26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
12 EKİM 2007 CUMA CUMHURİYET SAYFA 17 Şube İlker Çamkır: “RTE’nin yollardaki zaman kaybını önlemek için, Türkiye’de bir ‘Beyaz Ev’ şubesi açsak?” Ya ğ m u r E k i m Bugün Şeker Bayramı imiş... “Şekerini de al git!” BAKIŞ AÇISI GÜRBÜZ ÇAPAN AKP’li vekiller tezkereye soğukmuş. Haklılar, onların meselesi değil ki! Tavır İsmail Kayaoğlu: “Eğer çocuğunuz yabancı bir ülkede çalışarak evine ekmek götürüyorsa, o ülkeye karşı tavır alabilir misiniz?” GEÇENLERDE bir gazetede fotoğrafıyla haber olmuştu; Başbakanlık binasını ve dolayısıyla RTE’yi korumakla görevli polisler, iftar saatinde ortalıktan çekilmişti. Önceki akşam televizyonda gördüm; kanallardan biri son günlerdeki terör olaylarını yerinde “incelemek” için bir muhabirini Güneydoğu’ya göndermiş; kırsal alandan canlı yayın yapılıyordu. Polisler arazide kurdukları iftar sofrasının başında toplanmıştı ki telsizden iftar saati bildirildi. İftar ama muhabir iftar sofrasını anlatmayı sürdürdüğü için polisler ellerinde su bardakları muhabirin sözünü bitirmesini bekliyordu. Neyse, muhabir lafını bitirdikten sonra “Allah kabul etsin” dedi ve teröristlerle mücadele halindeki özel hareketçi polisler, iftarlarını açtılar. Bu görüntüler karşısında ABD’nin desteği ile Türkiye “Ilımlı İslam Cumhuriyeti”ne geçtiği zaman “din polisi” teşkilatını kurmakta güçlük çekilmeyeceğini; Diyanet’teki imam kadrolarından nakillere gerek kalmadan Emniyet’teki asli kadrolarının yeteceğini anladım. Belli ki ABD’de “tedavi” edilen malum “hoca efendi”nin emekleri boşa gitmemiş... Dün sabah, gazeteye geliyorum; Şişli Adliyesi’ndeki duruşma nedeniyle polis yolları kesmiş. 10 metre ilerideki otoparka geçiş izni vermiyor. İşte basın kartı, işte otoparkın yeri diyorum; yol kesen polis “Buraya gelirken bana mı sordun” diyor. Türkiye Cumhuriyeti’nde bir yerden bir yere giderken polise mi sormak gerektiğini düşünüyorum. Otomobili uygun bir yere bırakıyorum, adliyenin önüne yürüyüp “Buraya gelirken bana mı sordun” diyen polisin amirini, Polis müdürünü bulmaya çalışıyorum. Omzu yıldızlı bir polis “amir” sıfatıyla benimle muhatap oluyor. “Buraya gelirken bana mı sordun”u tartışıyorum. Az önceki “olay”ı gözlemiş, beni, görevli polise “el kol hareketi yapan şahıs” olarak tanımlıyor. Elimle sokağın içindeki otoparkı gösterdiğimi anlatmaya çalışıyorum ama nafile; Türkiye Cumhuriyeti’nde bir yerden bir yere giderken, gerekiyorsa polisten onay almak gerektiği izlenimini ediniyorum. Gidip, karşı kaldırımdaki o polisi buluyorum ve “Sen bana, ‘buraya gelirken bana mı sordun’ demiştin. Bunu amirine anlattım. Sana hak verdi. Senden özür diliyorum” diyorum. Gazetelerden; AKP cumhurbaşkanının kızının düğün hazırlıklarının polisin büyük güvenlik çemberi içinde sürdürüldüğünü okuyorum. Bundan böyle, polis görünce yolumu değiştirmeye karar veriyorum. Büyük Umutlar Kurar Küçük Adamlar... “Dün gece servi boylu sevgilim ve ben, Bir kıyıda gül rengi şarap içerken; Sedefli bir kabuk açıldı karşımızda, Sabah müjdecisi çıkıverdi içinden” Ö. Hayyam İster yaşama, ister aşka, ister ölüme merdiven dayayınız, aynı heyecanı duyarsınız. Ölümü bilir de, ölümden değil ölmekten korkarız. Ya tutunma, tutunamama; o duyguyla karşılaşınca yutkunmayı yeğler, aklımızın gri bölgesine atarız. Eksiklik de öyledir. Eksik kaldığımızda, bir türlü paylaşamayız; içimize damıtır, bir köşede kabuk bağlamış yara haline getiririz. Utanırız söyleyemeyiz, söyleyemeyince, kusmayınca o da aklımızın bir köşesinde Vezüv yanardağı gibi patlamaya hazır bekler. En ufak hatıra, imge ateşler, mum gibi dibimize yanarız. Karşımızdakinin kirinipasını görürüz.. kendi kirimizi pasımızı örtmek için. Kaçımız kaç kere yüzleşti kendisiyle!.. Kendi gözümüzdeki merteği elin gözündeki çöple örtmeye çalışırız. Hep mükemmeliyetçi oluruz. Onu da karşıdan isteriz çoğu zaman. Aklımızdaki süslediğimiz düşleri, hep birilerinden bekleriz. Büyük umutlar kurar küçük adamlar. Küçük adamlar, ya umutsuzdur ya da kırık... Kendini sorgulamayı göze alamadığı için başkalarını sorgulamakla geçirir ömrünü. Kendimizden kaçtığımız için başkalarını karalamak ehvendir bizim için. Hiç kimse özgeçmişini satın alacak kadar zengin olamaz... ??? Tanıdık mahallede süklüm püklümüz. Zira orada bilirler, bağırsağımızın kaç santim olduğunu. Başka mahallede daha bir kostak oluruz. Bilmeyiz ki, insanın geçmişi gölge gibi arkasındadır. Bilmeyiz (biliriz de..) her ağacın kökü kirli ve bulaşıktır. Her insanın geçmişinde de kir ve bulaşıklık vardır. Onunla barışabilmişse ne mutlu, barışamamışsa öfkeli, saldırgan oluverir. Ben geceyi seviyorum. Gündüz kargaşa ve kaostur. Ama gece serin sular gibidir. Kendimle yüzleşir, kendi yüzümü parçalarım. Gizlidir, saklıdır; mezar gibi. Her akşam ölür, her sabah dirilirim. Ölmekten korkuyorum. Ölüme alıştırmaya çalışıyorum kendimi. Belki ölüm daha iyidir. Acılarım diner, bu kargaşadan yoruldum. Belki sakin bir limana götürür beni Tanrı. Ağrılarım arttı. Erken yaşlanma ağrılarım var. Hani çocukken erken büyüme ağrıları olur ya... Ebeveynler romatizma diye doktor doktor dolaşırlar ya. Benimki tersi, yaşlanma, ölüm ağrıları biliyorum, korkuyorum ve de korkuyu yenmeye çalışıyorum. Kış da korkutuyor beni, ben ‘Mayıs’ta ölmek istiyorum. Toprak doğurunca, ona karışmak istiyorum. Börtü böcekle arkadaş olmak istiyorum. Erik ağacında çiçek açmak ya da bir bademin erken açmış, ömürsüz çiçeği olmak isterim. Çocukların sevincine karışmak isterim. Köhnemiş adamların, kirliköhne anılarını dinlemek istemiyorum. ??? Umudu yoldaş edindim. Umut benden uzak, ama yoldaşımdır benim. Umutla oynaşmak istiyorum. Tutunmaya çalışıyorum, ya dizim tutmuyor, ya elim kayıyor tutunamıyorum. Ölmek istiyorum, ölümle yüzleşmek. Derin sularda bir başına kulaç atmak. Kumsalı olmayan, kumsalında beni bekleyen kimsenin olmadığını bilmek, kimsesiz tek başıma serin sulara dalmak ve kaybolmak... Son bir kez, elimi sallayıp; hoşça kalın çocuklar, hoşça kalın demek istiyorum. Bugün birkaç dalım daha koptu. (Daha dün, Şırnak’ta 15 çocuğumu kaybettim.) Ben biraz daha yaklaştım o sonsuz karanlığa.... Hoşça kalın çocuklar, hoşça kalın. Hadi üfle Pan... gurbuzcapan@eksev.org.tr/Faks: 0212 672 71 71 SESSİZ SEDASIZ (!) Uyum Ahmet Önen: “Türkiye’den Malezya’ya giden turist sayısı ikiye katlanmış. Uyum sorunu yaşanmayacak demektir!” Adana’da bir akşam yemeği ADANA Valisi İlhan Atış geçen hafta Adana’daki gazetecileri “Basınla Kaynaşma Yemeği”ne davet ediyor. Akşam yemeği için Devlet Su İşleri lokaline giden gazeteciler, sofra düzenini görünce davetin “yemek” değil iftar olduğunu hemen anlıyor. İftardan bir süre önce lokale gelen Vali Bey konuklarına “hoş geldin” diyerek masada kendisine ayrılan yere oturuyor ve iftarın açılmasını bekliyor. Bu arada lokal hoparlörlerinden ilahiler okunuyor. İlahiler cami hoparlöründen yükselen ezanla kesiliyor. Adana Valisi İlhan Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Bayram Kemal Öncü: “Eskiden el öpülürdü bayramlarda. Bazı gazete köşelerine bakıyorum da, şimdi popo yalamak moda.” Atış iftarı açıyor. Gazeteciler arasında oruçlu olmayanlar da oruçluymuş gibi Vali Bey’e eşlik ediyor. İftardan sonra da Vali Bey, eline mikrofonu alıp “icraatın içinden” programına başlıyor. Tabii ki o hafta, Adana’daki yerel gazetelerin sayfalarını Vali Bey’in “bardağın dolu tarafı”nı görmeyi öngören öğütleri süslüyor. Bizden de bir öğüt: Adana’daki Vali Bey, cam bardak kullanmalı yani şeffaf olmalı; dini kurallara göre bir yemek daveti verecekse bunu örtmeye çalışmamalı! AKP, saman alevi gibi gelip geçici bir parti: Sam Amca’nın alevi! Bayramlar MERİÇ VELİDEDEOĞLU Ulusal bayramların oluşup, yaygınlaşmasının “1789 Devrimi” ile başladığı ileri sürülür hep. Osmanlı döneminde de kutlanan dinsel bayramlardı; “İstiklal Günü” denilen ve kuruluş günü olarak kabul edilen “30 Aralık”, çok sonraları okullarda dönemin padişahı övülerek kutlanmaya başlanmıştı. 1919’un 30 Aralık gününün, Ankara Sultanisi’ndeki kutlanmasına Atatürk de katılır; bu son kutlamadır. Ertesi yıl, 1920’de Büyük Millet Meclisi açılır; mayısın sonuna doğru ramazan ayına girilecektir; sarıklı hoca milletvekillerinden birkaçı, Meclis’in bir ay boyunca tatil edilmesini önerir; ama milletvekillerinin büyük çoğunluğu karşı gelir, kabul etmez. Meclis ramazanda da çalışır; “mesai saati”nin değiştirilmesi gibi herhangi bir “ramazan ayarı” düşünülmez. Meclis’in açılışının birinci yılında, 1921’de, 23 Nisan’ın bayram olması önerilir; Konya milletvekili Hoca Vehbi Efendi önderliğinde bir bölük milletvekili buna hemen karşı çıkar; onlara göre “bayram” ancak “dinsel günler”e özgüdür; dolayısıyla ülkede bayram olarak yalnız “dini bayramlar” kalmalıdır. Bu baskın dirence karşın, 23 Nisan’ın bayram olması kabul edilir; bu ilk “ulusal” bayramdır. Ne var ki Evren Paşa ile birlikte dört paşanın oluşturduğu yönetim, 1981 yılında, 23 Nisan’ı bayram olmaktan çıkarır; böylece “Vehbi Hoca’lar” 60 yıl sonra da olsa “rövanş”ı alırlar... Yurt genelinde başlayan yoğun eleştiri, bu kez “üniforma”lı olan Vehbi’leri dize getirir; 1983’te, 23 Nisan yine bayramdır. Bir başka bayram olayı da 1922 yılının Kasım ayında yaşanır; Atatürk’ün hep yanında görünüp, aslında ona sık sık karşı çıkan Rauf Bey (Orbay), gerçekleştirdiği bir düzenleme ile başbakandır, 1922 yılının Temmuz ayında. Atatürk bir ara kendisine “padişahlık ve halifelik” hakkındaki görüşlerini sorar; Rauf Bey bilinen o yanıtı vererek: “Ben, Padişah Halife’ye içten bağlıyım; benim kanımda onun ekmeği var!” diyecektir. Kısa bir süre sonra, günü geldiğinde Atatürk, Başbakan Rauf Bey’e: “Halifeliği ve padişahlığı birbirinden ayırarak, padişahlığı kaldıracağız! Bunu kürsüden söyleyeceksin!” diyerek görevlendirir. Rauf Bey, Meclis’te bunu “olduğu gibi” söyler; hızını alamayıp, o günün “bayram” olmasını da önerir; 1 Kasım’da saltanat kaldırılırsa da, bayram önerisi dikkate alınmaz. Bu olupbiten karşısında insanın, Başbakan Rauf Bey acaba “takıyye” mi yapıyordu diye sorası geliyor, bir bakıma öyle olduğunu Rauf Bey, cumhuriyetin ilanına, cumhurbaşkanı seçimine karşı çıkıp, devlet başkanlığına İstanbul’daki Halife’nin getirilmesini, böylece cumhuriyetin “dinsel temele” oturmasını isteyerek ortaya koyar. Meclis içindeki dışındaki karşıcılar (muhalefet) ve emperyalizmin güdümündeki bütün “İstanbul Basını”, Rauf Bey’in yanında ve arkasındadır. Bu kez Vehbi Hoca’lar “fes”lidirler; ne ki cumhuriyetin ilanına dek gelinmesine destek olan “gücü” tek dayanakları olarak alan Atatürk ve arkadaşları bu engeli de aşarlar, cumhuriyet ilan edilir; o gün de bayram olur. Bugünün Türkiye’sinde de devletin ve hükümetin başında “takıyye” bakımından Rauf Bey’i kat kat aşanlar yok mudur? TBMM’yi bu kez de sarıklı ya da fesli olmayan, “başı açık” Vehbi Hoca’lar doldurmamış mıdır? Bütün bunların destekçisi yalaka iç basın ve koro halinde dış basın, dış güçler (AB, ABD) değil midir? “Takıyye”nin sonuca götüren bir tutum, bir dönem olduğunu, Rauf Bey somut bir biçimde ortaya koymuştu; şu anda devlet başkanlığını, yasamayı, yürütmeyi elinde bulunduranlarca artık bu döneme girildiği apaçık sergilenmiyor mu? Bu durumda bayram, erinç (huzur) içinde kutlanıp yaşanabilir mi? KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com BULMACA HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com m.velidedeoglu?hotmail.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 12 Eylül www.mumtazarikan.com Bu Akşam Televizyonda Bol Bol Orman Yangını Haberi İzleyeceksiniz TEMA Ormanlarımız Yanıyor. Seyirci Kalmayın. Fidan Dikim Hattı: (0 212) 284 80 00 www.tema.org.tr 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Babil’in son kralı. 2/ 1 İngiltere’de 2 çok sevilen 3 bir cins bira... 4 İyi yaşamak için gerekli 5 her şey. 3/ 6 Hiçbir üretici 7 çalışmada 8 bulunmadan, 9 yalnızca mülkünün geliriyle ya1 2 3 4 5 6 7 8 9 şayan kimse. 4/ “Şel 1 B E L L E M E Ö lak” da denilen hay 2 E B E Z E F İ R vansal bir reçine. 5/ 3 L E N T O E K E Boğa güreşi yapılan 4 L T OG A O K alan... Küçük erkek 5 E Z O G E L İ N kardeş. 6/ Avukatla 6 M E A L I K U rın bağlı olduğu 7 E F E İ K B A L meslek kuruluşu... 8 İ K ON A D A İnce dantel. 7/ Bir s 9 Ö R E K U L A Ş por takımının gözde oyuncusu... Cehennem bekçisi. 8/ Unvan... Keçi kılından hayvan çulu, yem torbası gibi şeyler dokuyan kimse. 9/ Kestanenin dikenli olan dış kabuğu... Suudi Arabistan’ın plaka imi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kendi adını taşıyan İncil’le de tanınmış, Hz. İsa’nın havarilerinden biri. 2/ Karışık renkli... Gökcisimlerini gözetleme. 3/ Yayvan ve kenarları geniş, büyük bakır kap... Japon lirik dramı. 4/ Bir mekânı örten kemerli yapı. 5/ Bir müzik parçasının derin bir duygu verilerek çalınması... Avustralya’da yaşayan bir cins devekuşu. 6/ “Bize bol bol kucakla getir / Düşmek etrafı görmemektendir” (Tevfik Fikret)... Gereğinden çok yemek yiyen. 7/ Cerrahın hastaya yaptığı müdahale. 8/ Bir nota... Makbul bir sıcak ülke meyvesi. 9/ Argoda marka düşkünü, züppe kimseye verilen ad... Bir işi yerine getirme. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear