23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Atatürk’ün vasiyetna- mesi çiğnenerek Türk Dil Kurumu kapatõlõnca, 1987’de Dil Derneği’ni kurduk. Dönemin iktidarõ rahatsõz oldu ve dernek, “kurulması yasak” der- neklerden sayõldõ. Hukukun üstünlüğüne inancõmõzla yasaklõlõktan kurtulduk; ama ne sandalyemiz, ne masamõz vardõ. Cumhuri- yet’teki “Olanaksızı Ola- naklı Kılmak” başlõklõ seslenişimizi, Cumhuriyet okuru bir banka müdürü duydu, hâlâ kullandõğõmõz eşyalarõ verdi. Ödenti ve bağõşlarla kitap yayõmla- maya başladõk, küçük bir yer bile alabildik. Aradan 21 yõl geçti; ama nasõl geç- tiğini sormayõn. Yargı savları çürüttü Dil Derneği’ni “yasak”lõ sayan bürokratlar, mahke- mede belgesi olmayan açõklamalarla Dil Devri- mi üstünden, Atatürk’ü ve yaptõklarõnõ yargõlatmaya çalõştõlar. Bu devriminin “kuşaklar arası kopukluk yarattığını, geçmişimizi unutturduğunu” söyler- ken asõl amaç, geçmişle bağlarõ koparanõn Atatürk olduğunu kanõtlamaktõ; ol- madõ. Yargõ, bu savlarõ çü- rüttü. Zorla devlet dairesi ya- põlan Türk Dil Kurumu’nu, Atatürk’ün kurduğu gibi dernek yapõsõna döndür- menin önünde 1982 Ana- yasasõ’nõn geçici 15. ve 134. maddeleri bulunuyor. 12 Eylülcüler kendilerini ve yaptõklarõ hukuk dõşõ uygulamalarõ geçici 15. maddeyle koruma altõna aldõ; hâlâ korunuyorlar. Aradan tam 25 yõl geçti; birçok hükümet kuruldu; hepsi Atatürkçüydü; ama içlerinden hiçbiri Ata- türk’ün vasiyetnamesi üs- tündeki hukuk lekesini sil- mek istemedi. Şimdi çok- larõ bugünkü Türk Dil Ku- rumu’nu, Atatürk’ün ku- rumu sanõyor; ilginçtir, bu- raya atananlar da vasiyeti es geçerek, Atatürk’ün Türk Tarih ve Dil Kurum- larõnõ “akademi” yapmak istediğini söylüyorlar. Pe- ki, 1983’te zora dayalõ ola- rak kurulan Başbakanlõğa bağlõ Türk Tarih ve Dil Ku- rumlarõ, 25 yõl içinde “aka- demi” olabildiler mi? Ma- dem Atatürk böyle istiyor- muş, Atatürk’ün istediği gibi mi çalõşõyorlar? Buyurun, resmi TDK’nin bilgisunar sayfa- sõna bakõn. İyimser bir ba- kõşla söylersek 25 yõlda 500’e yakõn yayõn yapõl- mõş; bunlarõn 100’e yakõnõ 1983 öncesinden kalanlar. Yazõm Kõlavuzu ile Türk- çe Sözlük dõşõndakiler, yandaş akademisyenlerin tuğla gibi yapõtlarõ. Türki- ye Türkçesinden çok leh- çelere, cumhuriyet öncesi- ne ilişkin araştõrmalara ağõrlõk veriliyor. Yazõm Kõlavuzu ve Türkçe Söz- lük’ün ölçünlü dil ve yazõm birliğini bozduğunu her- kes biliyor; yanlõşlar MEB eliyle yaygõnlaştõrõlõyor. Örneğin Yazõm Kõlavu- zu’nda “Ayrı Yazılan Birleşik Kelimeler” gibi gülünç bir başlõk altõnda “büyükanne” gibi yüz- lerce sözcük ayrõ yazõl- maktadõr. Türkçe Sözlük’te yer alan, “mızraklı ilmi- hâl, Miraç Gecesi, Mevlit Kandili, Allahuteala, Al- lahualem, Allah vergisi, mevhibeiilahiye, sabah ezanı, namaz seccadesi, namaz niyaz, teravih na- mazı, ahir zaman pey- gamberi” gibi dinsel öğe- lere karşõn, tek bir ulusal kavram yoktur ya da “to- parlayıcı krem, ıslatma suyu” gibi gülünç tamla- malar maddebaşõnda sõra- lanmaktadõr. Dilbilgisel yanlõşlar da cabasõ… Atatürk’ün istediği “akademi” bu muymuş? Resmi TDK, Atatürk’ün milyarlarõ aşan kalõtõnõ, bir “akademi” gibi mi kulla- nõyor; bilgisayar ortamõn- da “bozuk Türkçeyle” ya- põlan gösterilerin yaratõcõ- sõ resmi TDK, TBMM’de “Atatürk dilde devrim yapmamıştır” diyen araş- tõrma komisyonunu onay- lõyor; TBMM dõşõnda sö- züm ona Dil Devrimini sa- vunuyor. İşte “akademik” dik duruş… Koskoca “akademisyen”ler, geç- mişte türetilen sözcüklerin yazõm ve tanõmlarõyla oy- nayarak basõn yayõnõn dilini düzeltmeye kalkõyor; “Türkçesi varken; ya- bancı dille öğretime ha- yır…” gibi, dün tepki ver- diği ya da sessiz kaldõğõ ey- lemleri sahipleniyor; el al- tõndan Türk İslam sentezi- nin dil anlayõşõna sarõlõ- yor; yurtiçi ve dõşõ yolcu- luklarla yorgunluk atõyor; trilyonlarõ hõrsõzlara kaptõ- rõyorlar. Başbakanlõğa bağ- lõ bir kurum; söz, tavõr ve ürünleriyle güven sağla- yamadõğõ için Türkçeyi ko- ruma yasasõ çõkarõlmasõ için, herkesi yanõltarak ön- de koşuyor. Özetle, yöne- tim kurulu ve yeterli uz- manõ olmayan TDK, yasal boşluktan yararlanarak üç beş kişiyle, Atatürk’ün pa- rasõnõ “mirasyedi” gibi kullanõyor. Beri yanda Mustafa Kemal’in “man- evi mirası olan akıl ve bi- lim”den başka doğru tanõ- mayan, sanatõn õşõğõna ina- nan Dil Derneği, iyice dar- laşan yerini ve yenini ge- nişletmek için 21 yõldõr güçlüklerle boğuşuyor. Bu duygularla yeniden, “Ola- naksızı Olanaklı Kılmak” diye seslenme gereksinimi duydum. CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 21 ARALIK 2008 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Bilim Boyun Eğerse... PENCERE Anımsayabilirsin, Ama... Anılar üzerinde fikir yoran insan ister istemez dün-bugün-yarın üçlemesine takılıyor... Her şey öylesine hızla değişiyor ki bu baş dön- dürücü ivme içinde değişmeyeni yakalayamayan kişi yaşadıkça mutsuzlaşır... Geçen sabah gazeteleri gözden geçiriyor- dum, ikinci sayfalarda mankenlerin, modellerin, sözüm ona sosyete güzellerinin aşk dedikodu- ları ve çıplak fotoğrafları ilginç bir fasıl oluşturu- yordu... Bayağılığın bini bir paraydı... Birden aklıma geldi: - Bugün ayın kaçı?.. Duvardaki Saatli Maarif Takvimi’nin yaprağını kopardım, sayfanın arkasında Cahit Sıtkı Ta- rancı’nın “Bir Saadet” başlıklı şiirini okumaya baş- ladım: “Ne bir kelime konuştuk, Ne işaret çektik birbirimize, Fakat gerçektir seviştiğimiz Vapur kalkıncaya dek, Göz göze gelmekle sade. Bir saadet gibi hatırlıyorum, Yasemin kokusu ondan, Teneffüsü benden, Bir yaz akşamı, Kandilli