlar da bir gün giyecekleri umut edilen ve rozetin de görgü kurallarına göre takılabilecek yakalı bir giysi giyeceği güne kadar bunu çantalarında taşısaydı. Olmadı kızına, gelinine taktıracağı ‘güzel günler göreceğiz çocuklar’ diyeceği zamana kadar saklasaydı! Deniz Baykal çarşafa rozet takarak geleceğin çağdaş kadınlarını oluşturacak genç kızlarımızın giyim kuşam anlayışlarına da kötü örnek oluşturmuştur. Yine de umut edilir ki; bu kızlarımız, Baykal’ın çarşafa rozet takma görgüsüzlüğüne aldırmayıp, gülüp geçerek, yaşam biçim ve içeriklerine koşut, Atatürk’ün kızları olarak, anne babalarından aldıkları çağdaş eğitim, terbiye gereği hangi giysiyi giyeceklerine ve göğüslerinde onurla neyi taşıyacaklarına doğru karar vereceklerdir.” SESSİZ SEDASIZ (!) ekinci@cumhuriyet.com.tr KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com HARBİ SEMİH POROY 3 Aralık Dinlerin sembolleri... Yakında “parti”lerinki de eklenecek... BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ “Kılkuy- ruk” da deni- len ve yurdu- muzun sulak alanlarõnda da yaşayan ördek cinsi. 2/ İki büyüklük ara- sõndaki bağõn- tõ... Başlõca, te- mel niteliğin- de olan. 3/ Telve ile yapõlmõş tadõ kötü kahve... Kuzu sesi. 4/ Bir renk... Başkalarõnõn sõrtõndan geçinen kimse. 5/ Yozgat ilinde ünlü bir hö- yük. 6/ Eski Türk- lerde doğum tanrõ- çasõ... En kalõn erkek sesi. 7/ Pasta hamu- ru... Sõvas’õn bir ilçesi. 8/ Japon lirik dramõ... Tar- layõ sürerek dinlenmeye bõrakma. 9/ Gaziantep yöresine özgü, simit biçiminde bir cins çörek... Daha iyi ürün elde etmek için bir ağaçtan başka bir ağaca dal nakletme işi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ “Flurcun” da denilen bir kuş. 2/ Uzak... Hay- vanõn sõrtõna konulan belleme. 3/ Şarap mahze- ni... Ender, seyrek... Sevinç belirten bir ünlem. 4/ Turşusu yapõlan bir tür yaban soğanõ. 5/ İstan- bul'un eski adlarõndan biri. 6/ İnce pide halinde ekmek... Eski Mõsõr’da güneş tanrõsõ. 7/ Sahip... “Efelek” de denilen ve yapraklarõ sebze olarak kullanõlan bitki. 8/ Gemilerde oda... Yemek. 9/ İzmir’in Tire ve Ödemiş ilçelerine özgü bir tür bil- ye oyunu... Tatsõz tuzsuz yiyecekler için kulla- nõlan bir sözcük. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 C U M A Y A N I A C E M İ U R A M A N İ D A R L İ E N İ R T A L A V A Ş T E B İ D İ L V E B A A Ş A M A E L A N Y A K A R I K A P I T A Ş K 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear