13 Haziran 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 26 OCAK 2008 CUMARTESİ 4 ALİ SİRMEN HABERLER DÜNYADA BUGÜN Anayasa hukukçularına göre türban düzenlemelerinin Anayasa Mahkemesi’ne gitmesi kaçınılmaz Davos Raporu Neyi Değiştirir? Davos Ekonomik Forumu için hazırlanmış olan “İslam ve Batı Diyaloğun Durumu” adlı raporda Türkiye’nin nüfusunun yüzde 13’ünün El Kaide’ye destek veren muhafazakâr bir İslam ülkesi olarak gösterilmesini, emekli büyükelçilerden Turhan Fırat “Davos, politika ve ekonominin birbirine karıştığı bir yer, dolayısıyla burada Türkiye’ye ilişkin bir tehlike görülürse açıkça aktarılır” diye yorumladıktan sonra da eklemiş: Son yapılan da para çevrelerinin Türkiye’deki dinci gelişmelerden duydukları endişenin aksettirilmesi olarak değerlendirilebilir. DSP’li Prof. Hüseyin Pazarcı da Erdoğan’ın Davos’a gidişinin iptal nedenlerinden birinin de bu rapor olabileceğini belirttikten sonra, AKP’nin kimi yabancı çevrelerin ılımlı İslam değerlendirmesine karşı çıkmamasının artık onun Batı’da bir risk olarak görülmesine yol açtığını ileri sürmüş. AKP’nin özellikle 22 Temmuz seçimlerini izleyen süredeki girişimlerinin Türkiye’yi ılımlı İslamdan bir İslam Cumhuriyeti’ne doğru kaydırmakta olduğu bir gerçek. AB’nin de, ABD’nin de, Türkiye’deki gelişmeleri çok yakından izledikleri de herkesin malumu. ??? Ancak doğrusunu söylemek gerekirse, Türkiye’nin laik olup olmaması ne AB’nin, ne de ABD’nin umurundadır. Bu arada “ılımlı İslam”ın bir Amerikan projesi olduğunu anımsayıp Washington’ın Türkiye’de laik bir rejim yerine kendi icadını görmeyi tercih ettiğini, bunu da her vesileyle ortaya koyduğunu da bilmemiz gerekir. Avrupa ülkelerinin Türkiye’de rejimin hızla rayından çıkarılması, Ankara’nın artık bir İslam cumhuriyeti başkenti olmaya doğru kaymasını nasıl karşılayacağına gelince: Küreselleşme ortamında, Türkiye’den beklenen, kendi ulus devletini ve onun ilkelerini koruması değil, küreselleşmeye eklemlenmesi, onun gelişmesi önünde engel oluşturmamasıdır. Batı ülkelerinin yöneticilerinin ve işadamlarının bakışları da bu yöndedir. Geçenlerde bu sütunda, Fransız Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin, 59 milyar Avro’luk iş bağladığı Suudi Arabistan gezisi sırasında, kadınların araba kullanmasına bile yeni yeni izin verilmesi düşünülen bu ülkede, kadın hakları konusundaki gelişmeleri övmekten hiç de çekinmediğini yazmıştık. Bu bakış açısının Türkiye’deki gelişmeleri nasıl değerlendireceğini kestirmek güç olmasa gerek. ??? AB tabii ki, içine üye olarak kabul edeceği bir ülkenin laik niteliğini korumasını ister, ama şu anda AB Türkiye’yi tam üye olarak almayı zaten düşünmüyor ki... Bize verilmek istenen AB çıkarlarını belirli bölgelerde temsil edecek olan özel bir statüdür. Bunun için de rejimin laik niteliğinin kalıp kalmamasının önemi yoktur. Türkiye ile ticaret yapan ya da ülkemizde yatırımı düşünen iş çevrelerine gelince: Onlar, Türkiye’deki hukuksal düzenin kendi çıkarlarına uygun olması, kendi işlerine engel olacak bir duruma gelmemesi halinde, ülkemiz laikmiş ya da ılımlı İslam cumhuriyeti imiş, hiç mi hiç aldırmazlar. Eğer Türkiye’deki gelişmeler onların yatırımlarını veya işlerini engelleyecek duruma gelirse o zaman tavır değiştirirler. Yoksa şu anda laiklik konusunda Türkiye’den geri, İslami yönü Türkiye’den daha baskın olan ülkelerle yaptıkları gibi bizimle de işbirliğini sürdürürler, desteklerini de çekmezler. Bu durumda, şu anda Davos’ta temsil edilen çevrelerin, ABD’nin ya da Avrupa ülkelerinin herhangi bir endişeye kapıldıklarını düşünmek yanıltıcı olur. “Babalar gibi satarım” düşüncesi egemen olduğu, kendileri için asgari iş güvencesi devam ettiği sürece, bu ülkelerden bir tavır değişikliği beklememek gerekir. Dolayısıyla Davos için hazırlanan rapor pek bir şey değiştirmeyecektir. 2. maddeye takılacaklar ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Anayasa hukukçuları türban konusunda son sözü Anayasa Mahkemesi’nin söyleyeceğini belirtiyor. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Semih Gemalmaz, Anayasa Mahkemesi’nin türban konusunda 1989’da verdiği kararın, diğer hususların yanı sıra anayasanın değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek 2. maddesine işaret ettiğini anımsattı. Gemalmaz, “Eğer siz 2. maddeyi değiştiremiyorsanız, o esas muhafaza edilecek demektir. Anayasa Mahkemesi’nin dayanaklarından birinin de o olduğunu hatırlayalım. Anayasa ? Anayasa hukukçuları, AKP ve MHP’nin türban yasağını kaldırmak için anayasanın iki maddesinde değişiklik yapmasının yeterli olmayacağı, Anayasa Mahkemesi’nin konuyu ele alırken anayasanın değiştirilemeyecek 2. maddesine göre hareket edeceği görüşünde. Mahkemesi, burada eğer ikinci maddedeki temel ilkenin arkasına dolanan bir düzenleme görüyor ise onu bile ele alabilir” dedi. Üniversitelere tanınan türban serbestisinin daha sonra tüm kamuya yayılabileceği endişelerine de dikkat çeken Gemalmaz, AKP’li yetkililerin bu konuyu ötelediğini söyledi. Gemalmaz, “Kamu görevlisi olarak, türbanıyla, takkesiyle oturan bir yargıç, hiçbir şekilde kabul edilemez” diye konuştu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mithat Sancar, anayasa değişikliğinin türban yasağını kesin bir şekilde kaldıracağının şu aşamada söylenemeyeceğini ifade etti. Anayasa Mahkemesi’nin türbana serbesti getiren düzenlemeyi 1989’da beş ayrı gerekçeyle iptal ettiğini anımsatan Sancar, mahkemenin konuyu din ve vicdan özgürlüğü değil, laiklik ekseninde değerlendirdiğini anımsattı.AKP ve MHP’nin 10. ve 42. maddeler üzerinde değişiklik için çalıştığını belirten Sancar, “Bu değişikliğin hayata geçebilmesi için yasal düzenlemeye ihtiyaç olacak, bunun da Anayasa Mahkemesi’nin önüne gitmesi kaçınılmaz görünüyor. O zaman mahkeme yeniden devreye girecektir. Bu noktada eski içtihadını sürdürürse, yeni düzenlemeyi de laiklik ilkesine aykı rı bulma ihtimali bulunmaktadır. Bunu şimdiden söylememiz mümkün değil, ama önümüzdeki verilere baktığımızda, mahkemenin laiklik ilkesine dayanarak değişikliği iptal etme ihtimali ciddi bir ihtimaldir” dedi. Türkiye’de türban sorununun yeterince açık ve samimi tartışılamadığını söyleyen Sancar, “Yasağın kaldırılmasıyla tartışmalarının biteceğini beklemek çok safça olur. Şu anda yapılanlar popülist manevralardır, bunu yapanlar da sorunun çözülemeyeceğini biliyorlar. Zaten sorunu bu kadar kangren hale getiren de bu tür politikalardır” dedi. S ABİH KANADOĞLU İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN TÜRBAN TARTIŞMASI ‘Dinci dikta, tek adam rejimine gidiş’ ? Anayasada partilerin uyması gereken düzenlemelerin bulunduğunu anımsatan Kanadoğlu, “Eğer bir ülkede devamlı olarak siyasi partiler demokrasinin olmazsa olmazlarının üzerine saldırıda bulunuyorlarsa demokratik rejimin kendini koruma hakkı vardır” dedi. ADANA (Cumhuriyet Bürosu) Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, türbanı anayasaya sokmaya çalışan AKP’ye çok sert tepki gösterdi. Kanadoğlu, “Bu dinci dikta, tek adam rejimine gidiştir. Buna izin verilemez. Buna karşı çıkmak her yurttaşın görevi olmalıdır” dedi. Kanadoğlu, ADD’nin düzenlediği “Anayasa Üzerine Görüşler” konulu konferansına katıldı. Türkiye’nin türban sorunu olmadığına dikkat çeken Kanadoğlu “Türkiye’nin sorunu dinin siyasete alet edilmesidir” diye konuştu. Anayasada siyasi partilerin uyması gereken düzenlemelerin bulunduğunu anımsatan Kanadoğlu, bu düzenlemelere uymayanlara yaptırım uygulanması gerektiğine vurgu yaptı. Kanadoğlu, şunları söyledi: “Bu yaptırımlardan biri de siyasi partilerin bu eylemlerin odağı olmaları halinde temelli kapatılmasını öngörür. ‘Türkiye siyasi partiler mezarlığına döndü’ diyorlar. Eğer bir ülkede devamlı olarak siyasi partiler demokrasinin olmazsa olmazlarının üzerine saldırıda bulunuyorlarsa yani laiklik ilkesinin aleyhinde çalışıyorlarsa, yani devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü aleyhine çalışıyorsa bu ülkenin ve bu demokratik rejimini kendini koruma hakkı vardır. ” Danıştay ve Yargıtay’ın uyarılarını da anımsatan Kanadoğlu, konuşmasını şöyle tamamladı: “Türkiye’de ‘kişi diktasına’ doğru gidilmektedir. Yasama onun elindedir. Aynı zamanda yürütmenin başıdır. Yargıyı da konrtrol etmek istiyorlar. Bu gidiş hayırlı bir gidiş değildir. Bu bir ‘dinci dikta, tek adam rejimine’ gidiştir. Bunu önlemek her Türk yurttaşının vazgeçilmez görevi olmalıdır. Aslında ‘karanlığın en fazla olduğu zaman aydınlığa en yakın zamandır’.” Dış basın: Ordu tavrını belli edecek Dış Haberler Servisi Türban tartışmasının dünya basınındaki yankıları sürüyor. Financial Times gazetesi, “Askerler, muhakkak ki bir noktada tutumunu belli edecek. Onlar türbanı siyasi bir sembol olarak görüyor” yorumunu yaptı. Almanya’da yayımlanan Die Welt gazetesi, “İktidarın MHP ile uzlaşarak büyük oy çoğunluğunu kullanmaya kalkması akıllıca bir davranış değil” diye yazdı. Financial Times gazetesi, türban yasağı konusunda AKP ile MHP arasında varılan mutabakatın laik güçlerle “yeni bir sert itişme”ye neden olabileceğinden korkulduğunu belirtti. Söz konusu girişimin “kaygı”ya yol açtığını kaydeden gazete, yasağın kaldırılmasının ülkenin imajında “sosyal ve psikolojik” bir değişim anlamına gelmesinden korkan birçok Türk’ü tedirgin ettiğini yazdı. İngiliz gazetesi, bu çerçevede CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın “ciddi anayasal kriz” uyarısına ve TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın kaygılarını dile getirdiği açıklamalarına yer verdikten sonra şöyle devam etti: “Askerler muhakkak ki bir noktada tutumunu belli edecek. Bazı analistler, böyle bir çatışmanın ciddi bir küresel oynaklık döneminde finansal piyasaları altüst etmesinden korkuyorlar.” Alman Die Welt gazetesi de AKP ve MHP’nin türban konusunda uzlaşmasına ilişkin yorumunda, “Türkiye’nin gerçekten İslamlaştırılmak istendiği şüphesini arttırıyor. Medeniyetler mücadelesi sürerken çalkantılar içindeki Türkiye’nin bu adıma hiç mi hiç ihtiyacı yok” denildi. Gazete, “İktidarını daha da güçlendiren AKP, daha fazla demokrasi, daha fazla hukuk güvenliği, insan haklarına daha fazla saygı ve Avrupa ile değer ortaklığı kurma gibi önemli reformlar başlattı. Ancak Hıristiyanların katledilmesi ve aşırı milliyetçiliğin yükselmesi reform sürecine darbe indiriyor” diye yazdı. [email protected] Erdoğan’a ‘ahlaksızlık’ sorusu CHP’liler ve STK’ler, AKP liderinin ‘Batı’nın ilmini değil ahlaksızlıklarını aldık’ sözüyle Batı’nın hangi değerlerini hedef aldığını açıklamasını istedi ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Biz Batı’nın ilmini, sanatını almadık. Maalesef değerlerimize ters düşen ahlaksızlıklarını aldık” sözleri tartışma yarattı. CHP Grup Başkanvekili Hakkı Süha Okay, , “Sayın Başbakan, ahlaksızlığını derken, laik hukuk düzenini mi kastediyordu acaba, Latin alfabesini mi kastediyordu, aydınlanma devrimlerini mi kastediyordu” diye sordu. Okay, “Matbaanın bu topraklara girişini önleyen ahlaksızlık mı, gericilik mi? Avrupa’da acaba hiç kalpazanlıktan, zimmetten, evrakta sahtekârlıktan yargılanması istenen ancak yargılanamayan başbakanlar, bakanlar var mı?” dedi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, ahlaksızlığın yalnızca Batı’ya özgü olmadığını vurgularken, “Öyleyse, niye AB’ye girmek istiyorsunuz?” diye konuştu. CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu da yaptığı yazılı açıklamada, Erdoğan’ın bu söylemiyle “Batı’yı, bilim ve sanat yanında ahlaksızlığın da odağı’’ olarak gösterdiğini vurguladı. ÇYDD Başkanı Türkan Saylan, Erdoğan’ın sözlerini “talihsizlik” olarak niteledi. Saylan, şunları kaydetti:“Bir yandan AB’ye girmeye, onun değerlerini almaya çalışan bir Türkiye, bir yandan da en üst düzeyde yapılan bu yorum, müthiş bir çelişki oluşturuyor.” Cumhuriyet Kadınları Derneği Genel Başkanı Şenal Sarıhan da, Erdoğan’ın henüz kendi kafasında aydınlanma sorununu çözemediğini belirterek, “Cumhuriyetin kuruluşunda Batı’dan aldığımız değerler aydınlanmacı değerlerdi. Bunları bizim anayasamız korumaya devam ediyor” görüşünü dile getirdi. asirmen?cumhuriyet.com.tr STÖ’LERDEN TÜRBAN TEPKİSİ ‘Erkek politikacılar kadınları kullanıyor’ İstanbul Haber Servisi Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan, kamu görevlerinde bulunan ve eğitim alan kadınların radikal İslam’ın bireyleri olmadığını, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşları olduğunu söyledi. ÇYDD Genel Merkezi ve tum şubeleri adına açıklama yapan Prof. Dr. Saylan, son 25 yılda kadınların “Milli Görüş” siyasetinin militanları haline getirildiğini vurguladı. Kadınların Batılı görünümleriyle göz boyama yarışına giren erkeklerin siyasal çıkar söylemlerine kurban edildiğine dikkatleri çeken Saylan, laik Cumhuriyetin dış destekli bir Ilımlı İslam rejimine dönüştürülmesinde kadınların ufak bir kısmının piyon olarak erkek politikacılar tarafından kullanılmasının yasal olarak mümkün olmadığını söyledi. İKKB Başkanı avukat Nazan Moroğlu ise AKP’nin türban konusundaki anayasa değişikliği çalışmalarının devam edeceğini anımsatarak, “MHP, AKP’ye ne diyordu. ‘Mertçe, erkekçe çözün.!’ Başbakan ‘Velev ki siyasi simge olsa da’ çözelim deyince, erkek siyasetçiler, kadının türbanını anayasaya sokmak için kolları sıvadılar” açıklamasını yaptı. “Üniversitelerde Türban serbesttir demekten neden kaçınıyorlar” diyen Moroğlu, “Yoksa önce kadınların kafasını kapatıp, sonra da eve kapatacakları anlaşılmasın diye mi”? sorusunu yöneltti. Bizim bütün ömrümüz, devlet içinden örgütlendiği belli olan cinayetleri izlemek, onun acılarına katlanmakla geçti. Zaman zaman tetikçiler yakalandı, onların da çoğunluğu devlet içinden aldıkları desteklerle serbest kaldılar ve icrai faaliyete devam ettiler. Hepimizi korkuttular, tehdit ettiler, cinayet işlediler ve onlardan hesap sorulamadı. Bu söylediklerimin o kadar çok örneği var ki! Son operasyon başladığından beri de hemen herkes, “Artık şunun üzerine bir gidilsin, Türkiye Gladio denen beladan kurtulsun” diyor. Gerçekten de Türkiye’nin bu beladan kurtulması gerekiyor. Siyaseti, cinayet üzerine kuran bu faşist geleneğin, vahşetin sona ermesi gerekiyor. Türkiye, ne büyük değerlerini bu vahşi canavara kurban verdi. Öldürdüler, gelip seyrettiler, mahkemelerde tehdit etmeye devam ettiler. ??? Türkiye’yi askeri darbeler sarmalına sokan süreçle, bu cinayet şebekeleri arasında her zaman bir bağ oldu. Ne Çete Duvarı Yıkılabilir mi? zaman birileri askeri darbe yapmaya niyetlendilerse, onların sivil alanda örgütlü öldürme kuvvetleri ortaya çıktı. 12 Eylül 1980 askeri darbesine, sivil cinayet şebekelerinin yarattığı kaos ortamında ulaşıldı. Abdi İpekçi’ler, Doğan Öz’ler, Cevat Yurdakul’lar bu amaçlara ulaşılması için öldürüldüler. Devlet içindeki çeteler kendi devlet görevlilerini bile öldürmekten çekinmedi. Sonra da ortaya çıkan bütün gerçeklere rağmen ne çetelerin ne de tetikçilerin üzerine gidildi. ??? Şimdi yeni bir dönemin eşiğinde olduğumuz anlaşılıyor. Batı ülkelerinde soğuk savaş döneminin ürünü olan kontrgerilla, Gladio tipi örgütlenmeler tasfiye edildiler. Türkiye’de bu tasfiye yapılmadığı gibi, bir anlamda bu tür örgütlenmeler zaman içinde tahkim edildiler. Türkiye’nin Avrupa Birliği süreci, demokratikleşme taleplerinin artması, parlamenter rejimin istikrar kazanması, ekonominin hızlı büyümesi askeri darbe taleplerinin etkisini yitirmesine neden oldu. Tabii askeri darbe taleplerinin etkisini yitirmesi, tamamen bu şansın ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. İç çatışmanın rantından yararlanan birtakım şebekeler, devlet içinde kurdukları ilişkilerle etkinliklerini sürdürdüler. Tabii bu tür örgütlenmeler aynı zamanda büyük maddi rantların da peşinde koşuyorlar. İstanbul gibi, milyarlarca dolar rantın döndüğü bir kentte yuvalanan bu çeteler, cinayet, tehdit ve para işini birlikte götürüyorlar. Onlar bu işi yaparken “psikolojik savaş”ın bütün unsurları da devreye sokuluyor. İç gerginlik, sürekli tehdit algılaması içinde bir çatışma ve bölünme havası yaratılıyor. “Ergenekon” operasyonu başladığında şaşkınlık geçiren ve susan birtakım çevreler şimdi savunmaya giriştiler. Çetelerin değişik köşe başlarındaki temsilcileri desteklerini açıkça ifade etmeye başladılar. Türkiye, birçok Batı ülkesinin aştığı Gladio tipi çeteleşmeyle yeniden bir hesaplaşma içine girdi. Peki bundan ne çıkabilir? Herkesin kafasındaki soru bu… Bir kere, dokunulmaz denen ve birçok kanlı ve kirli işin içinde olduğu bilinen isimlere dokunulması bir adımdır. Bir başlangıçtır. İkinci adım, bunları somut yaptıklarıyla birlikte yargı önüne çıkarmaktır. Sonraki adım ise kararlı bir yargıyı gerektiriyor. Gerçekten bu ülkenin çetelerden temizlenmesi için yürekli savcılara ve yargıçlara ihtiyaç bulunuyor. Tabii bunların arkasında duracak toplumsal irade ve siyasi destek de çok tayin edici. Kararlı bir yargı süreci çok şeyi daha net bir hale getirebilir. Bu aşamadan sonra, bu çetelerin devletin üst kademelerindeki ilişkilerinin ortaya çıkarılmasıdır. Bunları yukarıda koruyanların tasfiye edilebilmesidir. Bütün siyasi cinayetlerde bilgiler, bulgular bir yere gelip tıkanıyor. Oradan itibaren yukarıya çıkmak mümkün olmuyor. Burada tabii, bu çetelerin de bir toplumsal desteği, bir siyasi gücü olduğunu görüyoruz. Kamplaşma nedeniyle toplumun bir kesiminden destek buluyorlar. Burada da siyasi kampanyalara gerek bulunuyor. Mehmet Ağar’ın Uğur Mumcu’nun öldürülmesinden sonra söylediği, “Bir tuğla çekilirse bütün duvar yıkılır” değerlendirmesi her şeyi açıklıyor. Bu kanlı duvarı aşacak bir demokratik yargıya, toplumsal iradeye ve siyasi iradeye sahip miyiz? Ya da ne kadar sahibiz? Bu soruların cevabını önümüzdeki süreçte bir kez daha test etmiş olacağız… CUMHURİYET 04 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear