26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 29 NİSAN 2007 PAZAR 16 ÇANKAYA’YI TEMİZ TUT, TÜRKİYE’Yİ KİRLETME! Kıyas Osman Şapçı: “Meclis Başkanı ne kadar partiler üstü ise müstakbel cumhurbaşkanı da o kadar demokrasi âşığıdır!” Ya ğ m u r E k i m ArapAmerikan sentezi nasıl olurmuş? “Hayr ün nisa el rose!” GÖRÜŞ ALİ BULUNMAZ Almanya’da Kanal 7’ye baskın düzenlenmiş. Demek ki, Almanya Kanal 7’yi yemedi! Gülleme Hilmi Kayıhan: “Recep’in cebinde gül çıktı; bize dikenli sapı, AB’ye kokusu, ABD’ye tomurcuğu düştü.” ÖNCEKİ gün yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turundaki tablo aynen şöyleydi: Tarafsız hakem konumunda olması gereken Meclis Başkanı Bülent Arınç, iktidar formasını giymiş rakip takımın boş kalesine gol üstüne gol atmaya çalışıyor. Arınç, kendine göre oylama yapıp Meclis içtüzüğünü değiştiren bir karar alıyor; yoklama yapmadan açtığı oturumun sonunda zabıt tutturarak toplantı yetersayısının bulunduğuna karar veriyor. Tribündeki iktidar taraftarları da “gol” diye bağırıp tezahürat yapıyor. Siz karar verin; bunun adı demokrasi mi yoksa demokrasinin ırzına geçilmesi mi? Bu tablonun bir de öncesi var. İktidar, muhalefeti adam yerine koymamış. Meclis Başkanı yeni cumhurbaşkanının dindar biri olacağını resmen tebliğ etmiş. Cumhurbaşkanını atama görevini demokrasiyi araç olarak gördüğünü söyleyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan alenen üstlenmiş. Meclis’in önüne tek aday olarak çıkartılan Abdullah Gül laik devlet düzeninin değiştirilmesine kendi deyimi ile “kesinlikle” inanmış. Siz söyleyin; demokrasi bunun neresinde? Bu arada İslamcı iktidardan destek gören, devletin her kademesine vekâleten yerleşen irtica, 23 Nisan gibi bir ulusal bayramımızda çocukları kullanarak şeriatın gövde gösterisini yapacak kadar palazlanmış; tezgâh kurulmuş; Çankaya Köşkü’nün fethedilmesi beklenir olmuş! Demokratik yollardan bu gidişi durdurma adına halk meydanlara dökülmüş ve CHP, Cumhurbaşkanlığı seçimini Anayasa Irz Mahkemesi’ne götürmüşken Genelkurmay Başkanlığı’ndan dün gece yarısı kamuoyuna laik devlet düzenini koruma kararlılığı içeren sert bir açıklama yapıldı. Tezgâh bozuldu; demokrasinin ırzına geçenler, “Hemen seçime gidelim” diyerek kirlettikleri pirincin taşını ayıklamanın telaşına düştü. Ama hükümet; 15 saat düşündükten sonra Genelkurmay Başkanlığı’na “Sen laiklikten yana tarafsan, ben de demokrasiden yana tarafım” diyerek “rest” çekti; askerleri yargı sürecini etkilemekle suçladı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hükümete karşı bir tutum içinde olduğunu ilan etti. Şimdi ne olacak? Sonucu aynı iki seçenek var: Ya bu hükümet Genelkurmay Başkanı’nı görevinden alacak veya Genelkurmay Başkanı istifasını verecek. Irzına geçilen demokrasiye hayırlı olsun! Malatya’da Yaşananlar Kimin İşi? Malatya’da işlenen cinayetten iki gün sonra (20.04.2007), Milliyet gazetesinin Dış Haberler Servisi’nce hazırlanan bir haberin özeti şuydu: “İran Yüksek Mahkemesi, 2002’de Kerman’da beş kişiyi öldüren altı Besic milisinin beraatına karar verdi. Mahkeme, beraat gerekçesi olarak da Mollalar tarafından verilen ‘Müslümanlar, kanun gücünün erişemediği durumlarda, ahlaken bozulmuş kişileri öldürebilir’ fetvasını gösterdi.” Bir diğer ifadeyle sözü geçen fetva İran’da “yetkililere”, “ahlaki açıdan yozlaştığına kanaat getirilen” kişileri “öldürme hakkı” veriyor. 20 Nisan günü bir cemaat gazetesinde ise Malatya’daki cinayetin “otopsisini” yapan bir yazı yayımlandı. Yazıda laikliğin, Kemalizmin ve cumhuriyetin “statik ve tabusal” nitelikte olduğu vurgulanırken; yazının sonundaki “körü körüne korunan laiklik, Kemalizm, cumhuriyet gibi unsurlar, çoğu bilinçli terör operasyonunun taşıdığı hâkim paradigma olarak karşımıza çıkmıştır” ifadesi de kimseyi şaşırtmayan bir belirlemeydi. 22 Nisan’da, 2001 yılında bir Taliban komutanının ölümüne yol açmakla suçlanan Belucistanlı Gulam Nabi’nin 12 yaşında bir çocuk tarafından boğazı kesilerek öldürülüşüne dair haber gazetelerde yer aldı. Malatya’da işlenen cinayetin ardından, beklendik biçimde hemen bir yönlendirme harekâtı ortaya kondu / konmaya devam ediyor. Ancak bilinçli olarak atlanan nokta, katillerin Işıkçılar cemaatine bağlı İhlas Vakfı’nın yurdunda kalmaları. Bu da bize önemli bir sorunun varlığını kanıtlıyor: O da istihbarattan bürokrasiye, siyasetten eğitime ve medyaya kadar hemen her birimde palazlanan tarikatçı yapılanmanın, Türkiye için ne denli büyük bir tehdit olduğu. ??? Eğitim adı altında, yurtiçinde ve yurtdışında faaliyet gösteren tarikat okulları ve yurtlarının ve buna göz yumanların, aslında Türkiye için görmezden gelinemeyecek bir tehlike oluşturduğu bir gerçek. Fakat kendi çıkar ilişkilerine zarar gelmesin diye hem medya hem de siyaset, bu konuya eğil(e)miyor. “Ilımlı İslam”ın savunucusu ve yöneticisi olduğunu gururla beyan eden kimi siyasetçiler de bugün bulundukları yeri aynı tarikat yapılanmasının oluşturduğu zincire borçlu. Bu yüzden aynı kişiler, elde ettikleri konumun; bir diğer ifadeyle “sağladıkları istikrar”ın bozulmaması adına, gerçeklerin üzerini özenle örtüyor ve kendilerine yakın medya aracılığıyla örtülmesini istiyor. Bunu yaparken de ünlü cemaatlerin dilinden düşmeyen “bir arada yaşama”, “tolerans” ve içini kendilerince doldurdukları “demokrasi” gibi deyişleri söylemlerinden eksik etmiyorlar. Beri yandan ikinci cumhuriyetçiler, muhafazakâr demokrat “aydın” ve sahte demokratlarla yan yana duran dinci çevre, kendini “öteki” gibi göstermeye çalışıyor; haksızlıklara uğradıklarını, özgürlüklerinin kısıtlandığını belirterek “mazlumu” oynuyor ve elindeki olanakları kullanarak kendi saflarına kattıklarıyla güçleniyor. Fakat bu arada asıl ötekileştirmeyi de kendi yapıyor. Çünkü dinci çevre, laik demokrat kişiler üzerinde baskı kurarak ve kendinden olmayanı dışlayarak, yaşamın her noktasında çağdaşlığın çemberini daraltıyor; bir anlamda gerçek yüzünü gösteriyor. Ayrımcı lümpen dinciler ile onların ağabeyleri cemaat ve tarikatlar da fırsatını buldukça Atatürkçü, ilerici, çağdaş ve ulusalcı kesimleri suçlu ilan edip sessiz kılmak istiyor. ??? Bu çamur at izi kalsın tekniği son derece sığ biçimde sürdürülürken, bazı gerçekler kamuoyunun dikkatinden kaçmıyor: Dini siyasete alet edip insanları kandıran, 23 Nisan’da Ankara’nın ortasında bir spor salonunda “uluslararası Kuran okuma etkinliği” adı altında şeriat gösterisi yapmaya yeltenen, ilkokul öğrencisi kız öğrencilerin başına türban takıp onlara il erkânı önünde ilahiler okutan, “Kutlu Doğum Haftası” (ya da ayı!) bahanesiyle irtica propagandası yapan, haremselamlık internet forumları kuran, Cumhuriyet gazetesine el bombası atan ve Danıştay’da “Allah’ın askerleri” adıyla katliam yapanlar ile yayınevi basıp boğaz keserek adam öldürenlerin tavrı birbiriyle örtüşmüyor mu? Malatya’daki katiller, akıllarına kazınmış benzer bir fetvayla hareket ederek katliam gerçekleştirdiklerinde; İran’daki Besic milisleriyle ya da Taliban’ın infaz memuru 12 yaşındaki çocukla aynı “hakkı” kendilerinde bulmuş olmuyor mu? Buradan bakınca Malatya’daki vahşet, kimin / kimlerin ürünü olabilir? Gözlerimizi açma zamanı gelmedi mi?.. SESSİZ SEDASIZ (!) Sosyal demokratların makus talihi KONU sanırım “solda birleşme” konusu olmaktan çoktan çıktı ve cumhuriyet düşmanlarına karşı yurtseverlerin mutlaka ama mutlaka birleşmesi konusu oldu. Siz ne düşünüyorsunuz bilmem ama Sıvas’tan Dr. Malik Yıldırım şöyle diyor: “12 Eylül darbesi sonrası sosyal demokratların makus talihi Bülent Ecevit olmuştur. Turgut Özal Sosyaldemokrat Halkçı Parti’yi böleceğini bildiği için alaycı bir üslupla ANAP il örgütlerine DSP mitinglerinde ‘Ecevit’i karşılayın, kalabalık yaratın’ derdi. Özallı yıllar, Ecevit sayesinde sosyal demokratların beli kırık yılları oldu. Ecevit 1991’de İstanbul Belediye Başkanlığı için SHP adayının karşısına güçlü bir isim çıkararak Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi istikbalini başlattı. Ben merhumu böyle bildim. Şimdi sosyal demokratların ikinci makus talihini ibretle ve hayretle izliyorum. Başbakan’ın kendi siyasi çizgisine paralel Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı adayı olarak tayin etmesini CHP Genel Başkanı Deniz Baykal demokrasinin zaferi olarak tanımlıyor. Ben artık Baykal’a değil, Baykal’a tepki göstermeyen milyonlarca demokrat insana şaşırıyorum. Bence 14 Nisan ve 29 Nisan mitingleri gibi mitingler aynı zamanda Baykal’a da tepki olarak düzenlenmelidir.” Bunu da önce CHP’nin her kademesindeki yurtseverler, CHP’nin özüne dönmesini sağlayarak yapmalıdır. Nisa Samim Güner: “Abdullah Gül ve Hayrünnisa Gül, Çankaya’ya çıkmadan önce Hayrünnisa Gül’ün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni mahkum etmek üzere Avrupa’da açtığı dava için Türk ulusundan teker teker özür dilemeleri gerekir ki buna da seçim süreci yetmez!” ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Gül’ün Gecekondu Önlemi! Yıllardır tepki gösterdiğimiz ve sadece kente karşı değil, gelecek kuşakların sağlıklı yaşama haklarına karşı da “suç” ilan ettiğimiz “kaçak yapılaşma”nın asıl “sorumlu”su meğer neymiş biliyor musunuz?.. Sıkı durun; Türkiye’nin yeni “cumhurbaşkanı adayı” söylüyor; “ Laik cumhuriyet!” Şaşkınlığınızı biraz erteleyip dikkatlice okuyunuz: “ Cumhuriyet döneminin sonu gelmiştir. Eğer Ankara’nın yüzde 60’ı gecekonduda oturuyorsa, bu laik sistemin başarısız olduğu anlamına gelir ki; biz de onu kesinlikle değiştirmek istiyoruz...” Bu açıklamayı 27 Kasım 1995 tarihli “The Guardian” gazetesinden aktaran Melih Aşık, meraklıları için “İngilizce”sini de yayımlamış; “This is the end of the republican period... If 60 per cent of Ankara’s population is living in schacs than the secular system is failed and we definitely want to change it.” (Milliyet27 Nisan 2007) Yani Gül, aslında temsil ettiği siyasetin yarattığı ve “nema”landığı bir büyük sorunu, laikliğin ürünü göstererek, nezaket kuralları içinde tanımlanamayacak bir “saptırma”nın örneğini sergiliyor… İmar afçıları; 2B’ciler... Türkiye’deki kaçak yapılaşmanın başlıca sorumlusu da “cumhuriyet devrimi”nin başlattığı “planlı kentleşme”yi terk eden muhafazakâr ve dinci politikalar değil midir? Örneğin, Anadolu’nun “dengeli kalkınma”sı gözetilerek yerleri seçilen hemen tüm cumhuriyet fabrikaları, aynı zamanda lojmanlarla donatılarak, çalışanların “yasadışı ve plansız barınma”ları baştan “önlenmişti”. Bu uygarlığı, 1950’lerden sonra yok eden muhafazakârliberal siyaset ise “plansız ve lojmansız” fabrikaların, gecekondularla kuşatılmasına “göz yumdu”. Bunlarla başlayan yasadışı yerleşimlerin kaçak kentleşmeye dönüşmesini yaratan “imar afları”na da imza attı… Özellikle kentlerin çeperlerindeki tarlalara, önce bir “kaçak cami”nin yapılması, ardından etraflarında “muhafazakâr siyasetin oy deposu” olan yasadışı işgal semtlerinin yayılması, acaba hangi “laik” planın ürünüydü?.. Tarihsel mimarimizle alay edercesine camilerimizin yüzde 80’i çirkin ve kaçaksa, bu “laik imarcılık”(!) karşısında acaba “dinci”ler neden ille de ruhsat ve plan diye tutturmadılar? Tam tersine, tüm yapıların mutlaka kent planlarına göre gerçekleşmesi kavgasını “laik cumhuriyetin hukuk devleti savunucuları” verdiler… Tıpkı, şimdiki hükümetin, yasadışı orman işgalcilerine 2B alanlarını pazarlamak için, anayasayı bile değiştirmek istemesini engelleyen Cumhurbaşkanı Sezer gibi… Eğer bir gün kaçak yapılaşma kesinlikle önlenir ve kentlerimiz gerçekten yasal, planlı ve kimlikli gelişme uygarlığına “yeniden” kavuşursa, tarihe gömülecek olan şehircilik bilimini de “ranta kurban” eden dinci ve muhafazakâr politikalar olacaktır. Çünkü hem “siyasal taban”ları ile “ekonomik kaynaklar”ını yitireceklerdir; hem de ilkel talan kültürünün yerini çağdaş kent kültürü alacaktır... ekinci?cumhuriyet.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN İnanç ve saptırma Bir insan elbette dindar olabilir. Hatta “dinsel kurallara dayalı bir düzen”i de arzu edebilir. Nitekim yine Abdullah Gül, bu düşüncesini de “gizlemedi”ği yıllarda Nilgün Cerrahoğlu’na demiş ki: “İslam yalnız ahireti değil, dünyevi düzeni de içerir. Ben Müslümanım, buna inanıyorum. Biz İslamı hayat tarzı olarak görmek istiyoruz…” (Milliyet10 Aralık 1995) Her yönüyle laik cumhuriyetin “reddi” anlamındaki bu “istek” de “sabırlı bir demokratlık kültürü” içinde o kişinin “inancı” kabul edilebilir. Ne var ki bütün bunlar savunulurken, laik cumhuriyeti karalamak için “din”in kutsallığını bile umursamayan “asılsız” yakıştırmalar yapılırsa; “inanç”la da bağdaşmayan “içtenliksiz” gerekçeler dile getirilirse, aynı söylemin “masumiyeti”nden nasıl söz edilebilir? Aynı zamanda “akademisyen” olan Abdullah Gül’ün kaçak yapılaşmadan bile cumhuriyeti sorumlu tutması, sıradan bir bilgisizlik sayılamaz… Çünkü dine dayalı düzeni hedefleyen siyasal yapılanmanın “oy tabanı”nda kaçak yapılaşma var. Aynı siyasetin partileşmesinde de en büyük pay, yasadışı imar rantlarıyla sağlanan çıkar örgütlenmesine ait… HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 29 Nisan www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ İri gözlü 1 büyük bir cins balık ağı. 2 2/ Üstün, 3 yüksek... Boyutlar. 3/ Kü 4 çük su kana 5 lı... Ünsüzle 6 biten bir söz7 cüğün ünlüyle başlayan 8 sözcüğe bağ 9 lanarak 1 2 3 4 5 6 7 8 9 okunması. 4/ Bir nota... Yakacak odun 1 K A Y T A Z M A için kullanılan, 1 2 E G O G O R İ L P metreküpe eşit oy 3 Ş A K Ş U K A L A T A N Y A lum ölçüsü birimi. 4 K T A K 5/ “Tanburi Cemil 5 E S A M İ F İ L A Bey çalıyor plak 6 K O M A K AMB İ Y O ta” (Yahya Kemal)... 7 Dışa vuran sevinç. 8 S U A İ L E V İ 6/ Mardin yöresin 9 İ R İ S E A Ç de, kızartılarak hazırlanan içliköfteye verilen ad... Vilayet. 7/ Uçuşu olmayan uçakların bekleme alanları... Oylumlu. 8/ Din işlerini devlet işlerine karıştırmayan... Kuru soğuk. 9/ Akdeniz Bölgesi’nde yetiştirilen ve lezzetli kökleri sebze olarak kullanılan bir bitki. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Düşünceyi, duyguyu söz ya da hareketle dışavurma... Yüce, yüksek. 2/ Yurdumuzun batısında bir körfez... Mantarların neden olduğu, bitki hastalıklarının genel adı. 3/ Dar, uzun ve hafif bir yarış kayığı... Yurdumuzun sulak alanlarında da yaşayan, ördeğe benzer bir kuş. 4/ İlkel bir silah... Akdeniz havzasında görülen, çok kuru ve sıcak bir rüzgâr. 5/ Telli bir çalgı... Bir sayı. 6/ Çiçek, dal ve yapraklarla yapılmış halka... Yiyecek bulamayan, yoksul kimse. 7/ Bir anlatımı oluşturan sözcük ya da tümcelerin topu... İstenilen nitelikleri taşıyan. 8/ Mikroskop camı... Gümüşhane’nin bir ilçesi. 9/ Soyundan gelinen kimse... Vücuttaki AIDS virüsünü saptamakta kullanılan test. CUMHURİYET 16 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear