26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
23 HAZİRAN 2006 CUMA CUMHURİYET SAYFA 17 Gül Pembe Barış Manço’nun Gül Pembe şarkısını dinlemek istiyorsanız, Sağlık Bakanlığı’nın 0.312. 435 64 40 numaralı santralını çevirmeniz yeterli. Yok eğer Sağlık Bakanlığı’ndan bir bilgi edinecekseniz ancak Gül Pembe’yi öğrenebilirsiniz! Ya ğ m u r E k i m Başbakan gömleğini değiştirmemiş... “Sponsor bulamamıştır!” BAKIŞ AÇISI GÜRBÜZ ÇAPAN Erdoğan ekranda ağlamış. Memleketin haline mi? Değiştir Yavuz Oymak: ‘‘Aslında değişmemişti de değişmiş gibi mi yapıyordu yoksa değişmişti ama değişmemeye çalıştığını söyleyemediği için değiştim mi diyordu ki gerçekte değişmemişti ancak değişmiş olmayı mı istemişti ve fakat değişmiş olduğu halde değişmemeyi mi yeğlemişti ki tam bu sırada belki de yalnızca adında küçük bir değişiklik mi yapmak istiyordu Recebitayyib?’’ ÂDETTİR; devleti dolandırmak, kamu kaynaklarını hortumlamak, skandal boyutunda bir yolsuzluk, büyük bir rüşvet olayı gündeme geldiğinde adı geçen kişi veya kişiler hemen ‘‘komplo teorisi’’ne sığınır; iftiraya uğramış olurlar. Bunlar genellikle de ‘‘haklı’’ çıkarlar! Aydın Aybay dostumuz ‘‘komplo teorileri’’ için ‘‘örnek’’ bir olayı, sonuçlarıyla birlikte bakın nasıl anlatıyor: ‘‘Bir tarihte Lockheed adıyla anılan bir skandal olmuştu. Zamanın başbakanı bunu örtmek için elinden geleni yaptığı halde daha sonra parlamentoda bir komisyon kurulmuş ve ABD’den gelen belgeler üzerinde çalışmalar da dahil olmak üzere kapsamlı bir araştırma ve soruşturma işine girişilmişti. Komisyon başkanı ödevini çok ciddi tutmuş ve işin içinde olan sivilasker herkesi sigaya çekerek, inanılmaz boyuttaki rüşvet olayının ipuçlarını yakalamıştı. Bu arada komisyon başkanı, eşiyle birlikte, bir gün Ankara’daki apartmanına girerken, merdivenden inen, yüzleri maskeli ve ellerinde otomatik tüfekler olan birkaç kişi hışımla yanlarından geçerek sokağa fırlayıp kaybolmuşlardı. Dairelerine çıktıklarında bütün eşyanın didik didik edildiğini ama evdeki para ile mücevherler dahil değerli hiçbir şeyle dokunulmadığını görmüşlerdi. Demek ki, aradıkları Lockheed belgeleriydi ve komisyon başkanı onları başka yerde güvenceye almak basiretini gösterdiği için elleri boş dönmüşlerdi. Buraya kadar olanlar bile bu tür konularda Komplo varsayımların hiç de komplo olmadığını gösteriyor. Ama dahası var. Komisyon başkanı, partisi iktidarı yitirince, söz konusu belgeleri yeni iktidarın ilgili bakanına teslim ediyor. ABD’den gelen belgelerin soruşturmanın devamında açıklanmayacağı taahhüt edildiğinden, olayla ilgili her şey bu politikacının yeddi emininde gizli olarak tutuluyor. Fakat bu arada soruşturma duruyor! Nihayet son perde: Skandalı ortaya çıkaracak belgelerin ne olduğu sorulduğunda o bakan; bunları Ulus Meydanı civarındaki bir avukatın bürosunda muhafaza ettiğini ama maalesef(!) büroda çıkan bir yangında belgelerin hepsinin yandığını söylüyor. Böylece, aktörleri bugün hayatta olmayan bir ‘komplo teorisi’ öyküsünün defteri de kapanıyor.’’ Hayatımızdaki politikacılara uzun ömürler dileriz! Dursun Akçam Üzerine 1928’de Ardahan’ın Ölçek köyünde yoksulluğa ve zorluğa doğdu. Yazgısını değiştirmek için Cılavuz Öğretmen Okulu’na gitti. Yoksul Cumhuriyetimizin bol ışık bahçesi olan Köy Enstitüsü, Dursun amcayı da kucakladı. Hem aldığı eğitim, hem içinden geldiği ortam onu, yoksul halkına sevdalı bir adam haline getirdi. Öğretmen örgütlenmesiyle başladığı, sorguladığı hayat, hapislere düştü, sendikası kapandı. Sonra 74’te yeniden örgütlü davranmaya başladı. Yazdı yazdı... Çıplak halkının hikâyelerini fotoğraf gibi anlattı. Sonra da onların aydınlanma, örgütlenme ve kurtuluş yollarını aradı, durdu. 12 Eylül’le birlikte 12 yıl sürgünde yaşadı. Yaşamak denirse... Mektuplarla, gazete kupürleriyle memleketini koklamaya, anlamaya çalıştı. Doyumsuz bir memleket aşkı vardı. Özal’ın getirdiği kısmi özgürlük ortamından faydalanarak ülkesine dönmeye karar verdi. ‘‘Beni de götür Gürbüz’’ dediğinde muzipçe gülmüştüm. ‘‘Dede bir şey olmaz gel’’ demiştim. ‘‘Seni çoktan unuttular’’ deyince çok bozulmuş, ‘‘Hadi ordan dığa’’ diye tepki koymuştu. Sonra gelme hazırlıkları yapıldı. İstanbul polisiyle görüştüm. Gelsin iyi olur demişlerdi. Rahmetli ucuz bilet bulunca Ankara’ya bilet almıştı. Ben de İstanbul’da işlerimin yoğunluğu nedeniyle Ankara’ya gidemedim. Ancak dört SHP’li milletvekili arkadaşım karşılayacaktı. Gel gör ki, Ankara polisi aprondan alıp doğru Emniyet Müdürlüğü’ne götürmüş. Gece de kemerini, ayakkabılarını, kravatını çıkarttırıp bir hırsızla aynı hücreye koymuşlar. Neyse ki ertesi gün Ankara savcılığı ifadesini alıp salıvermişti. ??? Sonrasında Cumhuriyet ve Milliyet gazeteleri röportaj yapmış, O da ‘‘Gürbüz’ün adamları polis çıktı’’ diye hicvetmişti. 510 gün Ankara’sını koklayıp okşadıktan sonra İstanbul’a aldık. Çiçek Bar’a götürdüm arkadaşlarıyla birlikte. Ortaokul talebeleri gibiydiler. Şakalar, anılar uçuşuyordu meze tabaklarının üstünde. Koca koca çocuklardı onlar. Ben bir kenarda şaşkın şaşkın izlemiştim onları. Ertesi gün; ‘‘Gürbüz beni Kars’a götür’’ demişti. Ben ‘‘Niye?’’ deyince, ‘‘Köylülerimi görmek istiyorum’’ demişti. ‘‘Herkes burada Dede’’ deyince şaşkın şaşkın bakınmıştı. 1980 sonrası yokluk yoksulluk, aşiş derdi Kars’ı kökünden söküp getirmişti İstanbul’a. Sonra İstanbul’un bazı semtlerini dolaştırdım. Hakikaten herkes buralardaydı. Sonra tutturdu illa ‘‘Kars’a gidecem’’ diye. Gönderdik. Onu tanıyanlar çok azalmıştı. Beni tanıyanlar daha çoktu. Onu da ‘‘Ula dığa.. bu adamların hepsini tembihlemişsin galiba’’ diye takılmıştı. O, Mustafa Kemal ve Cumhuriyetin ödünsüz neferiydi. Aklında Kemalizmin aydınlığı, yüreğinde yoksul halkın sevdası vardı. Çok güzel hikâye ederdi yoksullarını. ‘‘Kanlı Derenin Kurtları’’ kitabı D. Akçam’ın özetiydi aslında. Okumazyazmaz devlet görevlileri ve halkımız, onu hep aptal komünist avının zavallı küçük lokması haline getirmişti. Hep Ardahan’a yerleşmek istiyordu. ‘‘Evimi yaptırayım gidecem’’ der dururdu. Sonra kansere yakalandı, metanetle mücadele etti ve Hakk’a yürüdü. Oğulları hatıra ormanı yapmak istediler köyüne. Ancak köyün muhtarı izin vermedi Ölçek’e orman yapılmasına. Sonra Gölebert köyünün muhtarı yer verdi. Oraya yapıldı hatıra ormanı. Şimdi D. Akçam gün gün orada büyüyor. Yine oğullarından Dr. Alper Akçam, Ardahan’da Kültür Merkezi yaptırdı. Hem de taştan. Ardahan’ın otantik yapısına uygun. Orada kütüphane, müzik, tiyatro kursları açıldı. Küçük de bir tiyatro salonu. Alper’e binlerce teşekkür ediyorum. ??? Bu yıl ikincisi yapıldı üç günlük anma ve kültür etkinliklerinin. Ardahan’ın aydın Valisi Murat Yıldırım sahiplenmişti etkinlikleri. İlk günden son güne kadar izledi, konuştu, sahiplendi. Binlerce teşekkürler Sayın Valim. Kars Milletvekili Selahattin Beyribey başta olmak üzere, Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu, Selim İlhan Çiftçi, Sarıkamış ve Akyaka belediye başkanları İlhan Özbilen, Bulut Öztürk topluca katıldılar. Hepsine sevgi, saygı sunuyor, binlerce teşekkürlerimi gönderiyorum. Işıklar içinde yat Dede. Dirin anlaşılmadı, ancak her aydınımız gibi öldükten sonra anlaşılmaya başlandın. Ölesiye sevdiğin halkın seni sevmek için ölmeni bekledi. gurbuzcapan@eksev.org.tr/Faks: 0212 672 71 71 SESSİZ SEDASIZ (!) Kendimizi özellikle yabancılara satalım TURİZMİN sorunlarının tartışıldığı bir internet platformunda Cem Polatoğlu adında biri sanki elde bir şey kalmış gibi kamu kamplarının derhal özelleştirilmesi fikrini ortaya atmış. KKTC’deki Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde uzman öğretim görevlisi sıfatıyla çalışan Nazmi Buldanlıoğlu adında biri de bu fikri desteklerken, kamu kamplarının özellikle yabancı sermayeli uluslararası zincirlere satılmasının zorunlu hale geldiğini söylemiş. Yılların turizmcisi dostumuz Deniz Tüfekçi de dayanamamış soruyor: ‘‘Kamu kampları; neden özellikle Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com yabancı sermayeli uluslararası zincirlere satılmalı? Nedir bu zorunluluk? Yerli sermaye bunları satın alsa ayıp mı olur? Kapitalizmin kök saldığı ülkelerde kamu mallarını bırakın satmayı, yabancıyı ortak bile etmeyi reddettikleri ortadayken Türkiye’deki yabancılaştırma meraklısı, neyimiz varsa kamuya ait hemen, kime olursa olsun ama özellikle yabancıya olsun satalım diyen, kendi halkına düşman, aynı komplekse sahip olduğu için halkını aşağılayan ruh yapısını anlamak mümkün değil!’’ Ülke için değil koltuk için kelle koltukta mücadele ediyor şimdiki politikacılar! Her Fırsatta Karalamak MERİÇ VELİDEDEOĞLU Cumhuriyet’in iki hafta önceki ‘‘Bilim Teknoloji’’ ekinde Prof. Dr. Celal Şengör köşesinde, gerek YÖK’teki gerekse Üniversitelerarası Kurul’daki asker üyelerin görevlerine son verildiğini belirterek: ‘‘YÖK’te ülkemizin tek gerçek kurumu olan ordunun söz hakkını sıfırladık’’ diyordu. Prof. Dr. Şengör, ordunun eğitim kurumlarındaki öğretiminin ülkenin eğitim düzeyinin üstünde olduğundan sık sık söz eder. Bu yazısında da hem buna işaret ediyor hem de Türkiye’de orduya karşı yapılan karalamalara gönderme yaparak: ‘‘Sözümona aydınlarımız, ülkemizin en önemli geleneği olan askerliği kendi toplumlarından değil, muz cumhuriyetlerinden ithal edilen sığ fikirlerden öğreniyorlar! Avrupalı askerimize tu kaka mı dedi, Türkiye’de ‘aydın flamaları’ hemen bu yönde açılıyor’’ diyor. Yine geçtiğimiz günler içinde, 8 Haziran tarihli yazısında da İlhan Selçuk, Danıştay baskınında ordunun izlerini aramaya yönelmeyi, basından yaptığı alıntılarla belirtirken, Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün yazısından aktardığı şu satırlara yer veriyordu: ‘‘Bu ülkenin ordusu, PKK ile savaşını hâlâ sürdürüyor. Silahlı Kuvvetler’i sanki ‘hükümete karşı bir komplo içindeymiş’ gibi gösteren marjinal provokasyonlara gelmemek gerekir. ‘Ordu düşmanlığını’ kişiliklerinin parçası haline getirmiş insanların toplumdaki sayısı fazla değildir; ama, sesleri çok gür çıkmaktadır.’’ Orduya düşman kişilerin, düşmanlıklarını yaymada seslerinin son derece gür çktığı görüşünde çok haklıdır Özkök; çünkü şu sıralarda böyle bir süreç yaşanıyor. 2002 yılında Almanya’nın Köln kentinde Türkler için düzenlenen bir açıkoturumda konuşmacı olan bir avukat hanım, Türk güvenlik güçlerini özellikle de Türk Silahlı Kuvvetleri’ni aşağılayan, küçük düşüren ve iftiralarla dolu bir konuşma yapmıştır. Bu durum, yedi yüz kişilik toplantıyı izleyen basın mensuplarınca Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde duyurulmuş; bunun üzerine cumhuriyet savcılıklarınca konuşmacı hakkında dava açılmış. Aynı toplantıda konuşmacı olarak bulunan Prof. Dr. Necla Arat, eleştiri sınırını aşıp iftiraya dönüşen suçlamalara konuşması sırasında gereken yanıtları vermiş ve davada da tanık olarak dinlenmiş. 2006 yılında sona eren dava sonunda ceza alan ve cezası altı bin YTL’ye çevrilen konuşmacı, bu cezayı ödemeyeceğini bildiren, ayrıca konuyu saptırıp davanın ‘‘kadın ve insan hakları mücadelesi’’ olduğunu yayan geniş bir imza ve yardım kampanyası başlatmıştır. Kampanyası özellikle Türkiye karşıtı dış örgütlerden, kuruluşlardan yoğun destek alan konuşmacının gerek orduya yaptığı onur kırıcı suçlamalar, gerekse bu tutumunu kadın haklarını koruma savaşımı gibi gösterme çabaları dolayısıyla, İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği çatısı altındaki 19 dernek tarafından kınanmıştı. Kızılca kıyamet bundan sonra koptu; Özkök’ün dediği ‘‘gür sesler’’ her taraftan çıkmaya, yankılanmaya başladı. Prof. Dr. Şengör’ün belirttiği gibi kimi ‘‘aydın flamaları’’ hemen açıldı, tek yönde estirilen ‘‘düşünce özgürlüğü’’ rüzgârıyla dalgalanmaya başladı. Oysa yapılan, katılma olanağı olmayan bir görüşe, bir saptırmaya yine düşünce düzleminde karşı gelmekti, bu karşı görüşü savunmaktı. Demek ki, düşünce özgürlüğü kötülemek, karalamak için işleyecek, kendi görüşleri için geçerli olacak, buna karşı olan düşünceye geçit vermeyecek... Ne yazık ki ‘‘düşünce özgürlüğü’’ bir süredir, kimilerince, Türkiye’nin aleyhine olan görüşlere, yorumlara, tutumlara özgü olarak algılanmaya başlandı. Türkiye’yi suçlayan, batıran görüşleri yine düşünce düzleminde eleştirenleri yer yer ‘‘faşist’’ olarak nitelendirmek ise adeta moda oldu. Örneğin avukat hanımın: ‘‘Ermeni soykırımına sebep olan ideoloji, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisinin çok önemli unsurlarından biridir’’ savını eleştirmek böyle bir nitelendirme nedeni oluveriyor hemen. Kuşkusuz bu çarpıklığın ülkemiz için ne denli sakıncalı olduğunu anlatmaya gerek yok sanırım. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hayatepik?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN EYÜP 2. AİLE MAHKEMESİ HAKİMLİĞİ’NDEN Esas No: 2005/434 Davacı: Fikret Akçetin Vekili: Av. İlhan Akdağ Davalılar: 1 Aliona Popuçoı, 2 Nüfus Müdürlüğü Dava: Evliliğin iptali Cevap Süresi: 15 gündür. Davacı tarafından, davalılar aleyhine açılan evliliğin iptali davasının ara kararı gereğince; Davalı Aliona Akçetin’e belirtilen adresinde dava dilekçesinin tebliğ edilemediği, adres araştırmasında da adı geçenlerin elverişli adresinin bulunamadığı anlaşılmakla, 7201 sayılı Kanun’un 29/28. maddeleri hükümlerine binaen dava dilekçesinin ilanen tebliğine karar verilmiştir. Duruşma günü olan 19/09/ 2006 günü, saat: 09.30’da hazır olmanız, belli olunan gün ve saatte gelmeniz veya kendinizi vekil ile temsil ettirmeniz, gelmediğiniz veya mazeret bildirmediğiniz ve delillerinizi ibraz etmediğiniz takdirde H.U.M.K.’nun 213 ve 375’nci maddeleri gereğince, yargılamanın yokluğunuzda yapılıp hakkınızda hüküm kurulacağı hususu, dava dilekçesinin tebliği yerine geçerli olmak üzere ilan olunur. İşbu ilan yayımlandığı tarihten itibaren 15 gün sonra yapılmış sayılacaktır. İlan olunur. 15/06/2006 (Basın: 30283) 23 Haziran www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Lor peynirine verilen bir 1 başka ad. 2/ 2 Kansızlık... 3 Sergen. 3/ Afrika’da bir ır 4 mak... İtal 5 ya’da bir göl. 6 4/ Meyveleri7 nin insan şeklinde olduğu 8 na inanılan ef 9 sane ağacı. 5/ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Dikilitaş. 6/ İlgi eki... Osmanlı devletinin 1 M O M O Y E R M K E S E Kuzey Afrika’daki 2 E P İ K T A son topraklarını da yi 3 M E L E Ş Y A L O V A tirdiği antlaşmanın 4 E R adı... Eski dilde su. 7/ 5 C A M V A R A N A R A B İ K A Ateşte yanmadığına 6 İ R hatta ateşi söndürdü 7 K A V A L A K ğüne inanılan efsane 8 B A L A D A Ş vi hayvan. 8/ Bo 9 Y A L K A P R İ lu’nun bir ilçesi... Işık kaynağının 1 saniyede çevresine yaydığı ışık enerjisi. 9/ Kırık kemikleri bir arada tutmaya yarayan nesne... Uzun ve yorucu çalışma. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Tropikal bölgelerde yetişen ve yumruları besin olarak kullanılan bir bitki... Suudi Arabistan’ın plaka imi. 2/ Küçük erkek kardeş... Peygamber gönderme. 3/ ÜrgüpAvanos arasında, peribacaları ve kiliseleriyle ünlü bir vadi... Oyunda cezalı çocuk. 4/ Parola... Alüminyum, manganez ve silisyum içeren nikel alaşımı. 5/ Ege yöresinde körpe sürgünleri sebze olarak kullanılan otsu bir bitki. 6/ Avlanırken avcıların hayvanlardan gizlendiği yer. 7/ Ağaçlarda mantarların oluşturduğu çürüme başlangıcı... İskambilde bir kâğıt. 8/ Küçük su kanalı... Ördeğe benzer bir su kuşu. 9/ Kimliği belirlenemeyen uzay cisimleri için kullanılan sözcük... Argoda para cüzdanına verilen ad. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear