25 Aralık 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 16 MART 2007 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL ‘Kendine Güvenmemek’ Prof. Dr. Suna KİLİ ireylerin yaşamında olduğu gibi, ulusların da yaşamında kendine güven, bireyin ve ulusun önünü açan, onurlu, verimli bir yaşam sürmesini sağlayan önemli bir gerçektir. Sayın Oktay Akbal, 2 Şubat 2007 tarihli yazısında bu konuya değiniyor ve Atatürk’ün “Ey Türk, övün, çalış, güven” deyimini bizlere anımsatıyor. “Bizlere ne oldu?” Atatürk döneminin o ‘güneş’e, geleceğe güvenle bakan o güzel insanlarına ne oldu? Onlar yalnızca hatıra fotoğraflar olarak mı kaldı? O insanlar ki çok ve özverili çalıştıkları takdirde 20. yüzyıl sona ermeden Türkiye’nin dünyanın en ileri ülkelerinden biri konumuna geleceğine, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşacağına inanıyorlardı. Onlara bu güveni veren ülkeyi yöneten kadronun özelliklerinden kaynaklanıyordu. Atatürk devrimi ulusların yaşamında güven veren, güven yaratan usçu ve ulusal bir önderin ve önder kadronun önemini vurgular. Onca yoksulluğa, azgelişmişlik konumuna karşın, Atatürk döneminde Türkiye Cumhuriyeti dünyada büyük saygınlığı olan bir devletti. Neden? Atatürk döneminde Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyada ağırlığı, kısacası sözünü dinletme gücü daha fazlaydı. Neden? Bu soruların yanıtları ulusal gücün öğelerinde saklıdır. Ulusal güç maddi ve manevi öğelerden oluşur. Bunlar coğrafi konum, doğal kaynaklar, teknolojik birikim, ekonomik güç ve kapasite, askeri güç, nüfus, ulusun moral durumu, dış politikanın, siyasal yönetim ve siyasal önderliğin nitelikleri ve kalitesi gibi öğelerdir. Annan Pilavı KENDİ gitti, adı kaldı yadigâr. Pek fena biri değildi belki o Ganalı adam. Birleşmiş Milletler bürokrasisinde yetişmiş, genel sekreterlik sırası Afrika’ya gelince o kıtanın insanlarını temsil edercesine öyle bir makama seçilmişti. Ezik kişilere özgü birtakım duyguların onun yüreğinde de kırpırdadığını hissederdiniz ara sıra: Acıma, haksızlık görünce incinme. Ama, ne yapsın ki bulunduğu yer büyük devletler arası çekişmelerinin, ondokuzuncu yüzyıl kalıntılarının, dünya çapındaki çıkar hesaplarının cirit attığı bir yerdi. Dolayısıyla, kendi adını taşıyan pilavda onun olsa olsa birazcık tuzu vardır. Ama, pilavı “servis etmek” ona kalmıştı. Pişirilmesi, yardımcısı De Soto ve çömezleri ile İngiltere’nin Lord Hanney’i başta olmak üzere, Atlantik ötesinin ve berisinin kurtlarına kalmıştı. Pilavlarının tarifinde Kıbrıs’taki ve Ankara’nın Bakanlıklar semtindeki bazı Türklerin AB aşklarından yararlanıp adayı Türkiye’den koparmak ve bir süre sonra Rumlara peşkeş çekmek düşüncesi yatmaktaydı. aşarılı olmadıkları söylenemez. Güvenlik Konseyi, son anda Rus vetosu olmasaydı Papadopulos’un “Türk askeri çekilmeye hemen başlasın” isteğini kabul edip adayı koparma işlemini başlatmış olacaktı. O zamanki ve şimdiki hainliklere karşın ada henüz kopmamışsa, bu hiç kopmayacağı anlamına gelmez. Anadolu halkı ve asker evlatları başka Kıbrıs oyunlarına karşı da hep uyanık kalmak zorundadırlar. Talat yönetimi Rumlara yeni açılımlar ve Ankara’ya yeni kafa tutuşlar peşindedir. Üstelik, tarihin sayfalarında asla unutulmaz bir Girit örneği de var. Profesör Mahir Aydın’ın yakında “Kıbrıs’tan Önce Girit” adıyla ve açıklayıcı bir girişle gün yüzüne çıkaracağı 1899 tarihli “Sarı Kitap” Fransız arşivlerinden alınma öyle belgelerle dolu ki, hayretten hayrete düşüp kara düşüncelere kapılmadan okuyamıyor insan. Hanya, Paris, Londra, Roma ve Petersburg arasındaki diplomatik yazışmaların bir derlemesi bu: Osmanlı’yı yemeye niyetli Batılı devletlerin Girit’i nasıl koparmaya başladıklarını ibretle görüyorsunuz. ayın Başbakan, Azerbaycan dönüşü, yine bir uçak demecinde dilini tutamamış ve Annan Planı’na karşı çıkanlara “Kabile yaşamına alışmış tipler” demiş. Birazcık toplumbilim okuyanlar bilir ki kabile, devlet yaşamı öncesindeki toplum türlerinden biridir. Başbakan’ın kullandığı sözler, herhalde, Annan tuzağına “hayır” diyerek KKTC devletine ve Türkiye devletinin onuruna sahip çıkanlara değil, yönettikleri devleti eyalete dönüştüren bir gâvur pilavına “evet” diyenlere ve ümmetçi hesaplar uğruna Kemalist Cumhuriyetin canına okuyup varını yoğunu şuna buna peşkeş çeken aşiret artıklarına yakışır. B B Ulusal gücün manevi öğeleri üzerinde odaklanarak yukarıda sorduğum soruların yanıtlarını vermeye çalışacağım. “Ulusun moral durumu, siyasal yönetim ve dış politikanın özellik ve nitelikleri”nin ulusal gücün oluşumunda azımsanmayacak önemi vardır. Temelinde bir ülke halkının moral durumu öncelikle o ülkede hükümet edenlerin kalitesine bağlıdır. Bir ülkede halkın hükümetin yanında olması, siyasal yönetimin ulusun ve devletin çıkarlarını koruduğu inancının varlığı ve yaygınlığı, ulusla hükümet arasındaki karşılıklı saygı ve güven duygusu, sorunların çözümünde temel bir etkendir ve ulusal güce önemli katkısı olan bir olgudur. Atatürk döneminde Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyadaki büyük saygınlığı maddi güç öğelerinden çok, yukarıda belirttiğim manevi öğelerin güçlü olmasından kaynaklanıyordu. O dönemin önder kadrosunun ulusallığı, dinamizmi, kararlılığı, tutarlılığı ve yüksek niteliği bu saygınlığın sağlanmasında önemli bir etkendi. Atatürk, yorgun, ezilmiş, horlanmış Anadolu halkını soylu bir amaç, ülkenin bağımsızlığı için örgütlemiş; düzenli bir ordu kurulmuş, olmadık emeller için değil, gerçekçi bir emel, vatan toprakları için savaşım verilmiştir. Atatürk ve onun ilerici kadrosunun ideali ulusal sınırlar içinde çağdaş, refah düzeyi yüksek bir Türkiye yaratmaktı. Bunun yaratılmasındaki temel dayanak ulusun kendi gücü idi. Önderliğin ulusa olan sorumluluk duygusunu, “hesap verme” özelliğini çok kere dile ge tiren Atatürk; örneğin “10. Yıl Söylevi”nde şöyle demiştir: “Büyük Türk ulusu, on beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde başarı vaat eden çok sözlerimi işittin. Mutluyum ki, bu sözlerimin hiç birinde ulusumun hakkımdaki güvenini sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.” Atatürk ve onun ilerici kadrosunun özellikleri siyasal sistemin kapasitesini arttırıcı, çağdaşlaşmayı hızlandırıcı ve ulusal güce katkı yapıcı özelliklerdi. Kurtuluş savaşının başarılı yönetiminden sonra diplomasi alanındaki başarılar bu özelliklerin somut birer kanıtıdır. O dönemde Meclis’in, hükümet edenlerin tutarlılığı, çalışkanlığı, tartışılmaz dürüstlüğü, vatanseverliği maddi güç öğelerinin çok ötesinde bir varlık göstermiştir. Böylesine bir Meclis, böylesine bir hükümet ve böylesine bir başkan Mustafa Kemal Atatürk; var güçleriyle, duraksamadan, özde ulusa, kendi gücümüze güvenerek ülkemizi uygarlık yolunda seferber etmiş, siyasal, kültürel ve hukuksal devrimler yapmış ve kaynakları harekete geçirerek altyapı devrimini başlatmıştır. Atatürk Türkiyesi çok az eğitilmiş insan gücüyle bu atılımları başarmış ve dünyada büyük saygınlık kazanmıştır. Tanzimat ile bize bulaşmış olan, Batı karşısındaki eziklik duygusu Atatürk döneminde yoktur. Ulusal egemenliği temsil eden halk, bizler, oylarımızla, sesimizle, sivil toplum örgütlerimizle politikanın yönünü saptayabilecek güce sahip olduğumuzu unutmayalım. Meclis’ten ve hükümet edenlerden kararlı, tutarlı, cesur, çağdaşlıktan yana politika üretmelerini ve uygulamalarını beklemek ve istemek en doğal hakkımızdır. Yönetimde bulunanlar çağdaşlıktan ödün vermeden, özde kendi halkına güvenen ulusalcı bir politika üretse ve uygulasa bunca eğitilmiş insan gücüyle Türkiye pek çok sorununu çözer ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşır. PENCERE Şallak Mallak Rap Rap... Zanlı.. Yolsuzluk dosyası var.. Sabıkalı.. Al birini vur ötekine.. Ancak zamanede bu türden kişiler devlet katlarında makbul oldular... ? Ülkede, halk kesiminde, millet kapsamında azınlık, Meclis’te çoğunluk AKP’nin lideri Recep Tayyip cumhurbaşkanı olacak.. Kendisi zanlı.. Dosyalı.. Hazretin sırtında yolsuzluk dosyası bulunuyor.. Ne kendisinin umurunda, ne medyanın.. Üstelik bu iktidarın dosyası gün geçtikçe daha çok şişiyor.. Şimdi bir de Maksut Serim olayı ortaya çıktı.. ? Olayı CHP Genel Başkanı Deniz Baykal kamuoyuna duyurdu.. Başbakanlık örtülü ödeneğinin başına getirildiği savlanan, Maksut Serim adındaki kişi meğer sabıkalıymış... Suçu: “Sahte resmi belge düzenlemek!..” İki yıl ağır hapis cezasına çarptırılmış.. Afla kurtulmuş.. Devlet memuru olamazmış.. Şimdi Başbakanlık örtülü ödenek faslını devlet bu kişiye havale etmiş oluyor.. ? Dosyalı ve zanlı Başbakan’a, sabıkalı örtülü ödenek görevlisi.. Oh ne âlâ memleket.. Çığırından çıkmış bir devlet.. Dosyalılara emanet.. ? Peki, yolsuzluk dosyasından zanlı Başbakanımız bir de cumhurbaşkanı olup Çankaya’ya çıkar mı?.. Olur mu olur.. Olmaz olmaz deme.. Olmaz olmaz.. Ülke ve siyaset öyle bir derekeye düşürüldü ki olmayacak şey yoktur... ? Medyada özellikle tezgâhlanan dedikodusal tevatüre bakılırsa kimileri de diyorlarmış ki: “ Asker müdahale etsin, bizi kurtarsın!..” Aman.. aman.. Sakın ha!.. Asker kışlasında iyi kötü kendisini koruyor.. Bugün ülkede geçerli düzeni temizlemek için müdahale etti mi, asker de işin içine batar... Halkın bunca pisliğe isyan etmediği bir toplumda üniformadan umar beklemenin gerçeklere uyan bir mantığı var mı?.. Halk “yeter artık” deyinceye kadar siyasal düzenimiz şallak mallak bu yolda rap rap... S mumtazsoysal@gmail.com mperyalizmin dünyanın çeşitli ülkelerinde yerli işbirlikçileriyle bütünleştiği sistem olan küreselleşme, ulusal birliğe değil, aşiret, din, mezhep, tarikat bağlılıklarına dayanan yeni devlet doğumlarını gerçekleştirmeye çalışıyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Osmanlı Devleti, tarihimizde din ve devlet işlerini birbirine karıştırma hatasına düşen son kurbandır” sözü belleklerden silindi. Genç Cumhuriyetimiz, kurulduğundan beri boğuştuğu tehlikelerin en büyüğüyle karşı karşıya. AKP’nin ülkemizin geleceğiyle ilgili yaşamsal dayatmaları gerçekleştirme çabalarını yaşadığımız koşullarda, “din”in emperyalizmce nasıl kullanılmış olduğunun yakın tarihteki örnekleri bugünkü ve yarınki adımlarımızın yolunu aydınlatıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra doğan la E 16 Mayıs’a giderken Öner YAĞCI ik Cumhuriyetimizi emperyalizm hiçbir zaman hazmedemedi. Yok edilmesi planlarını ve politikalarını sürekli diri tuttu. Zaman zaman çeşitli bahanelerle ısıtıp ısıtıp tekrar gündeme getirdi. I. Dünya Savaşı yıllarında SykesPicot ve Sevr’le başlayan planlar, Lozan’la rafa kaldırılmıştı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Soğuk Savaş, Ilımlı İslam, Yeşil Kuşak teorileri ve dayatmalarıyla sürdü. 1940’lı yıllarda “Topraklarında güneş batmayan imparatorluk”, koltuğunu yeni dünyada taht kuran Avrupa kaçağı sömürgenlerin yeni imparatorluğuna bırakmıştı. Yıllar öncesinde duyarlı ve bilinçli bir yazarın, Hemingway’in “Çanlar kimin için çalıyor” sorusu bizim için de sorulmuştu sanki. 1940’lı yıllardan beri “Ilımlı İslam” yaratıp güçlendirme politikaları sinsi sinsi sürdürüldü. Amerikancı politikalar tam olarak uygulandı, ülkeyi Amerika’nın istediği yöneticiler yönetti. 1950’lerde, aydın duyarlılığının, aydın bilincinin, aydın kıvancının örneği olan Nâzım Hikmet’imiz “Eli kolu zincirlere vurulmuş / Vatan çırılçıplak yere serilmiş / Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş / Beyler bu vatana nasıl kıydınız?..” dizeleriyle uyarmıştı. Gidişi durduramadık. 12 Mart’lar, 12 Eylül’ler bu yanlış gidişi hızlandırmak için gerçekleştirildi. 1990’larda “Çekiç Güç” ve Körfez’e Amerikan saldırıları olurken seçim afış lerindeki “Bu sefer Refah”, “Tamam inşallah” sözleri aklımızı başımıza getirmeliydi. Sonunda Irak’ın işgaliyle dünyanın merkezi konumuna geldi ülkemiz ve Cumhuriyete son darbeyi vurmanın provası yapılıyor. Büyük belalarla geleceği çok önceden belli olan ve “tehlikenin farkında” olanların derin kaygılarla beklediği 2007’nin ilk ayları çanlarını çalarak geçiyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılacağı 16 Mayıs 2007’ye doludizgin giderken Cumhuriyet gazetesinin “Tehlikenin farkında mısınız?” kampanyası, Cumhuriyet’i yok edecek son adımları atmaya hazırlananları korkutuyor. Çünkü bu geleceği gören Nâzım Hikmet, “Hiçbir korkuya benzemez vatan satanın korkusu” derken gerçeği haykırmıştı. Henüz vakit geçmedi. Tehlikenin farkında olmak direncimizi çoğaltıyor. CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear