26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 26 MAYIS 2007 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Örtünme Konusu Prof. Dr. Ahmet F. AKYÜZ İstanbul Teknik Üniversitesi E. Öğretim Üyesi eçen yirmi yılı aşkın bir sürede Türkiye’nin gündemine yerleşmiş bir konudur bu. Gelecekte de kim bilir ne kadar süre bu problemi çözmeye çalışacağız. Kadınlarımızın saçlarını örtmesi, ne zaman ve nerede örtmesi, ne kadar örtmesi politik ve bilimsel çevrelerde, medyada, hukuk alanında, yurtiçinde ve yurtdışında sonuçlanamayan tartışmalara konu olmaktadır. Ülkemizi tehdit eden sayısız çözüm bekleyen sorunları bir tarafa bırakarak böyle hayatımızın çok önemsiz bir konusunu sürekli gündemde tutmanın, neden bu kadar geniş ve ağırlığı giderek artan ölçüde benimsendiğini araştırmak gerekir. Yeryüzüne en son gelmiş ve yaygın şekilde halk kitlelerince kabul edilmiş olan Müslümanlık dini, geldiği günlerde akılcı, pratik, doğrucu, eğitici nitelikleri ile insanları doğru yollara yönlendirmede olağanüstü etkili olmuştur. İlk dönemden sonra geçen yıllarda bu mükemmel din giderek esas amaçlarından ve doğru yönde etkileme niteliklerinden saptırılarak halk kitlelerini maksatlı olarak değişik yollara yönlendirmede araç olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bunları yapanlar kendilerine çıkar sağlamak amacıyla asılsız efsanelere, uydurulmuş hadislere veya kendi yarattıkları temelsiz kurallara dayanan, kendilerini Allah’a daha yakın, daha önemli Müslüman olarak tanımlayan ruhani liderler ile dini konuları saptırarak, halkın samimi inançlarını kullanarak onları kandırma yolunu seçen siyasilerdir. Bu kişiler uzun yıllardan beri Müslümanlık dininin doğruluk, dürüstlük, yardımlaşma, sevgi gibi dinin temel yapısını oluşturan niteliklerini kenara iterek, hatta özellikle unutturarak, kendi etki alanlarını somut eylemlerle hissettirecek yapay kişisel ku PENCERE reksinimi olduğunu iddia etmek akıldışı bir önyargıdır. İster inanç ister düşünce özgürlüğünün uygulamasının sınırsız olduğu kabul edilemez. Sokakta dolaşırken hatta evimiz de dahil, yalnız olmadığımız zaman uymak zorunda olduğumuz giyim kuralları vardır. Bu yerlerde iç çamaşırı ile veya tamamen çıplak dolaşmak olanaksızdır. Toplumsal alanlarda, örneğin okullarda veya hastanelerde kadınların çarşaflı ve peçeli, erkeklerin kar maskeleri ile dolaşması, inanç özgürlüğü dayatması ile kabul edilebilir davranışlar olabilir mi? 3. Başörtülü sporcu olmaz: Çağdışında kalmak istemeyen toplumlar çağdaşlığın genel kurallarına kesin olarak uymak zorundadır. Çağdaş spor uygulamalarında bütün toplumların kabul ettiği (bağnaz yönetimlerin hâkim olduğu birkaç ülke dışında) giyinme şekilleri vardır. Bunlara aykırı giyimlerle bu spor uygulamalarına katılmanız mümkün değildir ve pratik de değildir. Örneğin uluslararası yarışmalarda önemli başarılar kazanmış olan kadın sporcularımız, kapalı elbise ve başörtülü olarak bu yarışmalara katılamazlardı. Bu kişiler inançları, düşünceleri ne olursa olsun oyunların kurallarına uymak zorundadırlar. Aksini uygulama yolunda direnen toplumlar çağdışı kalırlar. Sonuç: Toplumsal bir kâbus halinde her gün her çevrede sürekli karşılaştığımız, kadınların başlarını örtüp örtmemesi üzerinde yapılan yaygın tartışmalara akılcı bir yaklaşımla son vermenin zamanı gelmiştir. Yukarıdaki paragrafta tanımladığım çevrelerin sürekli gündemde tutmaya çalıştıkları başörtüsünün daha inançlı olmanın simgesi efsanesinin halkların bilinçlenmesi ile boş bir çıkar aracı olduğu anlaşılacaktır. Birkaç nesil sonra baş örtmenin bilgisizlik simgesi olarak anılabileceğini de düşünmemiz gerekir. Engel Fransa mı? KOSOVA’DA ortaya çıkan yeni bir sorun, AB’ye tam üyelik konusunda Türkiye’nin önündeki en zor engelin Kıbrıs Rum Yönetimi olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Sorun, aslında çok basit: Eski Yugoslavya’nın özerk bölgelerinden biri olan Kosova, bağımsız devlet olmanın eşiğinde. Gerekli hazırlıkları ve yeni anayasal düzenlemeleri Birleşmiş Milletler adına belirlemiş olan bir önceki Finlandiya Cumhurbaşkanı Ahtisaari’nin raporu Güvenlik Konseyi’nin gündeminde. Şimdi rapor konusundaki tereddütlerini bildiren Rusya’nın istediği incelemelerin tamamlanması bekleniyor. Bu ara, Birleşmiş Milletler’le NATO ve AB’nin birlikte yürüttükleri bir çeşit uluslararası vesayet yönetimi var orada. AB’nin 1500 kişilik bir sivil kadrosu, NATO’nun da “Kosova Kuvveti” sözlerinin kısaltılmışı olan KFOR diye yaklaşık 16 bin mevcutlu bir güvenlik gücü bulunuyor. Türkiye, Türk asıllı nüfusun yoğun olduğu Prizren kenti yakınlarında konuşlanmış 400 kişilik bir tabur ile bir miktar uzman polisle bu çerçevede yer almış durumda, NATO gücünün komutası yakında Almanlardan Türklere geçeceği için taburun mevcudu 700’e çıkarılacak. ıbrıs Rum Yönetimi boş durur mu? Onlar da AB’deki üyeliklerinden cesaret alarak, “Türkiye’ye nispet”, polis gücünün içine burnunu sokmak için başvurmuş. Oysa Ankara, oradaki güvenlik ağına NATO üyesi olmayan Rumların girmesini istemiyor. Alın size Türkiye ile AB arasında bir sorun daha. Öbür sorunlar yetmiyormuş gibi. oğumuzun zihninde büyük sorun olarak, özellikle Sarkozy’nin seçilişinden sonra, tam üyeliğe Fransa’nın karşı çıkışı vardır. “Bayan Merkel Almanyası”nınkine eklenen. Oysa bu karşı çıkışlar bile birbirinden farklı. Bayan Merkel, AB üyelerinin bir kısmına ve kendi ülkesindeki Türk kökenlilere ters düşmemek için daha yumuşak bir üslup kullanmakta ve “süreç”i sürdürmek amacıyla kapıyı açık tutar gibi yapmakta. Sarkozy ise şimdilik daha kesin ve “kategorik”. “Türkler Avrupalı değildir ve olamazlar” demiyor da, “Türkiye Avrupa değildir; Küçük Asya’dır” demekte. Yıllar yılı oyalanmayı mı tercih edersiniz, böylesine bir kesinliği mi? Oyalanma, sürecin açık tutulması ve üyeliği tamamlamaksızın şimdiden birtakım ödünlerin koparılmasına yönelik. Atina’nın en çok istediği bu. Kesinlik ise Türkiye’ye başka bir olanak sağlıyor: “Siz zaten ‘ucu açık’ dediğiniz süreci böylesine olumsuz bir kesinliğe bağlıyorsunuz, biz de kapınızı sürekli çalıp çekişmek yerine, kendi ‘özel ilişki’ modelimizi belirler ve onun üzerinden müzakere ederiz” diyebilmek. Hangisi daha dürüst, daha belirgin ve daha olumlu gelişmelere, hatta sonuçta daha akıllıca bir ilişkiye açık? mumtazsoysal@gmail.com G K Ç rallarını ön planda tutmaya çalışmaktadırlar. Gündemi saptırma: Bunlar kendilerine yaygın destek sağlayan siyasi iktidarla tam bir dayanışma içindedirler. Bu grupların kaynağı cehalet ve çıkar olan bu eylemleri sonucunda Müslümanlık dini karşıt çevreler tarafından terör ve seks dini olarak tanıtılmaya başlanmıştır. Özellikle siyasi iktidar ve çevresinin başörtüsünü Müslümanlığın en önemli bağlılık simgesi olarak tanımlamaya devam etmesinin nedeni, her an herkes tarafından görülebilir basit bir uygulama olmasıdır. Başını örtenlerin daha inançlı, örtmeyenlerin eksik inançlı oldukları, sürekli ve her fırsatta halk kitlelerine telkin edilmektedir. Böylece halkın bir bölümü diğerinden ayrılarak kendilerine daha yakın olmaktadır. Bu konunun sürekli gündemde tutulması ise dış siyasetteki başarısızlıkların ve yurtiçinde yanlış uygulamaların, görülmemiş ölçüde her sahada yapılan yolsuzlukların kamuoyundan gizlenme çabasının önemli bir bölümüdür. Gerçekler: Başörtüsü konusunun akılcı bir incelemesine giriştiğimiz zaman aşağıdaki gerçeklerle karşılaşırız: 1. Kuran’da yer almıyor: Başörtüsü Müslümanlık dininin gereksinmesi değildir. Konuyu Kuran’daki ilgili ayetleri tercüme ve tefsir eden ilahiyatçı bilim adamları bunu defalarca tartışmalarda tekrarlamışlardır. Esasen Kuran’ın tercümesini okuyan herkes böyle bir emrin Kuran’da yer almadığını anlayabilir. Arabistan’da yaygın olarak başörtüsü kullanılmasının nedeni, saçların kumlanmasına karşı önlemdir. 2. Akıldışı bir önyargı: Başörtüsü kullanmanın, istendiği yerde istendiği şekilde kullanılmasının inanç özgürlüğü uygulamasının ge PKK Emperyalizmin Maşasıdır... Kimi zaman sıradan kişinin soyut kavramları algılaması kolay değildir... Sözgelimi ‘emperyalizm’... Sokaktaki adama ‘emperyalizm’i anlat anlatabilirsen... Ancak kimi zaman da soyut kavram öylesine somutlaşır ki kör kör parmağım gözüne deyişini sollar... ? Emperyalizm, Ortadoğu’da elini uzatsan tutacağın kadar somutlaştı... Şu Irak’a bak!.. Amerikan emperyalizmi komşu ülkenin başına çökmüş... Bir eli Müslüman Arabın boğazında.. Öteki eli petrol kuyularının vanalarında... Emperyalizm, cahil mi cahil Arabı çorabı birbirine düşürüyor... Şiiymiş, Sünniymiş, Kürtmüş, Türkmüş emperyalizm için ne fark eder?.. Al birini, vur ötekine... Yoksul halklar birbirleriyle uğraşsınlar.. Boğuşsunlar.. Emperyalizm Ortadoğu’da kol geziyor.. Ortadoğu ve Anadolu’da artık soyut bir kavram değil emperyalizm; hayatımızın gözle görülür, elle tutulur bir parçası... ? Amerika, malum askeri dergisinde bir Ortadoğu haritası pazarladı... Haritada Türkiye bölünüyor.. Lozan yırtılıp çöp sepetine atılıyor.. Sevr hortlatılıyor.. Doğu Anadolu Ermenilerle Kürtler arasında paylaştırılıyor.. Peki, bu harita ne kadar insan kanı hesabı üzerine çizilmiş?.. Biliniyor mu?.. ? PKK, emperyalist ABD’nin Anadolu’daki vurucu gücüne dönüştü... Ancak PKK can aldıkça, Anadolu Türk’ünde ve Kürt’ünde bir telaş görülüyor: Aman birbirimize düşmanlaşmayalım!.. Boşuna bir telaş bu!.. ? Anadolu halkının bilinci, sağduyusu, töresi, deneyimi bedeninin gözeneklerine sinmiştir... Barış içinde bir arada yaşamak güdüsünün erdemli gücündeTürk’ü de Kürt’ü de eritecek kadar insanlaşmak, Anadolu halkının göreneksel bilgelik şiarıdır... Ankara’da Ulus Meydanı’nda patlayan bombadan sonra, Türk ile Kürt’ün, emperyalizmin pis oyununu daha iyi anladığına ve daha çok birbirine yakınlaştığına inanıyorum. zellikle IMF politikaları nedeniyle tarıma yeterince destek verilmiyor. Tarım kredi kooperatiflerine geçmişte “kara delik” benzetmesi yapan yetkililer, niyet mektubuyla birlikte üreticilerin belini bükmeye başladılar. Ancak seçim dönemlerinde, bugün de tarıma destek sözleri, yine ısıtılıp üreticinin önüne konuldu. Başbakan konuşmalarında, “Benim üreticilerimin durumu iyi. Tarlasına atacak gübresini alıyor, traktörlerini yenileyebiliyor” diyor. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’de tarımsal destekleri, salt Doğrudan Gelir Desteği’yle (DGD) sınırla Ö 1999’dan Bugüne Tarım… İsmail ÇETİNKAYA mak isteyen bir anlayış, bu süreci fırsat bilerek yeniden harekete geçmiş. Ödemiş, Beydağ ve Tire ilçelerinde, elleri nasır tutmuş üreticilerle konuşuyorum. Soruyorum Hasan Amca’ya, “Traktörlerinizi yeniliyor musunuz” diye... Yanıt çok üzücü, “Elimizdeki traktörlerimizi yok pahasına satıyoruz borçlarımızı ödeyebilmek için” diyor. “Arazilerinizi nasıl sürüp verimli hale getirebiliyorsunuz?” “Bankalardan yıllık yüzde 20 ile 28’lere varan faizlerle kredi çekip bunları ödeyerek traktörü almak zorunda kalıyoruz.” Hesapladığımızda, Ziraat Bankası kredisiyle alırsa, 22.500 YTL yerine 31.000 YTL, özel bankalardan ise 35.800 YTL ve ipotek altına alınmış; 45 yıl ödemek mecburiyetinde bırakılıyor üreticiler. Söylediklerini traktör satan Beydağ, Tire ve Ödemiş’teki bayiler de doğruluyor… Ülke gelirinin yüzde 11’i, istihdamın yüzde 34’ü tarımdan karşılanıyorsa, bu durum sektörün küçümsenmesi yerine desteklenmesini gerektirir. Ancak destek olmadığı için tarımda çalışan vatandaşlar, büyük şehirlere göç etmek zorunda kalıyor. Gecekondu mantar gibi türedi, engellenemez hale geldi. Gelenlerin isteği hep aynıydı. Karnını doyurabileceği bir iş, sağlık güvenceleri… Tarımın sorunlarına çözüm için dışa bağımlı bugünkü iktidarın gitmesi gerekiyor. CHP ve DSP birleşmesiyle doğan seçenek, üreticiler açısından da umutlu görünüyor… CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear