28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 16 HAZİRAN 2007 CUMARTESİ 4 HABERLER Tıp Kurumu Genel Sekreteri Ali Rıza Üçer, Sağlık Uygulama Tebliği’nin sorunları çözmediğini belirtti DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN İstanbul’da toplanan “2. İstanbul Demokrasi ve Küresel Güvenlik Konferansı”nda konuşan Dışişleri Bakanı ve Terörle Mücadele Yüksek Kurulu Başkanı Abdullah Gül, K. Irak’ta 3 bin 500 3 bin 800 (bu kez rakam doğru) PKK militanı olduğunu, bölgenin terörün beslendiği adres haline geldiğini söylüyordu. Gül aynı zamanda Irak’ın bu olayları önlemek için hiçbir şey yapmadığını belirtiyor ve bu ülkenin kendi sınır güvenliğini sağlaması gerektiğini, eğer o sağlayamıyorsa, o zaman bu işi, koalisyon güçlerinin, yani ABD’nin yapması gerektiğini, bu da olamıyorsa, Türkiye ile işbirliğine gidilmesi gerektiğini belirtiyordu. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bakışlarıyla örtüşmeyen bu açıklamaların gerçeği yansıttığını kimse yadsıyamaz. Bu açıklamalardan yola çıkarak, K. Irak’a genişliğinin ne olduğu saptanmamış acil bir müdahalenin hemen yapılması gerektiğini söyleyecek değiliz. Kuşkusuz ki, müdahaleden önce, alınacak başka diplomatik, politik ve ekonomik önlemler mevcuttur. Hükümet’in TBMM’den alacağı yetki de, politik önlemler arasında düşünülmesi gereken, kararlılık ifade eden caydırıcı bir adım olarak görülebilir. Buna daha önce de değindiğimiz başka girişimler de eklenebilir. Bütün sorun, Türkiye’de kararlı bir iktidarın olduğunun kuşkuya yer bırakmayacak bir açıklıkla kanıtlanmasıdır. ??? Gül’ün açıklamalarının ışığında bakıldığında da Başbakan’ın, mini güvenlik zirvesi öncesindeki sözlerinin talihsizlik olduğu rahatlıkla görülebilir. Ne Irak Yönetimi, ne Barzani, ne ABD K. Irak’taki teröristleri caydırıcı bir girişimde bulunmaktalar. AB de onların bu tutumunu destekler bir hava içinde... Buna karşılık ABD, bütün gücüyle Türkiye üzerinde baskı uygulamaktadır. Diplomaside altın bir kural vardır: Çok yönlü anlaşmazlıklarda baskı, ona en açık olan tarafa uygulanır. ABD’nin Türkiye’ye baskı uygulaması tarihimizde ilk kez olmuyor. Daha önce de iki defa benzeri olayları yaşadık ve ABD altın kurala uygun olarak, Türkiye’ye baskı uyguladı. Bunlardan birincisi, 1970’li yılların başındaki “haşhaş sorunu”nda yaşandı. Nixon Yönetimi, ABD’de uyuşturucu ile mücadeleyi kendi kampanyasının odağı haline getirmişti ve bu cümleden olarak, Türkiye’deki haşhaş ekiminin yasaklanmasını istiyordu. Türkiye dünyadaki haşhaş üretiminin yüzde 17’si dolaylarında bir üretime sahipti. Türk haşhaşı, ilaç yapımında aranan yüksek kaliteye ulaşmıştı. Bütün bunlara ek olarak da, ABD’ye giren haşhaşın çoğu Asya’daki “altın üçgen”den gelmekteydi. Ama ABD bütün bunları göz ardı ederek, baskıyı Türkiye’ye uygulamaktaydı. Nitekim başarılı da olundu ve 12 Mart Yönetimi’nde, daha önce haşhaş baskısına boyun eğeceğini açıklamış olan Nihat Erim Başbakanlık koltuğuna oturdu. Olay geride kaldıktan sonra, kimi ABD yetkilileri, haşhaş konusundaki baskının neden Türkiye üzerine yoğunlaştığıyla ilgili soruyu şöyle yanıtladılar: Çünkü baskıya en açık olan ülke, o sırada Türkiye idi. ??? 1974 Kıbrıs Harekâtı sırasında, Washington, harekâtı engellemek için Ankara üzerinde yoğun bir baskı uygulamaktaydı. Hatta bu iş için ABD’nin özel temsilcisi Joseph Sisco Türkiye’ye gelmişti. Amaç, Ecevit Hükümeti’nin müdahalesini önlemekti. Ama bu baskılar sonuç vermedi, Türkiye 20 Temmuz Cuma sabahı operasyonu başlattı. O sabah saat 5’te Bülent Ecevit, Sisco’ya artık baskı için çok geç olduğunu, Türk çıkarma birliklerinin yola çıkmış bulunduğunu söyledi. Sisco bu yanıtı alıp da, Türkiye’nin baskıya boyun eğmediğini öğrenir öğrenmez özel uçağı ile Atina’ya uçtu; amaç Atina’yı operasyona karşı silahlı mukabelede bulunmama konusunda ikna etmekti. Bu kez baskı sonuç verdi, Atina’nın tepkisi laftan öteye geçmedi, daha sonra Albaylar Cuntası da devrildi. Bu iki olay, altın kuralı doğrulayan iki örnek olarak yer alır tarihimizde. Şu anda içinde bulunduğumuz talihsiz durum, Tayyip Erdoğan ile AKP’nin ABD karşısındaki konumları dolayısıyla, buradan gelecek baskılara çok açık olmalarından kaynaklanıyor. Bütün sorun, bunun aşılması, Türkiye’nin terörü önlemek konusunda her türlü baskıya kapalı, kararlı bir tutum içinde olduğunun kanıtlanmasıdır ki, bu da Tayyip Erdoğan ile mümkün değildir. Baskı, Ona En Açık Olana Yapılır ‘Tıpta devrim yaşanmıyor’ 3000 KİŞİLİK MİTİNG Erdoğan’a Siirt şoku SİİRT (Cumhuriyet) AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan, eski seçim bölgesi Siirt’te büyük hayal kırıklığı yaşadı. Erdoğan’ı Siirt’teki mitingine yaklaşık 3000 kişi katıldı. Başbakan Erdoğan, Siirt’te ilk olarak Hacı Abdülhakim Sancak Çarşı Camisi’nde cuma namazı kıldı. Daha sonra Valiliği ziyaret eden Erdoğan, çıkışta gazetecilerin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in anayasa değişikliği paketini referanduma götürme kararını anımsatması üzerine “Hayırlı olsun” karşılığını verdi. Erdoğan daha sonra ilk seçim mitingini gerçekleştireceği Cumhuriyet Meydanı’na geçti. Son dönemde artan terör olaylarıyla ilgili olarak Erdoğan, “Biz bu ülkede farklı etnik unsurlar olabiliriz. Biz ülkemizde Türküyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, Lazıyla, Çerkeziyle, Gürcüsüyle, Abazasıyla biriz, beraberiz, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız. Bu bayrak bizim, hepimizin. Bunun dışında bir şey asla düşünülemez. Onun için biz ne diyoruz? Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” diye konuştu. Güçlü bir Türkiye için birliğe gereksinim olduğunu vurgulayan Erdoğan, “Yoksa birileri zevk alır, keyif alır. Biz birilerini keyiflendirmeyelim. Onlara zevk aldırtmayalım. Ve bu cami avlularını siyasi istismar alanı haline çevirenlere de ben sadece ‘Yazıklar olsun’ diyorum. Şehidimizin bir damla kanını 550 milletvekiline değişmeyiz. Bunu böyle bilin” dedi. Partisinin milletvekili adaylarını tanıtan Erdoğan daha sonra bir dizi açılışa katıldı. ? Sağlık Uygulama Tebliği’nin kamunun sağlık harcamalarını daha da artıracağını belirten Üçer, daha önce sağlık ocaklarında yaşanan sorunun bu tebliğ ile birlikte üniversite hastanelerine taşındığını, bunun da farklı sorunları gündeme getirebileceğini kaydetti. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Tıp Kurumu Genel Sekreteri Ali Rıza Üçer, Sağlık Uygulama Tebliği’nin sağlıkta bir “devrim” olmadığını ve sağlıkta yaşanan sorunlara bir çözüm üretemeyeceğini söyledi. Uygulamayla birlikte kamunun sağlık harcamalarının daha da artacağını belirten Üçer, daha önce sağlık ocaklarında yaşanan sorunun bu tebliğ ile birlikte üniversite hastanelerine taşındığını, bunun da üniversite hastanelerinde farklı sorunları gündeme getirebileceğini kaydetti. Uygulamanın yurttaşlar tarafından ilk bakışta olumlu algılanabileceğini, ancak bu uygulamanın ilerleyen yıllarda yurttaşların hastanelere ödediği katkı payları oranının artamasına neden olabileceğini belirten Üçer, uygulamayla birlikte sistem akışında da bir artışın yaşanacağına dikkat çekti. Tebliğ ile birlikte üniversite hastanelerinde verilmesi düşünülen hizmetin tam anlamıyla gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceğinin de tartışmalı olduğunu ifade eden Üçer, “Uygulamayla birlikte sistem akışında bir artış yaşanacak. Bu artışı üniversite hastaneleri karşılayabilecek mi, bu tartışmalı. Soruna bu açıdan da bakılmalı. Bunun için de ciddi reformlar yapılmalı. Ayrıca bu uygulama, sağlık ocaklarını da gözden çıkardı. Yani uygulama çözüm getirmediği gibi birinci basamaktaki sorunları üçüncü basamağa taşıdı” dedi. Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerin ve üniversite hastanelerinin piyasaya entegrasyon sorunu yaşadığını vurgulayan Üçer, şunları söyledi: “Ulusal ilaç pazarının yüzde 70’i ulusötesi şirketler tarafından karşılanıyor. Yerli ilaç üreticileri elden gidiyor. Sağlıkta yaşanan liberalleşme süreciyle birlikte hem bakanlığa bağlı hastaneler hem de üniversite hastaneleri döner sermaye uygulaması nedeniyle piyasaya entegre oluyor. Özel hastaneler gibi çalışıyor. Ayrıca her geçen gün ülkede özel hastanelerin sayısı da artıyor, piyasaya yeni aktörler giriyor. Giren yeni aktörlerin de piyasaya yönelik beklentileri oluyor. Bu beklentiler sonucu sağlık harcamaları milli gelirle değil de Avrupa Birliği (AB) ve ABD’deki harcamalarla kıyaslanıyor. Dolayısıyla da ‘OECD ülkeleri gibi olması için üç dört kat artması lazım’ diyorlar. Bunun için ilaç harcamalarının da artması gerekiyor. Ancak denklem böyle çözülmez. Türkiye’deki sağlık harcamalarının oranı sanıldığı gibi düşük değil.” İzmir, Piriştina başkanı unutmadı 2004 yılında geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitiren eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina, ölümünün 3. yıldönümünde Narlıdere Aşağıköy Mezarlığı’ndaki mezarı başında anıldı. Törene, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, eşi Dr. Türkegül Kocaoğlu, Piriştina’nın eşi Mine, oğlu Levent ve kızı Zeynep’le, akrabaları, aile dostları, ilçe belediye başkanları, çalışma arkadaşları ve çok sayıda yurttaş katıldı. Kocaoğlu, Piriştina’nın ölümünün ardından onun yerine göreve seçildiğini anımsatarak “Piriştina’nın projelerini gerçekleştirmeye çalışıyorum” dedi. Levent Piriştina da yaşadıkları büyük acıyı binlerce İzmirliyle paylaşarak hafiflettiklerini vurgulayarak “Kendimi ve ailemi sizler gibi dostlara sahip olduğumuz için çok şanslı hissediyorum” diye konuştu. Narlıdere Belediyesi tarafından Piriştina’nın büstü önünde düzenlenen törene ise Piriştina ailesi, CHP Milletvekili Türkan Miçooğulları, Güzelbahçe Belediye Başkanı Ertan Avkıran, Karaburun Belediye Başkanı Serdar Yasa, İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Ersu Hızır, CHP Narlıdere İlçe Başkanı Halil Serbeş, eski Konak Belediye Başkanı Erdal İzgi, belediye meclis üyeleri ve muhtarlar katıldı. Törende, Piriştina’nın eşi, oğlu ve kızı beyaz güvercin uçurdular. Törenler kapsamında Konak Belediyesi de Piriştina’yı, “Ahmet Piriştina Doğal Sit Parkı”ndaki anıtı önünde andı. (Fotoğraf: ÖZLEM ÖLMEZ) asirmen?cumhuriyet.com.tr 1899 yıllarında inşa edilen ve o yıllarda Prusya Devleti’nin Meclisi olarak kullanılan ihtişamlı binadayız. Bu bina günümüzde Berlin Eyalet Meclisi’nin mekânı olarak kullanılıyor. Konumuz, bir süredir geleceği belirsiz hale gelen Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri. Saat sabahın 10.00’u. Toplantı biraz sonra başlayacak. Ancak benim bu yazıyı da bu arada yazıp Türkiye’ye göndermem gerekiyor. Okuyucu, köşe yazarının nerede hangi koşullarda olduğunu düşünemez, düşünmek zorunda da değildir. Her sabah gazetesini aldığında günün en son haberlerini ve köşe yazarlarının yazılarını görmek ister. Ben toplantının konuşmacılarından biriyim, ama aynı zamanda gazeteme de yazımı yetiştirmek durumundayım. ??? Sabahleyin aynı otelde kaldığımız ve aynı toplantıda konuşmacı olarak bulunacağımız Joost Lagendijk’le karşılaştık ve tahmin edileceği gibi “Ne olacak Türkiye’nin hali?”ni ko TürkiyeAB: Frene mi Basılacak Yoksa… nuşmaya başladık. Joost Lagendijk, Avrupa Parlamentosu TürkiyeAB Ortak Komisyonu Başkanı da olduğu için gelişmeleri çok yakından izliyor. Türkiye’deki gelişmelerin uzaktan nasıl göründüğünü soruyorum: Lagendijk’ın ne kadar uzaktan, ne kadar yakından baktığı biraz tartışmalı da olsa, yine de ne düşündüğünü merak ediyorum. Bir askeri müdahale olur mu? Sorusuna kesinlikle “hayır” cevabını verdi. Türkiye’deki Cumhuriyet Mitingleri’nin gösterdiği gibi toplumun önemli bir kesimi AKP iktidarından memnun değil. Ancak bu kitlenin etkili bir bölümü de askeri darbe istemediklerini de çok açık bir dille ifade ettiler. ??? Heinrich Böll Vakfı’nın Başkanı Ralf Fücks, toplantının açılış konuşmasında, TürkiyeAB ilişkilerinde ortaya çıkan sorunları ifade etti. Askerin ülkemiz siyasetindeki rolünün son gelişmeler içinde yeniden ortaya çıktığını söyledikten sonra, Türkiye’de İslamcı bir rejim kurulur mu sorusunun da hâlâ soruluyor olmasının, Türkiye’ye özgü bir durumu gözler önüne serdiğini vurguladı. Berlin Eyalet Parlamentosu’ndaki Türkiye kökenli milletvekili Özcan Mutlu, katıldığımız toplantının ikinci konuşmasıydı. Mutlu, Yeşiller Partisi milletvekili olarak yüzde 10’luk seçim barajının demokratikleşme önündeki en büyük engellerden birisi olduğunu söyledi. Siyasi Partiler Kanunu’nun parti başkanlarına sağladığı büyük güç nedeniyle yeni Meclis’e seçilecek milletvekillerini de parti başkanlarının belirlediğini üzülerek gördüklerini sözlerine ekledi. ??? Ulrike Dufner, Heinrich Böll Vakfı’nın Türkiye temsilcisi. Konuşmasına Türkiye’de hemen her gün yeni bir gelişme olduğunu ve bu nedenle Türkiye’den ayrılmayı pek de istemediğini belirtti. Dufner, Türkçeyi iyi bilen ve gelişmeleri bizden farklı olarak okuyan bir insan olarak ilginç saptamalarda bulundu. Dufner, Türkiye’de bir şeriat tehlikesi olup olmadığı sorusunu sorduktan sonra şu cevapları verdi: Cumhurbaşkanı, CHP, üniversitelere egemen olan yöneticiler, geniş bazı kesimler bir şeriat tehlikesi olduğuna inanıyor. Sol entelektüeller ve toplumun geniş kesimleri ise böyle bir tehlikeyi anlamakta zorluk çektiklerini ifade ediyorlar. ??? AKP, geçmişe göre laikliğe daha çok bağlı olduğunu söylerken, muhafazakâr kesimleri de memnun edebilmek amacıyla onlarla ilişki kurabilecek girişimlerden de geri durmuyor. Örneğin bazı yerel yönetim lerde alınan içki yasağı kararları, zinayı bir suç olarak kanunlara koymaya çalışması gibi adımlar bu yönünü gözler önüne seriyor. Kentsel elitler başlangıçta AKP’nin reformlar konusunda adımlar atacağına inanıyorlardı. Ancak son dönemde demokratikleşme konusunda ciddi bir adım atmaması onların da tereddüte ve kuşkuya kapılmasına neden oldu. Dufner’e göre; Başbakan Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı seçiminde tek başına hareket etmesi ve son ana kadar adayı açıklamaması gerilimin artmasında rol oynadı. AKP içindeki bazı kesimler bile onun bu tutumuna tepki gösterdiler. ??? Ben bu yazıyı yazmaya devam ederken Ulrike Dufner konuşmasını sürdürüyordu. “Şeriat tehlikesi var mı” sorusunu sorup ona cevaplar aramaya devam ediyordu. Yazı bitiyor, toplantı sürüyor, hayat sürüyor… Yarın devam edeceğiz. CUMHURİYET 04 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear