24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Erman Kunter Japonya’daki Dünya Şampiyonası’nı ve ulusal takımı Basketbolda ‘ne yapmalı?’ BASKETBOL ERMAN KUNTER aponya’da düzenlenen Dünya Basketbol Şampiyonası İspanya’nın birinciliğiyle son buldu. Turnuvada yarıfinale çıkan takımlara baktığımızda önemli bir sürprizin yaşanmadığını söyleyebiliriz. Seri başı olan dört takım ilk sıraları paylaştı. 2000 yılındaki Sydney Olimpiyatları’ndan bu yana ABD’nin basketboldaki kan kaybı artarak sürüyor. Yugoslav ekolü de zor durumda; ilk sekiz içinde hiçbir takımları yok. Bu ekolün liderliği, büyük olasılıkla 2007 Avrupa Şampiyonası’ndan başlayarak Hırvatistan’a geçecek gibi gözüküyor. İspanya son yıllarda resmi turnuvalarda galibiyet oranı en yüksek ülke olmasına karşın mutlu sona ulaşmak için beşaltı yıl bekledi ve sonunda kazandı. Bu şampiyonanın en dikkat çeken noktası ilk sekiz takımdan altısının Avrupa ülkesi olmasıydı. Bu da bize 2007 Avrupa Şampiyonası’nın ne kadar zorlu geçeceğinin sinyallerini veriyor. İlk sekiz takım arasına giremeyen Sırbistan, Slovenya, İtalya; bu şampiyonaya katılamayan Hırvatistan, Polonya, Rusya ve hatta İsrail’i de sayarsak birbirine yakın 11 12 takımın çok zorlu bir Avrupa Şampiyonası oynayacağı şimdiden belli oldu. 2007 Avrupa Şampiyonası’nda elde edilecek başarının, Pekin Olimpiyatları’nın vizesi olacağını da unutmamak gerekir. C ‘ için değerlendirdi J NBA VE AMERİKA BA ve NCAA başta olmak üzere bir çok lig, yüzbinlerle ifade edilen basketbolcu ordusuyla Amerika tartışmasız basketbolun anavatanı... 2000’li yıllardan başlayarak uluslararası organizasyonlarda gözle görülür bir biçimde geriye gittikleri ise bir gerçek. Son büyük başarıları olan 2000 Sydney Olimpiyatları’nda, yarıfinaldeki Litvanya macları bile hâlâ tartışılıyor. Biraz da iterek bir hücum ribaundu sayısı ve son an da çemberin içinden çıkan Litvanya üçlüğü, Amerikan takımına son başarıyı getirmişti. Ancak düşüş kaçınılmazdı; ve oldu... Önce Indianapolis sonra Atina, şimdi de Japonya... Bir türlü şampiyonluk gelmiyor. Aksine, rakip olabilecek ve Amerikan takımını gözüne kestiren takım sayısı artıyor. NBA’ciler pazarlama sahalarını büyütmek için kapılarını başka kıtalara açtılar. Ülkelere ‘mavi boncuk’ dağıttılar. Vatandaşlarını seyretmek için insanları gece yarılarında televizyonları başına oturttular. Buraya kadar her şey güzel gitti, pazar büyüdü. Ama NBA de lig olmaktan çıktı. Söylemeye dilim varmıyor ama bir ‘sirke’ dönüştü... Basketbol unutuldu, gayet doğaldır ki şov ağırlıklı gösterilerinin de otoriteleri ortaya çıktı. En basit pick and roll savunmayı bilmeyen, pas atamayan ama sıçradığında çemberi ısıran belki de dünyanın en iyi atletlerinin olduğu yeni bir spor dalı yaratıldı. NBA tara N ‘E Söz Avrupa’nın Evet, basketbolda üstünlük yavaş yavaş Avrupa’nın eline geçiyor. Japonya’daki dünya şampiyonasında takım oyunu, sert savunma, her topun önemi ve oyundaki devamlılık öne çıkan ana unsurlar oldu. Rakibe kolay sayı vermemek top kayıplarını en aza indirmek ve sabırla hücum etmek maç kazanmanın da anahtarı oldu. Bence bundan sonraki aşamada oyuncuların arasındaki farkı özellikleri belirleyecek. Topsuz oyunlar, ilk adımın çabukluğu ve pasın önemi, atletik kabiliyetlerin önüne geçecek ve böylece seyir zevki de artacak. Antrenmanlarda oyuncuların pek sevmedigi driblingsiz maçlar, pas drilleri ve bireysel teknik çalısmalar tekrar başlayacak. Sürekli değişen, rakibin düzenini bozan savunma türleri, kombine savunmalar da antrenörlerin gündemine gelecek gibi gözüküyor. Kısacası son yıllarda kabuk değiştiren dünya basketbolunda yeni arayışlar olacaktır diye düşünüyorum. Avrupa basketbolu Amerika’dan öğrendiği fiziki gücün öneminin yanına zekâyı da katarak bu noktaya geldi. Şimdi sıra teknik bireysel gelişmede olacaktır. vet bugün itibarıyla ‘boynuzun kulağı geçmeye başladığını’ söyleyebiliriz. Bunu yalnız ben söylemiyorum, Amerikan ulusal takımı ve aynı zamanda Duke Üniversitesi başantrenörü olan Mike Krysewski de turnuva sırasındakı basın toplantılarında bu konuyu dile getirdi. Amerikan basketbolu bugüne kadar NBA’in seyredilme oranını arttırmak için kapılarını dünyaya açmıştı. Bundan sonra ise geriye giden basketbollarını teknik anlamda toparlamak için daha da açacaktır. fından ithal edilen yabancı oyuncuların tamamına yakınının teknik anlamda basketbolları gözle görülür bir şekilde geriye gitti. Tavla deyimiyle karşısında ‘mars’ oldukları Yunanistan takımının değeriyle kendi takımlarının değerini karşılaştırmalarını da kendilerine tavsiye ederim. Amerikan basketbolundaki bu düşüşün başka nedenleri de var. Bugün basketbolu seven gençlerin çoğu smaç yarışmasını kazanan, dikkat çeken hareketler yapan, gösterişli, çesitli takılarla sahaya çıkan oyuncuları kendisine örnek alıyor. Larry Bird gibi Scooty Pippen, Dennis Johnson, Magic Johnson gibi iyi oyuncular unutuldu. Ama farkı yaratan onlardı. Jordan’dan bahsetmiyorum çünkü onu örnek almak hayallerin de ötesinde olur. İkinci bir önemli faktör ise dünyanın en büyük basketbolcu kaynağı olan NCAA Kolejler Ligi’ nin NBA’nın draft sistemindeki boşluktan dolayı zayıflaması. Önce üniversite 1 ve 2’nci sınıflarına kapıyı açan NBA, son yıllarda lise oğrencilerine de el attı. Ama bu oyuncuların bırakın teknik kaliteyi; beyin, eğitim ve kültür seviyesi olarak yüzde 99’u bu işe hazır değil. Dünya basketbolunun laboratuvarı olan NCAA’da da sorunlar var. Tecrübeli antrenörler ki bunlar komple oyuncular yetiştirdiler, yavaş yavaş sahneden çekiliyorlar. Onların yerine gelenler ise ya işin farkında değiller ya da bu işi bilmiyorlar. Bugün NCAA çıkışlı yeni mezun basketbolcular gerçekleri Avrupa’da öğreniyor. Çoğunun yeteneği çok iyi ama basketbol bilgileri oldukça zayıf. U L U S A L TA K I M I M I Z Ş ‘ CUMHURİYET 19 CMYK ampiyona öncesi sorunlarla gündemde olan ulusal takımımız turnuvada ilk günden itibaren çok iyi bir çıkış yakaladı ve 2006 Dünya Kupası’nı altıncı sırada tamamladı. Takım oyununa dayalı, herkesin katkı yapmaya çalıştığı, paylaşmayı öğrenmiş görünen, bencilliklerin unutulduğu, mücadeleyi ve maçı asla bırakmayan bir görüntü çizen takımımız iyi bir derece aldı. Bu başarıda başta antrenör Tanjevic ve onun arkasında duran yönetimin büyük katkısını unutmamak gerekir. Turnuva öncesi, gruptan çıkması bile çok kolay gözükmeyen 12 Dev Adam çeyrek finale geldi. Herkesin elinden geleni yaptığı bu takım kapasitesinin yüzde 30 üstüne çıktı. Peki bu nasıl oldu? Bence cevabı zor değil. Antrenör ve yönetimin olumlu katkılarını bir kez daha vurgulayarak, bence bu başarının belki de en önemli temel taşlarından biri olan motivasyon konusuna değinmek istiyorum. Önce bir örnek vereyim; şampiyonanın en değerli oyuncusu (MVP) İspanyol Pau Gasol yarıfinalde sakatlandı, finalde oynamadı. Ancak İspanya buna karşın Yunanistan’ı 23 sayı gibi açık bir farkla kazandı. Finalist iki takımın arasında bu kadar fark mı vardı? Kesinlikle hayır. İspanyol takımını bu yıldız oyuncusunun yokluğu daha fazla motive etmiş, Yunan ta u turnuva öncesine kadar ulusal takımımızın yükünü büyük ölçüde çekmiş önemli oyuncularımız çesitli nedenlerle kadroda yer almadı. Bu eksiklikte daha önce onların gölgesinde kalmış kendini gösterememiş oyuncular sahneye çıktılar. Kendilerini gösterme ve asıl önemlisi, olası bir başarısızlığın kariyerleri üzerindeki negatif etkisinin korkusu bu oyuncuları normal performanslarının yüzde 25 yüzde 30 üzerine çıkardı ve bu da başarıdaki anahtarlardan biri oldu. ‘B kımını ise rehavete sokmuş. Buradan yola çıkarak psikolojik faktörün önemini bir kez daha anlıyoruz. Bizim takımımıza gelirsek; bu olaya benzer bir motivasyon örneği görüyoruz. Böyle bir doğal motivasyon bir antrenör için olabilecek en büyük lükstür. Deneyim kazandık Zaman zaman antrenörler maç içinde kumar oynamak, başka bir deyişle riskler almak zorunda kalırlar. Bu turnuvada bunların çoğunu Tanjevic kazandı. Biz dünya klasmanında altıncı değiliz; 2006 Dünya Şampiyonası altıncısıyız. Bunların ikisi çok farklı şeyler. Bu derece bizi 18.’likten, 16.’lığa çıkardı. Oyuncularımız bu turnuvayla büyük deneyim kazandı. Bu seviyede maçların nasıl kazanıldığını gördük. Daha üst düzeye gidebilmek için ise eksiklerimiz bulunuyor. Eğer 2010 Dünya Şampiyonası’ndan sonra dünya basketbolunun ilk 10 takımı arasına girmek istiyorsak öncelikle takım ruhunu korumalıyız. Oyun kurucu pozisyonunda sahaya daha iyi tempo koymalıyız. Özellikle dış oyuncularımızın topla bire bir hücumunu geliştirmeliyiz. Ve en önemlisi kolay sayı bulmak için iyi pas yeteneği olan ve sırtı dönük top alıp hücum edebilen boyalı alan oyuncularına ihtiyacımız olacağını aklımızdan çıkarmamalıyız. Yakın atış yüzdesinin daima yüksek olduğunu unutmayalım. Üstünde durulması gereken ve yalnız basketbol için değil tüm Türk sporu için önemli bir konudan da bahsetmekte yarar var.Umuyorum ki bu turnuva ile beraber bir antrenöre saygı göstermeyi ve arkasında durmayı öğrenmişizdir. ŞİMDİ BİRLİK ZAMANI 001 Avrupa Şampiyonası’nda ikinci olduk. Herkes ‘‘Türkiye’de basketbol patlayacak’’ dedi. Ancak hiç de beklenen olmadı. Seyirci sayısı artmadı, kapanan kulüp sayısı arttı, yatırım azaldı. Bir yerlerde hata yapıldı. Bence bizim sorunumuz kazandığımızda paylaşmayı bilmemek; kaybettiğimizde de başkalarına fatura çıkarmak. Yani kısacası sorumluluğu üstlenmemek. Bence bu işin doğrusu, belki de bizim insanımızın tabiatına biraz aykırı olanı, yani tam tersinin yapılması. Başarıyı paylaşmayı bilmek, başarısızlıkta da sorumluluğu üstlenebilmek bahaneler aramamak. Bunu geçmişte yapmadık. Bugün ülkemizde basketbola gönül vermiş ama zaman zaman federasyonla fikir ayrılığına düşmüş ve onun bazı icraatlerini onaylamamış birçok insan tanıyorum. Bence çoğunun ortak endişesi ki bunların içinde 2 profesyoneller çoğunlukta, bundan sonra ne olacağı? Elinde daha iyi silahları olan ve şu anda daha güçlü olan diğerini yok etmeye mi veya tamamen susturmaya mı çalışacak? Yoksa Japonya’da bize bu başarılı sonucu getiren takımın paylaşma, birlik, beraberlik öğelerimi ön plana çıkacak?.. Öncelikle önümüzdeki 4 yılın önemini unutmayalım. Yapılacak çok önemli işler var. Özellikle de federasyonun yükü ağır olacak. Yalnız erkek A ulusal takımın programının yoğunluğu bile yeter. Bence atılacak ilk önemli adım federasyonun sırtında bir kambur olarak gördüğüm TBL ’nin kulüpler birliğine aşamalı olarak devredilmesi. Basketbolun özerk olması için verilen mücadeleleri takdir etmemek elde değil. Ama bir alt kurulunuza özerklik vermemek çelişki değil mi? İşin doğrusu lisans, sağlık, muhasebe, hakem eğitimi işlerini tamamen federasyon kontrolüne bırakmak kaydıyla kulüplerin kendi seçeceği üyelerle bir lig kurulu kurmaktır. Bu kurulda mutlaka antrenörler birliğinin, oyuncular birliği veya sendikasının ve hakemler birliğinin birer temsilcisinin de bulunması gerekir. Bu yapılabilirse hem federasyonun yükü azalır hem de kulüplerin sorunları bir ölçüde çözülür. Ulusal takımımızı oluşturan bütün oyuncuları bu kulüpler yetiştirdi. Eleştirene küsmek darılmak bizi bir yere getirmedi. Tenkitleri süzmek, içinden doğruları ayıklayabilmenin çok zor olduğunu sanmıyorum. Çoğu kişiye ters gelebilir ama bugün basketbolun belki de birlik ve beraberliğe her zaman olduğundan daha fazla ihtiyacı var. 2001 sonrası bunu yapmadığımız için ne hale düştüğümüzü unutmamak gerekir. Yoksa geldiğimiz noktadan geri dönüş çok çabuk olur.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear