28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
15 EKİM 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 Farklı bir ses Armağan Elçi’nin sesine kulak verdiniz mi hiç? Hiç kuşkusuz özenli ve eğitimli bir ses, ama türküleri eğip bükmüyor, abartıp özünü kaçırmıyor. Olduğu gibi, ama sıra dışı aynı zamanda... Armağan Elçi, TRT Çocuk ve Gençlik Korosu’ndan yetişme. İkinci yüksek lisansını, Türk halk müziğine büyük emeği geçmiş Muzaffer Sarısözen üzerine, doktora çalışmasını da semahlar üzerine yapmış. Gazi Üniversitesi Türk Halk Bilimi Bölümü’nde yardımcı doçent... Elçi’nin bugüne değin çıkmış CD’leri arasında Anadolu türküleri var, deyiş ve semahlar var. Son olarak da Atatürk’ün sevdiği türküler ve şarkılar var. Anadolu’yu dolaşıyor, konserler veriyor. “Popülizm”den özellikle uzak durduğunu söyledi bize. Türküleri yorumlama biçemine gelince: “Gerek solistin, gerek enstrümanların ezgiyi seslendirmesinde eserin orijinal bünyesinin bozulmaması taraftarıyım. Ancak bunun yanında yenilikçi ve çağdaş yaklaşımların da birlikte paylaşılması düşüncesindeyim. Yani halk müziği sazı sadece halk müziği eserlerinde kullanılır ya da Batı enstrümanları Batı müziğinde kullanılır diye düşünmemiz mümkün değil. Bu olguları birbirinden bıçakla keser gibi algılayamayız. Olaya bütüncül bir gözle bakıyoruz. Sanatçının okuyacağı eserin anlam dünyasını, edebi yönünü iyi bilmesinin yanında, yapmacıklıktan da uzak durması gerekir.” SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Gelecekte Ne Görünüyor? Fransız düşünür Jacques Attali, Turhan Ilgaz’ın Türkçeye kazandırdığı yeni kitabı “Geleceğin Kısa Tarihi”nde, ABD imparatorluğunun 2035’e doğru çökeceğini ileri sürüyor. Hem de, bir anlamda ABD’nin kendi yarattığı, beslediği yaratıkların; mali piyasaların, işletmelerin ve sigorta şirketlerinin gücü karşısında diz çökecekmiş! Attali, sonrasını “hiperimparatorluk”, “hiperçatışma” ve “hiperdemokrasi” olarak üç aşamaya ayırıyor: Hiperimparatorluk sürecinde dünya bölgesel güçlerce yönetilirken, gelir açısından uçurumlar derinleşecekmiş. Ardından hiperçatışma dönemi gelecek, hiperdemokrasi ise, kolektif aklı yaratacak olan bir ortak varsıllık geliştirecekmiş! Attali’nin, ABD’nin çöküşü ile ilgili öngörüsü ise şöyle: “Tecimsel (ticari) düzene ve öncelikle de bu düzeni daha en az yirmi yıl süreyle yönetecek olan ABD’ye karşı her yerde halkların öfkesi yükselecektir. Akılcı temeli olan laik bir öfke olacaktır bu. Bir ‘odağa’ duyulan nefret bu odak gücünün doruğundayken değil, inişe geçmeye koyulduğu zaman zincirlerinden boşalır. Daha önceki tüm odakların yazgısı bu oldu. Amerikan imparatorluğununki de bu olacaktır. Berlin duvarı düştüğünde zafere ulaşan Washington şimdiden küreselleşmeyi ve piyasa demokrasisini suçlayan bir eleştirinin başlıca hedefi haline gelmiştir. Böylece Amerika ve tecimsel düzene karşı, bunlardan artık bir şey beklemeyen ya da getirilerinden yararlanamayan yoksunluğu içinde olanları bir araya getiren bir eleştirel koalisyon oluşacaktır. Eleştirileri her şeyden önce dünya varsıllıklarının büyük kısmını tekelinde tutan, kaynaklarını israf eden, iklimini bozan, halkları yoksullaştıran, onları istedikleri gibi vasilik ettiğini öne süren, başkalarına dikte etme iddiasında olduğu demokrasinin pek çok kuralını çiğneyen ABD’nin istilacı rolüne yönelecektir, şimdiden yöneliyor.” Attali’nin kitabında Türkiye’ye dönük irdelemeler de yapılmış. Ona göre, Türkiye, Atatürk’ün öngördüğü reformlara rağmen, kalabalık bir yaratıcı sınıf oluşturmayı, yaratmayı ya da böyle bir sınıfa kucak açmayı başaramamış görünüyor: “Geleceğin tarihi Türkiye’yi, su, petrol, göçler, İslamın evrimi, Batı ve Müslüman âlem arasındaki ilişkiler, kadının konumu, azınlıkların durumu konularındaki en büyük koz kılmaktadır. Eğer Türkiye bu sorunları çözmesini bilirse, son derece vaatkâr bir geleceğe kavuşacaktır. Aksi takdirde, etnik ve kültürel farklılıklar gösteren birçok parçaya bölünebilecektir.” Postmodern Kapitülasyon “Deprem bölgesindeki bir ülke, geçmişten ders almadan fay hatları üzerine tekrar tekrar bina dikerse bunun adı akılsızlıktır.” Bir İtalyan gazetesi yanılmıyorsam “La Stampa”17 Ağustos ertesinde bu satırları yazdığında kıyametler kopmuştu: “Bu ne küstahlık!” vs. Türkiye’yi bu kez uluslararası ilişkilerinde vuran 7.4 şiddetindeki deprem, bana hiç unutmadığım bu satırları hatırlattı... Soykırım tasarısına “evet” oyu veren Amerikalı Demokrat Senatör Brad Sherman ne diyor? “Birkaç gün kızar ve unuturlar. Fransa’ya da kızdılar... Ama şimdi iki ülke arasındaki ticarete bakın. Ticaret hacmi tavan yaptı.” Tarihte kapitülasyonların önünü açan Fransa, Türkiye’yi Batı ittifakı içinde bir “tete de turc”e şamar oğlanına dönüştürmeyi başardı. Paris’ten birbiri ardına gelen darbelerin, sistemli biçimde “birkaç günlük homurtularla” geçiştirilip sineye çekilmesi, Batılı müttefiklerimiz tarafından ayan beyan, artık “ölçü” alınıyor. Bunun tek bir adı var: “Teslimiyetçilik.” Frenkçesi ile “kapitülasyon”. “Türkler, Fransa’ya teslim oldu. Bize mi teslim olmayacak?” demeye getiriyor Brad Sherman. Dünden yarını okumak güzel şey. Ne yazık ki, biz henüz düne gelemedik. Geçen güne götürüldük epeydir... Fransa ile ‘centilmenlik anlaşması’! Amerikalı senatörün sözlerinde bu çarpıcı tespit ifadesini bulurken “Le Figaro” gazetesinde şöyle bir yorum çıkıyor: “Türklerle Fransızlar... üstü kapalı bir ‘centilmenlik anlaşmasına’ varmak üzere. Türkler, müzakere ve AB normalarına uyum çabalarını Fransız vetosu tepelerinde durmuyormuş gibi sürdürecek... Fransa da, Türkiye ile ilişkilerini sanki Avrupa konusunda aralarında bir anlaşmazlık yaşanmıyormuş gibi pekiştirecek...” (8 Ekim) Fransa’nın Türkiye’ye attığı türlü çeşit çelmenin ardından, ‘’ilişkilerin pekiştirilmesi” ne demek? “Business as usual!”, “Sen boş ver, gel biz işimizi yürütelim” demek. FransaTürkiye arasında, 2001’den bu yana gelişen “ithalatihracat hacmine” bakıyorsunuz. En ufak bir gerileme yok. Bilakis, Sherman’ın dediği gibi sürekli artmış! “Postmodern kapitülasyonların” günümüzdeki adı bu durumda “üstü kapalı centilmenlik anlaşması” olmuş oluyor. İki ülke arasındaki “centilmenlik anlaşması” tıkır tıkır işliyor. Atık kâğıt toplayanları ellerinde, omuzlarında taşıdıkları şişkin kirli torbalarla sokaklarda görürüz. Onların işinde bile “yapısal dönüşüm” yaşanıyormuş. Atık kâğıt işçisi Ali Mendillioğlu, yaşadıkları yoksulluk ve yoksunluğu artıracak olan “yeniden yapılanma” sürecini bakın nasıl anlatıyor: “Toplama lisansı alan şirketler belediyelerle sözleşmeler yapmış ve gözünü bizlerin topladığı atıklara dikmiştir. Kaynağından ayrıştırılmadığı sürece am Çöp dönüşümü balaj atıklarının düzenli toplanması mümkün olmamaktadır. Lisanslı şirketler bizleri ucuz işgücü olarak görmekte, toplanan atıkları çok düşük fiyatlarla bizden almak istemektedir. Belediyeler toplama lisansına sahip şirketlerin istekleri ve çıkarları doğrultusunda, biz atık kâğıt işçilerini hem kendi bakış açısına göre yeniden tanımlamakta hem de kendisine tabi kılmaya çalışmaktadır. Bir yandan medyayı kullanarak toplumda bize dair var olan bazı önyargıları güçlendirmeye çalışmakta; diğer taraftan baskı, şiddet ve yıldırma yöntemlerini kullanmaktadır.” (Ankara Tabip OdasıKent Çevre ve Sağlık Sempozyumu kitapçığı, Ağustos 2007) Mendillioğlu, atık toplayan işçilerin belediye görevlilerince sık sık dövülmesinin gerekçesini de şöyle dile getirmiş: “Dikkat çekilmesi gereken nokta, belediyelerin bu saldırılarını sürdürürken, aynı zamanda sözleşme yaptıkları şirketlere mal vermemiz için bizi zorlamakta olduklarıdır. Topladığımız malların alıcıları içerisinde belediyelerle sözleşme yapan şirketler de vardır.” Belediyeşirket el ele, çöpten yağ çıkartmaya... ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Emekli İşçinin Yeniden Çalışması (2) 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasası’nın 63. maddesi “Yaşlılık aylığı alanların yeniden çalışmaları” ile ilgilidir. Bu madde uyarınca “yaşlılık aylığı almakta iken, sigortalı olarak çalışmaya başlayanların yaşlılık aylıkları çalışmaya başladıkları tarihte kesilir. Çalışmaları nedeniyle ‘Yaşlılık aylıkları kesilenlerden işten ayrılarak yaşlılık aylığı verilmesi için’ yazılı istekte bulunan sigortalıya” yeni çalışmaları da göz önüne alınarak yaşlılık aylığı ‘yeniden hesaplanarak’, yeni yaşlılık aylığı, yazılı istek tarihini izleyen ay başından başlanarak ödenir. “Bu sigortalılar için yazılı talep tarihlerine göre yeniden yaşlılık aylığı hesaplanır ve bu aylık, önceden bağlanan yaşlılık aylığından fazla ise, hesaplanan yeni aylık üzerinden ödeme yapılır. Hesaplanan yeni aylığın eski aylıktan düşük olması halinde, eski aylık esas alınır.” Yargı kararlarında bu yeni çalışmaların geçerli olabilmesi için “eylemli (fiili) çalışma” olması koşulu aranmaktadır. (1) “ÖZETİ : Bir kimsenin sigortalı sayılabilmesi için sigortalı işe giriş bildirgesinin verilmesi yeterli değildir. Aynı zamanda o kimsenin 506 sayılı Yasa’nın belirlediği biçimde eylemli olarak çalışması gerekir.” (Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 29.1.2002 Tarih, 2001/2325 Esas ve 2002/325 Karar) Konuyla ilgili Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16.6.1999 günlü kararı da aynı yöndedir. (2) “ÖZETİ: Bir kimsenin sigortalı sayılabilmesi için, sigortalı işe giriş bildirgesinin varlığı yeterli değildir, aynı zamanda o kişinin 506 sayılı Kanun’un 2. ve 6. maddelerinde belirlendiği biçimde eylemli olarak o işyerinde çalışması gerekir. Yargıtay Yirmibirinci Hukuk Dairesi’nin 15.12.1998 gün ve 1998/86058783 sayılı ilamı ile; (...Bir kimsenin sigortalı sayılabilmesi içi sigortalı işe giriş bildirgesinin varlığı yeterli değildir. Aynı zamanda o kimsenin 506 sayılı Yasa’nın 2. maddesinin belirlediği biçimde eylemli olarak çalışması da koşuldur. Bu yön özellikle Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 6. maddesinde vurgulanmıştır. Bu bakımdan davacının işyerinde eylemli olarak çalışıp çalışmadığının yöntemince araştırılması gerektiği ortadadır. (…) Gerçekten; 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasa Sistemi; 2. ve 6. maddelerinde açıkça belirlendiği üzere; sigortalılığın oluşumu yönünden çalışma olgusunun varlığı zorunludur. Eylemli veya gerçek biçimde çalışmanın varlığı saptanmadıkça; hizmet akdine dayanılarak dahi, sigortalılıktan söz edilemez. Çalışmayı ortaya koyan belgeler ise, giriş bildirgesi ile birlikte, sözü edilen yasanın 79. maddesinde öngörülen ve sigortalının çalışma gün ve sayısını, kazanç durumunu, çalışma tarihleri ile birlikte ortaya koyan aylık sigorta gün bildirgeleri ile Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği’nin 17. maddesinde belirtilen dört aylık prim bordroları gibi kuruma verilmesi zorunlu kanıtlardır. Yöntemince düzenlenen işe giriş bildirgesi, salt işe alınmayı göstermekle birlikte çalışmanın mevcudiyeti yönünden yalnız başına yeterli kabul edilemez. Sigortalılıktan söz edilebilmek için, çalışmanın varlığı Yargıtay’ın 79/8. maddeye dayalı sigortalılığın tespit davaları yönünden kabul ettiği ilkelere uygun biçimde belirlenmesi gerekir. Zira sigortalılığın başlangıcına yönelik her dava, sigortalılık tespit davasını da içerir. Aksine düşünce, özellikle yaşlılık aylığının kabulü için öngörülen sigortalılık süresi yönünden; çalışanlar ile çalışmayanlar arasında adaletsiz ve haksız bir durum yaratır. Bu nedenle; işe giriş bildirgesinin verildiği, ancak, diğer belgelerin bulunmadığı durumlarda; çalışma olgusunu ortaya koyabilecek inandırıcı ve yeterli kanıtlar aranmalı ve kamu düzenine dayalı bu davalarda, hâkim, görevi gereği, doğrudan soruşturmayı genişleterek, sigortalılık koşullarının oluşup oluşmadığını belirlemelidir. Bu davalarda da işyerinde tutulması gerekli dosyalar ile kurumdaki belge ve kanıtlardan yararlanmalı, ücret bordroları celp edilmeli, müfettiş raporları olup olmadığı araştırılmalı, işyeri çalışanları saptanmalı ve sigortalının hangi işte ne kadar süre ile çalıştığı açıklanmalı, gereğinde komşu işyeri çalışanlarının bilgilerine de başvurularak gerçek çalışma olgusu somut ve inandırıcı bilgilere dayalı kanıtlanmalıdır.(…)” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 16.6.1999 Tarih, 1999/21508 Esas ve 1999/525 Karar) Yargı kararında, “Eylemli veya gerçek biçimde çalışmanın varlığı saptanmadıkça; hizmet akdine dayanılarak dahi, sigortalılıktan söz edilemez” denilmekte ve “gerçek çalışma olgusu”nun “somut ve inandırıcı bilgilere” dayanması gerektiği de vurgulanmaktadır. Kaynak: (1) Lebib Yalkın Yayımları: Yargıtay Kararları, Sıra No: 637 (2) Lebib Yalkın Yayımları: Yargıtay Kararları, Sıra No: 574 Paris’in çizdiği ‘eşik’ Fransa parlamentosu “Ermeni soykırımının inkârını suç sayan yani yaptırımı olan bir yasa” geçirecek, uluslararası kamuoyunun gözleri önünde sizi Avrupa’dan dışlayacak, en yüksek kademede bizzat Cumhurbaşkanı’nın ağzından “Kapadokyalı, Küçük Asyalı’’ diye orada burada etiketleyecek, 50 yıllık partneriniz AB ile yapmış olduğunuz tüm anlaşmaları, varılan tüm taahhüt ve zirve kararlarını hiçe sayacak; siz bu ülkeyle ardından “üstü kapalı centilmenlik anlaşmasına” oturacaksınız. Ardından bütün bunlar olmamış, dünya âlemce kayda geçirilmemiş gibi “süper güç” ABD’ye kafa tutup, “inandırıcı olmayı” umacaksınız... Zor, çok zor. Mesele duygusal retoriklere açık bir “ulusal gurur, onurlu/dik duruş, ahlak, etik” meselesi değil. “Egemenlik” meselesi. Uluslararası planda “inandırıcılığını yitiren” bir ülkenin “egemenliği”, bir noktadan sonra siyaseten “keyfe keder” bir algıya dönüşür. Türkiye’ nin başına gelen bu. Fransa’nın uluorta yaptığı çıkışlar, dayatma ve aşağılamalar, her büyük dönemeç ve fırsatta Türkiye’yi “Paris’in nesnesine” indirgeyen bir üslup oluşturdu. Zaman oldu mesela Avrupa anayasası referandumu sandığa gömüldü, Basını, siyasetçisi, kanaat önderiyle Paris, fiyaskonun faturasını dış kapının mandalı Türkiye’ye çıkardı... Bizimkiler bana mısın demedi. “Centilmenliği” bozmadı... Sarkozy faktöründen bu yana özellikle... bu kadar “centilmenliğin”(!) enayilik olduğunu tekrar tekrar yazdım. Sesimi duyuramadım. Meramımı anlatamadım. “Niye taktın bu konuya?” diyen bile oldu. Niye taktığımın yanıtı Brad Sherman’dan geldi sonunda. Fransa ile ilişkilerimizin seyri, eşik belirleyen bir uluslararası standard ”benchmark” halini aldı. Fransa herhangi bir Avrupa ülkesi değil. Tarihimizdeki yeri, Avrupa’daki etkisi, Batı ittifakında iddialı çizgisi meydanda. Böyle bir ülkenin karşısında devamlı alttan alır, üstünüze biçilen “bon pour I’Orient” gömleğini zorluk çıkarmadan giyerseniz, bir daha kolayına çıkaramazsınız. HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com nilgun?cumhuriyet.com.tr BULMACA SEDAT YAŞAYAN (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 15 Ekim www.mumtazarikan.com SOLDAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SAĞA: 1/ Anadolu’nun 1 kuzeydeki en uç 2 noktası olan burun. 2/ Japon li 3 rik dramı... Sı 4 ğırın öd kesesinden çıkan ve sa 5 rılığı iyi ettiğine 6 inanılan taş. 3/ Tevfik Fik 7 ret’in, İstanbul’a 8 lanetler yağdır 9 dığı ünlü şiiri... Hava basıncı birimi. 4/ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Bir işi yapmakta usta 1 D İ P S O M A N İ olan... Kimi bitkilerin sa 2 AM İ N A P A R pında oluşan yaprak bi3 Ç A N T R ON A ti. 5/ Basınçlı suyla tuvaB A N T letin yıkanmasını sağla 4 A L E F EME R A yan aygıt... Kurşun boru 5 ların ağzını açmakta kul 6 U R A L R A lanılan ucu sivri takoz. 7 S A L A H K O R 6/ Tümör... Oyma ağaç 8 U R A Y S OMA kap. 7/ Düz döşenmiş 9 K A R A Ç U V A L parke... Utanç duyma. 8/ Algılanan nesnelerin temel niteliği... Duvar içindeki kapaksız küçük dolap. 9/ Bir meyve... Türk halk müziğinde bir uzunhava türü. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bakırcılıkta kullanılan içbükey yüzeyli makas. 2/ Numaranın kısa yazılışı... Kavga, gürültü. 3/ Kalın su buğusu... Kaplarda su nedeniyle oluşan tortu. 4/ Topluluk, cemaat... “Dur, sakın ha” anlamında kullanılan bir ünlem. 5/ En kalın erkek sesi... Bulgur, biber, soğan, domates, maydanozla yapılan ve asma yaprağına sarılıp çiğ olarak yenen yiyecek. 6/ Kale hendeği... Sert ve fazla kızarmayan bir domates cinsi. 7/ İlgi, ilişki... Güzel sanat. 8/ Mekân... Tavana yakın küçük pencere. 9/ Ateş... Bir cins av köpeği. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear