26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 13 AĞUSTOS 2006 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Suudi Elçi’den Ders... Türklerin Anadolu’dan Orta Asya’ya geri gönderilmelerini önlemek; ulusunu ve ülkesini Hıristiyan Avrupa’nın tutsaklığından kurtarmak üzere, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Atatürk, Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarak gerçekleştirdiği ‘‘Türk Aydınlanması’’ ile devletimize, uygar dünyadaki saygın yerini kazandırmıştır. PENCERE ile Tahran’da idam edilmiş ve İslam dünyası tümüyle karanlık bir döneme girmiştir. Türkler İslamı, dünyanın ulaşılabilen her köşesine götürmüşlerse de, bilim ve teknolojiden uzak kaldıkları dönemlerde, Hıristiyanların üstünlüğünü kabullenmişlerdir. Aydınlanma Dönemi: Avrupa’da, ortaçağın ilkel ve karanlık koşullarından Aydınlanma dönemine geçişte matbaanın icadı (1440), Rönesans ve Reform hareketlerini hızlandırmıştır. Böylece Hıristiyanlık, İslam dünyası üzerinde bilimsel, teknolojik, kültürel, ekonomik ve askeri yönlerden üstünlük kazanmış ve siyasal egemenlik kurmuştur. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler karşısında ilgisiz kalan Müslümanların, ‘‘Gâvur icadıdır, istemezük, Şeriat isterük’’ yollu anlamsız direnişleri, Türklerin Viyana önlerinden Sakarya’ya kadar gerilemesine neden olmuştur. Türk Aydınlanması: Türklerin Anadolu’dan Orta Asya’ya geri gönderilmelerini önlemek; ulusunu ve ülkesini Hıristiyan Avrupa’nın tutsaklığından kurtarmak üzere, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Atatürk, Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarak gerçekleştirdiği ‘‘Türk Aydınlanması’’ ile devletimize, uygar dünyadaki saygın yerini kazandırmıştır. Ancak, geçmişte Düveli Muazzama’nın yaptığı gibi, bu kez de büyük dost ve müttefikimiz ABD, kendi emperyalist amaçları doğrultusunda aracı olarak kullandığı tarikat şeyhlerinin telkinleri doğrultusunda, inanç sömürüsünü, politik sömürü aracı olarak kullanan işbirlikçi liderlerimizin başarılı(!) katkılarıyla bireylerin zihinlerinin karartılması ve şeyhlere verilen talimat doğrultusunda güdülebilmeleri için, petrodolar destekli ‘‘türban ve ılımlı İslam’’ uygulamalarını desteklemiştir. Ne var ki, katı ‘‘Şeriat’’ hükümlerinin uygulandığı Suudi Arabistan’ın son Ankara Büyükelçisi’nin, başı açık eşini de yanına alarak hazır bulunduğu Cumhurbaşkanımızın kabulünde, eşini bizzat Devlet Protokolü’ne takdim ve dahil ettirmesi, ‘‘ilkelliği, İslami yaşam biçimi sayan devlet adamlarımıza(!) anlamlı bir ders(!) olmuştur.’’ Ören’de, Anday’la... ‘‘Ölümden korkuyor musun?’’ diye sormuştum. Yıl 1979’du.. Bir ağaç altında söyleşiyorduk. Yanıtı şöyle oldu: ‘‘Korkudan çok merak ediyorum. Hiçliği, yokluğu, aklım almadığı için!.. Dahasını istersen ölümlülüğü yaşarken duymak, yaşamı bir hayaletler topluluğuna döndürüyor. Bundan kurtulmak için toplumlar, içlerinden büyük sanatçılar, büyük bilim adamları yetiştirirler; onların ölümsüzlüğü, yaşamı bir hayaletler topluluğu olmaktan kurtarır, ona bir süreklilik kazandırır.’’ Milas’ın Ören’inde Melih Cevdet Anday adına oluşturulan ‘Şiir Günleri’ndeydim. Ören Belediyesi bu güzel Ege kıyısında, şiire, şaire, en başta da bu köyün içinde yıllarca yaşamış, yazılarıyla şiirleriyle bu yöreye yeni güzellikler katmış Anday’a saygısını, sevgisini gösteriyordu. Sevindirici bir olaydır, özellikle Ege kıyı kasabalarının sanata, şiire, önemle yaklaşması... Muğla Akyakası’nda da bir Öykü Günleri var. Her mayıs ayında gençyaşlı öykücüler bir araya gelecek. Ören’de de şairler... Bu yılın şiir ödülünü k. İskender kazandı.. Refik Durbaş, Salih Bolat, Enver Ercan, Egemen Berköz önemli bir sanatsever kalabalığı önünde Anday’ın şiirdeki yeri, anlamı üzerinde konuştular... Biz de, İlhan Selçuk, Hikmet Çetinkaya, Ataol Behramoğlu, Anday’la ilgili anılarımızı anlattık. Yıldız Kenter, Zeliha Berksoy, Haldun Ergüvenç gibi değerli sanatçılar da Anday’ın şiirlerini okudular... Gerçek bir sanat şöleni yaşandı. Ören’de şiir sevgisinin, saygısının toplumumuzda günden güne yaygınlaştığını görmek sevinç vericiydi. Milas Ören bir dünya cenneti!.. Türkiye’nin hangi yöresi öyle değil ki!.. Üst üste seçim kazanarak gerçek bir halk önderi olduğunu kanıtlayan Belediye Başkanı Kâzım Turan’a bu çok anlamlı Şiir Günleri’ni başlattığı için, eski bir şiir dostu, Anday’ın en az elli yıllık arkadaşı olarak teşekkür etmek isterim. Anday’ın adını taşıyan, Ören Şiir Günleri’ni kurmak, yaşatmak, başka yörelere de örnek olacaktır sanıyorum. Ören’de aydın dostlar da tanımak olanağını buldum. Köy Enstitüsü’nün eski öğrencilerinden Mehmet Ergun’u özellikle anmak isterim. ‘‘Köy Enstitülü Bir Öğretmenin Anıları’’ adlı kitabını okurken hem Ören, Ege uygarlığı konusunda yeni bilgiler edindim, ayrıca da Türkiye’nin mutlu yarınlarını yaratmak için çaba harcayan Köy Enstitüsü kuşağının o eşsiz serüvenini bir kez daha yaşadım.. Mehmet Ergun’un üç değerli oğlunu yakından tanımak, konuşmak, dertleşmek de apayrı bir kazanç oldu. Tarık, Namık, Faruk kardeşler babalarının izinden yetişmiş gerçek Türk aydını örnekleri... Ören öylesine etkileyici ki, denizi, kıyı şeridi, seçkin halkı, sanata, kültüre yakından duyarlı insanları... Melih Cevdet Anday’ın dediği gibi ‘‘Toplumlar içlerinden büyük sanatçılar, büyük bilimciler yetiştirirler, onların ölümsüzlüğü yaşamı bir hayaletler topluluğu olmaktan kurtarıyor.’’ Ören’deki şiir töreninde bir kez daha duydum Melih Cevdet Anday’ın ölümsüzlüğe ulaşmış insanlardan olduğunu... Güzel dostluğumuzun eski günlerimizdeki gibi yaşadığını, değerli eşi Suna Anday’la birlikte... Türkiye’yi Şairler Yarattı... Milas Ören’indeyiz... Belediye Başkanı Kâzım Turan, Ataol Behramoğlu’nun dediği gibi bir ‘‘delilik’’ etmiş, ‘‘Melih Cevdet Anday Şiir Günleri’’ şenliğini düzenlemiş.. Oktay Akbal’a soruyorum: ‘‘ Namık Kemal ‘vatan şairi’, Tevfik Fikret ‘insanlık, özgürlük şairi’!.. Melih Cevdet ne şairi?..’’ Akbal hiç duraksamadan diyor ki: ‘‘ Şiirin şairi!..’’ Anday’ın Oktay’ı kanıtlayacak dört dizesi: ‘‘Yaprağın altında yaprak Göründü görünecek ucu Uçan kuş gene uçuyordu Kendi gibi olmaya çalışarak’’ Ne var ki ‘‘şiirin şairi’’ yalnız şair değildi; düşünür, romancı, oyun yazarı, köşe yazarı; on parmağında on yetkinlik... Ören, 17 yıl her yaz birlikte olduğu Melih Cevdet’in heykelini Gökova Körfezi’ne karşı dikti... Melih Cevdet adına düzenlenen ‘Şiir Günleri’nin ilk ödülünü de küçük İskender’e verdi... ? Şiir, şair, şairler, şiir sevenler, aydınlar, edebiyatçılar, halk, Ören’de bir aradaydı... Ancak görünüşe aldanmayın!.. Türkiye’nin bir yüzü bu!.. Ya öteki yüzü?.. Türkiye’nin insanları gün geçtikçe birbirlerinden ayrılıyorlar; düşman kamplara yerleşiyorlar... Ören’deki şiir günleri ‘Aydınlık Türkiye’nin yüzüydü... Ya karanlık Türkiye’nin yüzü ne olacak?.. Karanlık yüz, Melih Cevdet’e katlanamıyor... ? Ören’de Melih Cevdet adına düzenlenen ‘‘Şiir Günleri Şenliği’’nde bana söz verilince şunları söyledim: ‘‘ Atatürk Namık Kemal’e ve Tevfik Fikret’e çok şey borçludur.. Namık Kemal vatan yokken vatan diyor.. Tevfik Fikret özgürlük yokken hürriyet diyor.. Başka ülkelerde bu yok.. Fransa, Almanya vb. gibi değiliz.. Biz özgünüz.. Türkiye’yi şairler yarattı.’’ Gerçekten Namık Kemal Osmanlı İmparatorluğu varken, vatan üzerine şiir yazıyordu.. Tevfik Fikret Osmanlı’da şeriat hukuku geçerliyken ‘mürit’ten, ‘kul’dan, ‘‘tebaa’dan değil, ‘insan’dan söz açıyordu.. ? Türkiye’yi şairler yarattı... Edebiyatçılarımızın varoluşumuzdaki katkıları çok büyüktür... Mayamızda şiir var... Denebilir ki: Şiir mi?.. Boşver!.. Bugünkü halimize bak!.. Oysa bizim mayamızda şiirin bulunuşu, kuruluşumuzun ve oluşmamızın ortak bilinç ve kültürümüzün şiirle yoğrulması, en büyük güvencemizdir... Ne diyor Kutsal Kitap: ‘‘Önce kelâm (söz) vardı’’... Ne yazmış Melih Cevdet: ‘‘İşte o zaman akarsu Geçtiği yerlerden bir daha geçti İsteyerek ikiledi kendini Gök bir daha, bulut bir daha’’ Cumhuriyeti kurarken geçtiğimiz yerlerden, şiirdeki akarsu gibi, bir daha geçmemiz gerek... Arif ÇAVDAR B ilimsel ve teknolojik bulum ve ürünleri satın alabilecek kadar sınırsız petrodolar kaynaklarına sahip olmasına karşın bilim ve teknoloji üretebilecek düzeyde olmadıkları için, Batı emperyalizminin ılımlı ve verimli bir pazarı olmanın ötesinde uygar dünya ile hiçbir ortak yanı bulunmayan Suudi Arabistan’ın Ankara’ya atadığı son Büyükelçi’nin, güven mektubunu sunmak üzere Cumhurbaşkanımız tarafından kabulünde başı açık eşini de yanına alıp götürmesi ve eşini ‘‘Devlet Protokolüne’’ takdim ve dahil ettirmesi, inanç sömürücüsü politikacılarımıza anlamlı bir ders olmuş ve bizleri yönetenlerin hâlâ ortaçağda yaşadığının kanıtı olmuştur. Ortaçağda Hıristiyanlık: İnanç ve düşünce alanlarında, eski Yunan düşünürlerinin öngördüğü aydınlık yaklaşım ve açılımlar, Hıristiyanlığın III. yüzyılı sonlarından başlayarak, giderek gözardı edilmiş, ‘‘tüm zihinlerin, dünyadaki yaşamdan çok ahiret için, selamet ve (necat) kurtuluş için çareler aranması yolunda koşullandırılması’’ telkin edilmiştir. ‘‘Bilimle uğraşmanın putperestlikle eşdeğer olduğu’’savı ile Hıristiyan dünyası, İS III. yüzyıl sonrasından başlayarak, ‘‘ortaçağ karanlığına’’ bürünmüştür. Ortaçağda İslam: İslamın ilk dönemlerinde Araplar, her olayda ya da eylemde sadece, ‘‘Kuran hükümleri’’ nin ve ‘‘Peygamber sünneti’’nin uygulanmasını yeterli görmüşlerdir. ‘‘....kitaplardaki bilgiler eğer Kuran’da varsa, bu kitaplara gerek olmadığı ve eğer bu bilgiler Kuran’da yoksa zaten geçerli olamayacağı’’ görüşü ileri sürülmüştür. Abbasi halifeleri (Hicri 198232 ) ‘‘Mutezi le’’ görüşlerini benimsemişler ve İslam tarihinde ilk kez, ilahi düşüncelerin akla uygunluğu, geçici bir süre için tartışılabilmiş ve eski Yunan bilim ve felsefesinin Arapça çevirileri yapılabilmiştir. Büyük Türk düşünürlerinden Farabi, fizik, müzik, siyaset felsefesi üzerine yazdığı kitaplarla, o dönem için ‘‘Doğu’nun Aristo’su unvanını’’ kazanmıştır. İslami düşünceyi biçimselleştiren İmamı Gazali’ye karşı, İbnürRüşt tarafından ‘‘ilim ve dinin birbirlerine karıştırılmaması gerektiği, aksi takdirde, bundan hem dinin ve hem de ilmin zarar göreceği’’ ileri sürülmüştür. Daha sonra Fatih Sultan Mehmet’in emirnamesiyle, İbnürRüşt’ ün fikirleri reddedilmiş ve böylece akıl yolundan sapmada ciddi bir adım atılmıştır. Fizik ve matematik alanlarında değerli yapıtlar veren Türk bilgini Biruni ile aynı dönemlerde yaşayan Türkbilgini İbni Sina, eski Yunan tıp bilgini Calinos’ un çalışmalarına katkı sayılabilecek nitelikte düşünceler belirtirlerken, dönemin köktendincileri tarafından tehdit edilerek başka yerlere göç etmek zorunda kalmışlardır. Gerek Abbasi Halifesi Memun ve gerekse, Harun Reşit dönemlerinde, eski Yunan bilginlerinin yapıtları Arapçaya çevrilmiş ve bu çevirilerin cami kitaplıklarına kadar götürülerek, bilimsel kıvılcımların ateşlenmesi bağlamında uygun bir ortam hazırlanmış ise de bu dönem uzun sürmemiştir. Daha sonra bu çeviriler, Endülüs’e (İspanya’ya) kadar götürülmüş ve ortaçağ dönemini yaşayan Avrupa’da, Reform ve Rönesans kapılarının aralanması ve ‘‘Aydınlanma dönemine’’ geçişte katkıları olmuştur. B. Selçuklu Devleti döneminde ise kimya bilgini Tuğraî, bilimsel araştırma ve çalışmaları nedeniyle, ‘‘münkirlik’’ suçlaması Kıbrıs’ta RumFransız İşbirliği Aydın OLGUN on günlerde Türk basınında Rumların Fransızlara Baf’ta bulunan bir havaalanını askeri üs olarak vereceklerine dair haberler yer alıyor. Konuyla ilgili haberler Türkiye’yi değil ama Kıbrıs Türklerini fazlasıyla etkilemiş durumda. Ancak gördüğümüz kadarıyla kimsenin işin içyüzünü araştırdığı yok. Şimdi bu işin neden olmayacağını ve arkasında yatan asıl amacı kısaca özetleyelim: Rumların da gayet iyi bildikleri gibi, böyle bir anlaşma 1960 Londra ve Zürih anlaşmaları ile aynı yılda imzalanan ‘‘garanti’’ anlaşmasına aykırıdır. Üç garantör devletten İngiltere ve Yunanistan bu anlaşmaya onay verse bile sadece Türkiye’nin onay vermemesi halinde an S KAMAN SATIŞ MEMURLUĞU’NDAN GAYRİMENKÜL AÇIK ARTIRMA İLANI SAYI: 2005/5 Satış Kaman Çiftlikli Mah. Mamıklı Mevkiinde bulunan 4091 Ada, 12 parsel, 505.00 m2. arsa tamamı: 3.535,00.YTL..ye satışa çıkartılmış olup I. Satış 12.09.2006 günü saat: 10.00’dan 10.05’e kadar, II Satış: 22.09.2006 günü saat 10.00’dan 10.05’e kadar yapılacaktır. İsteklilerin masraf gönderdiklerinde şartnamenin gönderilebileceği, bilgi için Kaman Satış Memurluğu’na başvurmaları, tebligatları bila tebliğ gelebileceklere de ilanen tebliğ olunur. Basın: 39888 laşma uluslararası alanda geçersiz kalır. Garanti anlaşması Rum yönetiminin yabancı uluslarla yapacağı herhangi bir anlaşma için Türkiye’ye müdahale de dahil pek çok engelleme hakkı vermektedir. Kısacası, Rum yönetimi Türkiye’nin onaylamadığı böyle bir anlaşma yapamaz. Yaparsa sonuçlarına katlanır. Kaldıki Rum yönetimi NATO üyesi değildir. NATO üyesi olan İngiltere de Ortadoğu’da karşısına yeni bir siyasi rakip çıkmasına göz yumamaz. Keza İngiltere’nin ağababası olan ABD’nin de Fransa’nın bu anlaşma ile Ortadoğu’da yaratacağı etkinliğe hoşgörü ile bakması beklenemez. Kaldı ki Fransa’nın NATO’nun askeri kanadından yıllar önce ayrılması RumFransız ortaklığı için bir başka ciddi tehlike dir. NATO üyeleri Fransa’nın birlikteki ısrarcı milliyetçi davranışlarını da pek unutmuşa benzemektedir. Tek kelime ile Fransa’nın böyle bir birliği koruyabilecek ne politik ne de askeri gücü vardır. Yukarıda belirttiğimiz durumlar karşısında Rum yönetimi ile Fransa’nın gerçekleştirmeleri çok zor olan böyle bir anlaşma gündeme getirmelerinin amacı nedir? Her iki ülkenin bu davranışlarının amacını kısaca şöyle özetleyebiliriz: 1. 1960 devletini temsil iddiasında olan Rum yönetiminin Türkiye’ce kabulünü sağlamak. Aksi halde Türkiye’nin AB’ye girişinde zorluklar çıkarılabileceğini gündeme getirmek ve Türkiye’yi etkilemeye çalışmak. 2. En azından Türkiye limanlarının Rum gemilerine açılmasını sağlamak ve Rum gemilerinin Mer sin’den yapılacak petrol nakliyatından pay kapmalarını gerçekleştirmek. Bu durumda Türkiye’nin yapacağı tek bir iş vardır; o da böyle bir anlaşmayı kesinlikle kabul etmeyeceğini, Garanti Anlaşması’nın kendisine verdiği yasal hakları sonuna kadar savunacağını kesin bir dille açıklamak. Türkiye bunu yapabilir mi? Elbette ki yapabilir. Ancak bizi düşündüren bir gerçek, AKP iktidarının hemen her konuda AB’nin dümen suyundan çıkmaması. İnşallah Başbakan Erdoğan da bu konudaki olumsuz bir davranışın veya tereddütün ilk genel seçimlerde partisine çok pahalıya mal olacağının bilincindedir. Günlerdir hükümetin bu konuda resmi bir açıklama yapmaması sanırım tüm ulusu endişelendirmektedir. İSTANBUL İKİNCİ İFLAS MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN SIRA CETVELİ İLANI DOSYA NO:2001/14 ESKİ 2006/7 YENİ MÜFLİSİN ADI SOYADI ADRESİ: TASFİYE HALİNDE BAŞARI TEKSTİL SANAYİ VE DIŞ TİCARET A.Ş Ceridehane sokak. Sıddıkbey Han. No: 15 kat: 3/1 Cağaloğlu Müflis şirket hakkındaki alacak ve istihkak iddialarının tahkik ve tetkik işlemi bitmiş İİK’nun 206 ve 207. maddeleri gereğince düzenlenen alacaklılar sıra cetveli incelemeye hazır bulundurulmuştur. Sıraya ait şikâyetin ilan tarihinden itibaren 7 gün içinde İcra Tetkik Mercii’ne, alacağın esasına ve miktarına ilişkin itirazların ise ilan tarihinden itibaren 15 gün içinde Asliye Ticaret Mahkemesi’ne İİK’nun 235. maddesine göre yapılması gerekir. Alacağı kısmen veya tamemen rededilen alacaklıların 2. alacaklılar toplantısına katılabilmeleri için kayıtkabul davası açtıkları Asliye Ticaret Mahkemesi’nden toplantıya katılma kararını dosyaya ibraz etmeleri gerekmektedir. İİK’nun 232., 234. ve 235. maddeleri gereğince tebliğ ve ilan olunur .7/8/2006 Basın:39911 CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear