28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
26 KASIM 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr IMF, OECD ile DPT’ye göre Türkiye’yi 23.1 milyar dolarla Hindistan, 21.9 milyar dolarla Romanya izliyor 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Cari açıkta tek rakibimiz ABD ? Türkiye, IMF ve çeşitli uluslararası kuruluşların “Ekonominin Aşil Topuğu” olarak adlandırdığı cari işlemler açığında gelişmekte olan ülkeler içinde, 2007 gerçekleşme tahminine göre 36.4 milyar dolarla birinci konumda. ANKARA (ANKA) Cari işlemler açığında tüm ülkeler içinde ABD, gelişmekte olan ülkeler kategorisinde ise Türkiye’nin birinci sırada geldiği belirlendi. Bu grupta Türkiye’yi 23.1 milyar dolarla Hindistan ve 21.9 milyar dolarla Romanya izliyor. Bitmeyen Çile: Üniversite Bu ülkenin bir türlü sonu gelemeyen sorunlarından biri üniversitelerin yönetimidir. Sayıları arttırılıyor, yavaş da olsa nitelikleri değişiyor; yine de üniversiteler sorun olmaktan bir türlü çıkamıyor. Çünkü, yönetimlerine sürekli olarak siyaset karışıyor. Böyle olunca da hem üniversitelere yazık oluyor; hem de topluma! ??? Türkiye üniversiteleri 12 Eylül karanlığının bir sonucu olan yaralarını bir türlü saramıyor. Yaklaşık on beş yıldır üniversitelerde rektör adaylarını belirlemek için bir seçim süreci yaşanıyor. Belirlenen “altı” aday, önce YÖK tarafından, aldıkları oy sayısına bakılmaksızın ve adaylarla ayrıca “görüşme yapılarak” ve sıkı durun, sayıları altıdan üçe indirilerek, sıralanıyor. Yapılan liste cumhurbaşkanına sunuluyor. Cumhurbaşkanı da YÖK’ün sıralamasına uymaksızın, üç kişiden birini rektör olarak atıyor. Ya da listeyi YÖK’e gönderiyor ve süreci yeniden başlatıyor. Sonuçta, birçok örneğinde yaşandığı gibi, üniversite öğretim üyelerinin çok azının oyunu alan bir kişi de rektör atanabiliyor. Öğretim üyelerinin çoğunluğunun oyları hiçe sayılabiliyor. Rektör seçimi adı altında, tam bir demokrasi sahteciliği sahneye konuluyor. Böyle bir ortamda aşağıdaki gazete ilanı ve benzeri çığlıklar yükseliyor: “Kamuoyuna Duyuru Bugüne kadar akademik özgeçmiş ve bilimselliğe özen göstermiş olan üniversitemizde, son rektör adayı belirleme seçimi süreci ve sonrasında yaşanan usül hatalarını, antidemokratik yaklaşımlar ve yanlı tutumu etikdışı buluyoruz. Bu yanlı tutumun Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından düzeltileceği inancımızı kamuoyuna saygıyla duyururuz. Bilimsel Özgeçmişe Halen Önem Veren Bir Grup Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi” (Radikal, 23 Kasım). İlan bir gün önce bir tümce fazlasıyla yayımlanmıştı; ertesi gün, bir özürle düzeltildi. Düzeltilmesi ve yazım yanlışları bir yana, ilanda yer alan saptama, ülkemizin tüm üniversitelerinde yaşanan bir ağır yarayı yansıtıyor; yıllardır yaşanan bir büyük bunalımın “bilimsel” kanıtı oluyor; bir isyanı dile getiriyor. Ancak, sıra çözüm önermeye gelince, ilan tüm ağırlığını yitiriyor. Çünkü, ilan veren bilim insanları yalnızca kendi üniversitelerinin güncel bir sorununa ve de çok yüzeysel bir çözüm arıyor. Rektör olarak, “A değil de B atansın” demeye getiriyor; ilkesel, kalıcı ve bilimsel bir çözüm üretmiyor. ??? Doğrudur; öğretim üyeleri örgütleri yeterince güçlü değildir. Her üniversitenin öğretim üyeleri yerel kalıyor; kendi sorunlarıyla boğuşmaktan kurtulamıyor. Oysa soruna ülke düzeyinde ve evrensel değer ve ilkeleri ölçü alarak çözüm aramak kesin bir zorunluluktur. Üniversite, bilim özgürlüğüyle ya da akademik özgürlükle var olur. Bilim insanları, Dünya Üniversiteler Birliği’nin Eylül 1988’de onayladığı Lima Bildirgesi’nde belirtildiği gibi, “Devletten ya da herhangi bir başka kaynaktan gelebilecek müdahale veya baskı endişesini taşımadan... bilgiyi araştırma, inceleme, tartışma, belgeleme, üretme, yaratma, öğretme, anlatma veya yazma yoluyla edinmelerinde ve iletmelerinde özgür” olmalıdır. Bilimsel özgürlüğün önkoşulu da özerkliktir. Bildirge’ye göre, özerklik, ilgili akademik çevrenin tüm üyelerinin aktif katılımını içeren demokratik bir özyönetimle gerçekleşir; tüm yönetim organları özgürce seçilir. Özerklik, eğitim, araştırma, dışa yönelik çalışmalar, kaynakların kullanımı ile ilgili... politikaları da içerir. “Devletler, yükseköğretim kurumlarının özerkliğine müdahale etmemekle ve toplumdaki diğer güçlerin müdahalelerini de önlemekle yükümlüdür.” Önümüzdeki günlerde üniversite konusu sürekli gündemde olacaktır. YÖK başkanı değişecektir. Üniversitelerin yönetim yapısını da içerecek olan yeni bir anayasa yapılmaktadır. Hükümet, üniversitelerin yönetimi konusunda, ABD’de uygulanan mütevelli heyeti sistemini benimseyeceğini açıklamış bulunuyor. Üniversitelere düşen, kendi deneyim ve birikimlerinden yararlanarak ve evrensel ilke ve değerleri esas alarak, üniversiteyi, sorun olmaktan çıkarmak, topluma öncülük eden, sorunlara çözüm bulan kurum durumuna getirmek olmalıdır. İ S TA N B U L İ T H A L AT TA D A İ H R A C AT TA D A L İ D E R ANKARA (AA) Türkiye’de bu yıl eylül sonu itibarıyla 44 bin 38 ihracatçı firma, 53 bin 293 ithalatçı firma bulunuyor. Firmaların ortalama ihracatı 1 milyon 730.3 bin dolar olurken, ortalama ithalatları ise 2 milyon 279.9 bin dolar. Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın ocakeylül verilerine göre İstanbul, Türkiye ihracatının yüzde 56.1’ini, ithalatının da yüzde 58.2’sini gerçekleştiriyor. Türkiye’nin 6 ili de 1 milyon doların altında ihracat yapıyor. IMF ve OECD ile DPT verilerine göre Türkiye, 2006’da 32 milyar 866 milyon dolarlık cari açık tutarında da, bu açığın yüzde 8.2 düzeyinde gerçekleşen milli gelire oranında da belli başlı ekonomiler içinde 6’ncı sırada yer aldı. 2008 programında Türkiye’nin bu yılın tümünde 36.4 milyar olacağı tahmin edilen cari işlemler açığı, 2008’de ise 39.2 milyar dolar düzeyinde öngörüldü. Ülkeler içinde en yüksek cari açık veren ise ABD. Uluslararası kuruluşların tahminlerine göre ABD’nin geçen yıl 811.5 milyar dolar olan cari işlemler açığının bu yıl da 784.3 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmesi bekleniyor. ABD için 2008’de ise 788.3 milyar dolarlık bir cari açık tahmini yapılıyor. Ancak ABD’nin rekor dü zeydeki açığının milli gelire oranı Türkiye’dekinin oldukça altında kalıyor. 2007’nin tümünde beklenen cari açık tutarında ABD’yi 138.9 milyar dolarla İspanya, 96.7 milyar dolarla İngiltere, 50.8 milyar dolarla Avustralya, 48 milyar dolarla İtalya, 39.4 milyar dolarla Fransa izliyor. Türkiye 36.4 milyar dolarla 7’nci sırada yer alırken, Yunanistan 34.7 milyar, Hindistan 23.1 milyar, Romanya 21.9 milyar dolarla en çok cari açık veren ilk on ülke içinde yer alıyor. Cari işlemler fazlasında ise Çin’in 2006’da 249.9 milyar dolarla ele geçirdiği birinciliğini bu yıl da 379.2 milyar dolarla koruyacağı bekleniyor. TIME 2007 2728 KASIM’DA Almanya’dan Kore’ye Maraş dondurması götüren Mado deneyimlerini paylaşacak Geleceğin teknolojisi eğlencede NECDET ÇALIŞKAN Dondurma okullu oluyor ? Dondurma yapımının okulda öğretilmesi için kolları sıvayan Mado, Türk kahvesinin tanıtımı için İtalyan Filicori ile ortak oldu. ŞEHRİBAN KIRAÇ İletişim teknolojilerindeki hızlı gelişmeyle birlikte dünyada artık iş ve gündelik yaşamını sanal âlemden takip eden bir kuşak da doğdu. Telekom, internet, medya ve eğlence (TIME) kuşağı adı verilen bu yeni nesille birlikte mobil teknolojilerin yaşamın her alanına girmesiyle eğlence de artık içinde müzik, film, oyun, bahis, spor gibi unsurları barındıran trilyon dolarlık dev bir endüstri haline geldi. PricewaterhouseCoopers’in araştırmasına göre dünyada medya ve eğlence pazarı yılda 6.4 oranında büyüyor. Bu alanın 2011’de 2 trilyon dolarlık bir pazar haline gelmesi bekleniyor. Türkiye’de ise sektör her yıl ortalama yüzde 22 büyüyor. Türkiye’deki büyüklüğü şu anda 3.6 milyar dolara ulaşan eğlence ve medya sektörünün 2011’de 6.4 milyar dolara ulaşacağı tahmin ediliyor. TIME pazarında Türkiye’nin henüz çok küçük bir paya sahip olduğuna dikkat çeken İnterpromedya Genel Müdürü Güldane Taşdemir, “Türkiye, pazarın daha çok tüketim alanında büyümesine katkıda bulunuyor. Özellikle yazılım ve hizmet alanlarında üretim yaparak büyüyebilir. Ancak bunun için sermaye yapısı güçlü şirketler oluşturmalı” dedi. Taşdemir, bu yıl dördüncüsünü düzenleyecekleri TIME 2007’de eğlence endüstrisinin masaya yatırılacağını belirtti. TIME 2007, 2728 Kasım’da Ceylan InterContinental’de gerçekleşecek. Kahramanmaraş’ta 150 yıl önce temelleri atılan ve şu anda Almanya’dan Kore’ye kadar pek çok insanın damak tadına hitap eden Mado, dondurmalarının geleneğinin sürdürülmesi için meslek okulu açılması için kolları sıvadı. Yaşar Pastanesi, Yaşar Dondurma ve Gıda Maddeleri AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Sait Kanbur, dondurmanın belli bir standarda oturması için babadan dededen aldığı deneyimleri öğrencilere aktarmayı amaçladığını belirterek Kahramanmaraş’ta açılacak okul için il milli eğitim müdürüyle görüştüğünü açıkladı. Kanbur, dondurma yapımına geleneksel yöntemle başladıklarını, şimdi ise o geleneksel yöntemi teknolojiye uyarladıklarını belirtti. Kanbur, endüstriyel dondurmaya geçiş yapmadıklarının altını çizerek gele nekselin teknolojiyle uygunluğunu sağlayarak bugünkü Mado’ların ortaya çıktığını söyledi. Kanbur, bugün Türkiye çapında şube sayısının 200’ü geçtiğini belirterek ilk yurtdışı şubesinin Cidde’de açıldığını, sonrasında ise Kore, Singapur, Japonya, Dubai ve Kıbrıs’ta geliştiğini ifade etti. Kanbur, Mado’nun şu an 17 ülkede şubesi bulunduğunu ve Amerika’ya girmeyi hedeflediklerini söyledi. Kanbur, Kahramanmaraş’ta dondurmada kullandıkları keçi sütü için 5 milyon dolarlık keçi üretim çiftliği kurduklarını bildirdi. Rusya’da da dondurma ile ilgili yatırım düşündüklerini söyleyen Kanbur, yatırım için ortaklık görüşmelerinin devam ettiğini ifade etti. Dondurmanın hem yurtiçine hem yurtdışına şoklanarak gönderildiğini kaydeden Kanbur toplam 2 bin kişiyi istihdam ettiklerini dile getirdi. Sıra Türk kahvesinin tanıtımında ehmet Kanbur, dondurmadan kafelere bunları sokalım istedik” M sonra şimdi de Türk kahvesinin dedi. doğru bir yerde sergilenmesi ve dün Kanbur, kahve dışında yine dondurma ya markası haline gelmesi için çalıştığını, bunun için İtalyan kahve markası Filicori Zecchini ile yarı yarıya ortaklık anlaşması yaptıklarını açıkladı. 2008’de 810 kafe açmayı hedeflediklerini kaydeden Kanbur, “Biz Mado isek dondurmanın, tatlının, her şeyin en iyisini, en gurmesini veriyorsak ve iddiamız buysa, kahve deyince de bu işin en profesyonel olanıyla en iyisiyle anlaşalım ve Mado üzerine MarPop adıyla farklı bir konseptte kafeler açmaya hazırlandıklarını ifade ederek bu konseptin Türkiye’de bir ilk olacağını söyledi. MarPop’un kişiye özel dondurma sunacağını ifade eden Kanbur, “Elimizde sade, çikolatalı, fıstıklı ve bir de meyveli olmak üzere 4 çeşit dondurmamız var, bu 4 çeşit dondurmayla kişiye özel taze dondurma hazırlanacak” diye konuştu. yakupkepenek06@hotmail.com DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA “Dünya ekonomisi, 1930’lardaki gibi, uluslararası ekonomik, siyasi dengeleri değiştirecek bir krize mi girdi?” Eylülden bu yana bu soruya cevap arıyoruz. Gün geçtikçe, bizi “evet” demeye zorlayan nedenler artıyor. Son yıllarda, ekonomik sarsıntılar en fazla birkaç hafta sürüyordu. Bu kez ağustos ayında ABD ev piyasalarında başlayan kriz, giderek mali sektörlere sıçradı; derinleşerek dünya ekonomisinde yayılarak devam ediyor. Bu sırada ABD’nin uluslararası konumunu sarsacak gelişmelerin de giderek hızlandığı görülüyor. Dünya ekonomisi büyük değişimlerin eşiğinde Hızla küresel bir kredi (borç) krizine dönüşen süreç içinde büyük bir “temizliğin” yaşanması kaçınılmaz. Goldman Sachs, bu temizlik sonucu, küresel kredi hacminde yaşanacak daralmanın 2 trilyon dolara ulaşmasını bekliyor. Küresel türev ve kredi piyasalarının hacminin 380400 trilyon dolar olduğunu, kimin ne kadar zarar ettiğinin henüz tam olarak bilinmediğini göz önüne alırsak, Sachs’ın bu öngörüsünün bile aşılacağını varsayabiliriz. Bu çapta bir daralmanın bankaları vurmaması, küresel mali sistemin çöküş olasılıklarını gündeme getirmemesi, küresel bir resesyona, hatta depresyona yol açmadan aşılması neredeyse olanaksız. Kriz, daha şimdiden, dünya mali sistemini çok önemli bir kararın eşiğine getirdi: Dolar, daha ne kadar uluslararası rezerv para olarak kalacak? Dolar, 2001 yılından bu yana “döviz sepeti” karşısında yaklaşık yüzde 26, Avro karşısında da yüzde 40 değer kaybetti. Dünyanın önde gelen merkez bankaları (döviz rezervleri toplam 5.6 trilyon dolara ulaştı. Bunun yüzde 75’i Asya ülkelerinde, yüzde 25’i de Çin’in elinde) bir taraftan dolardan uzaklaşarak Avro’ya ve yerel paralara yönelmeye, diğer taraftan da doların gerilemesini, bir çöküşü önleyecek biçimde yönetmeye çalışıyorlar. Varil fiyatı 100 dolara dayanan petrolün hâlâ dolar cinsinden işlem görmesi de (doları ayakta tutan en önemli dayanaklardan biri) sorgulanıyor. Bu durum son OPEC toplantısında bir “kazayla açık unutulan TV yayınıyla” dünya kamuoyuna duyuruldu. Japon yatırımcıların da ABD yatırım araçlarından çıkarak Avro, daha da önemlisi böl erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com aşınmasını hızlandırdığına da şahit olduk. Geçen haftaki gelişmelere bakarak ABD’nin siyasi olayları yönlendirme yeteneğini hızla kaybetmekte olduğunu söyleyebiliriz. Bir hegemonun, ya da imparatorluk adayının, en azından kendine bağlı devletlerdeki gelişmeleri yönlendirebilmesi gerekir. Son haftalarda, olayları izleyenler, ABD hegemonyasının yeni fiyaskolarına şahit oldular. Afganistan’da Taliban ülkenin yüzde 54’ünü yeniden ele geçirdi (The Independent, 22/11). Kâbil’e bir saat uzaklıktalar (International Herald Tribune, 23/11). ABD hem Pakistan’daki hem de Gürcistan’daki “adamlarını” kaybediyor (Anatol Lieven, The National Interest, 14/11; Wall Street Journal, 16/11; Weekly Standard, 21/11, Washington Post, 22/11). ABD, Pakistan’a “özel güçlerini” göndermeye, çaresizlik içinde, aşiretleri parayla satın almaya hazırlanıyor; geleneksel olarak ABD düşmanı olan aşiretleri! (Yale Global, 21/11). Gürcistan’daki örnek demokrat Şaakaşvili hükümeti, muhaliflerinin barışçıl gösterilerini copla, lastik mermiyle dağıtıyor, sıkı yönetim ilan ediyor, TV kanallarını kapatıyor. Önceki cumartesi günü yapılan seçimlerden sonra, Kosova’nın bağımsızlık krizi derinleşiyor ve bölge yeniden patlama noktasına geliyor. Lübnan’da da iç savaş olasılığı korkutucu ölçülerde güçlendi. Irak’ta yeniden bombalar patlamaya başladı; cihat yanlısı teröristler, büyük çaplı bir saldırılar düzenlediler. Çin, ABD uçak gemisi Kitty Hawk ve filosunu HongKong Limanı’na sokmadı... Geçen hafta Spiegel, Helmut Schmitt’in, ABD Rusya’dan daha tehlikelidir sözlerine cevap vermeye çalışıyor (20/11), ABD, yine imparatorlukların yükselişi ve çöküşüyle ilgili yeni bir kitabı (Amy Chua, Day of Empire…) hararetle tartışıyordu. Bu arada, Financial Times’dan Gideon Rachman, ABD seçkinlerinin, imparatorluk kurma düşüncesini, üç yıl gibi kısa bir sürede terk etmelerinin nedenlerini araştırıyordu (19/11). Rachman’ın da işaret ettiği gibi, ABD kendi realitesini kendi yaratacaktı, ama evdeki hesabı çarşıya uymamış, realite, hiç de hoş olmayan yönlerde şekillenmeye başlamıştı. Şimdi, Kissinger’le yapılan söyleşiler yine moda (Wall Street Journal 17/11) ama, ihtiyar tilkinin kesin bir şey söyleyememesi anlamlı… İmparatorluk rüyası gitti gider… Sanırım bu kriz “o kriz” ve daha başındayız! Bu Kriz, ‘O Kriz’… gelerindeki piyasalara yöneliyor olmaları da sermaye hareketlerinde dolar aleyhine bir gelişmeye işaret ediyor. Kısacası, önümüzde ekonomik olarak çok hassas, siyasi olarak da (doların konumundan dolayı) çok kritik, riskli bir dönem var. Kimi yorumcular, “bir zamanların hegemonya simgesi dolar, aşağılanan Irak Merkez Bankası’nın bile istemediği bir paraya dönüştü” diyorlar (The Independent, 17/11). Geçen eylül ayında, ABD ekonomisindeki sektörel gelişmelere bakarak, resesyonun rek önleyebileceklerine inanırlar. Asla başaramazlar. Ama bu iyimserliğe inananlar olursa, esas oyuncuların bu bahaneyle kapıdan, zararın bir kısmını bu safların sırtına yıkarak çıkmasına fırsat yaratabilirler. Ancak, durum o kadar vahim ki, dünya ekonomisinin ABD’ye aldırmayarak büyümeye devam edeceği tezine inanan ekonomistlerin sayısı hızla azalıyor. “Decoupling” tezinin aksini savunan en “kötümser” ekonomistlerden Prof. Roubini’nin, son zamanlarda medyada bu kadar sık boy göstermesinin, aktarılmasının da nedeni budur. Dünyanın geri kalanının “kopmak” yerine, kredi krizinin ve küreselleşmeyle kurulan mali ticari bağlantıların etkileri yüzünden ABD’yi çok daha yakından izleyeceği anlaşılıyor. Çin ve Asya ülkeleri önümüzdeki aylarda, ABD tüketici talebindeki gerilemelere (ev fiyatlarında gerilemeler, mortgage ödemelerinde, yakıt fiyatlarında, işsizlikte artış nedeniyle) bağlı olarak ihracatlarında büyük düşüşler bekliyorlar (Financial Times 16/11); çare olarak bölgesel bağlantıları güçlendirmeye, Avrupa’ya yönelmeye çalışıyorlar. Sırf bu eğilimler bile, bu resesyon, bir depresyona dönüşmese bile (!?), dünyanın ekonomik dengelerinin, ABD’nin ağırlığını azaltacak bir yönde değiştireceğe benziyor.. Ve siyaset ABD hegemonyasının ekonomik dayanaklarının tümüyle yıkılmış, bir seri değişimin gündeme gelmiş olacağı bir noktaya doğru hızla ilerliyoruz. Yıllardır ABD’nin hegemonyasının ekonomik kültürel dayanakları zayıfladıkça askeri gücünün öne çıkacağını vurguluyor, ABD emperyalizmin çok tehlikeli, öldürücü bir aşamaya girdiğine dikkat çekiyoruz. 11 Eylül’den sonra gelişmeler bu öngörülerimizi tümüyle doğruladı. Ancak, ABD’nin askeri girişimlerinin, uluslararası konumunu korumaya yetmediğine, hatta başladığını savunmuş, uluslararası bir boyut kazanmasını beklediğimizi vurgulamıştık. Aksini savunan, David Rosenberg (Merrill Lynch), Jan Hatzius (Goldman Sachs), Richard Berner (Morgan Stanley) gibi “ağır topların”, şimdilerde tutumlarını değiştirerek resesyon olasılığının güçlenmekte olduğunu vurguladıklarını görüyoruz. Belli ki resesyon artık saklanamayacak kadar derinleşti, “mızrak çuvala sığmıyor”. İflah olmaz iyimserler hâlâ, bu resesyonun dünyanın geri kalanını fazla etkilemeyeceğini (“decoupling” tezi) savunmaya çalışıyorlar. Malum piyasa ekonomistleri, krizleri, beklentileri yönlendire CUMHURİYET 13 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear