24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
5 ŞUBAT 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 Yönetilemez hale gelmek Televizyonların haber kuşakları, gazetelerin sayfaları asayiş bülteni gibi. Tecavüz, kapkaç, hırsızlık, kavga, dövüş, cinnet, cinayet... Yurttaşlar birbirini “kimlikler” üzerinden suçlar, hatta taşlar halde. Polis, önemli siyasi sonuçlara yol açan, toplumu kamplaştıran Hrant Dink suikastı soruşturmasında bile birbirine düşüyor, cinayetin asıl planlayıcılarına ulaşma amacı karartılıyor. Ülke içişlerinde sıkboğaz edilmiş, boğulmak üzere. Kerkük, Kıbrıs, Irak’ın kuzeyi, Avrupa Birliği, ABD, komşular ile ilişkiler.. Kırmızı hatlar silikleşmiş, “milli dava”lar unutulmuş, ulusal çıkarlara dayalı politika aşınmış... Ülke dışişlerinde kuşatılmış, bocalıyor. Yatırımlar düşer işsizlik artarken Hazine Müsteşarlığı’nın verilerine göre devlet borçları 345 milyar YTL’ye ulaşmış, giderek yabancılaşan bankalara yurttaşların bireysel borçları da 45 milyar YTL’ye varmış. Kısacası ülke, AKP iktidarının elinde perişan, belirsizliğe sürükleniyor. Ya da CHP Genel Sekreter Yardımcısı Oğuz Oyan’ın deyişiyle “yönetilemez” durumda: “Türkiye içten ve dıştan kuşatılırken AKP de kendi köşeli hedeflerine ulaşmak için devleti kuşatıyor. Bu zafiyeti nedeniyle dış politikada çok daha fazla teslimiyetçi bir yola giriyor. Dış güçler AKP iktidarının bu zafiyetini kullanıyorlar. Türkiye, itibar kaybediyor, pusulasız bırakılıyor, dış politika yönetilemiyor. Dış politikada yalpalayan, güven vermeyen iktidarın zafiyeti iç güvenlik sorunlarında da ortaya çıkıyor. Polisin, kadrolaşma ile birlikte tarikat ağına gömülmüş olması emniyet güçlerini etkisizleştiriyor. İç güvenlik yönetilemiyor. Ekonomiyi zaten kendileri yönetmiyordu. İktidar olur olmaz uluslararası finans kuruluş ve sermaye çevrelerinin oluşturduğu programın dümen suyuna girmişlerdi. O program başarısız oldu, sürdürülemez oldu. Artık ekonomi de yönetilemiyor.” Yaklaşık 5 yıl önce devleti yönetme iddiasıyla başımıza geçmiş olan laik, demokratik Cumhuriyet ile kavgalı kadro devleti yönetemiyor, ama devletin en tepe noktasına, Cumhurbaşkanlığı’na bile aday... Seçimlere az kaldı. AKP, iktidarı bir kez daha eline geçirirse ne olur? Oğuz Oyan’a göre, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsızlığı açısından en önemli tehdit” işte budur. SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU AKP’den Önce, AKP’den Sonra Tarih öğretmeni, yazar Abdulkadir Paksoy, geçen günlerde yapılan “Emperyalizm Ulusal Eğitime Meydan Okuyor” konulu açık oturumda Lise 3. sınıf “Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” dersinde okutulan eski ve yeni kitapları karşılaştırdı: 2000 tarihli MEB Yayını ve Prof. Dr. Ahmet Mumcu ve Mükerrem K. Su’nun imzalarını taşıyan kitaptaki bölüm şöyleydi: “....(Tekke ve zaviyeler) dinsel sömürü merkezleri durumuna gelmişlerdi. (...) Avrupa’da ortaçağda papazlar da bu yolla halkı sömürmüşlerdi. Çağ değişmişti, ama Osmanlı Devleti’nde bu kuruluşlar hâlâ yaşıyordu. Şeyhler ve dervişler halk üzerinde etkili olduklarından zamanla devlet işlerine, siyasete de el atmışlardı. Çıkarlarının tehlikeye düştüğünü görünce de halkı ayaklandırmış, kargaşa çıkarmışlardı. Cumhuriyet döneminde bile buna cesaret edebilmişlerdir. Örneğin, Şeyh Sait de bir tarikat başıydı...” Paksoy, 2006 tarihli MEB Yayını ve İdris AkdinMuhittin ÇakmakMustafa Genç imzalı kitabı incelediğinde bambaşka bir yorumla karşılaşmış: “Kitaptan bu anlatım çıkarılmış, yerine, tarikatların egemen olduğu tekke ve zaviyelerin, bilime ve laik yaşama aykırı, çağdışı kurumlar ve birer sömürü merkezleri durumuna geldikleri vb. için değil, ‘İslam dini ile bağdaşmayan inançlar ve âdetler ortaya çıktığı’, yani İslami kurallardan saptıkları için bozuldukları ve bu nedenle de kapatıldıklarını vurgulayan bir yorum yeğlenmiştir. Şeyh Sait’in bir tarikat lideri olduğu, ayaklanmanın çıkmasında da din sömürüsünün önemli rol oynadığı, bilgileri çıkarılmıştır. Aynı biçimde, Menemen Olayı konusunda da eski kitapta Derviş Mehmet’in Nakşibendi tarikatına mensup olduğu belirtilirken, yeni ders kitabında bu bilgi de çıkarılmıştır.” Paksoy, görevini yapmıştı: “Elbette üyelerinin çoğunun tarikat mensubu olduğu gizlenmeyen bir iktidarın Milli Eğitim Bakanlığı’ndan bilimsel bir yaklaşım beklemiyorum. Bir tarih öğretmeni olarak, tarih ders kitaplarında saptayabildiğim bilim dışı yaklaşımları laikdemokratik eğitim savunucularına duyuruyor, yurttaşlık sorumluluğumu yerine getirmeye çalışıyorum.” ‘Yazıklar Olsun!’ Güldal Mumcu anlatmıştı: “Başbakan yardımcısı olduğunda Ecevit’i ziyarete gittim. Dedim ki: ‘Sayın Ecevit, kontrgerillayı Türk siyaset hayatında ilk telaffuz eden lider sizsiniz. Bizim size neyin ne olup olmadığını söylememiz gereksiz. Emir buyursanız da olay bir daha gözden geçirilse, bakılsa...’ Ecevit ne dese beğenirsiniz?: ‘Bana da suikast girişiminde bulunulmuştu. O suikast sorgulanırken ben de duvarlarla karşılaştım. Uğur Bey de arı kovanına çomak sokmuştu...’ Cevap bu... Buz kestim. Çünkü bu artık sözün bittiği yerdi...” “Uğur hayatta olsaydı ne tepki verirdi” diye sorduğumda: “ ‘Yazıklar olsun size!’ diye bir yazı yazardı” demişti Güldal Mumcu: “Öldürülen aydınlar için Ecevit’ten bu cevabı alsaydı, ‘Yazıklar olsun!’ diye yazardı...” (“Annem Batıya Gidin Dedi” s. 250) Güldal Mumcu ile bu röportajı sekiz yıl önce yapmıştım. Ecevit’in devlet katında o dönemde temsil ettiği zihniyetin bugün aynen devam ettiğini görüyorum. Uğur Mumcu’nun yapmış olduğu gibi, tıpkı Hrant Dink’in de “arı kovanına çomak soktuğu” düşünülüyor... Ve “kovana çomak sokanları bir bir avlayan” tüm diğer cinayetlerde olduğu gibi, karşımıza yeniden o bildik, tanıdık “duvarlar” çıkıyor. Replik aynı: Kurumlar yıpratılmasın! sal olarak indirimler yüksek görünmekle birlikte Türk Telekom’un gelirleri açısından bu oranlar düşük miktarlara denk gelmektedir. Türk Telekom, indirim yaptığı görüşmelerden elde ettiği gelirin yaklaşık iki katını, zam yaptığı şehiriçi görüşme ve sabit ücretler yoluyla sağlamaktadır.” Devlet telefonculuk yapmıyor artık. Bastırıyoruz paracıkları, kurtuluyoruz bürokrasiden! Verilen tepkiler de aynı... Bunu da konuşmuştuk Güldal Mumcu’yla. “Ne söylerseniz söyleyin, aynı repliklerle karşılaşıyorsunuz” demişti Güldal: “Müzik kutusu gibi. Açtınız mı beş şarkı var, beş tane çalıyor... Hemen ‘Devletin kurumları yıpratılmasın’ deniyor. Devletin kurumlarını sorgulamak onu yıpratmak değildir. Devleti, kurumları gerektiği gibi işletemeyenler yıpratır... Devleti zaafa uğratanlar asıl devleti koruma duygusuyla hareket edenler... Olayları açığa çıkarsalar, devlete güven artar. Basın ya da halk niye devletine güvensiz yaşamayı tercih etsin ki?” Bugün Ogün Samast’ı Atatürk’ün sözleri önünde kadrajlayan... Onunla kol kola, omuz omuza fotoğraf çektiren... Üstüne üstlük eline ayyıldızlı bayrağı tutuşturan polis ve jandarmanın “pozisyonu”(!) karşısında söylenenler de aynı değil mi: “Kurumları yıpratmayın!” Onları duyar gibiyiz. “Şu hizmetler özelleştirilse de kurtulsak şu bürokrasiden” ya da “Devlet telefonculuk mu yapar canım” diyenleri... İşte bugün yalnızca bizler değil, onlar da çeviriyorlar “118 Bilinmeyen Numaralar Servisi”ni ve dakikasına 55 Yeni Kuruş ödüyorlar. Bir dakikalık 118 görüşmesi, şehiriçi görüşmeden 7.5 kat daha pahalı. Ya şehiriçi görüşmeler ne durumda? Türk Telekom’un özelleştirilme Alo zam sinin ardından daha henüz 1 yıl geçti, ortalama şehiriçi görüşmeler yüzde 24 oranında zamlandı. Dahası da var. Dahasını, Elektrik Mühendisleri Odası uzmanlarından dinleyelim: “Türk Telekom’un henüz 2006 yılı gelirgiderleri açıklanmamıştır. Bu nedenle 2005 yılı baz alınarak yaptığımız hesaplamalara göre şehiriçi görüşmelere yapılan zamla Türk Telekom 1 yılda 682 milyon YTL fazla kazanç sağlama olanağı elde etmiştir. Sabit ücretler yoluyla da yine 1 yılda fazladan 166 milyon YTL kazanacaktır. Bu zamlar, şehirlerarası ve uluslararası görüşmelerin fiyatlarının indirildiği açıklamasıyla gizlenerek, kamuoyu aldatılmaktadır. Oran ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Savsaklanan zihniyet devrimi Mumcu’dan bu yana demek hiçbir şey değişmemiş. “Hukuk devleti” olma yolunda tek adım kat edilmemiş. Türkiye oysa bu dönem zarfında “Kopenhag Kriterleri”ni (güya) yerine getirdi, (güya) “AB adayı” oldu ve (güya) Brüksel’le “müzakereye” oturdu! Tüm bu sürecin “güya!” düzeyinde kalmasının anahtarı tam da işte bu; “Mumcu’dan Dink’e değişen hiçbir şeyin olmamasıdır...” Tüm bu aşamalarda AB yetkililerinin bize tekrar tekrar söylediği şey neydi? “Size bir zihniyet devrimi lazım! Kâğıt üzerinde uyum yasaları ve yasal değişikliklerle bu yolu yürüyemezsiniz. Hukukun üstünlüğünü hayata geçirmediğiniz sürece bu sınavı veremezsiniz!” Haksızlar mı? “Zihniyet devriminin” yolu, aynaya bakmaktan geçiyor. Cinayeti izleyen birkaç gün, ilk kez bunun yapılabileceğini düşünmüştüm. Hrant’ın arkasında bıraktığı “güvercin” yazısı, çünkü başka hiçbir nedenle olmasa dahi, bizi “ahlaken” ve “vicdanen” buna zorluyordu... Uğradığı düş kırıklıklarını ve haksızlıkları bilinçli ve sistematik bir kuşatmayla mahkum edildiği o çıldırtıcı “yalnızlaştırma süreci” ve de “güvercin tedirginliği”ni, nokta, virgül anlatmıştı çünkü verdiğimiz son kurban... Vicdanları yaralayan bu yazı, iki gün gündemde kalabildi ve başdöndürücü bir hızla arşive kaldırıldı. Kamuoyu bu arada çünkü “Hepimiz Ermeniyiz!” sloganının oltasına takılmıştı! Sorulması gereken en kilit soru, “Yüz bin kişiyi cenazede bir araya getiren ‘tutkal’ neydi?” sorusu, bu nedenle sorulamadı bir türlü... Derken.. bir kolunda polis, bir kolunda jandarma, elinde bayrak.. katilin o malum fotoğrafı yayımlandı. Bu kareden de bula bula “Hangi karakol” sorusu çıkarıldı... E pes! “Bilge ‘ay’ı göstermiş, ahmaklar parmağa bakmış!” diyen eski bir Çin atasözü vardır... “Zihniyet devriminden” kaçanlar, hepimizi ahmak yerine koyuyor. Şaha kalkan bir büyük dezenformasyon hamlesi ha bire bize “bilgeyi” değil, “parmağı” gösteriyor... Durum böyle olmasa bu kadar çok gazeteci aynı anda bu kadar baskı, bu kadar tehdit ve böyle bir gözdağı bombardımanıyla kuşatılır mı? SSK ve Üst Sınır Aylıkları 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasası, 1965 yılında yürürlüğe girmiş ve günümüze kadar en çok değişikliğe uğramış yasalardan biri konumuna gelmiştir. Yasanın “Yaşlılık Aylığından Yararlanma Şartları” başlıklı 60. maddesi ile “Yaşlılık Aylıklarının Hesaplanması” başlıklı 61. maddesi bu değişikliklerden en çok “pay alan” maddelerindendir. “Yaşlılık Aylıklarının Hesaplanması” koşullarını belirleyen 61. maddedeki, aylık bağlama oranları değişik dönemlerde değişik oranlarda hesaplanmıştır. 1. Dönem: 1965 ile 1969 yıllara arasındaki bu dönemde, yaşlılık aylıkları “primi ödenmiş son on takvim yılının prim hesabına esas tutulan kazanç tutarları toplamı en yüksek olan yedi takvim yılına göre bulunacak yıllık kazancının yüzde 50’si (elli) oranında yıllık yaşlılık geliri”ne göre bağlanmaktaydı. 2. Dönem: 1969 yılında (1 Mart 1969), 1186 sayılı yasa ile yeni koşullar getirilmiştir. Bu yasa ile sigortalılara “son 5 (beş) takvim yılının prim hesabına esas tutulan kazanç tutarları toplamı en yüksek olan 3 (üç) takvim yılına göre bulunacak ortalama yıllık kazancın yüzde 70’i (yetmiş) oranında yıllık yaşlılık geliri” bağlanmaya başlanmıştır. 3. Dönem: Yaşlılık aylığının hesaplanması ile ilgili 1965’te başlayan uygulama bu kez, 2422 sayılı yasa ile, 1 Ocak 1982’den geçerli olarak yeniden değiştirilmiştir. 2422 sayılı yasanın getirdiği uygulama ile, 5 bin prim günü karşılığı olarak belirlenen yüzde 70 (yetmiş) aylık bağlama oranı 10 puan düşürülerek yüzde 60’ a (altmış) indirilmiştir. Ayrıca, sigortalının “5000 (beş bin) günden fazla ödediği her 240 (iki yüz kırk) günlük malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi için yüzde 60 (altmış) oranı (1)’er artırılarak” hesaplanması kuralı getirilmiş ve “aylık bağlama oranı yüzde 85’i (seksen beş) geçemez” denilerek oran tavanı yüzde 85’te dondurulmuştur. 4. Dönem: Bu dönem kamuoyunun “Süper Emeklilik Yasası” adını verdiği 3395 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği, 7 Temmuz 1987 günü başlamış ve yerini 1 Ocak 2000’de, “Sosyal Güvenlik Reformu Yasası” adı verilen ve reformla ilgisi olmayan 4447 sayılı yasaya bırakmıştır. 3395 sayılı Yasa ile Sosyal Sigortalar Yasası’na, biri “Üst Gösterge Tablosu” diğeri ise emekli olanlara borçlanma olanağı tanıyan “Geçici Gösterge Tablosu” olarak iki gösterge tablosu daha eklenmiştir. Eklenen her iki tabloda da 5.000 (beş bin) prim günü karşılığı aylık bağlama oranı, yüzde 60’tan 10 puan aşağıya çekilmiş ve yüzde 50 (elli) oranına indirilmiştir. Bu nedenle, “Geçici Gösterge Tablosu” üzerinden borçlananların aylık oranları yüzde 10 (on) azaltılmıştır. Böylece, 11 bin gün ( 30 yıl 6 ay 20 gün) prim ödeyenlere bağlanan yüzde 85 oranındaki üst sınır aylığını almaya, bu kez 13 bun 400 gün ( 37 yıl 2 ay 10 gün) prim ödeme gün sayısını dolduranlar hak kazanmıştır. Gösterge ve katsayı sisteminin uygulaması, Aralık 1999’da son bulmuş ve SSK, “aylık ve gelirlerine” Ocak 2000’den sonra TÜFE uygulamasına geçilmiştir. Aralık 1999 ile Ocak 2007 dönemindeki, 2000 yılından önce emekli olan SSK sigortalılarının “Üst Sınır Aylıkları” (*) OCAK 2007 SSK ÜST SINIR AYLIĞI Yaşlılık S. Y.. Ek Aylığı Zammı Ödeme 154,79 4,69 0,00 163,92 4,69 0,00 227,97 4,69 0,00 384,03 4,69 0,00 498,64 4,69 0,00 648,67 4,69 0,00 756,60 4,69 0,00 834,18 4,69 32,88 929,23 4,69 37,17 (*) 2000 yılından önce emekli olanlar içindir. HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com Aylar ve Yıllar Aralık 1999 Ocak 2000 Ocak 2001 Ocak 2002 Ocak 2003 Ocak 2004 Ocak 2005 Ocak 2006 Ocak 2007 Toplam Aylık 159,48 168,61 232,66 388,72 503,33 653,36 761,29 838,87 971,09 TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 5 Şubat www.mumtazarikan.com Sosyal Sigortalar Yasası’ndaki yaşlılık aylığı üzerine yazılacak çok şey vardır. Dilimizin döndüğünce, elimizden geldiğince bu konunun üstüne gideceğiz. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Bir sanat yapıtının kopya 1 sı. 2/ Kars’ın 2 doğusundaki 3 ünlü eskiçağ kenti... Oto 4 5 mobillerin gerçek renkle 6 rini ortaya çı7 karmak ve parlatmak için 8 kullanılan özel 9 karışım. 3/ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Korsika Adası’na özgü kan davası. 4/ En 1 K U B A D A B A D L OC A der, seyrek... Türk 2 A L A N L A V müziğinde “usul” an 3 V A S A L İ B İ K R A lamında kullanılan 4 A L A V A R A sözcük... Bir nota. 5/ 5 S A R A Sıvı duruma getiril 6 A B R A K K A miş havadan elde edi 7 T U Z lerek ışık araçlarında 8 A J U R S E U L kullanılan element... 9 K A M A S U T R A Kaş ilçesinin karşısındaki Yunan adası. 6/ Sayıları göstermek için kullanılan işaretlerden her biri. 7/ Mersin’in bir ilçesi... Kuzu sesi. 8/ Eskiden kökboya bitkisinden, bugün ise bireşim yoluyla elde edilen kırmızı boyarmadde. 9/ Sulak yer... Kore Savaşı sırasında, VIII. ABD ordusunun yok olmaktan Türk birliğinin direnişi sayesinde kurtulduğu savaş. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kahramanmaraş yöresine özgü, tadı ekşimsi üzüm pekmezi. 2/ Cılız, zayıf... Cilve. 3/ Kümes... Tıp dilinde “ağızla ilgili” anlamında kullanılan terim. 4/ Canlı, etkin, hareketli. 5/ “Harami var diye korku verirler / Benim yüklü kervanım mı var” (Karacaoğlan)... Koyun yavrusu. 6/ Birbirine bağlanmış iki tekneden oluşan, yelkenli ya da motorlu deniz taşıtı. 7/ Birinin buyruğu altında olan görevli... İlaç... Eski dilde yüz, çehre. 8/ Ancak ikinci derecede bir önemi olan... Rey. 9/ Fas’ın plaka imi... Bedensel ya da ruhsal yorgunluk durumu. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear