26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 5 AĞUSTOS 2007 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Toplumsal Gelişmenin Temeli Bilgidir Bilginin yön değiştirmesinde en önemli nedenlerden biri de ithal bilgidir. Ülkenin tarihsel gelişimi içersinde oluşan bilgiyle ülkeler, tıpkı insanlar gibi, savunma mekanizmalarını oluştururlar. Bugün bize dayatılan yabancı yayın ve yabancıların takdir etmesini beklemek, kendinin farkındalığını bilmeyen, hami arayan bir çocuğun davranışı gibidir. PENCERE ‘Yağdır Mevlam Su...’ Halimiz dilimizdeki o tadına doyulmaz deyişle ‘evlere şenlik!..’ Konumuz ne?.. Yağmur duası!.. Türkiye’nin en başta başkenti susuz... Belediye Başkanı ne diyor: “ Allah isterse susuzluk bir anda biter...” Evet, siyasette dinci iman gücüyle yorumun tadına doyum olmuyor; “yağdır Mevlam su...” Her yanda müftüler, imamlar, yaşlılar, gençler, kadınlar, erkeklerle birlikte yağmur duasına çıkılıyor... Medyada, gazetelerde, birinci sayfalarda fotoğraflar, demeçler, devlet memuru müftülerin ilginç açıklamaları.. Dilimizde pelesenk: “Yağdır Mevlam Su!..” ? Din inançtır; ama, dincilik tezgâhtır... Yağmur duası belirli bir tutucu kültürün ürünüdür... Ancak Orta Asya’dan kökenlenip Anadolu’ya bereketini aşıladıktan sonra Balkanlar’a da yönelmiş bir başka kültür daha var ki dünyada eşi emsali bulunmayan bir mizah felsefesinin mayalanmasına yol açmıştır... 21’inci yüzyılda, yağmur duasından medet umanların egemenliğinde, bu tür mizah tu kaka sayılıyor. ? En başta imamıyla kasaba sosyetesi yağmur duası için karşıdaki tepeye doğru yola çıkmışlar; kalabalık Bektaşi’nin evinin önünden geçerken bizimki sormuş: Hayrola?.. Böyle cümbür cemaat nereye?.. İmam: Mirim, demiş, yağmur duası için karşı tepeye doğru yürüyoruz... Bektaşi: Hiç zahmet etmeyin, ben o işi hallederim... Baba Erenler kirli mintanını sırtından çıkarmış, çeşme yalağında yıkadıktan sonra, ‘kurusun’ diye bahçe çitinin üzerine sermiş... Daha üç beş dakika geçmeden hava kararmış, bulutlar göğe yığılmış; bir yağmur, bir yağmur ki demeyin gitsin... Mintan, kurumak şöyle dursun, daha beter ıslanmış... İmam sormuş: Yahu, bu işi nasıl becerdin?.. Bektaşi: Yukardakiyle aram iyi değil, demiş, şu günlerde ne yapsam zıddıma gidiyor... ? Yağmur duasına ters kültürden bir fıkra daha: Susuzluk, kuraklık, kasabalının canına tak demiş; başta imam, yağmur duasına çıkmışlar; bizimkinin evinin önünden geçerlerken Bektaşi sormuş: Nereye?.. Yağmur duasına!.. Durun, ben de geliyorum... Baba Erenler kafileye katılırken elindeki sopayı da, yukarı bakarak, tarlasının ortasına dikmiş: Bizimki de, demiş, burası!.. Kafile tepede yağmur duasını bitirmiş bitirmemiş ki gök kararmış; bir sağnak, bir fırtına, ortalığı seller götürmeye başlamış... Bektaşi döndüğünde görmüş ki ortada ne tarla kalmış, ne tohum, ne ekin... Başını göğe çevirmiş: İmanım, demiş, kabahat sende değil, sana burayı gösteren pezevenkte... ? Susuz Türkiye anlı şanlı yağmur dualarına çıkarken, başkent Ankara işi Allah’a havale etmişken, ülkemiz dinci yönetim ve politikayla becelleşirken, güzelim Anadolu’daki eşsiz kültürümüzün mizahını anımsamak hepimize teselli olabilir mi?.. Bu, Sizin Bizim CHP’miz Değil! Cumhuriyet Halk Partisi bir kez daha bozguna uğradı diye üzülenlere seslenmek istiyorum. 2007 genel seçiminde yenilen CHP, sizin bizim bildiğimiz Cumhuriyet Halk Partisi değildir! Bu, CHP markasını taşıyan parti, Atatürk’ün kurduğu, İsmet İnönü’nün, daha sonra da Bülent Ecevit’in başkanlığını yaptığı parti değildir!.. ??? CHP markasını taşıyan, bilmem kaçıncı kez seçimlerde başarısız kalan (hatta bir kez de barajı aşamayan) parti, Sayın Deniz Baykal’ın ve arkadaşlarının partisidir... Yıllardan beri bir türlü değişmeyen, en seçkin üyelerini parti dışına atmaktan çekinmeyen, sık sık nitelik değiştirmeye kalkışan, aldatıcı sözlerle, göz boyayıcı gösterişlerle oyalanan bir politikacı takımının partisidir. Halkla ilgisi kalmamıştır. Gençlikle iplerini koparmıştır. Yetişmiş değerlerden kopmuştur. Güven veren aydınlara, emekçilere kapılarını kapatmıştır. Geçmişteki CHP’nin zenginliklerinden, taşıdığı anlamdan, halkımıza kazandırdığı ülküden, amaçtan, yönlendirmeden uzaklaşmıştır. ??? Ben uydurmuyorum, ben yakıştırmıyorum! Sayın Baykal kendi söylemedi mi, 12 Eylül’de kapatılmış partiyi “yeniden ben kurdum” demedi mi? CHP, Bülent Ecevit’in başkanlıktan istifa etmesiyle birlikte tarihe karışmıştı. Sayın Erdal İnönü’dür CHP’yi tarihsel değeri, anlamı, özüyle Sosyaldemokrat Halkçı Parti adı altında yeniden oluşturan... Umuttan kopmuş, bezginleşmiş CHP’lilere yeni bir umut, yeni bir güç aşılayan... Sayın Deniz Baykal da nasıl unutuyor, SHP’nin genel sekreterliğini, Tansu Çiller’in başbakan yardımcılığını ve dışişleri bakanlığını yaptığını... ??? Bugünkü CHP eski CHP olsaydı, Atatürk’ün, İnönü’nün, Ecevit’in Cumhuriyet Halk Partisi olsaydı, dönek bir AKP milletvekilinin “Atatürk’ü tarihten silmek gerek” anlamındaki “Atatürk’ü anayasadan, milletvekili yemininden kaldırmalı, yeni bir silik, sönük anayasa yapmalı, Atatürk Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırıp ikinci cumhuriyeti kurmalı” gibi amaçlı çıkışına gereken karşılığı verirdi... Hık mıkla işi uyutmaya kalkmazdı... ??? CHP, Atatürk’ün kurduğu partidir. Türkiye Cumhuriyeti de Atatürk Cumhuriyeti’dir. Anayasasıyla, milletvekili yeminiyle, tüm devlet kurumlarıyla, ulusuyla, ülküsüyle, Atatürk’le, Kemalizmle kaynaşmış bir bütündür. “CHP yenildi, ne olacak” diye üzülenlere sesleniyorum, gerçek CHP böyle üçbeş kişinin yenilgisiyle yok olmaz... Giden gider, gerçek Kemalistler işbaşına gelir; ne yapar eder, Atatürk ilkelerini, devrimlerini yaşatır sonsuza kadar... Prof. Dr. Mînâ ÖZEVREN er zaman sorduğumuz bir soru vardır. Müslüman toplumlar niçin geri kalıyor? Buna ekonomik, politik ve sosyal birçok neden bulunabilir. Bunlar doğru da olabilir fakat biz bu yazımızda, olaya bilgi açısından bakmaya çalışacağız. Son zamanlarda bilgi çağına girdik, bilgi önem kazandı gibi cümleler sarf ediliyor. Ben de soruyorum; bilgi ne zaman önemsiz oldu, diye. Tarihimiz boyunca belki bugün bilginin değerini en az anladığımız bir dönem yaşıyoruz. “Âlimler peygamberlerin mirasçılarıdır” diyen, İslâmda en büyük rütbe olan şehitliğe rağmen, “Âlimin mürekkebi şehidin kanından daha kıymetlidir” diyen bir peygamberimiz varken, “Bana bir kelime öğretenin kulu kölesi olayım” diyen bir halifemiz varken ve “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” diyen Atatürk’ümüz varken nasıl oldu da bilimi, âlimlerimizi ve aydınlarımızı ikinci sıraya ittik, bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Bence bunun nedenlerinden önemli bir tanesi, 1950’den 1990’lara kadar süren bir politika yanlışıdır. Bu yanlış, paranın, bilimsel birikimin önüne geçmiş olmasıdır. Türlü biçimlerde sık sık yinelenen bu politikaya karşılık, ülkemizde son zamanlarda eğitime verilen önem, özellikle kız çocuklarımıza yönelik kampanyalar beni gelecek için ümitlendirmektedir. Ben de karınca kararınca bu güzel gidişe bir katkıda bulunmak istedim. Aynı düşünceden hareketle toplumun gelişmesindeki temel unsurun bilgi olduğunu ve bilgiyi üretemeyen ve paylaşamayan bir milletin kalkınamayacağını kendi görüşüm doğrultusunda açıklamak isterim. Toplumsal gelişmenin temeli bilgidir. Ba H zı sözlükler bilgiyi, bilinen şey olarak tarif etmektedirler. Her bilinen şey, bilgi değildir. Bilginin mantıklı ve kullanılabilir olması gerekir. Bugün bilgiyi işlenmiş ve kullanılabilir hale gelmiş veri olarak tanımlayabiliriz. Bilginin gelişmesi de buna bağlıdır. Bilgi 2 yönde gelişir Biri yatay gelişme. Buna tarihsel süreç içersinde gelişme veya bilginin yolculuğu diyebiliriz. Bu yolla toplumun hafızası oluşur. Örneğin Bulgaristan’dan göç eden Türkler Bulgarların Türklere yaptıklarını, ya da ABD’nin ve Iraklı Kürtlerin Irak’a yaptıklarını Iraklılar unutamazlar. Toplumların hayatındaki bu kırılma noktaları toplumun değişiminde önemli bir nedendir. Bu noktalar aynı zamanda bilginin yolculuğunun da kırılma noktalarıdır. Bilginin kırılması toplumun gelişimindeki en önemli engeldir. Bilginin yön değiştirmesi toplumun yön değiştirmesidir. Bugün iftiharla kullanılan “ezberi bozmak” sözü tehlikeli bir kavramdır. Dogmalara karşı ezberi bozmak, istenen bir şeydir; ancak bunun ithal bilgiyle değil yatay bilgiyle yapılması gerektiği kanaatindeyim. Tekrarlayan olaylar için toplumun kendi bünyesine uygun yapılandırılmış reçeteleri vardır. Bugün siyasi liderler bunları kullanmayı öğrenmişlerdir. Bilginin yön değiştirmesinde en önemli nedenlerden biri de ithal bilgidir. Ülkenin tarihsel gelişimi içersinde oluşan bilgiyle ülkeler, tıpkı insanlar gibi, savunma mekanizmalarını oluştururlar. Bugün bize dayatılan yabancı yayın ve yabancıların takdir etmesini beklemek, kendinin farkındalığını bilmeyen, hami arayan bir çocuğun davranışı gibidir. Harf devriminden sonra an ne ve babalarımızın notlarını okuyamayan bir duruma düşmemiz yetmiyormuş gibi, şimdi de yabancı okullarda okuyup ben İngilizce veya Fransızca düşünürüm diyen ve bilimsel ve sanatsal yazılarını bu dilde yazan ve üstelik bununla da iftihar eden bir nesil yetiştirdik. Ayrıca ithal bilgi, gelişmenin önündeki en büyük engeldir; çünkü kafa karışıklığına neden olur. İkincisi ise dikey gelişmedir. Bilge kişilerden başlayarak toplumun en alt kademesine kadar yayılan bilgi. Eskilerin ulema dedikleri âlimler topluluğu, bir ülkenin gerçek zenginliğidir. Doğru bilgiyi üreten kişiler âlimlerdir, çünkü doğru bilgi üretmenin yöntemini bilmekte ve uygulamaktadırlar. Bilim evrenin bir kısmını kendisine konu diye alıp, deney yoluyla, akıl ve mantığa dayanarak kanunlara yükselmeye çalışan bir bilgi çeşididir. Bu bilgi kanunlaştıktan sonra veya teori haline geldikten sonra açıklanır ve bir alt kademenin kullanımına sunulur. Bunun için üniversitelerde her kademe yükselişte adayın eserleri profesörler tarafından incelenmekte ve bilime katkısı olup olmadığı, yani doğru ve yararlı bir bilgi üretilip üretilmediği değerlendirilir. Eskiden bu bilgiler satılmayan ve patenti alınmayan bilgilerdi. Bu bilgiler çeşitli yayınlarla herkese duyurularak toplumun gelişmesine bir tuğla ilave edilirdi. Bugün YÖK’ün yükseltmelerde uluslararası yayın istemesi ve yabancı kaynakları olmayan çalışmalara düşük puan verilmesi, toplumun gelişimi önünde büyük bir engeldir. Ancak bunun mazur görülecek bir tarafı, Türkiye’de özellikle sosyal bilimler açısından bilimselliği kanıtlanmış dergi sayısının yok denecek kadar az olması ve Türkçenin “gelişmiş olarak saydığımız” ülkelerde kullanılmamasıdır. Türkiye’de araştırma eksikliği ve yapılan çalışmaların yetersiz veya bireysel olması da önemli nedenlerden biridir. Yabancı dilde yayın yapma zorunluluğu Türkiye için önemli bir tuzaktır. YÖK’ün taslak raporunda belirttiği gibi, bir ülkenin bilim adamları, araştırma konularını, içinde yaşadıkları toplumun sorunlarından seçmeli ve bilim adamları birbirlerinin çalışmalarından etkilenerek karşılıklı yararlanmanın kurumsal yollarını (epistemolojik) bulabilmelidirler. (YÖK Taslak Raporu, s.152) Böylece belli bir konuda uzmanlaşan (ekol olan) kişi veya gruplar bunu genelleştirebilir ve uluslararası bir uzman olabilirler. Diğer ülkeler de şartları uygunsa bu bilgiyi alıp kullanırlar. Bugün yapılanlarsa gelişmiş ülkelerde yazılan yazıları okuyup bünyemize uygun olup olmadığı tartışılmadan uygulanmaya çalışılmasıdır. Bunun en önemli delili ise dış kaynaklı araştırma sonuçlarının Türkiye’de uygulanmaya çalışılmasıdır. Bu bağlamda sonuç olarak Türkiye’de yapılması gerekenler şunlardır: 1 Bir ülkenin gelişmesinin temeli olan eğitim sistemi fakat özellikle üniversiteler yeniden yapılandırılmalıdır. Bunun için DPT (Türkiye’deki kamu kurumlarının stratejik plan ve faaliyet tabanlı bütçeleme yapması) ve YÖK (üniversitelerde kalitenin artırılması) destek verdiğim iki ayrı proje başlatmışlardır. 2 Bilimsel düşünce, üniversitelerden başlayarak anaokuluna kadar yayılmalıdır. Bunun için çok güzel çizgi filmler yapılabilir. Çocuğa düşünmeyi öğretmek, öğretmenlerin görevidir ancak felsefe ve mantık okumamış ve bilimsel projelerde çalışmamış öğretmenlerin de bilimsel düşünceyi ne kadar bildikleri tartışılır. 3 Türkiye’nin sosyal hafızası geri gelmelidir. 4 Çıkar gruplarının Türkiye üzerindeki ipoteği kalkmalıdır. 5 Ülkemizdeki kütüphane sayısı artırılmalı, kütüphaneler uzmanlaşmalı ve herkese 7 gün, 24 saat açık olmalıdır. Çalışan kişiler mesai saati dışında gidecek kütüphane bulamamaktadırlar. Bazı üniversiteler başka okulun tez öğrencilerini dahi kütüphaneye almamaktadırlar. Bu görev sadece devletten beklenmemeli, zenginler de sosyal sorumluluk sahibi olmalıdırlar. Sonuç olarak, yukarıda saydığım öneriler artırılabilir ve geliştirilebilir. Ancak bu geri kalmışlık damgasını üstümüzden bir an evvel atmak ve kalkınmanın temeli olan bilgiyi üretip paylaşmak zorundayız. Bunun için yukarıda saydığım önerilerden başlayabiliriz. Bu görev hepimizin ama esas hükümetin işidir. Yeni hükümetten beklentim; 1950’lerden beri uygulanan bu yanlış politikaların bırakılması, yeni bilgi yönetimi politikalarının katılımcı bir yöntemle yapılması ve uygulanmasıdır. CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear