24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 28 NİSAN 2007 CUMARTESİ 16 Tehdit altında eğitim YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç’e yönelen saldırı girişimi, AKP iktidarı boyunca hedef tahtası seçilen üniversitenin ve onun laik, bilimsel eğitimden yana akademik kadrolarının hangi koşullarda görev yaptığını bir kez daha gözler önüne serdi. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Ersoy da, Van’da yaşananları geçen ekim ayında yerel Prestij Haber gazetesine şöyle anlatmıştı: “Tarikatçıların hedefi burayı bırakmamak. Zamanında buraya yuvalanmışlar. Şimdi bile onlar bize yönelik bir direnç gösteriyorlar. Çok mücadele verdik. Eskiye göre biraz düzeldi. Burası bataklık gibiydi. Kurum, rektör olayı ile adeta zelzele geçirdi. Ne Van için ne de ülke için faydalı oldu yaşananlar. Ancak gelecek için umutluyum. Kurumun bıraktığı intiba yüzünden hiçbir akademisyen buraya gelip çalışmak istemiyor. Ancak, zor da olsa akademisyen eksikliğimizi gideriyoruz.” Bu açıklamalardan sonra ne mi oldu? Prof. Dr. Mehmet Ersoy hakkında manevi tazminat davaları açıldı... SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Sormayacaksınız... Kemalciler, tam bağımsızlık için halkı örgütlemişler, savaşmışlar, kazanmışlar; işbirlikçiliği ile, çağdışılığı ile kokuşmuş bir imparatorluğu yıkmış, yerine ulusa ve bilime dayanan bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmuşlardı. Türk solu hep Kemalcilerin açtığı aydınlanmacı yol ve ilkelerin izinde yükselebildi, atılımlarını onlarla yeşertti, halkla bütünleşmesini de o çerçevede gerçekleştirebildi. Kemalcilerin kurduğu Cumhuriyeti yıkmak, ancak toplumun mayasına sinmiş olan Kemalci düşünceyi sündürmek, başkalaştırmak, toplum gözünde aşağılamak, Türk solunun başındaki kadroları Kemalci ilkelerden uzaklaştırmak ve Kemalcileri susturmak ile olasıydı. Adım adım yürütülen plan buydu ve bugünlerde doruğa ulaştırıldı. Kemalcilerin kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varoluş temellerini sonlandırmaya yeminli insanların Cumhuriyet kurumlarının tepesine oturtulması hedefine kilitlenildiği günlerde, Kemalci babanın “aslan sosyal demokrat” oğlu Erdal İnönü Milliyet’e konuşmuş: “Babam sürekli olarak ‘Türkiye’nin rejimi sağlam olmalı. Önemli olan budur’ derdi. Çünkü onlar bir yandan ülkeyi kurtarmaya çalışırken, bir yandan da hilafetle uğraşmışlar. O yüzden hilafet tehlikesini hiç unutmadılar. Ama ben siyasete girdiğim zaman böyle bir tehlike görmüyordum. Bugün solun içinde demokrasiyi öne çıkaran arkadaşlarımız dahil, hiçbirimiz böyle bir tehlikeyi görmedik.” “Tam bağımsızlık” ilkesinin anlamını yitirdiğini, artık “karşılıklı bağımlılık”tan söz edilebileceğini açıkladığında da Erdal İnönü, Türk soluna “sosyal demokrat” önderlik etmekteydi. Kemalcilerin kurduğu CHP’nin bugün liderliğini üstlenen “sosyal demokrat” Deniz Baykal, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı adaylığının açıklandığı gün “Erdoğan’ın aday olmaması, demokrasinin zaferidir” dediğinde şaşırıyor kimileri... Hani herkes birbirine “Nasıl geldik buralara?” diye soruyor ya... İşte, bir tek Kemalcilere sormayacaksınız bu soruyu... Bonsay Demokrasi ve Gül “Milliyet”ten bir grup gazeteci olarak, vahşice kapıya konduğumuzda, “ilk telefon” Gül’den gelmişti. En yalnız ve çaresiz anımda Gül’den gelen telefonu unutamam. Böyle zamanlar, “insani ilişkilerde”, “turnusol işlevi” görür... Muhataplarınızı tanırsınız. Hangi kumaştan yapıldıklarını, başka bir duyarlılıkla ölçer ve kayda geçersiniz. Telefonda Abdullah Gül, bana şöyle bir şey söylemişti: “Türkiye maalesef; farklılıkları, farklı insanları cezalandıran bir ülke!” Gül, siyasi fikirleri kendisiyle taban tabana zıt benim gibi bir insanın dahi zor anında böyle “gönlünü alan”; “gönlünü kazanan” bir politikacı. Bu yüzden de “insani ilişkileri” çok güçlü... Devletin zirvesine çıkacak biri için, şüphesiz bu çok önemli bir “artı”. Ancak “Cumhurbaşkanlığı makamına” oturacak kişide aranan “olmazsa olmaz” özellikler, “güçlü insani ilişkilerle” sınırlandırılamaz. Hele hele Türkiye gibi.. ciddi “ideolojik fay hatlarının” bulunduğu bir ülkede; “güleryüzlülük”, “kişisel hoşgörü” gibi hasletler, “toplumsal ve kurumsal istikrar” garantilemeye yetmez. Ruh hali ve tedavi Öyle bir eğitimden geçmişler ki, öyle bir çevrede serpilmişler ki, anlama ve algılama yetileri o kadar... Yaptıkları her işin önüarkası, başısonu dogmatik. Kul olma halinden vazgeçemiyor, cemaat atmosferinden sıyrılamıyorlar. Olgular yerine sanrılarla idare ediyorlar. Akılla yargılama, ölçme, biçme, ortamı kollama, havayı koklama, değerlendirme ve çözümleme hak getire... Hazır fırsat yakaladık, oldu bu iş aculluğuna hiç bastırılamamış mücahit ruhu ekleniyor. Bir anda aşkınlaşıyor, duygusuzlaşıyor; özdeyi de, sözdeyi de, uyarıyı da, çığlığı da duymuyor, etraftaki gerçekliği görmüyor, donuklaşıyorlar. Zorluyor, geriyor, tırmalıyor, kanırtıyorlar hatta... Bu ruh haliyle olur mu, yürür mü daha fazla? Tanı belliydi, tetkikler bitti, dün tedaviye geçildi! D’Alema örneği... Bu bağlamda 2006 İtalya Cumhurbaşkanlığı seçimlerini örnek verebilirim. İtalya’da, Cumhurbaşkanlığı’na talip en güçlü aday, Massimo D’Alema idi. Ne var ki D’Alema, militan komünist geçmişi nedeniyle, cumhurbaşkanı olamadı. Ve Dışişleri Bakanlığı ile yetinmek zorunda kaldı. İtalya’daki durumun üstelik Türkiye’den şöyle bir farkı vardı. Cumhurbaşkanlığı seçimi, bizdeki gibi yüzde on barajlı ve de üstüne üstlük, beş yıl öncesinden kalma eskimiş bir parlamentoyla değil, genel seçimlerle sandıktan çıkan, bir aylık, taze, çiçeği burnunda bir parlamentoyla yapıldı. Seçimin galibi “merkez sol”un en önemli iki liderinden biri Prodi, Başbakan oldu. İkinci isim D’Alema, “cumhurbaşkanlığına” talip çıktı. Gül gibi o da, geçmişte “Başbakanlık” yapmıştı. Devlet başkanı olamadı. Gençliğini Komünist Parti’de geçirmiş, keskin komünist görüşlerle özdeşleşmiş D’Alema’yı çünkü zamanla “reel politikçi” bir çizgiye yerleşse de İtalyan halkı “taraflar üstü” görmedi. Göremedi. Gereksiz kutuplaşmaları önlemek amacıyla hatta makamını boşaltmaya hazırlanan 85’lik Cumhurbaşkanı Ciampi’ye, teamül dışına çıkılarak “ikinci bir dönem” için görevinin uzatılması teklif edildi. Ancak ne Ciampi bu zorlama formüle yanaştı, ne D’Alema uzattı! Adaylığının, “aşılması mümkün görünmeyen bölünmeleri ağırlaştırdığını ve derinleştirdiğini” gördüğü noktada, ipin ucunu bıraktı D’Alema. Ve “sakin bir adayda” birleşmeyi başaran “merkez sol partiler” bunun üzerine, Cumhurbaşkanlığı’nı taşıyabilecek “kurumsal sorumluluğa sahip” Napolitano’yu iritasyon yaratmadan Çizme’nin Köşk’ü “Colle”ye çıkarmayı başardılar... Halk toprağı çapalandı Halk toprağı çapalanıp havalanmayagörsün, hemen toplumsal sonuçlarını verir... İşçilerin 1989’da pıtrak veren bahar eylemlerini anımsayın... Emek kesimindeki bu büyük hareketlenme ve eylemlilik, bir yandan 12 Eylül’ün ve Özalcılığın getirdiği arabesk liberalizmin tozunu atarken, öbür yandan da gericileşen, sarılaşan, durağanlaşan sendikacılığı altüst etmişti. “Ağa” olarak tanımlanan birçok sendika başkanı koltuğundan olmuş, yönetimleri derebeylik haline gelen sendikalar da demokratikleşme sürecine girmişti. Görkemli 14 Nisan Tandoğan mitinginin etkisi dalga dalga çeşitli kıyılara vurmaya başladı. Aklını peynir ekmekle yemiş olanlar dışında, siyasete vurdu, hizaya getirdi. Medyaya bindirdi, haddini bildirdi. Edilgen bırakılmış çoğunluğa çarptı, özgüven kazandırdı. Duyuyoruz ki, o uçsuz bucaksız denizden kopup gelen köpüklü dalga, sendikalara ve demokratik kitle örgütlerine de vurmaya başlamış. Hani bazı sivilce davranışlı örgüt ve sendikalar vardı ya, 14 Nisan’a katılmayan... Tabanları fena halde sıkıştırmaya başlamış tavanlarını... 14 Nisan’a gönülden destek olmuş Eğitimİş yöneticilerinden küçük, ama çok anlamlı bir gözlem aktaralım: “14 Nisan’a katılmayan sendikalardan ayrılan çok sayıda yeni üyemiz oldu, olmaya devam ediyor.” Yazın bir kenara: 14 Nisan milattır! Cumhuriyetin tazelenişi, yeniden doğuşudur. Çapulcu Kim? SUAY KARAMAN Tüm Öğretim Üyeleri Derneği (TÜMÖD) Genel Sekreteri 14 Nisan Cumartesi günü, “şu çılgın Türkler” gene vatan savunmasında buluştular. Ankara ve Türkiye hiç böyle kalabalık bir miting görmedi. Bir milyonun üzerindeki çılgın Cumhuriyetçiler, vatanlarına ve cumhuriyetlerine sahip çıkmak adına yurdun dört bir yanından gelerek çok büyük bir mitingde buluştular. Bu mitinge demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler, üniversiteler, yargı üyeleri ile asker ve sivil birçok vatandaşımız katıldı. O coşku ve birliktelik görülmeye değerdi. Bu görkemli Cumhuriyet Mitingi’ne DİSK, KESK, TMMOB, Türk Tabipleri Birliği ve EğitimSen gibi örgütlerin üst yönetimleri katılmama kararı aldılar. Ancak üyelerinin büyük bir bölümü, örgütlerinin adlarını pankartlara yazarak mitinge katılmışlar, kısaca emperyalizmin kuyruğuna takılan, ABD Büyükelçisi’nin arkasında yürüyen “devrimci” yöneticilerine kulak asmamışlardı. Kitlelerden uzaklaşan turuncu sol ve numaracı cumhuriyetçiler mitingde yoktular. Gerçek ulusalcılar, vatanseverler, halkçılar ve devrimciler vardı. Kısaca mitingde halk vardı. 12 Eylül sonrasında kaybolan gençlerin de mitinge yoğun katılımı, gelecek için büyük umutlar verdi. Bu coşkulu Cumhuriyet Mitingi’ni, yalakalıkta birbirleriyle yarışan, mütareke basınını bile geride bırakan gazete ve televizyon kuruluşları görmezlikten gelerek küçümsemeye çalışmışlardır. Buna karşın yurtdışı basın kuruluşları, mitinge çok geniş yer vermişlerdir. Öyle ki günler önceden mitingi, dünyada nisan ayındaki en önemli gündem maddesi olarak belirlemişlerdir. Satılmışlığın bu kadarını anlamakta zorlanan, alanları dolduran bir milyonu aşkın halk, emperyalizme bekçilik yapanlara gereken yanıtı mitingde vermiştir. Bu mitinge gölge düşürmek için akıl almaz yollara başvurdular. Mitingde olay çıkacağı söylenmiştir. Cumhuriyet Mitingi’nin darbecilere destek olmak için yapıldığını yazdılar. Halbuki asıl darbeci kendileri... Ankara’nın birçok yerine, bazı esnaf odaları adına yazılmış komik pankartlar konmuştu. Holding medyası, mitingi umursamadı, dosdoğru haber bile yapamadı. Ancak bütün bu olanlara karşı, halk Cumhuriyet Mitingi’ne sahip çıktı. Türkiye’de sosyal ve siyasal sıkıntıyı çekerek yaşayanlar, tehlikenin farkında olanlar, Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkanlar, yeniden ulusal uyanışa olanak tanıyanlar, ülkemizin aydınlık günlere doğru ilerlemesine büyük katkı vermişlerdir. Cumhuriyetin temel niteliklerinin sonsuza dek korunacağını, cumhuriyet dışı bir rejime asla izin verilmeyeceğini haykıran yurttaşlar, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ya da onun gibi düşünen bir kişiyi, Çankaya’da görmek istemediklerini vurgulamışlardır. Nitekim önce Genelkurmay Başkanı’nın açıklaması, ardından da Cumhurbaşkanı’nın çıkışlarından sonra, 14 Nisan mitingi bir ulusal uyanıştır, ulusal dayanışmadır. Kitleler üzerlerindeki yılgınlığı, vurdumduymazlığı atmaya başlamışlardır. Uyuyan dev uyanmaya başlamıştır. Artık ampul patlamıştır. Mitingden bir gün sonra, bir ödül töreninde konuşan TBMM Başkanı şöyle dedi: “Bu Meclis, millet iradesini güçlendirmeye devam edecektir. Meclis görevini yapacak. Kimse buna engel olamayacak. Sivil, demokrat ve dindar bir cumhurbaşkanı seçecek. Meclis iradesini birkaç çapulcuya bırakacak değiliz.” TBMM Başkanı’nın söylediği “çapulcu” kelimesi Sayın Genelkurmay Başkanı’na mı, Sayın Cumhurbaşkanı’na mı, yoksa mitinge destek veren milyonlara mı? Kitlelerden korkanlar, kimin çapulcu olduğunu açıklamak zorundadırlar... Milyonların korkusundan, bu düşünce yapısındakilerin olmayan seviyeleri daha da düşmüştür, yerlerde sürünmektedir. Kitlelerin yeniden uyanışı, iktidarı telaşlandırmış, zor durumda bırakmıştır. İktidar, her zamankinden daha fazla saldırganlaşmıştır. Artık ampul sönmüştür. Mustafa Kemal ulusun bağrına öyle bir ateş yakmış ki, bu ateş hain pusulara, şeriatçı, bölücü eylemlere ve emperyalist saldırılara karşı, hiç sönmeden alev alev yanıyor. Miting günü Ankara’daki Kuvayı Milliye ruhu, bütün canlılığı ile şeriatçıların ve emperyalistlerin yüzlerinde bir tokat gibi patlamıştır. Bu Kuvayı Milliye gücünü kullanabilmek için, sıra ulusal birliği oluşturması gereken yapılanmalara gelmiştir. Bu yapılanmalar, bize hak ettiğimiz aydınlık ve güzel günleri gösterecektir. Ulu önder Atatürk bize, aydınlık umutlar, ışığa doğru bir yol bırakmıştı. Geçen zaman içinde, bu umutlara ve yola ulaşamadık. Ancak tarihi bir gün olan 14 Nisan, bu amaç için de yeni bir başlangıç olacaktır... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Ve AKP’nin ‘güç dili’ Serpilmiş bir demokrasi ile, “bonsay” gibi cüce ve güdük kalmış demokrasi arasındaki fark işte budur: İlkinde “kırılma noktalarını” hassasiyetle okuyan, sınırları zorlamayan bir “siyasi gerçekçilik ve olgunluk” var. İkincisinde kırılmaların üstüne üstüne giden bir “meydan okuma”! Birincisinde “kurumsal istikrarı” tüm diğer kriterlerin üstünde tutan bir “siyasi önalma”, “çözüm” ve “uzlaşma” arayışı var. Diğerinde “dayatma”! Bir yanda “diyalog” var. Öbür yanda “monolog”... Cumhurbaşkanlığı, “en üst düzey uzlaşmayı” gerektiren bir konum. Bu uzlaşmayı Arınç’ın yaptığı gibi “anayasa kitapçığında uzlaşma şartı aranmıyor” diye yok sayıp bir başınıza gelin güvey olmaya kalkarsanız, ardından demokrasi kahramanlığına sığınamazsınız. Türkiye’de konuşulan dil bir “demokrasi dili” değil, bir “güç” ve “güç politikası dilidir”... Bu “güç dilini” çarpık seçim sistemiyle edinilmiş yapay çoğunluğa dayanarak konuşturduğunuzda ve kilit mevkiye çıkacak aday için kapalı kapılar ardında, şeffaflıktan uzak türlü çeşit “pazarlıklar” yürüttüğünüzde “gizli gündem” kuşkularının güçlenmesi kaçınılmazdır. Kurumlar, ana muhalefet, meydanlara dökülen insanların uyarılarını böyle ısrarla görmezden gelen bir parti, Başbakanlık ve Meclis Başkanlığı ardından bir de “Cumhurbaşkanlığı’nı” ele geçirdikten sonra ne yapacaktır? Soru bu... Süreç, ne yazık ki baştan sona “bu soruyu haklı çıkarır” biçimde işledi.... Zaman içinde farklı bir yere koyduğum Abdullah Gül’ü örneğin ben, yalnız yazının başında anlattığım anekdotla değil, yaptığımız ilk söyleşideki görüşleriyle de hatırlıyorum bugün... “Türkiye’de geçerli kanunlar arasında, İslama aykırı olan da var, olmayan da. Aykırı olanlar baskıdır. Baskı kalkacak. Bu hakkı kullanacağım. Halka bu imkânı vereceğim!” demişti bana 12 yıl önce Refah Partisi’nin genç milletvekili adayı olarak. On iki yıl geri gittik. İyi mi oldu? ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY nilgun?cumhuriyet.com.tr BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 28 Nisan www.mumtazarikan.com İSTANBUL 3. İFLAS MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN BASİT TASFİYEDE ALACAKLILARI DAVET İLANI DOSYA NO: 2006/13 MÜFLİS KİMLİĞİ ve YERLEŞİM YERİSİCİL NO: Marateks Tekstil Dış Ticaret ve Müm. Ltd. Şti. (İst. Tic. Sicil Memurluğu 424801372383 sicil no) İFLAS TARİHİ: İstanbul As. 9. Ticaret Mahkemesi 2006/547 dosyada 19.10.2006 tarihli kararıyla Yukarıda adı yazılı müflisin, iflas dairesince defteri tutulan mallarının bedelleri tasfiye giderlerini koruyamayacağı anlaşıldığından, basit tasfiye usulünün uygulanmasına karar verilmiştir. Bu sebeple alacaklıların, ilan tarihinden itibaren 30 gün içinde alacaklarını ve iddialarını bildirmeleri, bu müddet içinde alacaklılardan birinin giderleri peşin vermek sureti (Yön. Md. 53) ile tasfiyenin adi şekilde (Md.219) yapılmasını isteyebileceği, İİK’nin 218. maddesi gereğince ilanen tebliğ olunur. 25.4.2007 Basın: 22019 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Hatay yöresine özgü, kıyma 1 ve soğanla yapılan bir börek... 2 Eski dilde su. 2/ 3 Kişinin öz benli4 ği... Bir kimsenin ya da bir yerin 5 güvenliğini sağ6 lamakla görevli kimse. 3/ Küçük 7 doğranmış pata8 tes, patlıcan, biber gibi sebzele 9 ri kızartıp üzeri1 2 3 4 5 6 7 8 9 ne sos dökerek hazırlanan bir tür meze. 4/ Süs 1 H A C I L A R K bitkisi olarak kullanılan 2 A S E S L A P A bir palmiye. 5/ “İsimler” 3 B A V N A C A K anlamında eski sözcük... İ K A A R A Şenliklerde caddelere ku 4 S A Ç rulan süslü kemer. 6/ Mü 5 B A Z U K A zikte, bir tam seslik ara 6 U N D I Ş I K lığın bir kesirini oluştu 7 R Ü K Ü Ş Ş E Ş ran çok küçük aralık... 8 G R E S K I T A Uluslararası Güreş Fede9 İ Ş P İ K E T rasyonu’nun simgesi. 7/ İki ayrı ülke parasının birbiriyle değiştirilmesi. 8/ Kenar süsü... Aileyle ilgili olan. 9/ Olağanı aşan büyüklüğü olan... Tavlada “üç” sayısı... Yiyecek bulamayan, yoksul kimse. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Dövülmüş buğday ve etle yapılan bir yemek... Bir nota. 2/ Mert, kalender ve babacan kimse... Köstebek. 3/ Okullarda öğrencilerin bilgisini anlamak için yapılan küçük sınav. 4/ Güzel kokulu bir tür kavun. 5/ Güney Amerika’da yaşayan kemirgen bir hayvan... Bir müzik parçasının, dinleyicilerin isteği üzerine bir kez daha çalınması. 6/ Büyük balıkları tutmakta kullanılan, ucu iğneli kurşun parçası... Ağ şeklindeki örgü. 7/ Hiçbir üretici çalışmada bulunmadan, yalnızca mülkünün geliriyle yaşayan kimse. 8/ Bir nota... Bir ilimiz. 9/ Güney Amerika’da yaşayan ve yünü dokumacılıkta kullanılan bir hayvan... Dolma yapmak için hazırlanan karışım. CUMHURİYET 16 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear