Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 17 AĞUSTOS 2006 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL 17 Ağustos Depremi... 17 Ağustos 1999 depreminden sonra, depremlerle mücadele konusunda birçok yeni yasa çıkarıldı ve çok sayıda hükümet kararnamesi yayımlandı. Ancak, gerekli altyapı hazırlanmadan çıkarılan bu yasaların ve yayımlanan kararnamelerin hiçbiri uygulanamadı. Çünkü, Türkiye’de bu karmaşık mevzuatın ötesinde bir de yetki karmaşası söz konusudur. PENCERE gerekir. Bugün Türkiye’nin her alandaki en önemli sorunu, mevcut yasaların etkin bir biçimde uygulanmıyor olmasıdır. Hükümetlerin temel görevi, her şeyden önce toplumun can ve mal güvenliğini sağlamaktır. Depremlerle ilgili olarak da, can ve mal güvenliğini sağlamanın temel koşulu ise, hem mevcut yapıların hem de bundan sonra inşa edilecek yeni yapıların depreme dayanıklı olmasıdır. İnsanlar, içinde yaşadıkları evlerinin, çalıştıkları işyerlerinin, çocuklarını gönderdikleri okulların, hastalarını yatırdıkları hastanelerin, trafikte üzerinden geçtikleri yoların ve köprülerin olası bir depreme dayanıklı olarak inşa edilmiş olduğundan emin oldukları zaman, deprem onlar için korkulacak bir olay olmaktan çıkacaktır. Çünkü, bileceklerdir ki herhangi bir depremde yapıları belki sallanacaktır ama yıkılmayacaktır; dolayısıyla canlarına ve mallarına herhangi bir zarar gelmeyecektir. Hükümetler de topluma bu güvenceyi sağlamakla yükümlüdürler. Depremlerle mücadelede başarının tek ve kesin ölçüsü budur. Bunun için de kaçak yapılaşmaya kesinlikle izin verilmemelidir. Mevcut yapı stokunun depreme dayanıklılığı ölçülmeli ve gerekli önlemler bir an önce alınmalıdır. Ancak, tüm bunları yapabilmek için hükümetlerin, arkasında sağlam bir siyasal iradenin de bulunduğu bir depremlerle mücadele stratejisinin olması gerekir. Ne yazık ki, bugün Türkiye’de bunların hiçbiri yoktur. Aslında, 17 Ağustos 1999 Doğu Marmara depreminden sonra, Türkiye’deki depremle ilgili kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve bazı yerel yönetimler, sınırlı olanakları ile, depremlerle mücadele konusunda olumlu bazı çalışmalar yapmışlar, projeler üretmişler; ancak, bu çalışmaların hiçbiri hedeflenen amaçlarına ulaşamamıştır. Çünkü, hem hükümetlerden yeterli maddi desteği görememişlerdir hem de tüm bu çalışmaları koordine edecek ve uygulamaya koyacak bir üst kurum oluşturulamamıştır. Sonuç olarak Türkiye, maddi ve manevi çok büyük kayıplara neden olan ve tüm ülkemizi büyük yasa boğan 7.4 büyüklüğündeki 17 Ağustos 1999 Doğu Marmara depreminden bu yana tam yedi yıl geçmiş olmasına karşın, depremlerle mücadele konusunda, bugüne dek, ne yazık ki bir arpa boyu bile yol alamamıştır. Çocuk mu Aldatıyorsunuz? İsrail, silahını bırakmayacak! Her an tetikte bekleyecek! İlk fırsatta tanklarıyla, füzeleriyle, askerleriyle Beyrut’a, Şam’a, Gazze’ye, canının istediği yere saldıracak.. Arkasını ABD’ye dayadığı, dolayısıyla Birleşmiş Milletler örgütünü de etkisiz bırakma gücüne sahip olduğu için, rahatlıkla istediğini, uygun gördüğü zaman gerçekleştirilebilecek... Şimdi, yanına BM’nin barış gücünü de alabileceğine göre.. Fransız, Türk, İtalyan vb. ulusların askerleriyle bir barış gücü İsrail’e yardımcı olsun diye mi kuruluyor? Hizbullahçı Lübnanlılar tam anlamıyla teslim olsun, ama İsrail, nükleer silahıyla, tüm donanımlı ordusuyla yeni bir saldırma fırsatını beklesin diye mi?.. Çocuk mu aldatıyorsunuz? Bir barış gücü kurulacaksa her şeyden önce yansız olmalıdır. Lübnan’a da İsrail’e de eşit davranmalıdır. Hizbullah adlı siyasal gücün kökünü kazımakta İsrail’e yardımcı olacak bir barış gücü ne yeni kanlı çarpışmaları önler ne de İsrail’in yolunu keser!.. Türkiye de barış gücüne üç bin asker verecekmiş!.. AKP kafası, işin içinde özel çıkar görünce, ABD’nin istediği ödünü verir mi, verebilir mi? Herkes biliyor, İsrail, ABD’nin öncü gücüdür.. ABD’nin gerçekleştirmek istediği Ortadoğu projesinin baş destekçisidir. Türkiye’ye sınır dışına adım attırmıyorlar!.. Her gün şehit şehit üstüne, cenaze cenaze üstüne!.. Millet kan ağlıyor. Elimiz tutulmuş... ‘‘İsrail’in çıkarlarına yarayacak bir barış gücüne asker verin’’ çağrısına koşacak mı Türkiye? Bir hükümet bu gerçekleri görmezlikten gelir de, binlerce Türk askerini, hiçbir etkisi olmayan, hiçbir alanda sözü geçmeyen, İsrail saldırısı karşısında şaşkına dönmüş Birleşmiş Milletler adlı bir hayaletin buyruğuna sunarsa, halkına ihanet etmiş bir duruma düşmez mi? Kendi sıkıntısını, kendi derdini çözemeyen, ille de ABD’nin keyfine göre davranmak zorunluluğunu duyan bir yönetim, nasıl olur da Lübnan’a barış askeri gönderebilir? Mehmetçik her şeyden önce kendi yurdunu, ulusunu korumakla görevlidir. Sınırın içinde ve dışında tam bir güçle, güvenle.. Ama saldırgan İsrail’in çıkarlarına hizmet etmeye gelen bir uydurma güce katılmak, gerçek bir onursuzluk, bir yurt sevgisinden kopukluktur... Baykal’ın da Artık Gördüğü Gerçek!.. CHP Genel Başkanı Baykal diyor ki: ‘‘ Devlet yapılanması içinde bir cemaatleşmeye ‘işime geliyor’ diye destek verirseniz bir süre sonra kontrol edemezsiniz. İktidar sistemli bir kadrolaşmayı sürdürüyor. Devletteki cemaatleşme süreci Çankaya el değiştirdikten sonra tehlikeli şekilde tırmanabilir. Öyle bir iktidar dönemi yaşanıyor ki laik Cumhuriyete inanıyormuş gibi yapan kadrolar işbaşında... Ne bir darbe oldu, ne yasalar değişti, ama, bir süreç işlemeye başladı. Türkiye’de bugün öyle mekanizmalar işliyor ki, 10 yıl sonra Fas’a benzemeyeceğimizin garantisi yok. Erdoğan ‘Acele etmeyin, bekleyin’ diyor.’’ (Derya Sazak’ın röportajı, 14.7.2006, Milliyet) ? Fas’ta ne olmuş?.. Batı Avrupa’ya en yakın ülke olan Fas’ta dincilik almış başını gitmiş, kısa bir süre içinde hızla yükselmiş; demokrasiye gidiş umutları yıkılmış, başları açık kızlar ve kadınlar her yerde zora girmişler, toplum tabanda şeriatçılığa kaymış... 2007’de yapılacak seçimlerde Şeyh Yasin’in ‘Adalet ve Kalkınma Partisi’ oyların yüzde 47’sini alarak seçimi kazanacakmış... Ne garip rastlantı!.. Şeyh Yasin’in partisinin adı da AKP imiş... ? Baykal diyor ki: ‘‘ Belki de son şansımız! Cumhuriyet demokrasiyi doğurdu. Şimdi demokrasi Cumhuriyeti ortadan kaldırmamalı! Herkesten oy isteyeceğiz; bu, Deniz Baykal’a oy verip vermeme meselesini aşıyor.’’ Baykal’ın ‘bizzat’ dile getirdiği gibi gerçekten de böyle bir ‘mesele’ var!.. Bir ‘Baykal Sorunu’ oluştu... Ama, Türkiye’nin sorunu Baykal sorununu kat kat aşıyor!.. Ne diyor Baykal: ‘‘ Bu bizim son şansımız!..’’ Ne olacak?.. ‘‘Cumhuriyet demokrasiyi doğurdu; şimdi demokrasi Cumhuriyeti ortadan mı kaldıracak?..’’ ? Nicedir yapılan bütün seçim yoklamalarında AKP yüzde 3540 dolayında!.. CHP yüzde 1013; MHP yüzde 10’u aşıyor, aşmıyor; DYP ile ANAP’tan da hayır yok!.. Demek ki AKP iktidarının anketlere göre alternatifi oluşamıyor. Neden?.. Bir yoruma göre Türkiye’de parti dönemi aşıldı; siyasal örgütlenme artık tarikat ve cemaat düzeninin eline geçmiştir; merkez sağ (DYPANAP) bu şemsiyenin altındadır... Gerçek mi?.. Gerçek değilse neden bir iktidar alternatifi ortaya çıkmıyor?.. Türkiye’deki çok partili rejim ‘fiilen’ tarikat ve cemaatlerin irili ufaklı liderlerine mi bağlandı?.. Fethullah Gülen olayı nedir?.. Medyada yarım milyon gazeteyi hangi kapitalist güç ya da odak tüm Türkiye sathında her gün bedava dağıtabilir?.. Saidi NursiFethullah Gülen cemaati dağıtabiliyor... Medya, gazetesi, televizyonu, radyosuyla tarikatların eline geçiyor... ? Uzun bir zaman sürecinde bakıldığında çok partili rejimde merkez sağın adım adım dönüşerek dinci partiye teslim olduğu görülür... Toplumun tabanı değişmiştir... İktidar, Meclis, Hükümet’ten sonra sıra Devlet’e gelmiştir... Baykal bu gerçeği dile getirmiş... Peki ne yapmalı?.. Prof. Dr. K.Erçin KASAPOĞLU Hacettepe Üni.Jeoloji Müh. Böl. Öğr. Üyesi ürkiye için maddi ve manevi çok büyük kayıplara neden olan ve tüm ülkemizi büyük yasa boğan 7.4 büyüklüğündeki 17 Ağustos 1999 Doğu Marmara depreminden bu yana tam yedi yıl geçmiş olmasına karşın Türkiye, depremlerle mücadele konusunda, bugüne dek, ne yazık ki bir arpa boyu bile yol alamamıştır. 17 Ağustos 1999 Doğu Marmara depremi, toplumumuzda açtığı büyük sosyal, psikolojik ve ekonomik yaraların yanı sıra Türkiye’nin, özelde deprem, genelde doğal afetler politikasına ilişkin önemli bazı gerçeklerin de su yüzüne çıkmasına neden olmuştur. En önemlisi, başta devletin ilgili kurumları olmak üzere tüm toplumun, depremlerle mücadele konusunda ne kadar bilgisiz, bilinçsiz ve hazırlıksız olduğu gerçeğidir. Bunun doğal bir sonucu olarak, söz konusu depremin bilançosu 30 bin ölü, 25 bin yaralı ve yıkılan 5 bin konut olmuştur. Deprem sonrasında oluşan işgücü kaybı, bölgeye yapılan yatırımların azalması ve diğer dolaylı kayıplar birlikte değerlendirildiğinde ise, Türkiye’nin bu deprem nedeniyle uğradığı ekonomik kayıp, 40 milyar doları bulmuştur. Türkiye’nin bu deprem sonrasındaki tek kazancı, toplumun deprem konusunda, o güne kadar olduğundan çok daha fazla bilgilenmiş ve bilinçlenmiş olmasıdır. Ancak toplum, bu kazancına ve depremlerle mücadele konusundaki özverili yaklaşımına devletten yeterli desteği ve katkıyı, ne yazık ki, görememiştir. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın, çeşitli kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve özel sektör temsilcilerinin katılımı ile, 2004 yılında İstanbul’da topladığı Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk ve tek deprem şurası, bu konuda bir umut ışığı olmuş; ancak, büyük emek ve paralar harcanarak oluşturulan bu büyük organizasyon sonunda, da yine ‘dağ fare doğurmuştur’. Çünkü, bu tür şura toplantıları sonunda, hükümete ya da ilgili bakanlığa sunulmak üzere bazı somut kararların alınması ge T ??? TÜMA Y HOTEL BİTEZ YALISI / BODRUM rekirken, şuranın hiçbir oturumunda hiçbir karar oluşturulamamıştır. Yalnızca toplantı sonunda, kim ya da kimler tarafından kaleme alındığı bilinmeyen, ancak Divan Başkanlığı’nca hazırlandığı sanılan bir ‘Şura Sonuç Bildirgesi’ bizzat Bayındırlık ve İskân Bakanı tarafından, bir basın toplantısıyla, kamuoyuna sunulmuştur. Dolayısıyla bu sonuç bildirgesine şura delegelerinin doğrudan bir katkısı olmamıştır. Ayrıca, söz konusu şura toplantısından bu yana da tam üç yıl geçmiş olmasına karşın hükümet, depremlerle mücadele konusunda Şura Sonuç Bildirgesi’nde dile getirdiği ve hemen uygulamaya koyacağına dair söz verdiği kararların hiçbirini, bugüne dek, uygulayamamıştır. Bunun en önemli nedeni ise, depremlerle mücadele konusunda Türkiye’de henüz bir siyasi iradenin oluşturulamamış olmasıdır. Oysa, siyasal irade olmaksızın depremlerle mücadelede başarılı olmak olanaklı değildir. 17 Ağustos 1999 depreminden sonra, depremlerle mücadele konusunda birçok yeni yasa çıkarıldı ve çok sayıda hükümet kararnamesi yayımlandı. Ancak, gerekli altyapı hazırlanmadan çıkarılan bu yasaların ve yayımlanan kararnamelerin hiçbiri uygulanamadı. Çünkü, Türkiye’de bu karmaşık mevzuatın ötesinde bir de yetki karmaşası söz konusudur. Türkiye’de depremlerle mücadele konusunda, Afet İşleri Genel Müdürlüğü. Teknik Araştırma Uygulama Genel Müdürlüğü, Yapı İşleri Genel Müdürlüğü gibi yasal olarak yetkili kurumlarımız varken, 17 Ağustos 1999’dan sonra Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü adı altında yeni bir kurum daha oluşturuldu. Ancak, bu kurum da gerekli mali destek ve bilgili, deneyimli teknik eleman kadrosuyla donatılmadığı için hiçbir etkinlik gösteremedi. Keza, yine 17 Ağustos 1999’dan sonra oluşturulan Ulusal Deprem Konseyi de aynı nedenlerle etkisiz kaldı. Aslında, Türkiye’de depremlerle mücadele konusunda etkin olabilecek yasalarımız var. Ancak yasaların olması yetmez, bunların etkin bir biçimde uygulanması Yaşamda Deprem YÜZME HAVUZU, DENİZE 60 METRE, BİLARDO, MASA TENİSİ, LANGIRT, DART GAME, ODALARDA KLİMA, MİNİ BAR, FÖN, TV SABAH VE AKŞAM AÇIK BÜFE 5 ÇAYI VE KURABİYE 06 YAŞ ÇOCUK FREE 712 YAŞ ÇOCUK 25 YTL Yaşamdaki depremi önlemenin iki yolu var: Birincisi, yeni yapıların güvenli inşa edilmesini sağlamak, ikincisi ise depreme dayanıksız yapıları denetim altına almak. İskender ODABAŞOĞLU İnşaat Mühendisi, Araştırmacı nşan yaşamı değerli. Savaşta ölen çocuklara, açlıktan ölen bebeklere, teröre kurban giden şehitlerimize, trafik kazasında yaşamını yitirenlere, depremde enkaz altında kalanlara üzülüyoruz, bunların nedenlerini ortadan kaldırmaya çalışıyoruz. Savaşsız, açlığın ortadan kalktığı, terörün olmadığı bir dünya düzeni, gelişmiş ulaşım sistemi ve güvenli yapılar istiyoruz. Burada siyasetin çirkin yüzü kadar, bireysel ve mesleki sorumluluklarımız da var. Siyasi olayların tırmandığı anda bile, örneğin sınırımıza birkaç saat sürüş uzaklığında yaşanan İsrail, Lübnan, Hizbullah, Filistin savaşına duyarsız kalıp, magazin haberleriyle, örneğin yaşı geçmiş ünlülerin hamile olup olmadığı ile gündemi yozlaştıranların insan sevgisi taşıdığını söylemek zor. Bu duyarsızlığın bir diğer örneği, 17 Ağustos 1999’daki Marmara depremidir. 40 bini aşkın kişinin Marmara depreminde toplu kıyıma uğramasından bu yana, yasal ve insan yaşamı yönüyle kayda değer bir gelişme ol TAM PANSİYON KİŞİ BAŞI 50 YTL İ 0 252 363 79 30 www.tumayhotel.com madı. Yedi yıl, toplumların yaşamında kısa, insan yaşamında uzun bir süredir. En küçük yer sarsıntısında, enkaz altında kalan annebabasının, çocuğunun feryadıyla, ezilmiş cesedinin görüntüsüyle uykusundan sıçrayarak uyanan milyonlar, toplumda ruhsal sağlığı bozuk önemli bir kesim oluşturuyor ve bu kesim dramı yaşamaya devam ediyor. Yaşamdaki depremi önlemenin iki yolu var: Birincisi, yeni yapıların güvenli inşa edilmesini sağlamak, ikincisi ise depreme dayanıksız yapıları denetim altına almak. Depreme dayanıksız yapıların saptanarak, yıkılması gerekenlerin yıkılması, güçlendirme isteyenlerin güçlendirilmesi, boşaltılması gerekenlerin boşaltılması başlı başına bir Ulusal Strateji gerektirir. 4708 sayılı Yapı Denetimi Yasası gereğince yeni yapıların projelendirilmesi ve yapı üretiminin denetim altına alınması, yeni yapıların güvenli yapı olmasında önemli katkı yapıyor. Ancak sistemdeki tasarımcılar, yapı de netim kuruluşları, yerel yönetim ve merkezi yönetim ilişkisinin geliştirilmesi zorunlu. Merkezi denetimin yetersiz olması nedeniyle yapı denetim kuruluşlarına özdenetim yetkisi verilmeli, bu sistemde mühendislik odalarına da sorumluluk verilmeli. Banka hortumlayan, para yatıran vatandaşın para kaybına, binanın yapımındaki hırsızlık ise insanın can kaybına neden oluyor. Parayı geri alma şansınız olabilir, ama can kaybının geri dönüşü yok. Buradaki hırsızlık tanımı, yanlış tasarım, onaylı projeye uyulmaması, mesleki ihmal, standart dışı malzeme kullanımı, işçilik hatasının gözardı edilmesi gibi yapıyı doğrudan etkileyecek konularda bilinçli veya bilinçsiz eksikliği kapsıyor. Türkiye, sorumsuz yapılaşmanın ve denetimsizliğin faturasını onbinlerce ölü ile ödedi, ancak ortada ceza alan kimse yok. Veli Göçer gibi biriki olay kanımca ‘‘siyasi’’ ve göstermelik. 4708 sayılı Yapı Denetimi Yasası, inşaat mühendisini yapının sorumlusu haline getiriyor ve yapının deprem veya diğer nedenlerle hasarından sorumlu tutuyor. İnşaat mühendisinin, yapı üretimi sırasında, sorumluluğunu yetki ile bütünleştirmeli, bu sorumluluğu başkası ile paylaşmasına engel olunmalıdır. Örneğin, hazır betonun proje değerlerine aykırı olması halinde, inşaat mühendisi betonu kırdırıp yenisini döktürebilmeli. Bu işlemi hazır beton firmasının yapıp yapmaması bir başka etik konudur. Sonuç: Yapı denetimi bedeli, bir inşaatın satış değerinin yüzde birinden çok daha az bir rakam tutuyor. Yapı denetçisi bu bedel içinde, binanın demirinden örnek alıp çekme testi yaptırıyor, standart altı çeliği inşaatta kullandırtmıyor. Yapı denetçisi, inşaata gelen her betonun proje kriterine uygunluğunu kontrol ediyor, kötü beton iade ediliyor. Dökülen her betondan bağımsız laboratuvarlarca örnek aldırıp basınç testi yaptırıyor. Yapı denetçisi, mimarı, inşaat, elektrik ve makine mühendisini gerekli zamanda inşaatta hazır bulunduruyor, kontrol yaptırıyor. Alacağınız veya oturduğunuz bir binada, deprem güvenliği olsun istemez misiniz? Bu güvenlik, sadece sizin için değil, çocuklarınız, eşleriniz, annebabalarınız ve dostlarınız, kısaca tüm insanlık için şart. Güvenli yapıya gerekli önemi verelim ve depreme teslim olup ağıt yakmayalım. Deprem ve İzmit... Şakir BALKI 17 Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin yayınladığı günlük sivil toplum gazetesi BİZİM GAZETE tarafsız haberleri, ilginç röportajları, araştırmaları, köşe yazıları ve ülke sorunlarını yansıtan raporlarıyla 10 yıldır okurlarıyla el ele... Tel: 0 212 511 94 94 Abone: 0 212 513 83 00 Ağustos 1999 gecesi İzmit ve çevre halkı, derin bir sessizliği, bir zaman akışını yaşaken ve uykularının en yoğun anında, dipten gelen öldürücü depremle baş başa kalmışlardı. Neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Artçı depremler sürüp giderken bu korku cehennemini, o ölümcül paniği bir daha yaşamamak için, İzmit ve çevresinden büyük bir göç başlamıştı. Birçok kişi İzmit’i ve bölgeyi terk etmişlerdi ama bir iki yıl sonra da tekrar kente dönüş yapmışlardı. Bu, deprem sonrası akıl almaz bir yığılmaydı. Bu, nüfussal bir şişmeydi. Tarihin en büyük ve yıkıcı depremlerinden biri olan İzmit depremi, derinliği ve genişliği bulunan bir yığın acıları, sorunları da beraberinde getirmişti. 45 saniye süren, ama yıllar boyu sürmüş gibi gelen bu dipten gelen, çıldırtan cehennemden ne gibi dersler çıkarıldı? Tek katlı yapılar değil, ama o çok katılı yapılar yıpranmışlardı. Yedisekiz katlı o ağır yapılar, darbe üstüne darbe yemişlerdi. dirençlerini yitirmişlerdi. Temelden, zeminden, kirişlere ve kolonlara değin, yapıların iskeletini zayıflatmıştı. Sonra da neler olmuştu, yazılar ve raporlar!.. Ağır hasarlı, orta hasarlı, az hasarlı (sonra da ağırlı olup da, orta hasarlı olanlar). Hasar, hasardır. Bu, güç yitirmektir. O eski gücünü yitirmektir bir bakıma. Zemin mekaniği, beton bloklarının durumları, demirlerin burkulmaları, bunların direnç yitirmeleri önemli faktörlerdir yapılarda. Hele o dokusal kırılmalar? Yapıların o eski durumlarını, yorgunluklarını da hesaba katarsanız, o geleceğin depreminin neler getirebileceği ortadadır. Özetle bu yapıların ‘‘hasta’’ oldukları bugün açıkça belli olduğu halde, bu konutlarda da hâlâ oturulmaktadır. Tarihin zaman dizinine (kronoloji) bakılırsa, depremler kuşağı üzerinde bulunan İzmit ve ülkemiz, her zaman o büyük depremlerle karşı karşıya kalacaktır. Yeni önlemler alınmalıdır. CUMHURİYET 02 K