iskelesinde!” Gazetelerin ikinci sayfalarını dolduran aşk de- dikodularıyla Cahit Sıtkı’nın aşkı birbirinden ne ka- dar uzakta iki dünyayı vurguluyordu... Ve bugünkü vapur iskelelerinde de benzeri aşk- lar yaşanıyor muydu?.. Akbaba’cı şair Yusuf Ziya Ortaç 19’uncu yüzyılın sonunda doğmuştu, nüktedan bir adam- dı, espri yapmadan duramazdı... Bir gün kadın-erkek ilişkileri üzerinde konuşu- lurken sormuştum: - Yusuf Ziya Bey, bugünkü gençler ilişkileri ko- nusunda daha özgür, değil mi?.. Sizin zamanı- nızda durum nasıldı?.. Lafa ‘Ah İlhancığım’ diye başlayarak espriyi pat- latmıştı: “- Biz fotoğraflardan metres tutardık...” Ancak Cahit Sıtkı’nın güzelim şiirindeki aşkın günümüzde de yaşandığına inanıyorum... Neden?.. Çünkü Türkiye çeşitli zaman katmanlarının iç içe geçtiği bir coğrafya... Toplumun kimi kesiminde aşk artık tarih sayı- lırken kimi yerde de kadın-erkek ilişkileri törele- rin yasaklarında boğuluyor; özlemlerle, tutkular- la örtüşüyor... Peki, anılarla zenginleşen geçmişimizin yarına hazırladığı dünyanın encamı nasıl olacak?.. Soruya yanıt vermek için benim anılarımda bü- yük yer tutan Nadir Nadi’ye başvurayım... 19’uncu yüzyılın ortasında ünlü Fransız sosyalisti Louis Blanc olağanüstü bir iyimserlik içindeymiş... Dermiş ki: “- Yarın dünya cennete kavuşacak...” 1848, 1870, 1914, 1918 derken daha yakın za- manlara dek büyük devrimler, savaşlar, çalkan- tılar içinde yaşayanlar: “- Yarın” diyorlarmış “öyle bir barış güneşi do- ğacak ki ışıklarıyla ruhumuz kamaşacak...” (So- kakta Gürültü Var, Çağdaş Yayınları) Nadir Nadi soruyor: “- Hiçbir zaman ‘bugün’ olmayan bu ‘yarın’a doğru çılgıncasına yuvarlanırken, gerçek kaderi- mizin manasını hâlâ anlayamayacak mıyız?..” 21’inci yüzyıla girdik, dünya bir türlü cennete dönüşemedi, barış bir hayal... Anılar bu kapsamda bize ne öğretebilir?.. Hem anı Cahit Sıtkı Tarancı’nın vapur iskele- sinde “teneffüs ettiği” yasemin kokusu gibidir; anımsayabilirsiniz; ama, soluyamazsınız... E konomik krizlerin en göz- le görünür sonuçlarõ ge- lirlerin düşmesi, işsizliğin artmasõ ve fakirliğin be- lirginleşmesidir. Kriz dö- nemlerinde hükümetler de sağlõk ve eğitim alanlarõna yapmõş olduklarõ sosyal harcamalarõ kõsmaktadõrlar. 1980’li yõllarõn başõnda yaşanan Latin Amerika ekonomik krizi ile 1997-1998 yõllarõnda başlayan Doğu Asya eko- nomik krizinin sağlõğõ olumsuz olarak etkilediği ve sağlõk verilerini yaklaşõk 15-20 yõl geriye götürdüğü görülm- üştür. Genelde, kriz dönemleri dõşõnda, sağlõk verilerine bakõldõğõnda top- lumsal açõdan sağlõk verilerinin en iyi olduğu ülkeler sağlõğa en çok para har- cayanlar değil, gelir dağõlõmõnõ adaletli yapanlar olmaktadõr. Toplumsal sağ- lõk verileri, gelir dağõlõmõnõn en ada- letli olduğu İskandinav ülkelerinde, sağlõğa dünyada açõk ara en fazla pa- ra harcayan ABD’den çok daha iyi du- rumdadõr. ABD ulusal gelirinin yüz- de 15’ini sağlõğa harcarken, bu ülke- ler gelirlerinin ortalama yüzde 8’ini harcamaktadõr. Buna karşõn ABD, ortalama yaşam süreleri, bebek ölüm hõzõ gibi verilere bakõldõğõnda 30 OECD ülkesi arasõnda ortalamanõn al- tõndadõr. Türkiye ise 2006 verilerine göre ulusal kazancõn yüzde 5.7’sini sağlõğa harcarken tüm sağlõk verile- rinde OECD nin en kötü verilerine sa- hiptir. Gelir dağõlõmõ bozuldukça sağ- lõk verilerinin de bozuluyor olmasõ ger- çeği birkaç yönü ile anlaşõlõr olmak- tadõr. Materyalist bir yaklaşõm ile adaletsiz gelir dağõlõmõnõn olduğu toplumlarda fakirlik ve yoksulluğun daha fazla olduğu ve bu kesimlerde or- ganik hastalõklar yanõnda psikolojik ra- hatsõzlõklarõn arttõğõ söylenebilir. 1980’lerden sonra hõzla uygulanan glo- bal ekonomik programlar ile gelir dağõlõmõ farkõ dünyada da hõzla art- maktadõr. Bu neo-materyalist yaklaşõm ise sağlõk alanõnda altyapõ yatõrõmla- rõnõn hõzla azalmasõna ve bu alana ay- rõlan kaynaklarõn neredeyse yok ol- masõna yol açmõştõr. Sosyal açõdan ba- kõldõğõnda ise vergilendirmelerin ge- nelde zenginler lehine olduğu görül- mektedir. Ülkemizde de dolaylõ ver- gilerin toplanan vergilerin büyük ço- ğunluğunu oluşturmasõ fakirlere binen yükü arttõrmaktadõr. Alt gelir grupla- rõnõn sosyal sorunlarõ da sağlõğa yan- sõmaktadõr. Alkolizm ve uyuşturucu bağõmlõlõğõ gibi sorunlarõ bireysel de- ğil toplumsal olarak görmek gerek- mektedir. (Health and Social Justice 2003) Kaynaklarda azalma Kriz dönemlerinin en belirgin so- nuçlarõnõn birisi de gelir dağõlõmõndaki adaletsizliğin artmasõdõr ki bunun sağlõğa yansõmamasõ düşünülemez. Krizlerin sağlõğa olumsuz yansõmasõ eski deneyimlerde açõkça görülmüştür. Endonezya’da bebek ölüm hõzlarõ 1990-1996 yõllarõ arasõnda yüzde 20’lik bir iyileşme gösterirken, 1996- 1999 yõllarõ arasõnda yüzde 14’lük bir kötüleşme saptanmõştõr (Lancet 2003). Aynõ dönemde hükümetin sağlõğa ayõrdõğõ ve birinci basamak hizmet- lerine harcanan kaynaklarda da yüz- de 25’lik azalma olmuştur. Doğu Asya krizinden Japonya da etkilenmiş ve sağlõktaki olumsuz ve- riler incelendiğinde beklendiği üzere toplumun sosyoekonomik olarak de- zavantajlõ olan kesimlerinin bu olum- suzluktan daha fazla etkilenmiş ol- duğu saptanmõştõr (J Epidemiol Comm Health 2008). Her kriz döne- minde yoksullar, çocuklar, kadõnlar, yaşlõlar, kronik hastalõğõ olanlar, etnik azõnlõk gruplar ve marjinal topluluk- lar en olumsuz etkilenen kesimler ol- maktadõr. 1982 Latin Amerika krizinde her krizde olanlar gerçekleşmiş ve yok- sulluk ve işsizlik artmõş, sağlõk veri- leri kötüleşmiş ve sağlõğa yapõlan ka- mu harcamalarõ önemli ölçüde azal- mõştõr. Ekonomik kriz ülkelerin bü- yüme hõzlarõnõ düşürmekte, ulusal geliri azaltmakta ve daha da önemli- si bu azalan ulusal gelirin daha düşük bir yüzdesi sağlõğa ayrõlmaktadõr. Türkiye’de yaşanan 2001 krizinin sağlõğa yansõmasõ da rakamlarla be- lirlenmiş ve birinci basamak sağlõk hiz- metleri ile aşõlama oranlarõnõn önem- li oranlarda gerilediği görülmüştür. Difteri aşõlama oranlarõ, aşõlanan he- def kitle olarak 2000 yõlõnda yüzde 92 iken, 2003 yõlõnda yüzde 76’ya düşm- üştür (Dünya Sağlõk Örgütü (DSÖ) istatistik verileri 2007). Dünya ile birlikte ülkemizde yaşa- nan kriz için sağlõk alanõnda herhan- gi bir tedbirin gündeme bile gelmediği görülmektedir. IMF ile yapõlacak an- laşmada harcamalarõn azaltõlmasõ gün- deme geldiğinde ilk kõsõlan sağlõk harcamalarõ olmaktadõr. İşsizliğin ve yoksulluğun baş döndürücü bir hõzla arttõğõ ülkemizde krizden her zaman ol- duğu gibi alt gelir düzeyinde olanlar en çok etkileneceklerdir. Bu kesimlerin sağlõğõnõn korunmasõ sosyal devletin en önemli görevleri arasõndadõr. Ekonomik Kriz ve Sağlõk... ‘Olanaksõzõ Olanaklõ Kõlmak’ Prof. Dr. A. Özdemir AKTAN İst. Tabip Odasõ Başkanõ “Ben onları kendi aptallıkları yüzün- den yendim.” Bu söz Adolf Hitler’in.. Demek istiyor ki, onlar beni yok edebi- lirlerdi, ellerinde fırsat vardı, ama ken- dilerini çılgınca duygulara kaptırmışlar- dı, gerçekleri göremiyorlardı. Şimdi, ben onları yok ediyorum. Öyledir, sen meydanı Hitler gibile- rine bırakırsan, onun her eylemine seyirci kalırsan, hatta alanlara dolu- şup alkışlarsan, karşındakinin ne bi- çim bir kişi olduğunu anlamaya ya- naşmazsan, hayallerle kendini alda- tırsan sonuç kaçınılmazdır. O kişi gelir tepene oturur, seni de, başka- larını da tek tek ortadan kaldırır ya da sindirir, ezer, yozlaştırır... Alman yazarı Golo Mann, bunu an- dıktan sonra şunları eklemiş: “Umut edelim de bir daha başımıza böyle ba- şıboş deliler geçmesin. Onlara meyda- nı bırakmayalım. Bu tür çılgınları ilk fır- satta kilit altına sokalım, keyiflerince koşmasınlar, keyiflerince nutuk atma- sınlar, halkı kandırmaya olanak bula- masınlar.” İlginç bir kitap “Nazi Döneminde Bi- lim”. Nazi Almanyası’nda üniversiteyi anlatıyor. Alan D. Beyerchem’in bu il- ginç kitabı güncelliğini yitirmemiş bir çalışma. 1933’te Naziler iktidara gel- miştir. Yahudi soyundan gelen bilim adamlarını üniversitelerden temizleme- ye başlamışlardır. Bilim adamlarının buna tepkileri ne olacaktır? Büyük Al- man fizikçisi Max Planck, Stuttgart’ta bir açılış töreninde konuşacaktır. O günlerde “Heil Hitler” demeden ko- nuşma yapılmaması emredilmiştir. Planck, kürsüde durmaktadır. Elini azı- cık yukarı kaldırır, sonra indirir. Bir da- ha kaldırır, yine indirir. Bir türlü söze başlayamaz. Sonunda elini iyice hava- ya kaldırır, hafif sesle “Heil Hitler” der. Olayı izleyen fizikçi Ewald şöyle yazı- yor: “Yapılabilecek tek şey buydu. Yok- sa tüm Kaiser Wilhelm Fizik Enstitüsü tehliyeke atılabilirdi.” Fizik alanında ünlü üç bilim merkezi vardır o günlerde: Göttingen, Berlin ve Münih... En az üç kuşak öncesinden beri Yahudi olan, yani dedesinin dede- si Yahudi olan ya da iki kuşak önce- sinden beri Yahudi olup, kendisi de Musevi dinini benimsemiş ya da böyle biriyle evlenmiş olan melez bir kişi bile Yahudi kabul edilmekteydi. Bu yasalar tüm üniversite öğretim üyelerini etkili- yordu. Bu durumu birkaç fizik bilgini protesto etti. James Franck, şöyle yazdı ayrılma dilekçesinde: “Ayrılma kararım, hükümetin Alman Yahudileri- ne karşı takındığı tutum nedeniyle be- nim için kaçınılmaz vicdani bir zorunlu- luktur.” Max Born ise bir şey demeden Almanya’dan ayrıldı. Courant ise ses- sizce karşı koydu, ama o da sonunda ayrılmak zorunda kaldı. Hitler, Alman orta sınıfının eninde sonunda Nazilik çizgisine geleceğine inanıyordu. Bir bakımdan dediği oldu, fizik bil- ginlerinin birkaçı yurtdışına gitti, Einstein vb.. Ama bir bölümü de kal- dı. Göttingen’deki enstitülerin çöker- tilmesinden bir süre sonra bir ye- mekte Nazi Eğitim Bakanı, bu ensti- tünün başına atanmış kişiye sorar: “Yahudilerin etkisinden kurtulan Göt- tingen’de matematik ne âlemde?” Yeni yönetici Hilbert’in yanıtı şöyle: “Göttingen’de matematik mi? Artık hiç yok desek yeridir.” Hitler şöyle diyordu bir başka yer- de: “Eğer Yahudi bilim adamlarının işten atılması, çağdaş Alman bilimi- nin yok olması anlamına gelecekse, o halde biz de birkaç yıl bilimsiz ya- pacağız demektir.” Kötü gidişe zamanında karşı çıkmak, “hayır” demek gerekir. Baktınız ki işler çığrından çıkmış, akıl, sağduyu, bilim, insanca ilkeler ayaklar altına alınmış, o zaman bilim, sanat kültür adamlarının - en başta onların- bu yanlış gidişe “dur” demeleri gerekir. Ne var ki Almanya’nın ünlü fizik bil- ginleri Hitler rejiminden yana çıkmış- lar... O kadar ileri gitmişler ki, Nobel ödülü kazananların Führer’i açıkça destekleyen bir bildiriyi imzalamalarını istemişler. Lenard, Stark gibi fizik bil- ginleri -ki ikisi de Nobel Fizik Ödülü al- mıştır- Hitler’e bağlılıkta öncülük et- miş... İşte Hitler’i öven bildiriden bir parça: “Adolf Hitler’in kişiliğinde, biz Alman ulusunun kurtarıcısını ve liderini bulu- yor ve ona hayranlık duyuyoruz. Onun koruması altında ve onun teşvikiyle bi- limsel çalışmalarımız Alman halkına hiz- met edecek ve dünyada Almanya’nın saygınlığını arttıracaktır.” “Nazi Döneminde Bilim” hepimizin ilgiyle, ibretle okuması gereken bir kitap... Sevgi ÖZEL
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear