Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 10 AĞUSTOS 2007 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Saçının Bir Teli ve Kafanın İçi... Başörtüsü, adı üstünde, başı örter... Fransızcası eşarp... Ama bir estetiği vardır... Kâkül gözükür önden... Bir hava katar kadının güzelliğine... Peki, saçın bir tek telinin bile gözükmesine izin vermeyen bu estetikten hiç nasibini almamış türban garabeti ne anlama geliyor? Kadının özgür iradesini erkek zoruyla tepede topuz yapıp sımsıkı bir kazığa bağlamaktan başka bir anlamı var mı? nın diploma töreninde türbanının üzerine kep geçirilirken verdiği görüntü hiç de hoşa gidecek gibi miydi? AKP’ye yeni giren sevgili dostlarımıza bir tek tavsiyemiz olacak: Yeni ve özgürlükçü bir anayasa yapmak elbette hepimizin özlemi... Ama Frenklerin deyişiyle: “Leopar beneklerini, eşek kırması zebra ise derisini dökmez.” Kırk yıllık Yani, olur mu Kâni? Acaba etkinizi, ağırlığınızı, varsa nüfuzunuzu (!) kullanıp AKP triumvirasını ikna edebilir misiniz eşlerinin kâkülünü göstermeye? Vazgeçtik kâkülünden, hiç değilse saçının bir telini göstermeye ikna edebilir misiniz? “Dök zülfünü meydane gel” çalıyor bir eski plakta... “Tel tel taradım saçını” diye bir türkü dökülüyor ağzımdan... Ve soruyor birisi Kanal 7’de her hafta ekrana çıkan ilahiyat doçentine: “Hocam, kayınvalidemi başı açık görürsem günaha girer miyim” diye... Ulemaya mı sorsak acaba Sayın Başbakan? Sizi bilmem ama, kayınvalidemi başı açık görürsem acaba günaha girer miyim diye benim kuşkuya düştüğüm oluyor... Meclis’e yeni giren AKP’li kadın milletvekillerinin hepsi pek çağdaş gözüküyor... İçlerinden birisi türbanını çıkarıp yemin törenine gelmiş. Sevinsek mi acep? AKP MKYK üyesi yedi kadının başı açıkken beşi türbanlıymış... Bu da çok kültürlü mozaik zenginliğimiz diye avunsak mı yoksa? Türbanlı eşlerle çağdaş görünümlü kadın milletvekilleri arasındaki çelişkiyi neyle açıklamalı? Nerden geliyorsa, birden bir mâni geliyor dilimin ucuna... Biraz irkiliyorum: Elim değdi eline Mail oldum diline Ben dünyayı değişmem Saçının bir teline Devletimizin tepesindeki sayın AKP ricali... Sizden siyasi konularda büyük nutuklar atmanızı beklemiyorum. Sadece çok basit bir soruya, kısa bir yanıt vermenizi rica ediyorum: Hareminizin, mahreminizin saçının tek bir telini, başka birisi görürse, ne olur? Günaha mı girersiniz? Ufkunuz eşinizin saçının bir telini gösteremeyecek kadar sığ olduğu sürece, ağzınızla kuş tutsanız, kafanızın içinin değiştiğine bir türlü inandıramazsınız beni... Çünkü eşinizin, kızınızın o göstermekten inatla kaçındığınız saçının bir tek teli, ne yazık ki, sizin kafanızın içini bir çırpıda ele veriyor... Yanılmayı çok isterdim. PENCERE Erkekler Demokrasisi Egemen... 1.5 milyarı aşkın nüfusu ve 52 devletiyle oluşan İslam dünyasının tek laik devleti Türkiye Cumhuriyeti’nde sorun ne?.. Hanımı tesettürlü Abdullah Gül, cumhurbaşkanı olacak mı, olmayacak mı?.. Tesettür sorunu nereden kaynaklanıyor?.. Kuranıkerim’den!.. ? Nisa suresi der ki: “Allah’ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü... erkekler kadınlar üzerine egemendirler.” Peki, erkekler ne yapmalı?.. Kuranıkerim’in Nisa suresi buyuruyor: “Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün!..” Yine Nisa suresinden: “Hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz.” Bir buyruk daha: “Evli kadınlarla evlenmeniz haram kılındı; sahibi bulunduğunuz cariyeler müstesna...” ? Kutsal Kuranıkerim aynı zamanda bir hukuk ve muaşeret kitabıdır; kişinin giyimkuşamına dek kurallar getirir. Abdullah Gül ile karısı da şimdi tesettürü Çankaya’ya taşımak üzerine kavilleşmiş bulunuyorlar... Helal olsun!.. Ama aklı başında Müslümanların Recep Tayyip, Bülent Arınç, Abdullah Gül üçlüsüne sormaları gereken ne?.. Kuranıkerim faizi yasaklıyor, sizler Türkiye’yi dünyanın en yüksek faiz folluğuna nasıl çevirdiniz?.. İyi iş bu!.. Türbanda Müslümanlık.. Faizde zındıklık!.. ? Kimi zaman en ileri ülkeler bile kim vurduya gidebilirler; Hitler, Almanya’nın başına seçimle oturdu; türban Çankaya’ya seçimle tesettürü oturtacak... Bugün ülkemizde kadınlarımızın büyük çoğunluğu tesettürlüdür ve Nisa suresinde yazdığı gibi “erkekler kadınlar üzerinde egemendirler...” Demokrasimizin içeriğinde geçerli kural erkek egemenliğidir. ? Emperyalizmin kafakola alarak ezdiği dünyada, AKP’nin kazanmasını isteyen dış güçleri seçimden sonra saymanın yararı az buz değildir... ABD.. AB.. Kıbrıs Rum yönetimi.. PKK.. Irak’ın Bağdat yönetimi.. Barzani.. Talabani.. Ermeni, Rum diyasporaları.. Yunanistan.. Peki, bu güçler açık seçik neyi amaçlayıp dile getirdiler: “ Kemalist güçler iktidarda etkin olurlarsa, ulusal çıkarlarını savunurlar; bizim işimize gelmez...” Oyun açık seçik oynandı!.. Türkiyemiz dışa bağımlı çok partili rejimin ılımlı İslam devleti modelidir. ? Oyun, Çankaya üzerine sürüyor... ‘Erkekler demokrasisi’ Türkiye’de egemenliğine aldığı kadınların da desteğiyle geçerli... Emek Kenetlenmesi LİMANİŞ’in İzmir’deki lokalinde ilginç sahneler yaşandı. Toplantı, limanın işletilmesini yabancı ağırlıklı bir şirkete 49 yıllığına veren bir özelleştirme işleminin tartışılması için düzenlenmişti. Ama toplantıda Petrolİş ve Havaİş’in temsilcileri de vardı. Ender rastlanan bir olay: Bir sendikanın derdi başka iki sendikayı da ilgilendirmiş, bir araya gelip ortak stratejiler arama gereğini duymuşlardı. Konfederasyonun yapmadığını, yapamadığını ya da yapmak isteyip tam yapamadığını onlar yapacaklardı. imanİş, Türkiye’nin en büyük dışsatım kapısı olan koskoca İzmir Limanı’nın bir yerli şirketin ve “İhracatçılar Birliği”nin yanında asıl ağırlığı oluşturan liman yönetimine egemen olacağı açıkça bilinen, ama Çinli mi İngiliz mi olduğu pek kestirilemeyen bir şirkete 1275 milyon dolara verilmesine karşıydı. Belli ki, özelleştirilen ya da işletilmesi yabancı bir şirkete verilen bütün kuruluşlarda olduğu gibi burada da önce yatırım, büyütme ve kamu gelirini artırma vaadi verilecek, ama ardından bunların yerine hemen girişilen işlemle, işçinin bir bölümüne kapıyı gösterip sonra da asgari ücretle sendikasız işçi alımına geçilecekti. Petrolİş, 2050 milyon dolar karşılığında Cumhuriyetin gözbebeği PETKİM’deki yüzde 51 hissenin, dolayısıyla yönetim yetkisinin ne idüğü belirsiz bir yabancı sermaye grubuna satılma sürecini durdurma peşindeydi. O grubun yapısı öylesine kuşku vericiydi ki, sermayedarlar konusunda ihale öncesi yapılan inceleme yeterli bulunmamış, şimdi haklarında resmen açılan yeni bir incelemeye geçilmişti. Havaİş, dünya havacılığında Türkiye’nin yüz akı olan ve her yıl kamu geliri açısından altın yumurtlayan Türk Hava Yolları’nın hatalı bir “halka açılış” girişiminden sonra yer hizmetleri ve uçuş personelinin geçim olanaklarına ve çalışma koşullarına getirilen haksızlıkları düzeltme peşindeydi. Her üç durumda da emekçinin çıkarlarıyla kamunun, yani halkın çıkarları örtüştüğü için bu “ortak” başkaldırışta “ulusal” bir içeriğin varlığı hemen sezilmekteydi. slında bu ortak ve ulusal nitelik hep vardı. Emek dünyasının bunu sezmeyişi, sezip de gereğini yapmayışı ve meydanı dıştaki sömürücülere ve içteki uzantılarına bırakışı gerçekten hayret ve üzüntü vericidir. Yine de zararın, aymazlığın ve hatta bazı durumlarda sinsi işbirliğinin neresinden dönülse kârdır. Önemli nokta şu: Türkiye’nin emek dünyası, işçisiyle, mühendisiyle, meslek odalarıyla sık sık sözünü ettiği “üretimden gelen güç”ünü şimdiye kadar çok iyi kullanmış sayılamaz. Bu güç, nedense, çoğu zaman hep bilek gücü, çatışma, kavga dövüş gibi algılandı. Oysa asıl güç, emeğin üretimdeki yeri, ağırlığı ve “olmadığı zaman anlaşılan vazgeçilmezliği”dir. Bunu akıllıca kullanmayı bilmek, hiç kuşkusuz hem çalışanı korur hem de ülkeyi ve Cumhuriyeti. Cavlı ÇULFAZ imse aldanmasın... Bütün soru geliyor, bir yerde düğümleniyor: Kadının saçının bir teli... Gözükecek mi, gözükmeyecek mi? Gerisi, Erbakan’ın deyimiyle, “fasa fiso”dur. Çağdaş bir anayasa yapılacakmış... Kulağa ne kadar hoş geliyor... Kırk yıllık düşümüz... Erişmesi güç bir hayal de olsa, safça inansak mı acaba? Ama adam eşinin denize girmesine izin vermiyor. O mu çağdaş bir anayasa yaptıracak? Denize girmek ne söz? Kendisi için çok değerli olması gereken en yakınının, ömür boyu bir yastığa baş koyduğu ve koyacağı hayat arkadaşının saçının bir telinin bile görünmesine tahammül edemiyor. Çağdaş bir anayasa yaptıracakmış... İsmet İnönü sağ olsaydı demez miydi: “Hadi canım sen de!” Adam gencecik kızının teni güneş görecek diye uykuları kaçıyor. Teninin güneş görmesi ne demek, saçının bir teli görünecek diye gece uykusunun ortasında karabasanlar görüyor belki de... Bırakın ne söylediğini, attığı nutukları... Acaba böyle bir adamın kafası nasıl çalışıyor diye sormaz mısınız kendi kendinize? Peki ya bu adam, sıradan birisi değil de, devleti yöneten iktidar erkânından ise? Diyelim Meclis’in başkanı... Ya da yürütme organının başı... Yahut koskoca bir bakan... Belki de devlet başkanı adayı... Kafa yapısı karısının, kızının saçının bir tek telinin bile gözükmemesine endekslenmiş böyle birisi için bağnaz ya da fanatik sözü hafif kaçmaz mı? Başörtüsü, adı üstünde, başı örter... Fransızcası eşarp... Ama bir estetiği vardır... Kâkül gözükür önden... Bir hava katar kadının güzelliğine... Peki, saçın bir tek telinin bile gözükmesine izin vermeyen bu estetikten hiç nasibini almamış türban garabeti ne anlama geliyor? Kadının özgür iradesini erkek zoruyla tepede topuz yapıp sımsıkı bir kazığa bağlamaktan başka bir anlamı var mı? L K A İran’daki değişmeyi fark ediyor musunuz? Yıllar sonra İran kadını çarşaftan kurtuluyor yavaş yavaş... Bir bölümü, saçları henüz rüzgârda özgürce savrulmasa da, en azından dökmüş zülüflerini önüne... Yavaş yavaş meydanlara çıkıyorlar... Perçemleri, kâkülleri gözüküyor bir güzel... Bizdeyse değişme ne yöne doğru? 1930’ların o yırtmaçlı güzelim tayyörleri içindeki başı açık çağdaş kadınları gitgide türbana bürünüyor... Toplumbilim uzmanlarımıza göre, varoştaki kadının geleneksellikten kurtulması için ilk adımmış türban... Varoş kadını evin dört duvarının zincirini kırıp ancak böyle sokağa çıkabiliyormuş. İleriye doğru değişimin, özgürlük alanının genişlemesinin sosyolojik açıklaması böyleymiş... Hadi anladık, buna böyle diyorsunuz da, peki koskoca devlet erkânının eşlerinin başlarını sımsıkı cendereye almasını neyle açıklıyorsunuz? Varoşlar türbanla sözüm ona özgürlüğüne kavuşurken, seksen küsur yıllık Cumhuriyetin başı bağlanıyor olmasın sakın! AKP’nin başındaki sayın devlet ricali... Size inanmayı doğrusu ben de çok istiyorum. Ama bir tek ricam var sizden. Saygıdeğer eşlerinizin, hiç değilse İran’daki kadınlar gibi bir kâkülünü gösterebilir misiniz halka? Hadi vazgeçtim perçeminden, kâkülünden... Eşinizin saçının bir teli gözükürse, acaba o geniş ufuklu dünyanız başınıza mı yıkılır? Sayın Başbakan... Saygıdeğer eşiniz, hatırlıyor musunuz, çağdaş giyimli Ürdün Kralı ile Suriye Cumhurbaşkanı’nın eşlerinin yanında nasıl bir görüntü veriyordu dünyaya? Yunanistan Başbakanı’nın eşiyle el ele Akropol’e çıkarkenki hali gözünüzün önüne geliyor mu? Yoksa unuttuk mu erkekler topluca bir aradayken Ulaştırma Bakanı’nın türbanlı eşinin bir köşede tek başına yemek yerken çekilmiş resmini? Haremselamlık ayrımının çağımızda hüzün verici bir örneği değil miydi? Sayın Dışişleri Bakanı’nın gencecik kızı mumtazsoysal@gmail.com Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Prof. Dr. Metin KALE Osmangazi Üniv. Tıp Fakültesi “Çanakkale zaferi Türk askerindeki ruh kudretini gösteren şayanı hayret (hayret edilecek) ve tebrik (kutlanacak) bir misaldir (örnektir). Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.” Atatürk “Çanakkale ve Mustafa Kemal” birbirlerinden ayrı düşünülmeyecek kadar iç içedir ve Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları denilen destanın tam ortasında yüce bir kahraman olarak belirir. O’nun, Çanakkale’de ortaya çıkışı, savaşın kaderi üzerinde son derece etkili ve tayin edici olmuştur. Bu gerçeği İngiliz general Aspinal Oglander, “Bir tümen komutanının, üç ayrı yerde, tek başına giriştiği harekâtlarla bir savaşın, hatta bir ulusun kaderini değiştirecek büyüklükte bir zafer kazandırdığı tarihte pek enderdir” sözleriyle ifade eder. Şevket Süreyya Aydemir de “Türk ulusu O’nu Kemalyeri’nde tanıyıp, Conkbayırı’nda yüceltti ve Anafartalar’ın yenilmez komutanı olarak ona içten bir saygı ve sevgiyle bağlandı” şeklinde özetler. Mustafa Kemal, “Türk ulusunun Çanakkale’de bulduğu en gerekli insan”dı. Mustafa Kemal, dehası ve üstün komutanlık yetenekleriyle savaşın akışını değiştirmesiyle artık “Geleceğin Adamı”dır. Moorhead “ Mustafa Kemal’in savaş yönetiminde gösterdiği şaşırtıcı başarılar bu tarihte başlar. Ne Liman von Sanders’in ne de başkasının göremediğini O görmüş, Gelibolu Yarımadası’na, ancak Kocaçimen ve Conkbayırı’ndan hâkim olunabileceğini, O anlamıştı. Müttefikler (İngilizler) burayı ele geçirselerdi, bütün Boğaz’a hâkim olurlar, İstanbul’un yolu açılırdı. Küçük rütbeli (Yarbay) ama dâhi bir Türk subayının o esnada orada bulunması, Müttefikler için savaşın en acı talihsizliklerinden biri oldu” sözleri durumu özetlemeye yeter gibidir. Türkiye ve Türkleri küçümseyen ve “ Kolayca yenilip yutulur” diyen dönemin İngiliz Donanma Bakanı Churchill de, Mustafa Kemal’i “ Savaşın yönünü değiştiren bir kader adamı” diye tarif etme yürekliliğini göstermiştir. Askeri teşhislerinde usta, karar vermede cesur ve hızlı, kararlarını uygulamada son derece enerjik bir komutan olarak beliren Mustafa Kemal, Çanakkale’de hem dehasının ışığını yaktı ve hem de yurdunun ve ordusunun onurunu kurtardı. O zamana kadar ne O, Çanakkale’de gördüğü hizmetin üstünde bir savaş alanı, ne de Çanakkale o değerde bir komutan bulmuştu. O’nun bu savaşlarda elde ettiği başarıları çekemeyenler “Başarı askerindir, kişiyi sivriltmeye gerek yok” derken bu zaferde komutanın üstün bir payı olduğunu gizlemeye kalktılar. Başarının askerin ve ulusun olduğu doğrudur ama, komutanın üstün bir paya sahip olduğunu Mustafa Kemal ile savaşan yabancılar bile ifade etmekten çekinmemişlerdir. Harp Mecmuası’nın kapağına “Çanakkale Kahramanı ”olarak konulan resmi, dergi tam basılacağı sırada Enver Paşa’nın emriyle çıkarılmış ve Liman von Sanders’in resmi konulmuştur. Oysa Çanakkale savunmasının ruhu Mustafa Kemal’dir. O zaman olduğu gibi yakın zamanlardan beri de Çanakkale Savaşları’nda Mustafa Kemal adı gölgelenmeye, maskelenmeye ve hatta gözlerden kaçırılmaya çalışılmaktadır hâlâ. Bazıları da Mustafa Kemal’in bu savaşlardaki rolünü küçümsemeye gayret ederler. 10 Ağustos 1915 günü yapılan Conkbayırı saldırısının öncesinde Mustafa Kemal, Arıburnu cephesinin kuzeyinde savaşırken sağındaki Anafartalar cephesi de 7 Ağustos’tan beri ateşler içinde idi. Ordu komutanı Liman Paşa’nın Conkbayırı’na saldırı emrine, “askerin yorgun olduğu” gerekçesiyle itiraz eden Albay Feyzi Bey’in yerine “Kolordu Komutanlığı yetkisiyle” Mustafa Kemal atanmıştı. İşte tam bu hengâme esnasında ordu karargâhı Mustafa Kemal’i telefona çağırır. Konuşan ordu komutanı adına Kurmay Başkanı Kazım İnanç’tır. Mustafa Kemal ordu komutanına durumu bütün açıklığıyla anlatır, cephenin çözülmesi halinde her şeyin biteceğini söyler. Bunun üzerine ordu komutanı sordurur: Hiç çare kalmadı mı? Bütün mevcut kuvvetlerin benim komutam altına verilmesinden başka çare yoktur. Çok gelmez mi? Az gelir. Bu noktada sorumluluğu kemali iftihar (üstün şeref ) ile alan Mustafa Kemal artık Anafartalar Grup Komutanı’dır ve bir saldırıyla Conkbayırı’ nı ve Çanakkale’ yi kurtarır. Artık İngilizlerin Çanakkale’yi geçemeyecekleri anlaşılmıştır. Mustafa Kemal’e göre “İstanbul’un kilidi Çanakkale Boğazı, Çanakkale Boğazı’nın kilidi ise Conkbayırı idi. Burayı ele geçiren İstanbul’u ele geçirecekti”. Keza İngiliz çıkarma komutanı General Hamilton Conkbayırı’ nı sadece Türk ordusunu değil, Almanya’yı da devirecek kaldıracın dayanağı saymaktaydı. Bugün Çanakkale’ye bazı günlerde savaş alanlarını ve anıtları görmek için akın akın gelenler, bu savaşların gerçekten bilincinde mi acaba? Bir kuşak buraya hiçbir karşılık beklemeden gençliklerini, umutlarını ve hayallerini gömdü. “Uhdelerine tevdi edilen (kendilerine verilen) vaziyei namus u vatanı ifa etmek için (vatanın namusunu yerine getirme görevi için)” bir adım bile geriye gitmediler. Ulus olma bilincinin ilk izleri bu Çanakkale topraklarına işte böyle kazındı. “Düveli Muazzama” diye korkulan Avrupa devletleri karşısında, yüzyıllarca yenik, ezik boynu bükük yaşamış bir ülke (Türkiye), bu kez onları yenik ve ezik gönderiyordu. Çanakkale’yi unutmamak yetmez, zaferin anlamını da anlamak gerekir. O anlam, Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine inşa edildiği ulus devlet ruhunu simgeler. İngilizler karaya ilk çıktıları 25 Nisan 1915’ten 259 gün sonra 910 Ocak 1916’da Gelibolu’yu, tarihlerinin en acı hezimetine ve prestij kaybına uğramış olarak terk ettiler. Bu savaşlarla Türk ulusuna bir güneş gibi doğan Mustafa Kemal artık hiç sönmeyecek olan ışığıyla bizleri aydınlatmaya devam edecektir. CUMOK ÇAĞRISI YÜCE TÜRK ULUSU 22 TEMMUZ 2007 GÜNÜ “BİR MUHAREBEYİ YİTİRDİK, SAVAŞI DEĞİL.” Bunu emperyalist sistem ve yandaşlarının geçici başarısı olarak görüp, bu günü yeni bir başlangıç sayarak, yola devam edeceğiz. Yeniden toplanacağız, safları sıklaştıracağız, örgütleneceğiz, güçleneceğiz, mücadeleyi hızlandıracağız. Tarihin çarkının döndüğü yöne doğru; bağımsızlığa, aydınlanmaya, çağdaşlığa, insanca yaşamaya doğru Ulusça devinmeyi sürdüreceğiz. Aldatılan, kandırılanlara kızmayacağız, onları aydınlatmayı sürdüreceğiz. Yaşananlara kahrederek, Ulusumuzun geleceğine küsmeyeceğiz! Çalışacak, başaracak, kazanacak ve hep birlikte yaşayacağız; “Bir ağaç gibi tek ve hür, Bir orman gibi kardeşçesine...” YAŞASIN TAM BAĞIMSIZ VE DEMOKRATİK TÜRKİYE. KAHROLSUN ABD AB EMPERYALİZMİ VE YERLİ İŞBİRLİKÇİLERİ... CUMOK OLUŞUMLARI: Afyonkarahisar, Akhisar, Aksaray, Alanya, Alaşehir, Altınova, Amasya, Anamur, Ankara, Antakya, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Ayvalık, Babaeski, Bafra, Balıkesir, Bandırma, Bartın, Bergama, Bodrum, Bolu, Bozüyük, Burdur, Burhaniye, Bursa, Bafra, Babaeski, Balıkesir, Bandırma, Bursa, Çan, Çanakkale, Çarşamba, Çerkezköy, Çorlu, Çorum, Datça, Denizli, Dikili, Edirne, Edremit, Elbistan, Kdz.Ereğli, Eskişehir, Erzin, Erzincan, Erzurum, Fethiye, Foça, Gaziantep, Gelibolu, Gemlik, Gerze, Giresun, Gönen, Isparta, İnebolu, İnegöl, İskenderun, İstanbul, İzmir, Karacabey, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Keşan, Kilis, Kocaeli, Konya, Köyceğiz, Kuşadası, Lüleburgaz, Malatya, Marmaris, Mersin, Milas, Muğla, Nevşehir, Niğde, Ordu, Orhangazi, Polatlı, Rize, Salihli, Samsun, Saray, Silifke, Sinop, Sivas, Soma, Şereflikoçhisar, Taşeli, Tekirdağ, Tokat, Turgutlu, Türkoğlu, Türkiye, Urfa, Urla, Uzunköprü, Van, Vize, Yalova, Zonguldak. CUMHURİYET 02 CMYK