26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 30 HAZİRAN 2007 CUMARTESİ 16 Dikili Ağaç Recep Tayyip Erdoğan orada burada yaptığı konuşmalarda ağzına “CHP’nin bir dikili ağacı bile yok” lafını doladı bu kez. CHP’nin tarihçesi belli: Atatürk, Halk Fırkası’nı kurma kararını zaferden hemen sonra, Aralık 1922’de açıklamış; fırka Eylül 1923’te kurulmuştur. Cumhuriyetin ilan edileceğini de Atatürk 29 Ekim 1923’te Halk Fırkası grubunda açıklamıştır. Dolayısıyla en başta “Cumhuriyet”in doğrudan kendisi CHP’nin en önemli dikili ağacıdır! Başka? Eğitimciyazar Vecihi Timuroğlu’ndan dinleyelim o dikili ağacın diğer fidelerini: “CHP, 10 milyon sıtmalı, frengili, veremli ve trahomlu, 11 yıl savaşmış bir halkı, hastalıklarla savaş kurumları kurarak sağlıklı bir toplum yaptı. Elektriğin adını bilmeyen Anadolu’ya ilk elektriği, hem de önce, bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın milletvekili olduğu Siirt’e CHP getirdi. Zonguldak’a, Samsun’a, Erzurum’a, Genç’e, Kurtalan’a demiryollarını CHP uzattı. Bütün o tünelleri Türk mühendisleri ve işçileri açtılar. Anadolu’da ilk kez bez, şeker ve çimento fabrikalarını CHP kurdu. Karabük Demir ve Çelik Fabrikası CHP tarafından hem de İkinci Dünya Savaşı’nın zor koşullarında Anadolu’nun demirini işlemeye başladı. Garzan ve Raman’da ilk petrol kuyularını CHP açtı. Köy Enstitüleri ve Halkevleri gibi Türk dehasının ürünleri olan evrensel kurumları CHP kurdu, Recep Tayyip Erdoğan’ın ağababaları kapattı.” Ağaçla sorunu olanı orman korucusu yaparsan, elinde balta dolaşmaz mı? Dolaşır... Dolaşıyor da zaten... Daimi Üye Bademciksiz Ülke Saptama Genelkurmay Başkanı’na ait: “Psikolojik harekâtta çok yetersiziz.” Bilindiği üzere AKP, Milli Güvenlik Kurulu’nu da Avrupa Birliği’ne uydurmuştu. Yapısı değiştirilirken MGK’nin içinde yer alan ve ülkenin psikolojik savaşa karşı koyması için oluşturulmuş “Toplumla İlişkiler Daire Başkanlığı” kaldırılmıştı. Güvenlik konularında uzmanlaşmış diplomatlara göre, böylelikle dış ülkelerin, terörü ve örgütlü suçu da kullanarak gerçekleştirdikleri psikolojik savaşa karşı Türkiye savunmasız kalmış, yine aynı Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’un geçen hafta yaptığı açıklamada, altı önemle çizilmesi gereken, ama her nedense basında pek üzerinde durulmayan bir tümce vardı: “Özellikle son dönemdeki terör eylemlerinin artışı, Türkiye’nin Irak’taki gelişmelerden dikkatini belirli ölçüde uzaklaştırmıştır.” Terör uzmanı Ercan Çitlioğlu’na terörle üstü örtülen gelişmelerin neler olduğunu sorduk. Sıraladı: “Irak’ın kuzeyindeki Kürt yapılanmasının aldığı mesafe, örneğin düzenli orduya geçme, düzenli orduya uzmanların deyişiyle bademcikleri alınmıştı. MGK’nin AB uydurması sonucu kaldırılan “Toplumla İlişkiler Daire Başkanlığı” yerine psikolojik savaşa karşı koyma faaliyetlerinin yürütülmesine ilişkin eşgüdüm, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e bırakılmıştı. Gül, o gündür bugündür bu konuda bir türlü eşgüdüm sağlayamadığı için Türkiye’nin örgütlü psikolojik harekâta karşı koyacak kurumsal bir yapısı bulunmuyor. Ah ah, Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı yaptırmadılar ki, olsaydı bir, ne eşgüdümler sağlayacaktı kim bilir? seçik: “Irak’taki Kürt yapılanması bağımsız bir formasyona dönüşürse, oradaki olası devletin onayı olmaksızın yapılacak bir sınır ötesi harekât, uluslararası hukuk anlamında Türkiye’yi daha zor durumda bırakır. Peşmergenin gerilla tarzındaki yapılanması düzenli orduya geçer, ağır silahlar edinir ve Türkiye’nin olası bir sınır ötesi operasyonuna silahlı olarak karşı çıkarlarsa, o zaman sınır ötesi operasyon terör örgütüne yönelik bir etkisizleştirme operasyonu olmaktan çok, iki ülke arasında topyekun bir savaşa dönüşür.” Arkadaşımız Bahadır Selim Dilek, haberleştirirken dalgasını da geçti aslında: Seçim bildirgelerine bakılırsa AKP, Türkiye’yi BM Güvenlik Konseyi’nin “daimi” üyeliğine aday yapabilme becerisini göstermişti! Değerli öğretmenimiz Prof. Dr. Cahit Talas, Birleşmiş Milletler’in yapısını dile getirirken “Birleşmiş Milletler dünya barışı ve halkları için çok önemli bir kuruluştur, ama orada da adaletsiz bir yapı kurulmuştur” der, örnek olarak da BM Güvenlik Konseyi’nin yapısını gösterirdi. BM Güvenlik Konseyi, 5 tanesi daimi üye, 10 tanesi seçilmiş olmak üzere 15 üye ülkeden oluşuyor. Konseyin daimi üyeleri, BM’nin kurucu üyeleri olan ABD, Rusya (eski SSCB), Çin Halk Cumhuriyeti (eski Çin Cumhuriyeti), Fransa ve İngiltere. Daimi üyeler değişmiyor. Diğer 10 üye ülke, her 2 yılda bir BM Genel Kurulu’ndaki seçimlerle saptanıyor. Konsey kararlarının kabulü, üye ülkelerden 9’u tarafından onaylanması ve konseyin 5 değişmeyen daimi üyesinin birinden ret oyu almamış olması koşuluna bağlı... Öyle gözüküyor ki, AKP sayesinde ancak ABD’nin yeni bir eyaleti haline gelirsek Güvenlik Konseyi daimi üyeliğine hak kazanmış olacağız. Haydi hayırlısı bakalım... SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Sarkozy İle Yaşamak Geçen haftaki “Devekuşu Türkiye” başlıklı yazıma bir mektup aldım. “Konuya tekrar tekrar dönmenizin hepimize büyük yarar sağlayacağına inanıyorum” sözleriyle mektubunu bitiren bir okurum: “Yıllardır” diyor; “Türkiye’nin yazar, çizer, konuşur ve bakanlarından yabancılara kendimizi iyi tanıtamadığımız şikâyetini dinledim durdum. Altmış yaşımı geçtikten sonra anlamış bulunuyorum ki, bunca yıldır becerememiş olduğumuz şey, kendimizi yabancılara tanıtamamış olmak değil, bizim onları tanıyamamış, dış dünyayı anlayamamış olduğumuzdur...” Sorun, okurumun da işaret ettiği gibi, kendimize ve olaylara nesnel bakamamak... Kurulan yeni “oyunları” zamanında “deşifre edememek” ve Rusya’dan AB’ye... yeni koşullar, yeni aktörlerle belirlenen “gelişmelere hazırlıksız yakalanmak”; içerde tüm taşları yerinden oynatmayı göze alabilecek bir “yüzleşme cesareti” istiyor ki, geçmişte bu cesareti yalnız Atatürk Türkiyesi gösterebildi. Osmanlı, bu “yüzleşmeyi” yapamadığı için çöktü... “The Ottoman Empire And The World Around It” (Osmanlı İmparatorluğu ve Etrafındaki Dünya Suraiye Faroqhi) isimli bir kitap var elimde... Faroqhi; Osmanlı elitinin dünyanın gerisi ile yaşadığı “iletişim kopukluğu” ve bunun yapısal nedenlerine geniş yer veriyor. “Dünyanın sistemli biçimde izlenememesi” özellikle 18. yüzyıl sonundan itibaren, makası geri dönüşü olmayan biçimde açıyor... Bugün yeniden böyle bir tehdit ve tehlikeyle karşı karşıyayız. Kuzeyimizde Rusya, yeni hegemonya alanlarını belirliyor. AB, 19. yüzyıl Avrupa’sını andıran postmodern bir “büyük güçler Avrupa’sına” dönüşüyor. Fransa, Almanya ve İngiltere gibi büyük ülkeler, bu “uluslar Avrupa”sında yeni bir liderlik yarışına girmiş durumda. Gözden Kaçan Ayrıntı geçerken ağır silahlar edinme ve bağımsızlığa doğru gidişin bir anlamda hızlanması, peşmergelerin Irak milli ordusu dışında legal bir güç olarak ABD tarafından kabul ve ilanı ile bunun olası yansımaları, Kerkük’teki demografik yapının değiştirilmesine yönelik faaliyetlerin kazandığı hız ve bunun olası sonuçları, oradaki Türkmen varlığının azınlık statüsüne dahi sahip kılınmaması...” Bütün bu gelişmelerin terör ile örtülmesinin sonucu nereye varır? Çitlioğlu’nun yorumu kısa, ama açık Ufuktaki ‘yeni Bonapart’! Türkiye’nin karşısındaki yeni tablo bu. Bir yanda Rusya, diğer yanda Avrupa’nın büyük güçleri arasında zarlar yeniden atılıyor. Ve “güçler Avrupa’sının” hortladığı bu yeni ortamda, ufukta bir “yeni Bonapart” beliriyor. “SarkozyBonapart”, “eski Avrupa” ile “yeni Avrupa” (Doğu Avrupa) arasındaki anlaşmazlıklar, mesafe ve boşluklardan yararlanarak, Avrupa içinde dengeleri yeniden kuran ve yönlendiren bir “power broker” olmaya soyunuyor. Yeni Avrupa’da Sarkozy’yi başaktöre dönüştüren tek olay, Türkiye dosyası değil... Son zirveye damga basan AlmanyaPolonya krizinde de “Bonapart” başrolde! Almanya ile II. Dünya Savaşı’ndan kalma defterleri açarak Merkel’i bunaltan Polonya’yı yatıştırma işini, çiçeği burnunda “yeni Bonapart” üstleniyor mesela... Sarkozy’ye bu “fırsatları tanıyan” boşluk, Eski Kıta dengelerini altüst eden Putin Rusya’sı.... Eski 15’ler olarak özetleyebileceğimiz, genişleme öncesi “Eski Avrupa” özellikle de Almanya Rusya ile sanayi ve enerji politikaları düzleminde sıkı fıkı ilişkiler ve bağlantılar kurmak peşinde. Doğu Avrupa ülkelerinden oluşan “Yeni Avrupa” ise “Rusya’yı şeytan görsün!” havasında... Sarkozy, Avrupa’da liderlik konumunu pekiştirmek için, bu “çatlağı” kullanıyor... Türkiye’nin “Sarkozy duvarına” kafa tutabilme şansı; Ankara’nın büyük fotoğrafı değerlendirme imkânlarına bağlı.., Küre Isındıkça Biz Kavruluyoruz SADIK ÇELİK * Yağışsız geçen hatta hiç yaşanmayan bir kış mevsimi ve kuruyan su kaynakları bir yandan içimizi sızlatsa da, bir yandan önemli bir sonuca hizmet ediyor. Yıllardan beri söylenmekte olan bir gerçek, bu vesileyle insanların dikkatini çekmeyi başardı. Nihayet küresel ısınmanın korkunç etkilerini anlaybildik. Geç oldu olmasına; daha fazla güç olmaması için neler yapabileceğimize bakmamız gerekiyor. Geçen günlerde yapılan bir kamuoyu araştırması, konuyla ilgili bilinç düzeyinin artışının yanı sıra, genel bir panik havasının da egemen olduğunu ortaya koydu. Türkiye genelinde 16 şehirde gerçekleştirilen araştırmaya göre, “Gelecek konusunda en çok korkutan gelişme nedir” sorusuna katılımcıların yüzde 34.1’i “Küresel ısınma” cevabını verdi. Katılımcıların yüzde 29.1’i savaşları, yüzde 8.9’u terör ve anarşiyi tehdit olarak görürken, fakirlik, açlık ve işsizlik çok daha alt sıralarda kalıyor. Bununla birlikte küresel ısınmaya karşı bir tedbir alıp almadıkları sorusuna katılımcıların yüzde 25.9’u olumsuz cevap veriyor. Araştırmaya göre, halkın çoğunluğu çevre konusunda çalışan şirket ve projelerinden de habersiz. Bugünün dünyasında hangi sorunu ele alırsanız alın, ekonomik dengeleri yerli yerine oturtmadan gerçekçi ve kalıcı bir çözüm üretmek olası değil. Çevre koruma gibi “kutsal” bir amaç söz konusu olduğunda dahi durum değişmiyor. Makro ölçekte baktığımızda, orta ve uzun vadede rekabete dayanacak ekonomilerin en az enerji harcayan ve minimum input/girdi ile maksimum output/yarar sağlayan ekonomiler olacağı kesin. Aynı durum mikro ölçekte bakıldığında firmalar için de geçerli. Daha açık bir deyişle, tasarruf önlemlerini bir an önce alan ve bu önlemleri içselleştirip sürekliliğini sağlayan firmalar gelecekte de ayakta durabilecek, diğerleri ise yaşayamayacak. Dolayısıyla şirketler bir yandan kendi içlerinde gerekli önlemleri alırken diğer yandan da konu ile ilgili sivil toplum kuruluşlarına destek vererek kamuoyunun bilinçlenmesine katkıda bulunmak durumundalar. Zira bilinçsizce harcanan her damla su ve enerji, yine bu şirketlerin ekonomisini etkileyecek. Yani bu tür kampanyalara ya da sosyal sorumluluk projelerine destek vermek PR çalışmasının ötesinde, somut bir rekabet gücü sağlayacak. Hemen her alanda olduğu gibi, çevre korumada da sorumluluk çok boyutlu bir kavram ve gerçek bir işbölümü gerektiriyor. Mevcut yasalarla suyun veya diğer enerji kaynaklarının üretimi ve korunması tamamen devletin sorumluluğu altında. Bu da tüketicilere bilinçsizce yaptıkları harcamalar için hiçbir yaptırım uygulanmaması anlamına geliyor. Bir örnek vermek gerekirse; dünyada yerine koyulamayan tek kaynak olan toprak iken, aşırı derecede eğimli tarlasında hiçbir önlem almadan tarım yapan çiftçi, belki de farkında olmadan cinayete eşdeğer bir suç işliyor. Hepimizin selameti için, her suç gibi bu suçun da bir yaptırımı olması ve bu yaptırımın yasalarla net bir şekilde belirlenmesi şart. Sorumluluğun üçüncü ve belki de en önemli halkası ise her zaman olduğu gibi bizlerin elinde. Kişilerin de toplumu oluşturan bireyler olarak alacakları önlemler sadece geleceğimiz için değil bugünümüz için de hayati önem taşıyor. Tehlike kapımızda! Tema Vakfı’nın son kampanyasında da söylendiği gibi, yılda 140 bin ton suyu kurtarmak bizim elimizde. Hem de çok küçük ayrıntılara dikkat ederek, ekstra efor sarf etmeden yapabileceğimiz bir değişiklik bu. Eskiden bu önlemlerin alınması için insanları motive ederken çocuklarımıza yaşanılır bir hayat bırakmaktan söz ederdik, şu anda maalesef yeni neslin değil kendi hayatımızın daha iyi olabilmesi için önlemlerimizi acilen almamız gerekiyor. Zira bu gidişle değil çocuklarımızın geleceğini, 510 yıl sonramızı görmek mümkün olmayacak. * Keyveni Catering Yönetim Kurulu Başkanı KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Ve tarih geri dönüyor... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY Dün bir, bugün iki... Cumhurbaşkanlığı’na gelir gelmez, ayağının tozuyla “yeni bir Napolyon Bonapart” mührü ile AB’ye yön vermeye kalkışan Sarkozy’nin bu paldır küldür hamlelerinden hiç hoşlanmayan ülkeler olacaktır. Küçük bir ülke olmasına karşın, Portekiz’in “Sarkozy’ye Türkiye için koyduğu AB freni” (Milliyet, 29 Haziran) bu bağlamda dikkat çekici. Sarkozy’nin Türkiye’yi de kakalamaya çalıştığı Fransa güdümündeki “Akdeniz Birliği” projesinden örneğin; bölgenin diğer güçlü ülkeleri İspanya ve İtalya’nın mesela hazzetmeyeceği aşikâr... “Güçler Avrupa’sının” kıskançlıkları da çok “güçlü” olacak... Görüldüğü gibi “tarih geri dönüyor”! Türkiye bu geri dönen tarihle baş edebilecek güçte mi? Baş edebilir mi? Geri dönen tarihle baş edebilmek için gereken “tarihi dersleri” kayda geçti mi? Sistemli bir biçimde izleyebilecek mi, Türkiye bu geri dönen tarihi? Mesele burada. nilgun?cumhuriyet.com.tr BULMACA 1 1/ Lüfer balığının küçüğü. 2/ 1 Mevki, ma 2 kam... Bezik, tavla gibi oyun 3 larda ortaya ko 4 nan parayı iki 5 katına çıkarma. 3/ Bir çeşit ha 6 mur yemeği... 7 Yabancı. 4/ 8 Akıl... Orkestrada vurmalı çalgı 9 lar takımı. 5/ Yaşlı, koca, ihtiyar... Eksiği olmayan. 6/ Bir adın ya da sözcüğün baş harfi. 7/ Kesintilerden sonra kalan miktar... Genelge. 8/ Gemide hareket halindeki halatın ya da zincirin bir an durdurulması için verilen komut... İstenilen nitelikleri taşıyan. 9/ Küçük erkek kardeş... Mehil. SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 2 3 4 5 6 7 8 9 HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 T.C ANKARA 2. AİLE MAHKEMESİ’NDEN ESAS: 2006/1289 Davacı Fatma Çoksöyler vekili tarafından davalı Cahit Çoksöyler aleyhine açılan Tanıma ve Tenfiz davasının yapılan açık yargılamasında verilen kararı gereğince, DAVALI CAHİT ÇOKSÖYLER ADRES: Selçuk mah., Çini sok. no: 14/4 İZNİKBURSA. Davalı Cahit Çoksöyler’in yapılan bütün araştırmalara rağmen tebligat adresinin bulunamaması nedeniyle dava dilekçesi ve duruşma günü ilanen tebliğ edilmiştir. Mahkememizin, 05/06/2007 tarih, 2006/1289 esas 2007/679 karar sayılı kararı ile davanın Kabulü ile Fatma Çoksöyler ile Cahit Çoksöyler’in boşanmalarına ilişkin, Erlangen Yerel Mahkemesinin 001 F 00254/00 sayılı, 10/10/2001 tarihli, 28/11/2001 kesinleşme tarihli ilamının, Tanınmasına karar verilmiş olmakla, işbu karar özeti HUMK’NUN 509. maddesi uyarınca tebliğ yerine geçerli olmak üzere İLANEN TEBLİĞ olunur. 26/06/2007 (Basın: 35868) TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 30 Haziran www.mumtazarikan.com A NO L R EMO A K R T İ T A NO A R A S S İ N E K I N L İ M K O K E Ş K E K A F A L L A M A K A Ç O B İ B A T A R A T K I Z A A Z E R A N A YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ İzmarite benzer bir balık. 2/ “Süsen” de denilen kokulu bir süs bitkisi... Kitap getirmemiş peygamber. 3/ Kutsal ışık... Büyük ve zehirsiz bir yılan. 4/ Eski Mısır inanışında ölüler tanrısı... Bir nota. 5/ Yeryüzünün küçültülerek düzlem üzerine çizilen taslağı. 6/ RizeErzurum karayolunda bir dağ ve geçit... Şaşma belirten bir ünlem. 7/ Çemberin çevresinin çapına oranını gösteren sayı... Seyrek dokunmuş bir tür kumaş. 8/ İstanbul’un eski adlarından biri. 9/ “Yalan söz” anlamında argo sözcük... İnce ve uzun metal çubuk. CUMHURİYET 16 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear