24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 7 ARALIK 2007 CUMA 4 HABERLER AKP’li Avni Doğan, Türk kültürünü ‘Türkİslam kültürü’ olarak nitelendirdi TEKEL YOLSUZLUĞU SAVI DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN ‘Gül’ün Pakistan’daki Demokrasi Dersi!’ Semih İdiz bana göre genç kuşağın yetkin, iyi yetişmiş gazetecilerinden biri; Milliyet’teki köşesini, her zaman düşüncelerine katılmasam da ilgiyle, zaman zaman yararlanarak okuyorum. Ne yazık ki, bu yetkin ve deneyimli arkadaşımız, manşetlere, uzmanı olduğu konulardaki yazılarıyla değil, Abdullah Gül’ün uçağında kendisinin de aracısı olma durumuna düştüğü yanıltıcı bir haber ile geçti. Buradaki ifade kusurunun, meslektaşımdan çok, Cumhurbaşkanı Gül’den kaynaklandığı ortada olduğundan konunun fazla üzerinde durmak gereksiz. Ama Semih İdiz’in, Gül’ün Pakistan gezisi ile ilgili olarak dünkü Milliyet’te yayımlanan “Başka bir cumhurbaşkanı bunu yapamazdı” başlıklı yazısını, bir mizah başyapıtı olarak, gülerek okudum. Kısa alıntılarla yazıyı özetleyelim: “...Pakistan bugün dünyayı yakından ilgilendiren bir krizden geçiyor. ‘Darbeci’ devlet başkanı Pervez Müşerref’in ‘demokratikleşme’ çabaları sürerken, muhalefet ayağa kalkmış bulunuyor... Gül de, Cumhurbaşkanı Müşerref ve muhalefet liderleriyle yaptığı görüşmelerde önemli demokrasi dersleri verdi. Normal şartlarda ‘içişlerine karışma’ olarak algılanacak bu öğütler de Pakistan’da memnuniyetle karşılandı... ‘Gül’ün Pakistan’da yaptığını başka bir devlet adamı yapabilir miydi?’ derken işte bunu kastediyoruz. Zira Pakistanlılar da, dış müdahale konusunda en az Türkler kadar hassas...” ??? Neresinden başlayayım bilmiyorum ki?... Sayın Abdullah Gül, milli eğitimi, laiklik ilkesinden uzaklaştıran bir iktidarın sacayağının biri ve bakanı değil miydi? Sayın Gül, dini siyasetin ortasına oturtan, Cumhurbaşkanlığı kampanyasını, “Bu kez dindar bir cumhurbaşkanımız olsun” propagandasıyla sürdüren, hiç değilse buna ses çıkarmayıp içine sindiren bir politikacı değil miydi? Sayın Gül, anayasal yargının parlamento kararları üzerindeki denetimini, yani çağdaş demokrasiyi içine sindiremeyen bir politikacı olmadı mı? Sayın Gül’ün demokrasi ve laiklik hakkındaki yerli ve yabancı gazetecilere verdiği demeçler ak kâğıt üzerinde kara mürekkeple kayıtlı değil mi? Nihayet Sayın Gül, sözü edilen Pakistan gezisi sonrasında, sabahın saat üçünde, 2802 sayılı yasanın üç maddesini değiştiren bir de madde ekleyen yasayı, ayağının tozuyla, kimseye incelettirmeden onaylayan Cumhurbaşkanı değil mi? O değişiklik ki, hem İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne, hem İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne, hem BM Genel Kurulu’nun 15.12.1985 tarihli ve 46/146 sayılı Yargı Bağımsızlığı Temel Şartı’na hem de anayasanın 159. maddesine aykırıdır. Bu durumda, Sayın Gül’ün demokrasi dersi vermesi karşısında, “kendi muhtacı himmet bir dede, nasıl gayrıya himmet ede” demekten başka elden ne gelir ki? ??? Ya şu saptamaya ne demeli: “Zira dış müdahale konusunda Pakistanlılar da en az Türkler kadar hassas.” Türkiye’nin özellikle bu iktidar döneminde “dış müdahale konusunda ne kadar hassas!” olduğunu ABD Büyükelçisi’nin temaslarıyla da açık biçimde gördük. Şimdi ya bu tümcenin anlamı yok ya da meslektaşım, diplomatik dilin ince ironisiyle, “Zaten Pakistanlıların dış müdahale konusundaki hassasiyetleri de Türkler kadar” diyerek, durumu kibarca ifade ediyor. Bütün bunları aklımdan geçirirken, düşündüm ve tereddüde düşüp, Belki de ben yanılıyorum, dedim. Öyle ya, belki de Sayın Gül, Sayın Müşrerref’e daha gerçeğe uyan öğütler vermiş, belki de şunları söylemiştir: “Kardeşim Müşerref, öyle paldır küldür darbe dönemleri geride kaldı. Artık kaba kuvvet, cebir, şiddet kullanarak darbe yapılmıyor, önce cebren (ama manevi cebir) ve hile (hilei şeriye) ile memleketin bütün kalelerine giriliyor, bütün tersaneleri zaptediliyor, sonra da devletin erki kullanılarak, rejimin niteliği değiştiriliyor. Bu ‘sivil darbe’ye de ‘demokratikleşme’ deniyor. Bak kardeşim Müşerref, biz bunu gerçekleştirdik, sen de bizden biraz ders al.” Eğer Sayın Gül, Sayın Müşerref’e bunları söylemiş ise, gerçekten çok önemli öğütlerde bulunmuş demektir ve Semih İdiz de haklıdır. Gerçekten “başka bir cumhurbaşkanı bunu yapamazdı.” ‘Tek kültür İslamdır’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) TBMM Genel Kurulu’nda Kültür ve Turizm Bakanlığı, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, Gümrük Müsteşarlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü’nün 2008 yılı bütçeleri görüşülerek kabul edildi. Bütçe üzerinde söz alan DTP’li Sebahat Tuncel, Türkiye’de başta “Kürt kültürü” olmak üzere birçok farklı kültür bulunduğunu, Kültür Bakanlığı’nın da bunlarla ilgili araştırmalar yaparak bir kültür politikası oluşturma yükümlülüğü bulunduğunu savunarak “Kürt kültürünün geliştirilmesi toplumsal barış açısından da önemlidir. Kürt kültürüne yönelik yayınevi, müzik yapım firmaları, ‘Oğul Unakıtan’ için suç duyurusu ? CHP’li Kart, Abdullah Unakıtan’ın ortağı olduğu firmanın da adının karıştığı TEKEL yolsuzluğuyla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Konya Milletvekili Atilla Kart, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın oğlu Abdullah Unakıtan’ın ortağı olduğu firmanın da adının karıştığı TEKEL yolsuzluğuyla ilgili olarak İstanbul Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu ile Konya Milletvekili Atilla Kart, dün parlamentoda düzenledikleri basın toplantısında, bütçe görüşmeleri sırasında da gündeme gelen TEKEL yolsuzluğuyla ilgili açıklamalar yaptı. Kılıçdaroğlu, “Artık yolsuzluklar Başbakan’ın koruması altında” derken, Kart da TEKEL ’in İspanya’dan ithal ettiği makinelerle ilgili olarak Hazine Başkontrolörlüğü tarafından hazırlanan 187 sayfalık raporun aradan geçen 7 aya karşın neden sumenaltı edildiğini sorduklarını anımsattı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “olayı geçiştirmeye, sumen altı ve himaye etmeye çalıştığını, nüfuz suiistimali yoluyla yargısal gelişmelerin önünü kesmeye çalıştığını” kaydeden Kart, “İşin içinde Maliye Bakanı’nın oğlu dışında Family Finans grubu ve Ülker grubu yetkilisinin de olduğunu görüyoruz. Family Finans grubunun maalesef bu tür bazı olaylarda merkezi bir rol üstlendiğini biliyoruz. Ülker grubunun hükümet ile ve Sayın Başbakan ile olan özel yakınlığı da kamuoyunun bilgisi dahilinde” dedi. Kart, “raporda adları geçen Şenol Çelik, Bessan Yıldırım, Barış Zafer Önen ile Family Finans Kurumu AŞ Genel Müdürü ve Kredi Komitesi Başkanı Mehmet Atila Kurama, Family Finans Kurumu AŞ’nin yüzde 37 hâkim ortağı Murat Ülker, Maliye Bakanı’nın oğlu Abdullah Unakıtan ile olayda bağlantıları olduğuna dair bulgular bulunan İspanyol ve Dubai firmasının 3 yetkilisi hakkında 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu’na, ihaleye fesat karıştırmak suretiyle TCK’nin 235. maddesine, kaçak işçi çalıştırmak suretiyle SSK mevzuatının ilgili hükümlerine, 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun’a muhalefet edil ? Kürt kültürünün araştırılmasını isteyen DTP’li Tuncel’e yanıt veren AKP’li Doğan, ‘Bizim kültürümüz tektir. Bu kültürün adı, Türkİslam kültürüdür’ dedi. STÖ’ler teşvik edilmeli” dedi. Tuncel, Kürtçe şarkı, türkü, şiir, masal ve manilerin de derlenerek saklanmasını istedi. AKP Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan, Türk kültürünü “Türkİslam Kültürü” olarak nitelendirdi. Türkiye’de son günlerde “kültürel haritalar oluşturma” modası olduğunu savunan Doğan, “Türkiye’nin kültürel rengi tektir. İngilizler, İngilizce konuşur. Fransızlar, Fransızca konuşur. Almanlar, Almanca konuşur ama kültürlerden bahsederken, ‘Batı Avrupa kültürü’ derler. Bizim kültürümüz tektir. Bu kültürün adı, Türkİslam kültürüdür’’ dedi. CHP grubu adına söz alan Sinop milletvekili Engin Altay ise AKP hükümeti döneminde 300 kütüphanenin belediyelere devredildiğini anımsattı. Bu belediyelerden birinin kütüphanelerdeki kitapları Kuran kursu deposuna kaldırıp binayı başka amaçla kullandığını anımsan Altay, kütüphanelerin yok edildiğine işaret etti. Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasını, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “sırtından atacağı’’ yönünde duyumlar aldıklarını be lirten Altay, bu kurumların, bir KİT gibi değerlendirilemeyeceğini belirterek “Bunları da özelleştirirseniz, size de ihtiyaç kalmaz” dedi. Görüşmelerde eleştiri ve soruları yanıtlayan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, CHP Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Sıvas’ta 2 Temmuz 1993 tarihinde 37 kişinin öldüğü Madımak Oteli’nin müze yapılması konusunda bir çalışma olup olmadığına ilişkin sorusu üzerine, “Orada, aynı yerde bir lokanta yapılmış olması beni iğrendiriyor. Bu, mutlaka bir biçimde hafızalarımıza kazınması gereken, o dönemde devleti yöneten sorumlularıyla birlikte hafızamıza nakşedilmesi gereken bir olaydır. Onunla ilgili gereken dikkati göstereceğim” dedi. CHP VE DSP’DEN GİRİŞİM İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN Nükleer yasası yargıya taşındı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP ve DSP, Nükleer Güç Santrallarının Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Yasa’nın, santral kuracak şirketin belirlenmesi ve santralların işlemden çıkarılma maliyetlerinin belirlenmesine ilişkin maddelerinin bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. CHP Adana Milletvekili Tacidar Seyhan, nükleer santralların kurulması ve işletilmesine ilişkin 5710 Sayılı Yasa’nın iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle CHP ve DSP milletvekilleri tarafından hazırlanan dilekçeyi, dün Anayasa Mahkemesi’ne sundu. Başvurunun ardından açıklama yapan Seyhan, hükümetin daha önceki yasalarda olduğu gibi bu yasada da kamu yararını gözetmediğini vurguladı. Yasada, nükleer santralların söküm maliyetinin yurttaşa yansıtıldığını ve bu maliyetlerle birlikte kamu yararının yok edildiğini vurgulayan Seyhan, santralların yerinin belirlenmesi, firmanın seçimi, kapasite saptanması, çalışacak personelin nitelikleri gibi konularda yasama yetkisinin yürütmeye devredildiğini söyledi. Seyhan, yasa ile yürütmeye verilen asli düzenleme yapma yetkisinin, “vurdumduymazlık” göstergesi olduğunu ve bunun, konunun siyasallaşmasına zemin hazırlayacağını kaydetti. Abdullah Unakıtan diği gerekçesiyle” Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunduklarını açıkladı. Kart, “İnanıyoruz ki yargı, yapılması muhtemel ve kaçınılmaz olan baskı ve müdahalere rağmen üstüne düşen görevi yapacaktır” dedi. CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, “Başbakan, ‘Neden suç duyurusunda bulunmuyorsunuz’, dedi. Bu ülkede basın savcıları var, neden çıkan haberleri ihbar kabul etmiyorlar, neden görmezlikten geliyorlar? Bir santral memuruna 30 bin dolar geliyorsa MASAK neden görevini yapmıyor” diye sordu. namikzafer@yahoo.com asirmen?cumhuriyet.com.tr Gazeteci meslektaşımız Rumca yayın yapan OHİ gazetesinin Genel Yayın Müdürü Andreas Rambopulos, önceki gece gazete binasının yanında arabasını park ederken “kimliği belirsiz” kişiler tarafından sopalarla öldüresiye dövülmüş. Andreas’ın kendi ifadesine göre, saldırganlar kafasında kalın sopalar kırmışlar. Saldırganlar onu öldürmek mi istemişlerdi? Bunu kesin olarak bilemeyiz. Andreas tanıdığım bir gazeteci. Türkiye’de son kalan birkaç yüz Rum’un basındaki temsilcilerinden. Israrla İstanbul’un Rum kültürünü yaşatmaya ve ayakta tutmaya çalışanlardan. Önce sevgili meslektaşımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Daha sonra da ona saldıranların ne yapmak istediklerini anlamaya çalışıyorum. Andreas’a neden saldırdılar? Rum olduğu için mi? Mümkündür. Olabilir. Çünkü buna benzer olayları çokça yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz. ??? Malatya’da boğazları kesilerek öldürülenler kimdi? Hıristiyanlardı. Hani Tür ‘Öteki’ne Düşmanlık, Farklı Olana Düşmanlık… kiye’de sayıları artık binlerle ifade edilen bir dinin mensuplarıydılar. İkisi Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı, birisi Almanya yurttaşı olan 3 insan neden öldürülmüşlerdi? Kendi inançları doğrultusunda bir şeyler yapmak istedikleri için. Hrant Dink neden öldürülmüştü? Tabii ki, itiraz eden, ülkemizdeki eşitsizliklere karşı duran bir devrimci olduğu için ona kızmışlardı. O Ermeni sorununun dostluk ve diyalog içinde çözüleceğine inandığı için hedef haline gelmişti. Ermeni sorunu konusundaki ön yargılara karşı çıktığı için tehdit edilmişti. Onu hedef gösterenler ve öldürülmesine karar verenler “Ermeniye bak” diyorlar, onun etnik kimliğini bir düşmanlık vesilesi olarak görüyor ve gösteriyorlardı. ??? Türkiye’de son yıllarda “farklı” olana karşı belli çevrelerden üretilen bir düşmanlık geliştiriliyor. Dini farklılık, mezhep farklılığı, etnik köken farklılığı, cinsel tercih farklılığı, hatta çoğunluktan farklı siyasi tercihlerde bulunmak bile düşman görülmeye başlandı. Hıristiyanlık, Yahudilik gibi ülkemiz yurttaşlarının bir kesiminin inançları doğrultusunda etkinlik yapmaları onların hedef gösterilmesine neden oldu. ??? Bütün bunların toplumun bir kesimi içinde gelişmesinin temel nedenlerinden birisi ne yazık ki, ülkemize egemen olan kesimlerin bu konudaki tercihleriyle de yakından ilgilidir. Türkiye’ye egemen olan bazı çevreler, “misyonerlik” kavramını düşmanlık için yeterli bir neden sayıyorlar. Bu ülkede yüzde 98’in Müslüman olduğu söyleniyor. Müslümanlığın sabahtan akşama kadar TV’lerde, gazetelerde, okullarda, camilerde propagandası yapılmıyor mu? Yapılıyor. Müslümanlar bunu kendilerinde bir hak olarak görüyorlar. Bu ülkenin yurttaşı olan Hıristiyanın, Yahudinin böyle bir hakkı yok mudur? Onlar da kendi inançları doğrultusunda propaganda yapıp, etkinlikte bulunamazlar mı? ??? İşte sorun burada başlıyor. Bazı iddianamelere, bazı mahkeme kararlarına bakarsanız, Müslümanlık dışındaki inanç topluluklarının kendi inançları doğrultusunda çalışmaları suç gibi görülüyor. Gayrimüslim yurttaşlarımızı “yabancı” sayan mahkeme kararları, bakanlık yönergelerine rastlıyoruz. Andreas Rambopulos’a kimin saldırdığını bilmiyoruz. Ancak bundan önceki deneylerimizden biliyoruz ki, onun farklı kimliği, “öteki” olması saldırılara hedef olması için başlı başına bir nedendir? ??? Türkiye’nin artık bu konularda bir çizgi değişikliği içine girmesi gerekiyor. Bu konuda ilk adımları da devlet kurumlarının atması şart. Başta Başbakanlık olmak üzere hükümet, yargı organları, medya “öteki”ne yönelik saldırganlığa karşı ciddi bir karşı duruş göstermelidir. Malatya’daki cinayetlerin devletle bağlantılı karanlık labirentlerinde dolaşırken aynı gerçeği görüyoruz: Devletin içindeki bazı kesimler hâlâ “ırkçı” bir ideolojinin pençesi altındalar ve “öteki”ni yok etmeyi bir eylem biçimi olarak sürdürmeye devam ediyorlar. Sorun, propagandaların etkisi altındaki yurttaşlar olsa kolay çözülür. Sorun devletin derinliklerinde… Bu derinliğin yarattığı şiddet kültüründe… ??? Hükümetiyle, yargısıyla, güvenlik güçleriyle toplu bir değişime gerek duyuluyor. Andreas Rambopulos’un uğradığı saldırı sıradan bir saldırı olabilir mi? Bunun üzerine gitmek görevi de başta İçişleri Bakanlığı olmak üzere, bütün sorumlu yöneticilerindir. “O bir Hıristiyan, ne olmuş yani” demeyecek bir demokratik bilinç gerekiyor. Bekliyoruz… CUMHURİYET 04 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear