Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
1 NİSAN 2006 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 Neler oluyor? Van iddianamesinin, Ankara’da çeşitli dalgalanmalara yol açtığına değinmiştik. İddianamenin, TSK’ye yönelen suçlamaların çok hareketli geçeceği beklenen nevruz öncesine denk geldiğini, bu açıdan ‘‘zamanlamasının ilginç’’ olduğunu ifade etmiştik. Bölgede yükselebilecek kimi eylemlere karşılık TSK’nin alacağı her türlü önlem ve gerçekleştireceği her türlü operasyonun meşruluğunu gölgelemeye dönük bir amacın sezinlendiğini de aktarmıştık. Aradan yaklaşık iki hafta geçti... Güneydoğu’da terör örgütünün söylemiyle ‘‘kır gerillası ile kent gerillasının birleşmesi’’ sürecine girildi. Dahası, ‘‘Cumhuriyet kavramının kendisi için çok fazla bir mânâ ifade etmediğini’’ söylemekle ünlü Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in ‘‘federatif’’ yapıya zemin hazırlayan kamu yönetimi reformuyla gerçekleştirmeye çalıştığı ‘‘yerelleşme’’, ‘‘ademi merkeziyet’’ düşleri fiilen gerçekleşmeye başladı. Bölgedeki yerel yönetimler, emniyeti sağlama, kamuya yön verme dahil birçok alanda neredeyse sorumluluk, hatta bir tür görev kullanır ve dağıtır hale geldiler. 2004 yerel seçimlerinde SHP listelerinden seçilen eski DEHAP, yeni DTP’li belediye başkanları adeta birer ‘‘vali’’ gibi davranmaya başladılar. Ortalık yangın yeri gibi... Merkezi idarenin başı Başbakan ne mi yapıyor? Sudan’a gitmiş, besmele çekiyor... Teserleme SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Tutunacak Dalları Kalmayan Çocuklar... Öğretim izlencesini büyük mütefekkir edasıyla altüst ettiler. Bilimsel olması gereken eğitimin içine inancı kattılar. İmam okullarını kayırmayı iş edindiler. Ulusal değerleri küçümsemeyi, Cumhuriyeti ve kazanımlarını yok saymayı birincil hedef bellediler. Çocuklarda tutunacak dal, dayanacak bilgi, kaynaşacak sevgi, güvenecek ortak değer bırakmadılar. Gençlerin aklı karıştı, kişilikleri parçalandı. Üstüne kabaran yoksulluk, sığlık ve cahillik, pompalanan şiddet eklendi. Sonuç: Okullarda el kadar çocuklar birbirine düşman kesildi... Şimdi çıkmış vaaz veriyorlar: ‘‘Okullarda bir şey yok, olaylar abartılıyor.’’ Öyle mi? Alın size, İstanbul’un kenar mahalle semtinden gelen bir öğretmen mektubu: ‘‘Aileler çocuklarını okula göndermekle ellerinden geleni yaptıklarını, bakanlık sınıflara 5060 kişi doldurarak eğitim verilebileceğini, öğretmenler ve idareciler de son ders zili çalana kadar öğrencileri içeride kavgasız, belasız tutmanın başarı olacağını düşündükleri için şiddet artıyor ve artacak. Görev yaptığım okulda sınıfların, sıraların, yazı tahtasının, iki tane masatenisi masasının dışında öğrencilere sunduğumuz hiçbir altyapı yok. Okulun bulunduğu mahallede, uyuşturucu ve fuhuş dahil her türlü belanın kol gezdiği internet kafelerin, paralı halı sahaların, pastanemsi ve kafemsi yerpih, ayak ayak üstüne atmıştı. Etrafında kümelenen arkadaşları da ona hayranlıkla bakıyorlardı. Psikolojimiz altüst olmuş durumda. Geçen günlerde okul bahçesinde birbirine girmiş gençleri gören bayan arkadaşlarımın hıçkıra hıçkıra ağlamalarını hiçbir zaman unutamayacağım. Okul idaresi, kavga okul içerisinde olmasın, dışarıda birbirlerini yesinler anlayışında. Önemli olan, olayların çözüme kavuşturulmasından çok, örtbas edilmesi. Emniyet için ölüm, tecavüz dışındaki olaylar normal. Okula çağırdığımız polis memurları ‘Cuma günleri camileri mi kontrol edelim, okullarda çıkan öğrenci kavgalarını mı, yoksa diğer sorunları mı?’ diyerek sitem ediyorlar. Politikacılar ülkenin gerçek gündemine dönmeli. Okullar kaynıyor. Bakan Çelik, medya abartıyor, diyor. Hayır, medya olayların yüzde birini bile yansıtmıyor. Birkaç gün önce okulumuzda dışarıdan gelenlerin çıkardığı kavgada üç kişi yaralandı, bir başka okulda bir öğrencinin burnu kırıldı. Yine İstanbul’un bir ilçesinde görev yapan öğretmen arkadaşımın çalıştığı okulda da bir öğrencisinin burnu kırılmış. Eğitim kurumlarında anlattığım olayların biz ve öğrenciler için olağan hale geldiğini daüşündüğünüzde varın gerisini siz düşünün.’’ Düşünmeye bile gerek yok. Her şey kabak gibi ortada: Başımızdaki takım, ülkeyi birbirine kattı. Çocuklarımızı bile... lerin dışında öğrencilerin kendilerini ifade edebilecekleri, zamanlarını geçirebilecekleri hiçbir yer yok. Okuldaki öğrenciler hızla iki gruba bölünüyor. Sürtüşmeler çok rahat etnik kavgalara dönüşebiliyor. Bıçaklar, sopalar, yumruklar okul çıkışlarında, teneffüslerde olağan görüntü haline gelmeye başladı. Kavga sonrası kalıplı bir öğrencimin mahallede arkadaşlarının arasındaki durumunu görünce dehşete kapıldım. Ceketini kabadayılar gibi omzuna geçirmiş, bir elinde sigara, bileğinde tes Yazar Kemal Ateş, elinde ses alma aracı, 196970’te Kırşehir köylerinde epey dolaşmış, derlemeler yapmış. Aktardığına göre, Kırşehirliler ‘‘Teserleme’’ adını verdikleri öyküleri anlatmayı pek severlermiş. Kemal Ateş, aşağıdaki ‘‘teserleme’’yi, Van savcısı Ferhat Sarıkaya’nın köyü Pekmezci’de dinlemiş: ‘‘Kadının biri, oğluyla birlikte evindeki bir çömlek pekmezi alıp pazara gitmiş, biraz da ucuz verdikleri için hepsini satmışlar pekmezin. Ancak eve döndüklerinde canları pekmez istemiş. Evde bir kaşık bile pekmez yokmuş. ‘Aman oğlum’ demiş kadın, ‘Pazar dağılmadan git bir kilo satın al da, gel’. Oğlan dağılmak üzere olan pazara zar zor yetişmiş; sabah yüz liradan sattıkları pekmezi, akşam yüz yirmi liradan satın almış, gelmiş...’’ Kemal Ateş’in anlattığına göre, bu öyküden yola çıkarak yörede çok yaygın olarak kullanılan bir ‘‘pekmez akıllı’’ deyimi varmış ki, akla ziyan işler yapıp gülünç durumlara düşenler için söylenirmiş... ‘Köprüyü Geçmek!’ Ünlü bir İtalyan yazar, benden İstanbul hakkında edebi referans olarak başvurabileceği birkaç kitap adı istedi. Verdiği örnek Lawrence Durrell’in İskenderiye için yazdığı ‘‘Alexandria Quartet’’i idi. Yani Pierre Loti gibi kıyıda köşede kalmış oryantalist yazarlardan bahsetmiyoruz. Dünya edebiyatından söz ediyoruz. Aranan kaynak, İstanbul’un ilham verdiği, ilham kaynağı olduğu dünya çapında edebi eserler... Hemingway’in ‘‘Yaşlı Adam ve Deniz’’inde anlattığı Havana ya da Küba gibi mesela... Kaç tane böyle eser var? Ya da hiç var mı? Sır perdesi arkasında gizlenen kent Muhatap olduğum soru bu. Siz de bu soruyu kendinize sorun; İstanbul gibi dünyanın en özgün, en büyüleyici ve görkemli geçmişlerinden birine sahip olan bir kent için ne kadar zavallı bir durum içinde olduğumuzu göreceksiniz. Gerçek şu ki İstanbul, dünya için hâlâ bir ‘‘sır’’. Üzerine ‘‘sır perdesi’’ çekilmiş bir şehir. Başlı başına bu, çok şey anlatıyor. Ve bunun için de artık bir şeyler yapmamız, ortaya bir mücadele koymamız gerekiyor. ‘‘Deutsche Welle’’nin İstanbul muhabiri Gunnar Köhne’yi dinlerken işte bunları düşündüm. Köhne ile AB Türkiye Gazeteciler Konferansı’nın yıllık toplantısında bir araya geldik. Kuliste konuşurken kendisine ‘‘AB’de gelinen noktada yapılması gerekenler’’ üzerine bir soru yönelttim. Bir süre önce TÜSİAD tarafından aynı konuyu tartışmak için davet almış olduğunu söyledi. TÜSİAD Avrupa’da başlatmayı düşündüğü tanıtım kampanyası için, Türkiye’de görev yapan yabancı muhabir ve gazetecilerden görüş istemiş. Gerisini Gunnar’dan dinleyelim: ‘‘TÜSİAD’a böyle bir tanıtım kampanyasına hiç girişmemelerini söyledik. Sokaklara ‘Türkiye aslında şöyledir, böyledir!’ diye ‘bilboard’lar falan asmayın.. dedik. Avrupa’da kimse çünkü bu türden mesajlara açık değil. Kimse kimseyi dinlemiyor ve kimse kimseyi duymuyor. Antenler kapalı. Avrupalılar şu sırada kendi aralarında ekonomiyi konuşuyorlar. Kendi dertlerine dalmış durumdalar. Böyle bir kampanya için bu çok yanlış bir ‘ortam’ ve ‘zamanlama’ olur!’’ Tanıtımın önemini yıllardır vurgulayan bir gazeteci olarak, Gunnar’a sonuna dek hak verdim. Agresif bir tanıtım kampanyası için ‘‘uygun zaman’’ aslında ‘‘Türkiye’nin aday ilan edildiği’’ Helsinki zirvesinin hemen öncesi ve hemen arkasıydı. Avrupa çünkü henüz bu kadar genişlememişti, konu bu kadar aşınmamıştı ve uluslararası konjonktür de böylesine yüklü ve gerilimli değildi. Uygarlık çatışması rüzgârları fırtınaya dönüşmemişti. Ama ne yazık ki ‘‘tanıtım’’ adına yaptığımız uyarılar ve öneriler o dönemde itibar görmedi. Sesimizi duyuramadık. ‘‘Bu iş en az Kopenhag Kriterleri kadar önemli!’’ falan diyecek olduğumuzda, aldığımız tepki kısaca: ‘‘Avrupa’da genişleme kararları, tanıtımla değil; yukardan, hükümetlerin aldığı inisiyatiflerle oluyor!’’ şeklinde özetleniyordu. Kadrolaşmak ve Susturmak LÜTFİ KALELİ CHP İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, AKP hükümetinin devletteki kadrolaşmasını öğrenmek için Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’e bir soru önergesi verdi. Şahin’in verdiği yanıta göre Bakanlar Kurulu kararı ile kamu kurum ve kuruluşlarına geçici ve sözleşmeli personel için 2002 yılında 11 bin 122, 2003 yılında 10 bin 972, 2004 yılında 10 bin 728, 2005 yılında 33 bin 92, 2006 yılında ise 43 bin 92 kontenjan ayrıldığı anlaşıldı. Her iktidarın rahat çalışabilmesi için kendisine yakın kişileri tercih etmesi, Türkiye’de doğal hal aldı. Oysa hiçbir demokratik ülkede iktidar erkini ele geçiren siyasi kadronun, devlet birimlerinde kendi yandaşlarını kadrolaştırma uygulaması yoktur. Devlette devamlılık politikası olmaz ise ve her gelen iktidar kendi kadrosuyla çalışmayı yeğlerse, o devlet istikrarlı bir politika güdemediğinden çağdaşlarından geride kalır. Bunun en acı örneğini Türkiye yaşamaktadır. 45 yıldır AB kapısında bunun için bekletilmektedir. Kıbrıs sorunu bunun için çözülememektedir. Bölücü ve kan akıtıcı terör eylemleri bunun için durdurulamamaktadır. AKP, devletteki kadrolaşma girişimlerini hep şeriatla damgalı ya da yolsuzluklarla şaibeli kişilerden yapmaktadır. Özellikle asaleten atamak istediği üst düzey yönetici adayları bu gerekçelerle Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından hep veto edilmiştir. AKP hükümeti de aynı kişileri bu kez vekâleten atayarak kadrolaşmasını ısrarla sürdürmüştür. O kadar ki cenaze yıkayan imamı hastane müdürü, cami imamını da okullara öğretmen olarak atayabilmiştir. Son olarak Merkez Bankası Başkanlığı için yapmış olduğu zikzaklı atamalar bunun en tipik örneklerini oluşturmaktadır... Başbakan Erdoğan’ın geçmişteki konuşmalarıyla bugünkü konuşmaları tam bir uyum içindedir. Amacı ülkede laik cumhuriyet yerine ılımlı İslamı egemen kılmak; diğer bir deyişle tam bir şeriat devleti kurmaktır. Yargı kararlarına değil, ulema kararlarına inanmaktadır. Bu yapısıyla Atatürk dönemini de içeren 80 yıllık dönemin tüm iktidarlarını kötülemektedir. 26 Mart 2006 günü Çankaya ve Keçiören AKP kongrelerinde yaptığı konuşmasında CHP’ye çatarken, şöyle diyor Erdoğan: ‘‘Cumhuriyet’in 83. yıldönümündeyiz. 80 yıllık bedeli bu iktidar ödüyor. Bunun ciddi bir ekseriyetinde ise CHP var. O yoklukların getirdiği bedeli ve faiz borçlarını biz ödüyoruz...’’ Oysa Osmanlı’nın Düyunu Umumiye’ye olan yüklü borcu, Atatürk’ün öngörüsüyle kurulan ulusal sanayi sektörünün kazancı ile altın bazında yıllık taksitler halinde ödendi. CHP’li Atatürk döneminde Türkiye, kendi olanakları ve onuruyla yaşayan tam bağımsız bir Türkiye oldu. 1950’de iktidar olan Demokrat Parti döneminde Türkiye borç almaya başladı ve günümüze dek iktidar olan sağ partiler ise bu borçlanmayı katmerleştirdiler. AKP 2002 yılında iktidara geldiğinde borç miktarı 200 milyar dolar iken, şimdi bu miktar yüzde 50 artarak 300 milyar dolar olmuştur... Bunun bedelini CHP’ye çıkarmak, gerçekleri çarpıtmak ve de bilinçli olarak Cumhuriyet dönemini karalamaktır... Eleştiriye tahammülü olmayan Başbakan, her önüne çıkanı ister çiftçi, ister işçi, ister işsiz olan oğluna iş isteyen yaşlı biri olsun hiç gözünün yaşına bakmadan azarlamakta ve de basın mensuplarını mahkemeye vererek susturmak istemektedir. Ama kendisi ‘‘Ananı al da git ulan!’’, ‘‘İşte ben oraya üç nokta korum!’’ diyerek hakaret ve küfür etmek özgürlüğünü pervasızca kullanmaktadır. Başbakan, bugüne dek kendisi hakkında eleştiri yapan 71 kişi hakkında yargıya başvurdu. Lehine sonuçlanan 31 davadan tam 244 bin YTL tazminat kazandı. Bunların içinde gazeteciler başta gelmektedir. Kendisine siyasi rakip olan Cem Uzan’ın Star gazetesi ile 16 kez mahkemelik oldu. Cumhuriyet, Evrensel, Ortadoğu ve Yeniçağ gazetesi ile Aydınlık dergisi de tazminat ödeyen basın organları oldular. Bu basın organlarında köşe yazarı, muhabir, karikatüristler yer aldı. Televizyoncularla milletvekilleri de bunlar arasına katıldılar. Bakalım bu durum daha ne kadar devam edecektir?!.. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr ‘Ünlü bir yazara kucak açın!’ ‘‘Ama Türkiye özel bir vaka. Özel sorunları var!’’ diye üstelediğimizde; tartışma çıkmaza giriyordu. AB ile önemli pek çok dönemeçte olduğu gibi Türkiye, tanıtımda da ‘‘zamanlamayı’’ iyi kollayamadı. Gerek Ankara, gerekse de sivil toplum örgütleri.. bu konuda şimdi çok daha duyarlı. Ancak bu kez de karşı taraf böyle bir hamleye kapalı. Peki ne yapalım? Hiçbir şey yapmayalım mı? ‘‘Hayır!’’ diyor Gunnar Köhne: ‘‘Ama bunu başka türlü yapın!’’ ‘‘Nasıl?’’ ‘‘İnsanları buraya davet edin mesela. İstanbul’u konuklarınıza bire bir yaşatın! Bir sinema yönetmenini, ünlü bir gazeteciyi, araştırmacıyı ya da ilginç bir yazarı bir süre yaşamak için burada ağırlayın. Kendisine Galata’da bir apartman katı tahsis edin. Son romanını burada yazsın! TÜSİAD’a da işte bunu söyledik. Bundan başka yapacağınız her şey paranızı sokağa atmak olur.. dedik! Fatih Akın’ın ‘Crossin the Bridge’ (Köprüyü Geçmek) isimli belgeselinin İstanbul ve Türkiye için yaptığı tanıtımı hiçbir ‘tanıtım kampanyası’ karşılayamazdı. Almanya’da bu belgeseli izleyen herkes çok etkilendi ve de çok beğendi. Diyeceğim o ki ‘neyi’, ‘ne zaman’, ‘nasıl’ yaptığınız çok önemli...’’ Yaz aylarında Amerika’nın ünlü haftalık dergilerinden biri (‘‘Newsweek’’ miydi?) ‘‘Cool İstanbul’’ kapağıyla çıktığında çok heyecanlanmıştık. Türkiye, AB’ye girse de girmese de; bu örnekleri çoğatkmak gerekiyor. Bunun için de şimdi artık tanıtımın dışardan değil, buradan yapılması daha uygun düşüyor. Bugünkü konjonktür çünkü bunu icap ettiriyor. AB konferansından aktaracağım başka şeyler de var... Devamı pazartesiye... HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hayatepik?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ bulutbebek?hotmail.com Dosya No: 1999/638 Tal. Satılmasına karar verilen taşınmazın cinsi, niteliği, kıymeti, adedi, önemli özellikleri: Tapu Kaydı: Antalya İli, Kaç İlçesi, Çavdır köyü, Gölcük mevkiinde kain, tapunun 85 cilt. 47 sayfa, 2 parsel numarasında kayıtlı, 8000 m2 yüçölçümlü, zeytinlik vasfındaki taşınmaz. Önemli Özellikleri: Taşınmazın tamamı 8000 m2’dir. Borçlu taşınmazın tamamının sahibidir. Taşınmazın bulunduğu yer zeytinliktir ve içersinde 4045 aşı yaşlarında zeytin ağaçları bulunmaktadır. Taşınmazın 1 m2’si 2,50 YTL ve taşınmazın tamamının değeri ise 20.000,00 YTL olup, taşınmaz 20.000,00 YTL muhammen bedel üzerinden satılacaktır. Satış Şartları: 1 Satış 05.05.2006 günü saat: 10.15’den 10.30’a kadar Kaş Belediye Mezat Salonu’nda; açık artırma suretiyle yapılacaktır. Bu artırmada tahmin edilen değerin %60’ını ve rüçhanlı alacaklılar varsa alacakları toplamını ve satış giderlerini geçmek şartı ile ihale olunur. Böyle bir bedelle alıcı çıkmazsa en çok artıranın taahhüdü saklı kalmak şartiyle 15.05.2006 günü aynı yerde ve saatlerde ikinci artırmaya çıkarılacaktır. Bu artırmada da rüçhanlı alacakların alacağını ve satış giderlerini geçmesi şartıyla en çok artırana ihale olunur. 2 Artırmaya iştirak edeceklerin, tahmin edilen değerin %20’si oranında pey akçesi veya bu miktar kadar banka teminat mektubu vermeleri lâzımdır. Satış peşin para iledir, alıcı istediğinde (10) günü geçmemek üzere süre verilebilir. Tellâliye Resmi, Damga Vergisi, tapu harç ve masrafları alıcıya aittir. Birikmiş vergiler satış bedelinen ödenir. 3 İpotek sahibi alacaklılarla diğer ilgililerin (*) bu taşınmaz üzerindeki haklarını özellikle faiz ve giderlere dair olan iddialarını dayanağı belgeler ile (15) gün içinde dairemize bildirmeleri lazımdır, aksi takdirde hakları tapu sicil ile sabit olmadıkça paylaşmadan hariç bırakılacaktır. 4Satış bedeli hemen veya verilen mühlet içinde ödenmezse İcra ve İflas Kanunu’nun 133’ncü maddesi gereğince ihale feshedilir. İki ihale arasındaki farktan ve %10 faizden alıcı ve kefilleri mesul tutulacak ve hiçbir hükme hacet kalmadan tahsil edilecektir. 5 Şartname, ilân tarihinden itibaren herkesin görebilmesi için dairede açık olup, gideri verildiği takdirde isteyen alıcıya bir örneği gönderilebilir. 6 Satışı iştirak edenlerin şartnameyi görmüş ve münderecatını kabul etmiş sayılacakları, başkaca bilgi almak isteyenlerin 1999/638 Tal. sayılı dosya numarasıyla Müdürlüğümüze başvurmuları ilân olunur. 24.03.2006 (İİK m. 126) (*) İlgililer tabirine irtifak hakkı sahipleri de dahildir. (Basın: 14630) KAŞ İCRA VE İFLAS MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN TAŞINMAZIN AÇIK ARTIRMA İLANI TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 1 Nisan www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Halk dilinde ocak ayına veri 1 len ad. 2/ Bir et 2 kinliğin geçici 3 olarak durdurulduğu süre... Ka 4 dın erkek birlikte 5 oynanan bir halk oyunu. 3/ Pembe 6 renkli şarap... 7 Mezopotamya’da 8 kurulmuş en büyük Sümer kent 9 lerinden biri. 4/ Tekne1 2 3 4 5 6 7 8 9 lerdeki hamuru kazıma 1 K A Ç A M A K A ya yarayan araç... Lütes 2 A U S R E R O L yum elementinin simgeT R ON A si. 5/ Tarih öncesine da 3 Y A Y E N C yanan efsane... Resim ya 4 M D O 5 A F A R A O V A da fotoğrafta duruş. 6/ ‘‘Hayır’’ anlamında kul 6 K A Ç A R U L A K I N L O K A lanılan söz... Madagas 7 kar’da yaşayan bir cins 8 M İ R M U J İ K maymun. 7/ Kastamonu 9 A R A K E S İ T ilinde ünlü bir mağara. 8/ Savrulmak için hazırlanan dövülmüş ekin yığını... Çıplak vücut resmi. 9/ İç Anadolu’nun bazı yörelerinde alçıtaşı ve jips içeren oluşuklara verilen ad... Bir yaşında keçi yavrusu. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Halk dilinde ekim ayına verilen ad. 2/ Bir tuzla ürününün satıldığı bölgeler... Erzurum’un bir ilçesi. 3/ Koşuk... ‘‘Söz, lakırdı’’ anlamında argo sözcük. 4/ Ermenistan’ın başkenti. 5/ Eski Mısır’da güneş tanrısı... Sac üstünde pişen yufkayı çevirmeye yarayan tahta araç. 6/ Dünya... Bir ilimiz. 7/ ‘‘ elinden dolu içmiş deliyim / Üstü kan köpüklü meşe seliyim’’ (Pir Sultan Abdal)... Kümes. 8/ Boya ve badana yapmakta kullanılan silindir biçimli fırça... Kayınbirader. 9/ Japon mafyasına verilen ad... ‘‘Bir garip ölmüş diyeler / günden sonra duyalar / Soğuk su ile yuyalar / Şöyle garip bencileyin’’ (Yunus Emre). CUMHURİYET 17 K