26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
17 KASIM 2007 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 AKP’nin ‘Kamu Yönetim Reformu’ eğitimin yazgısını olumsuz yönde etkileyecek Halkı nasıl eğitmeli? ürkiye’de toplum, derin çelişmeler içinde ve eğitimi de etkiliyor bu özelliği. Öte yandan, “eğitimde çürüyüş”ün ortaya koyduğu tehlikeli saptamalar var. Ayrıca AKP’nin hazırladığı bir “kamu yönetim reformu”, eğitimin yazgısını olumsuz yönde etkileyecek. Bir saptama da şu: “8 yıllık zorunlu eğitim” sağlıklı verilemiyor; ancak “12 yıllık zorunlu eğitim” reformu da dayatıyor; nasıl yapılacak? Son olarak, eğitimde, düşünme yöntemi adına nasıl bir değişikliğe gitmeli? Toplumun yaşadığı çelişmelerden başlamalı... Eğitim, çağımızda okulla sınırlı değil; örgün eğitimden geçmiş olsun olmasın, bütün yetişkinlere yönelmiş bir eylem; çünkü eğitim, yaşam boyu süren bir süreç olarak kabul ediliyor artık. “Kitle eğitimi”, “sosyal eğitim”, “temel eğitim”, “yaygın eğitim” ve “yetişkin eğitimi” adları altında, yetişkinlere yönelmiş sistemli eğitim çalışmalarına, daha toplayıcı bir adla “halk eğitimi” deniyor. Hele bizim gibi toplumlar için gerçekten önemli bir konudur bu. Türkiye’de halk eğitimine baktığımızda ne görüyoruz? T K 5 örgütlenişi içinde yürütülen, aslında bir halk eğitimiydi: Her türlü iş ve meslek, dinsel içerikli bir eğitsel uygulamayla ve dayanışmayı geliştirerek, yüzyıllardır var olan ustaçırak ilişkisi halinde, bir kuşaktan ötekine aktarılıyordu. Ne var ki, XIX. yüzyıldan başlayarak, kavram, yaygın bir uygulanış içinde ele alınır: Çağdaş ilk halk eğitimi çabası, üniversiteden gelir ve 1862’de, halk için de serbest dersler başlatılarak halka yararlı olmaya çalışılır. Öte yandan, “Cemiyeti Tedrisiyei İslam” (İslam Öğretim Derneği, 1864), halkı okutmak ve sosyal yönden yetiştirmek amacıyla aydınların kurduğu bir dernekti ve bir çırak okulu açmıştı; Darüşşafaka da, aynı derneğin kurduğu ve bugün yaşayan bir öğretim kurumudur. Söz konusu çırak okulları uygulaması, öyleri kurtaracak olan, oralara gidip Köy Enstitüleri kurmak değildir, zaten buna imkân da yoktur; gelecekte, kentler köylere gidip kuracaklarını kuracaktır. Bugün, asıl kurtarılması gereken, gittikçe şişen ve soysuzlaştırılan kentlerimizdir; onları kurtarmada akla ilk gelen, gelmesi gereken de geçmişin Halkevleridir. kâh kapatılıp kâh açılarak 1928’e değin sürmüştür. İkinci Meşrutiyet’ten sonra, dernekler, bu arada İttihat ve Terakki Fırkası ve Türk Ocağı, gece kursları, konferansları ile halkın eğitiminde görev almışlardır; konular Kuran, hesap, okuyup yazma, saymanlık, tarih ve coğrafyadan müziğe kadar bir çeşitlilik içindedir. E Eğitimcilerden gelen önemli uyarılar vardır. ĞİTİMCİLERDEN UYARI Ç Bizde, önceki yüzyıllarda, ahilik ve lonca AĞDAŞ BİR HALK EĞİTİMİ ÇABASI Onlardan Ethem Nejat, halkı kadını ve erkeğiyle yetiştirmeden çocuğun yetişmesinde mucize beklenmeyeğini söylerken; İsmail Hakkı Baltacıoğlu da, 1914’te verdiği bir konferansta, bir ülkede halk eğitimi örgütleri kurulmadıkça, yalnız birkaç düşünür ve aydının söyledikleri ve özlemleriyle ilerleme ve başarı sağlanamayacağını ileri sürüyordu. Baltacıoğlu’na göre, “halkın çürüyen ciğerlerini, kuvvetsiz bacaklarını kurtarmak, gözlerini açmak, donmuş kalbini işletmek, azmini ve teşebbüsünü canlandırmak” gerekir. Daha Kurtuluş Savaşı yıllarından başlayarak da halk eğitimine önem verilir. Mustafa Kemal’in, eğitim üstüne çeşitli vesileyle uyarıları arasında, 1922 yılı Mart ve Ekim aylarında söyledikleri bir gerçeğin altını çizer: Eğitim amacı, köylüye okumayazma öğretmek, temel bilgiler vermek ve okumazyazmazlığının ortadan kaldırılmasıdır; öte yandan, “ülkenin muhtaç olduğu çeşitli hizmet ve sanat” sahipleri yetiştirilirken, gençlerimize de, her şeyden önce Türkiye’nin egemenliğine, kendi benliğine ve ulusal geleneklerine düşman olan bütün öğelerle mücadele öğretilmelidir. Bu fikirler, çok gecikmeden eğitim tarihimizin en büyük destanına dönüşür. K Pek önemlidir konu, eklenecekler var: ENTLERİMİZ KİMLİĞİNİ YİTİRDİ Şaşkın birtakım politikacı ve kalemler, Göç, köyleri boşaltırken kentleri de çığrından çıkardı. Halkevleri de kapandığından köylü bir “kentli”ye, “laik ve ulusal” bir “yurttaş” kimliğine kavuşturulamadı. YARIN CUMHURİYET 09 K AKP’NİN KİMLİĞİ L L EKONOMİ VE EĞİTİM İki temel sorunumuz L elip durduğumuz noktada, iki temel sorunumuz ekonomi ve eğitimdir. Gerçekten, özellikle yarım yüzyıl içinde, yanlış reçeteler, Türkiye’de korkunç bir iktisadi yıkıma yol açmıştır; onun bir sonucu olarak, eğitimimiz de darboğazlara sokulmuştur. Bunların nedeni de, dışarıda, küreselleşme adına karar veren neoliberalizm merkezleridir, başta da ABD geliyor; içeride de, bu sistemle ortaklık edip yolları açanlardır. Türkiye’de egemenlik, bir azınlığın, Profesör Erol Manisalı’nın deyimiyle, “Danimarka Krallığı”nın elinde; yapılacak olan da bu egemenliği yıkmaktır. Yeni bir “kurtuluş ve kuruluş” süreci içindeyiz. Kurtarmak halk ile olacaksa, kalkınma da “sosyal” olacaktır; o kitleleri bilinçlendirecek de “halk eğitimi”nin örgütlenmesi ile mümkündür. Bunları düşünürken, geçmişimizdeki birikimi yeniden hatırlayıp bir değerlendirmeye gitmeliyiz. ENTLERE KÖY ENSTİTÜLERİ KURULMALI G Halkevleri ve Köy Enstitüleri G erçekten, 20’lerde, Cumhuriyet Devrimi, “laik okul”un temellerini atmıştı ve alfabeyi de değiştirmişti; 30’lu yıllarda da Millet Mekteplerinin ardından, 1932’de Halkevlerini kurarak halk eğitiminde bir büyük sayfayı açıyordu; onlarla, daha kapsamlı bir programla, tüm yurttaşlara yönelirken bütünü tamamlıyordu. Neydi Halkevlerinin amacı? Genel Başkanı Nafi Atuf Kansu’ya göre, Halkevlerinin amacı, “Cumhuriyet ilkeleri doğrultusunda Cumhuriyetin yurttaşlarını yetiştirmek, halkı aydınlatmak, ulusal karakterini yükseltmek, güzel sanatları, ulusal kültürü ve bilimsel çalışmaları desteklemek ve güçlendirmek”ti. Halkı aydınlatmaya ve yaşamını çağdaşlaştırmaya dönük çalışmalara bir ortam yaratırken, “tüm halk kesimlerinin bir arada ortak bir kültür oluşturmalarına” hizmet ederken kırkent, köylüaydın ayrımlarını azaltmak da isteniyordu. Bütün bu amaçlar, toplum ve kültür yaşamının tüm alanlarını kapsayacak biçimde; dil, edebiyat ve tarih, güzel sanatlar, tiyatro, spor, sosyal yardım, halk derslikleri ve kurslar, kitaplık ve yayın, müze ve sergi, köycülük gibi dokuz “kol”da toplanmıştı. Halkın gönüllü katılımıyla yürütülüyordu işler. Hasan Âli Yücel’in bakanlığı döneminde açılan Köy Enstitüleri’yle, köylerde kültür düzeyi değişirken, tarım bilgi ve tekniği de başkalaştı. Bir ihanetin sonuçları emokrat Parti, 1950’de iktidara geçerken şanslı idi: 1923 Devrimi, yoksul bir toplumda, ama her alanda, özellikle ekonomide ve kültürde ciddi başlangıçlar, giderek olumlu bir miras bırakıyordu. DP’nin, kalkınmanın yeni bir örneğini ortaya koymaya girişirken yapacağı, “devrimle demokrasinin bir sentez”i olmalıydı; kendinden önce gerçekleştirilmiş başlangıçlar, atılmış temeller, buna yardımcı olacak, yürüyüşünü kolaylaştıracaktı da... Ne var ki, yeni iktidar, daha başlarken, “devrim”e karşı olduğunun örneklerini sergiledi; yürürken de “demokrasi”ye yüzeysel, biçimsel bir açıdan baktı ve sonuna kadar böyle kaldı; popülizm içinde tıkandı. Adnan Menderes, “Seçimde, odunu gösterirsem seçtiririm” derken, aslında halkı aşağılamış oluyordu ve seçimlerde böyle ürünler de giderek bolca devşirildi. Halkın fikri düzeyinde düşüşünün bir kaynağı da Halkevlerinin yok edilmesi değil midir? ÖY ENSTİTÜLERİ YAŞASAYDI... K Geleceğe bakarken, şimdiden fark ettiğimiz ne? Köyleri kurtaracak olan, oralara gidip Köy Enstitüleri kurmak değildir, zaten buna imkân da yoktur; gelecekte, kentler köylere gidip kuracaklarını kuracaktır. Bugün, asıl kurtarılması gereken, gittikçe şişen ve soysuzlaştırılan kentlerimizdir; onları kurtarmada akla ilk gelen, gelmesi gereken de geçmişin Halkevleridir. Bu, pek yararlı olur; ama mümkün mü? DP, Halkevlerini ve Halkodalarını kapatmakla korkunç bir yanlış yaptı. Onları kapatmayıp, siyasal iktidarın sultasından kurtarıp bir gönüllü örgüt niteliğine büründürmesi mümkündü, yapmadı. Yerine, onların çapında bir girişimi de olmadı. Halkevleri, 1960’tan önce Türk Kültür Dernekleri olarak açıldı; sonra Halkevleri adını alarak hizmet verdiler. 12 Eylül 1980’de de, Dernekler Yasası’yla kapatılan Halkevleri, 1987’de yargı kararıyla yeniden açılmış ve bugün, yurt çapında 64 şubesi ile hizmet vermektedir insanlarımıza. Ya devlet katında bir hareketleniş, bir el uzatma var mı? Profesör Cevat Geray’ın anlattığı gibi: “Bugünkü çeşitli bakanlıklara bağlı halk eğitimi, ekin, gençlik ve toplum merkezleri belli sınırlı etkinlikleriyle toplumun demokratikleşmesine, demokrasi ekininin oluşmasına, demokrasi ve siyasallaşma ekininin gelişmesine, hiçbir zaman halkın eğitimine, aydınlanmasına, bilinçlenmesine herhangi bir katkıları olmamaktadır. Bir tür boş zamanları değerlendirme özeği (merkezi) olmaktan ileri gidememekteler. Kısacası, siyasal iktidara bağımlı kamu kurumu niteliğindeki bu kuruluşların, demokratik, insan haklarına saygılı, laik, toplumsal hukuk devletinin gerektirdiği özgürleşmiş yurttaş ve kenttaşlarının yetişmesine katkıları bulunmamaktadır. Toplumun özellikle demokratikleşmesine, halkın siyasallaşmasına, bilinçlenmesine çalışacak halk eğitimi ve toplum özekleri (merkezleri) olarak Halkevlerine bugün her zamankinden çok gereksinim duyduğumuz günleri yaşıyoruz.” Katılmaktan başka ne düşünebilirsiniz? D L bu göçe bakıp, iyi bir “harmanlanma” oldu, “şehirciliğimiz başladı ve modernleşiyoruz” diyorlar; oysa kentlerimiz, birbirine zıt zihniyetler arasında “parselleşme”ye uğradı; bir betonlaşma içinde, dilini, düzeyini ve tarihsel kimliğini yitirdi. melerini sürdürseydi, ciğerlerimize dolan bu zehirli hava olabilir miydi ve yıllardır kısır konuları tartışacak mıydık? A Bu sürecin içinde, korkunç kayıplarıYDINLARIMIZIN KUMAŞI DA BOZULDU i En çok kaybeden de İstanbul olmuşSTANBUL’UN KAYBI BÜYÜK A Hasan Âli Yücel’in bakanlığı döneminde asıl gelişmesini YDINLANMA IŞIĞI KÖYLERDE yaşayan Halkevlerinin tarihinde, 1940’ta Köy Enstitüleri’nin açılmasıyla yeni bir sayfa açılır: O tarihe kadar, Halkevleri bir “kent kültür kurumu” niteliğini taşıyor ve köyler için “köycülük kolu”nun etkinliği olarak yılda birkaç gezi ve ziyaretle yetiniliyordu. 1940 yılından başlayarak, köy gerçeklerine ve Cumhuriyet ilkelerine göre yetişmiş eğitmen ve Köy Enstitülü öğretmenler, köylerde göreve başlamalarıyla “Halkodaları” kurarak yeni bir yaşama yol açarlar; onlarla, köylerde kültür düzeyi değişirken, tarım bilgi ve tekniği de başkalaşır; Halkevleri de, köylülerin sağlığına kadar, elindeki imkânlarla uzanır... Özetle, “canlandırılacak köy” de bir gerçekti artık. Buraya kadar anlattıklarımızın ortaya koyduğu gerçek şudur: Kentlerimizde Halkevleri ve köylerimizde de Halkodaları ve Köy Enstitüleriyle eğitim, okulların dışına taşmış ve bir halk eğitimine dönüşmüştür; o da okuyupyazmadan ibaret değildir, bütün bir yaşamı ve toplumu içine almaktadır. Kalkınma olacaksa bir toplum kalkınması olmalıydı ve sağlıklı yürümesi için de halk eğitimiyle iç içe alınmalıydı. Bunlar, güçlükler içinde olsa da başarılmıştır. K Kalkınma “dengeli” olmalıydı, bu tur... Türkiye’nin kentleri ve köylerinde örgütlenen “laikleşme ve uluslaşma” sürecinde 1950’lerle ortaya çıkan kopukluk, dini de bir “vicdan işi” olmaktan çıkarıp siyasete soktu. Bunda, çok çevrenin ve zümrenin çıkarı vardı ve “din, siyaset ve ticaret üçgeni” yaratıldı. Yandaş kazanan ve iktidara ortak olacak bir güce kavuşan “siyasal İslam”, ülkenin sorununu bir “laiklikdindarlık” çekişmesine indirgerken, bütün bir toplumu bir “muhafazakâr atmosfer” içine hapsetti ve geleceğin ufkunu da “teokratik bir düzen” tehlikesi ile kararttı. Köylerde Köy Enstitüleri, kentlerde Halkevleri ayakta olsa ve öteki demokratik kurumlarla birlikte geliş mızdan biri olarak, aydınımızın kumaşı da bozulmuştur. Devrim, okullarımızda çağdaş, demokrat ve laik insanların, kısacası “yurttaş”ların yetişirilmesini istiyordu; halk eğitimini de bu doğrultuda örgütlemişti; aydınlar da bu süreçte ortaya çıkacaktı. 1950’lerle Halkevlerinin, Halkodalarının ve Köy Enstitüleri’nin ortadan çekilmesi ve son yıllarda da onlara eklenmiş daha başka etkenlerle, aydınlarda korkunç bir savrulma olurken onları yetiştiren kaynaklar kurumaya yüz tutmuştur. Sorunlar üzerinde düşünüp onlara çözüm yolları öneren insanların, yani aydınların geleceğini böyle bir tehlike tehdit ediyorsa, toplum olarak da bir umutsuzluk nedenidir. Ama aydınları da, yine aydınlar kurtaracak değil mi? Eğer öyleyse, bir Uğur Mumcu’yu, daha doğrusu “Uğur Mumcu’lar kuşağı”nı ne zamana değin bekleyeceğiz? D Bütün bunlar, birer “demokratikleşme” örneği idi ve eğitiEMOKRAT PARTİ ENGELİ mimizde ciddi bir birikime dahildi. Demokratikleşmeleri aşacak bir “demokrasi” hareketinde, önde koşan parti gerçekten “demokrat” idiyse, iktidara geçtiğinde bu birikime karşı olması düşünülebilir miydi? 1950’de iktidara geçen Demokrat Parti, 1951’de, bir tarihin istihzası olarak, bir yasayla, tüm taşınmazlarına el koyarak, rakamlara dikkat edilsin! 478 Halkevi ve 4 bin 332 Halkodasının çalışmalarına son verir; 1953’te de, Köy Enstitüleri, kuruluş amaçlarından bütünüyle uzaklaştırır, 1954’te de sıradan birer öğretmen okuluna dönüştürür. Halkevleri için dayandığı hiçbir gerekçesi yoktur; Köy Enstitüleri için de DP’nin gericilikle yaptığı bir anlaşmaya uyar. Halk eğitimimizde ilk ve en korkunç kırılma işte böyle oldu. nun için de “planlı” yürütülmeliydi. Oysa, keyfi ve popülist bir çizgide gelişti. Bunun bir sonucu, “köyden kentlere göç”ün hızlanmasıdır. Köy Enstitüleri yaşasaydı, göç herhalde “trajik” boyutlara bürünmezdi; köyden kente dökülenler de “eğitimli” olacaktı ve kente yük olmayıp ona uyacaktı; bir meslek de kazanıldığı için, ekonominin gelişmesinde bir katkıda bulunup “parazit”e dönüşmeyecekti. Acı bir gerçektir: Söz konusu göç, köyleri boşaltırken kentleri de çığrından çıkardı; başka eksikliklerin yanı sıra kentte Halkevleri de kapatıldığından, köylüyü bir “kentli”ye, “laik ve ulusal” bir “yurttaş” kimliğine kavuşturacak yolları tıkanıktı ve öyle kaldı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear