26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 16 NİSAN 2006 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Köy Enstitüleri 66 Yaşında!.. Köy Enstitüleri, bilgiyi/bilimi, özdeği özdekle ölçüştürüp işselleştirerek üretmeyi öngören, çağcıl bir eğitim/öğretim felsefesinin tasarımıydı. Cumhuriyeti, Atatürk devrim ve ilkelerini anlamakta zorlanan, birtakım dogmalara bağıtlanmış Şark kafası, Köy Enstitülerini hiç mi hiç anlamadı!.. zimlenmiş aydınlanma ve aydınlatma kurumlarıydı. Köy Enstitüleri’nde yürütülen çalışmaları yakından izleyen değerli tüzemenlerimizden Ord. Prof. Dr. H. V . Velidedeoğlu, bir yazısında şunu dedi: ‘‘...Köy Enstitüleri, köy çocuklarına yalnız abece diyebileceğimiz sıradan bilgiler öğretmekle kalmıyor, onları, düşünen, tasarlayan, tasarladığını gerçekleştiren birer kişilik olarak yetiştiriyordu. Devletin taban dokusu ancak böyle işlenir, Atatürk devrimi, karşıdevrimcilerin saldırılarına ancak bu yolla karşı koyabilirdi. Köy Enstitüleri, arı gibi çalışarak, bu çocukların zekâ balını işliyor, onlardan köy öğretmeni yetiştiriyordu. Şu ayrımla ki, bu öğretmen yalnızca bir kültür ürünü değil, aklını kullanan, üreten, yetiştiren bir düşünce kaynağı oluyordu...’’ (1) 1940 yılının baharında bir Ortadoğu gezisine çıktığında ülkemize de uğrayan ABD başkan adaylarından Wendell Willkie, anılarını yazdığı Tek Bir Dünya adlı yapıtında ülkemizden söz ederken, ülkenin baştan başa yapılaşma alanına ve tarım ekeneğine dönüştüğünü gözlediğini vurguladıktan sonra şöyle diyor: ‘‘Türkler, eski Şark’ın peçesini kelimenin hem asli hem mecazi manasıyla yırtıp atmışlar. Peçenin milletin gözünden sıyrılmasıyla ortalığa yayılan ışık, emin olabilirsiniz ki devamlıdır. Köye su, elektrik getiren, köylüye çamaşırhane yapan Köy Enstitüleri gördüm. Köyün okulunu yaparlarken onlarla konuştum. Suyun, toprağın, camın, demirin işlenişini görünce, bir kere daha anladım, kani oldum ki Sanayi İnkılabı ne tek bir milletin ne tek bir ırkın malıdır.’’ (2) F. Rıfkı Atay da Köy Enstitüleri’ni gezip görmüş, 1941 yılının Nisan ayında izlenimlerini anlattığı dizi yazılarından birinde şunu dedi: ‘‘Ne yuvalarını ören kuşlar, ne kovanlarını kuran arılar, Köy Enstitülerinde öğrenim gören bu çocuklardan daha çalışkan ve daha şevkli olamazlar. Tonguç Baba ve arkadaşları, alınlarının teriyle, bol yemiş verecek asil bir ağacı sulamaktadırlar. Ne için, kafalarda daha gür ışık ve bir de yuvalarda mutluluk, yüzlerde akarsu gibi çağlayan bir neşe için.’’ (3). Peki, değerli tarihbilimcilerimizden Ord. Prof. Dr. E. Z. Karal’ın ‘‘Tarih boyunca Türklerin dünya uygarlığına yaptığı tek özgün katkı’’ olarak nitelendirdiği Köy Enstitüleri neden kapatıldı da, orada okuyanlar imam hatip okullarına yönlendirildi? Bunun yanıtını da M. C. Anday ve Şükran Kurdakul’dan alalım. 17 Nisan’ı Anmak başlıklı yazısında Anday, ‘‘...demek artık köylü onlara boyun eğmeyecek, gerçekten efendi mi olacaktı? İşte bu tür korkuların, kaygıların bilinçli olarak eyleme dönüşmesidir Köy Enstitülerini kapatan.’’ (4) Kurdakul ise Köy Enstitülerine değindiği yazısında: ‘‘Köy Enstitüleri, derebeyi kalıntılarını uykularından eden eğitim ve öğretim kurumlarıydı, onun için kapatılması gerekirdi. Öyle de oldu’’ (5) sözleriyle, acı gerçeği tarihe yansıtmış oluyordu. Köy Enstitüleri, bilgiyi/bilimi, özdeği özdekle ölçüştürüp işselleştirerek üretmeyi öngören, çağcıl bir eğitim/öğretim felsefesinin tasarımıydı. Cumhuriyeti, Atatürk devrim ve ilkelerini anlamakta zorlanan, birtakım dogmalara bağıtlanmış Şark kafası, Köy Enstitülerini hiç mi hiç anlamadı!.. (*) Kirizma, ekim yapılacak, ağaçlandırılacak yaşlanmış ya da boz toprağın 7080 cm. derinden altüst edilmesi anlamında bir tarım terimidir. (1) Devrimin Taban Dokusu Köy Enstitüleri, Cumhuriyet, 17 Nisan 1990. (2) Bkz. s. 5569. (3) Pazar Konuşmaları, s. 837. (4) Cumhuriyet, 25.4.1986. (5) Cumhuriyet, 1.3.1991 PENCERE Cumhurbaşkanı Sezer Yalnız Değildir... Yazıya Gülistan’dan bir öykücükle başlayalım.. Kötü sesli bir hafız durmadan dinlenmeden yüksek sesle Kuran okurmuş... Bir arif (bilge) sormuş: Aylığın kaçtır?.. Hafız: Aylığım yok!.. Arif: Öyleyse neden kendine zahmet veriyorsun?.. Allah için okuyorum... Arif: Allah için okuma!.. Niçin?.. Çünkü böyle kötü okudukça Kuranı Kerim’in güzelliğini bozuyorsun... ? Yine de kötü sesli hafızın konumu bizim AKP’liden farklı... Çünkü hafızın parayla alışverişi yok; bizimkilerin Müslümanlığı ise parayla pulla.. Türkiye’de bugün (Müslümanlık değil) İslamcılık para demek... İktidar demek.. Koltuk demek.. Şirket, holding, banka, banknot, çek defteri demek.. Allah’ın Müslümanlığını çıkar yolunda tepe tepe kullanan AKP dincileri İslama en büyük kötülüğü yapıyorlar... ? Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ülkede yoğunlaşan irtica tehlikesine karşı son konuşmasında gerekli uyarıyı yapınca, en başta mürteci medya olmak üzere dinciler şamataya başladılar... Şamata nedir?.. Gürültü, patırtı, yaygara.. Bugün Türkiye’de, Müslümanlık adına, cemaatçilikten geçilmiyor; tarikat şeyhlerine taş çıkartan cemaat hocaefendileri medya piyasasını da ele geçirmek üzereler... İrtica tehlikesine dikkat çeken Cumhurbaşkanı Sezer’e hep birden saldırmaya cüret edenler, medyada mürteciliğin başını çekenlerin ta kendileri!.. ? Tarikatçılık iyi para getiriyor.. Cemaatçilik hele postu Amerika’ya ya da Avrupa’ya serersen banknot matbaası gibi çalışıyor... Müslümanlığın ticaretinde İslamın erdemlerini silip süpüren dincilik, cemaatçilik örgütlenmesinde siyaset yapıp gerici politika pazarlayarak Türkiye’yi irticanın karanlığına gömmeye hazırlanıyor... Cumhurbaşkanı Sezer’in konuşması laik ve aydınlık Türkiye’nin amentüsü değerindedir; çoğaltılmalı, yayılmalı, duyurulmalı, dağıtılmalı... Çankaya yalnız değildir!.. Sezer’den yana halk sessiz çoğunluktur.. Sessiz çoğunluk sesini duyurmalı!.. Toplumumuzun büyük çoğunluğu Müslümandır.. Ama, mürteci değildir.. Müslümanlığın en büyük düşmanının mürtecilik olduğu iki kere iki dört edercesine ortaya çıkmıştır... Bizim Bir ‘Prodi’miz Yok mu? Yazmıştım, anımsayanlar olacak: Türkiye Sol’unu birleştirecek bir ‘Prodi’ çıkmayacak mı? İtalya’daki 13 sol parti bir araya geldi, eski Başbakan, yakın günlere kadar Avrupa Birliği Genel Sekreteri, Prof. Romano Prodi’yi başkan seçtiler. Yani, Berlusconi iktidarını devirmek amacıyla, bir bilim adamının, güvenilir bir insanın çevresinde birleştiler... ??? Sormuştum, günden güne yıpranan, günden güne ülkemizi bir şeriat kafasının çıkmazlarına sürükleyen AKP iktidarını, onun başbakanını, ilk seçimde yenmek için solda oluşturulacak bir birlikteliğin öncülüğünü yapmak üzere ‘‘güvenilir birini’’ seçmek gerekmiyor mu, diye... Bu benim, yarım yüzyılı çoktan geride bırakmış, hiçbir zaman siyasal bir hevesi olmamış, yalnızca Türkiye’nin Atatürk devrimciliği, çağdaşlık, laiklik, gerçek halkçılık çizgisinde yaşantısını sürdürmüş bir yurttaşın isteğiydi. ??? Zaman akıp geçiyor! Ülke karanlık çıkmazların içinde... Yönetim başındakiler ulusalcı bir anlayıştan uzak, daha beş on sene iktidarda kalıp, ülkeyi tanınmaz bir hale sokmak hevesinde... Duygusuzluk, acemilik, bilgisizlik, görgüsüzlük içinde... Cumhurbaşkanı Sezer, ‘‘İrtica, siyasete, eğitime ve devlete sistemli bir biçimde sızmaya çalışmaktadır’’ diyor... Yanlış mı? Tayyip Bey en yakınlarıyla bir kadro kurmadı mı? Her yere, her göreve kendi adamlarını yerleştirmek sevdasında değil mi? Fethullah Bey’in buyruğu neydi? Her alanda ileri gidin, yavaş yavaş, bir gün devleti elinize geçireceksiniz! ??? Cumhurbaşkanı bir yıl sonra görevden ayrılacak. Yerine kim gelecek? Tayyip mi, yoksa onun yakın bulduğu biri mi? O zaman Türkiye Cumhuriyeti ılımlı bir İslam ülkesi olmayacak mı? Bunu şimdiden görmek o kadar zor mu? ‘Cumhuriyet’in günlerdir yurttaşları olup bitenlerin ‘farkında olmaya’ çağırmasının bir anlamı yok mu? ??? Türk solu bir ‘Prodi’ çıkaramaz mı? Bir sanat, bir bilim, bir siyaset adamı, bir gerçek cumhuriyetçi, Türk devrimine inanmış, gericiliğe, çağdışılığa karşı bir öncü, bir lider... Hiç değilse belli bir süre için... Prof. Prodi’nin İtalyan soluna kazandırdığı başarıyı, Türkiye’de gerçekleştirebilecek biri, içimizden biri, sizden bizden biri... Bir Prodi’miz yok mu bizim? Ali DÜNDAR ilindiği gibi, 17 Nisan 1940 gün ve 3803 sayılı Kuruluş Yasası’nın 1. maddesinde Köy Enstitüleri: ‘‘Köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmek üzere...’’ kurulan eğitim ve öğretim kurumları olarak tanımlanıyor. İleride, köyden başlatılacağı anlaşılan yoğun bir kirizmalama (*) işlemcesinin ipuçlarını bu tanım içinde görebiliyoruz. Neden derseniz, çünkü köy, 1923 kurulma, kurumlaşma devriminin başta gelen sorunlarından biridir. Osmanlı’dan yolsuz yolaksız bir ülke ve İslam ortaçağı karanlığında bir köylü toplumu teslim almak durumunda kalan devrim önderleri, bu karabataktan çıkmak için: Salt elifbe’den abece’ye geçmenin ve Etilerden kalma karasabanın tutağına daha sıkı yapışacak pazı güçleri üretmenin bir sonuç vermeyeceğini biliyorlardı; onun için, İslam ortaçağından çıkışı hızlandıracak, aydınlanma sürecinin gerektirdiği yükümlülükleri üstlenecek bilinçli kol ve kafa gücünü ülkeyi/toplumu derinden kavrayacak kadroları hazırlamak için, uzun erimli ve çok amaçlı, çok öğrencelikli tasarımlar yapmayı göze aldılar. Aslında ulusal bağımsızlık savaşımı: Temelde, dışarıdan gelen anamalcı, yayılmacı, sömürgeci saldırganlara; içeride ise, sinsi kan emicilere, soyguncu, vurgunculara, toprak ağalarına, din bezirgânlarına, şeriatçılara, ortaçağ kalıntılarına karşı verilen bir köylü kalkışımı B dır. Onun için Atatürk, ‘‘...Köylü efendimizdir. Bu ülkenin gerçek sahibi, gerçek üretici olan köylüdür...’’ dedi. Çünkü yaşamı boyunca, iç ve dış savaş cephelerinde, çarıklı köy çocuklarıyla omuz omuza olan kendisiydi. Az buçuk mürekkep yalamış olanlar, hemen her savaşta bir yolunu bulup askerlikten sıyrılmışlar ya da kaçmışlar; imam hatip, müezzin, molla vb. dine bulaşmış olanlar da Osmanlı’dan aldıkları askerlikten bağışıklıklarına sığınınca silahı omuzlamak köy çocuğuna, köylü delikanlıya kalmıştır. Savaşlar boyunca çiftin tutağına yapışmak, ekip biçerek kalan çocukları, yaşlıları beslemek, askerdekine giyecek, çorap, çarık yapmak ve ‘‘tekâlifi milliye’’nin yükümlülüklerini yerine getirmek de köylü kadına kalmıştır. Onun için Köy Enstitüleri tasarımı, basit bir okuryazarlık ya da son yıllarda işbaşı eden hükümetlerin yaptığı gibi, günü kurtarma işi değildi. Neden derseniz, öğretim birliği ve laik eğitim özgür toplum ortamında Cumhuriyet eğitim ve öğretiminin amacı: Belleğini çağdışı kalıntılardan arındırmış, anlağında hiçbir koşullanmaya ve dogmaya yer bırakmamış, her türlü olay ve olguyu eleştirel bir düzlemde irdeleme eğitimi almış, eylemsel ve düşünsel her durumda/koşulda neden/sonuç denklemi kurabilme yeteneği geliştirmiş yurttaşlar yetiştirmek’’ idi. İşte Köy Enstitüleri, ortaçağ karanlığındaki köyü/ köylüyü, Cumhuriyet eğitim ve öğretiminin bu amaçları doğrultusunda donatmak için tasarçi Dosya No: 2005/65 Esas / 2005/898 Karar Davacılar Murat Doğan ve Gülüzar Doğan tarafından Mahkememize açılan gaiplik davasının yapılan açık yargılaması sonunda; 23.11. 2005 tarih 2005/898 karar sayılı ilamı ile Bursa ili, Gemlik ilçesi, Hamidiye Mahl. Cilt No: 5, Hane No: 964'te nüfusa kayıtlı Murat ve Gülüzar oğlu 1993 doğumlu Oğuz Doğan'ın su kanalına düşerek kaybolduğu 17.04.1999 tarihinden itabaren 5 yıl geçmiş olması ve 6 aylık ilan süresi içerisinde gaibin ortaya çıkmaması ve adı geçenin hayatta olup olmadığı yolunda bilgi sahibi kimselerin de bulunmaması sebebi ile MK.'nun 35. maddesi gereğince adı geçen Oğuz Doğan'ın gaipliğine, Karr verilmiş olup gaip hakkında ilan tarihinden itibaren 6 ay içersinde mahkememize müracaat etmesi, etmediği takdirde kararın kesinleşerek nüfusa işleneceği ilan olunur. 16.12.2005. (Basın: 17265) GEMLİK ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'NDEN CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear