24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 8 MART 2006 ÇARŞAMBA 14 KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Almanya’da yayımlanan ‘Yabancı Gelin’ adlı kitap çevresinde başlayan tartışmalar sürüyor DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ Kadın... Nasıl özgürleşecek? ZEHRA İPŞİROĞLU Yeni Sahne Yıkılmasın! Ankara’da, Devlet Tiyatroları’nın 46 yıldır oyunlarını sergilediği Yeni Sahne yıkılacakmış. Neden? Yapının bulunduğu arsanın sahibi Ormancılar Derneği karar almış, tiyatroyu yıktırıp arsayı müteahhide verecekler, çarşı ve otopark yaptıracaklarmış. Yapılacak yeni yapının yarıdan çoğu da müteahhidin olacakmış. Ormancılar Derneği’nin eline yine bugün sahip olduğu kadar bir alan kalacakmış. ??? 4 Ekim 1960 Salı akşamı, Albert Camus’nün Caligula oyunuyla perdelerini açan Yeni Sahne, bu oyunla öncü ve yenilikçi anlayışta bir tiyatronun da habercisi oluyordu. Ünlü oyuncu Kartal Tibet de ilk kez o gün seyirciyle tanışmıştı. 1960’ların heyecanıyla çalışmalarına başlayan Yeni Sahne, günümüze dek bu heyecanını yitirmeden etkinliklerini sürdürdü. Ankara’nın merkezindeki yeri, sadece başkente değil, bütün ülke sanatına taze kan pompalamasını sağladı. Birçok genç seyirci tiyatro ile ilk kez burada tanıştı. Birçok genç oyuncu ilk kez burada sahneye çıktı ya da turne heyecanını yaşadı. Tiyatro coşkusunu hiç yitirmeyen başkent seyircisi, burayı tiyatro dünyasının yüreğinin attığı bir uğrak yerine getirdi. Yeni Sahne’nin gişesi hiç boş kalmadı. Devlet Tiyatroları sahneleri içinde hep en çok seyirci toplayan tiyatro oldu. Casona’nın Ağaçlar Ayakta Ölür’ü, Büchner’in Woyzek’i, Dürrenmatt’ın Fizikçiler’i, Jenet’nin Hizmetçiler’i, Çehov’un Vanya Dayı’sı, Ionesco’nun Amedee’si, Shaw’un Kırgınlar Evi, Lorca’nın Kanlı Düğün’ü, Melih Cevdet Anday’ın Mikado’nun Çöpleri, Camus’nün Yanlışlık’ı, Arbuzov’un Söz Veriyorum’u, Becket’in Godot’yu Beklerken’i gibi 300’ü aşkın oyunla çizgisini zenginleşerek sürdüren Yeni Sahne, son yıllarda şenlik ve festivallere ev sahipliği yapmasıyla da başkentin kültür yaşamındaki vazgeçilmez konumunu güçlendirdi. Ankara’da çağdaş tiyatro kültürünün oluşmasında büyük rol oynadı. ??? Kültür kurumları, kentleri kent yapan oluşumların başında gelir. Dünyanın önde gelen kentlerinin adları hep ünlü kültür kurumlarıyla özdeşleşir, anılır. Opera binası olmadan Paris, Modern Sanat Müzesi olmadan New York, birbirinden ünlü tiyatro yapıları olmadan Londra kimliklerini yitirirler. Çünkü kültür yapıları kent kimliğinin oluştuğu, o kentin insanlarının ortak yaşam alanlarıdır. Bir tiyatro yapısını yıkmaya giriştiğinizde yalnızca bir yapıyı değil, o kenti, kent kılan bir ana unsuru da ortadan kaldırmış olursunuz. Çağdaş kentlerin ve ülkelerin yöneticileri, bu bilinci taşıyan insanlardır. Mülkiyet hakkının, bir kentin kimliğine karşı işlenecek bir suça dönüştürülmesine izin verilemez. ??? Şu günlerde, Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin öncülüğünde oluşturulan Yeni Sahne Girişimi, bu tarihsel kültür kurumunu yıkılmaktan kurtarmak, başkent belleğinden silinmesine engel olmak için çaba gösteriyor. Bir süredir ülkemizde açıkça bir kültürsüzleştirme kampanyası sürdürülüyor. Tiyatroların kapatılması, kültür projelerinin rafa kaldırılması sık sık görülmeye başlandı. Çağdaş kültürün ve yaşam biçiminin ortadan kaldırılması, çağdışı bir toplum özleminin gizlenemez çabalarıdır yapılanlar. Ormancılar Derneği, ille de sahibi olduğu arsayı elden çıkarmak istiyorsa, önce üzerinde 46 yıldır kiracısı olan Devlet Tiyatroları’na satmayı önersin. Hem böylelikle belki kamuoyu önünde yitirdikleri saygınlıklarını da geri kazanmayı başarırlar. Anlaşma olanağı yoksa, buranın kamulaştırılması ve başkent halkına sunulan kültür hizmetinin sürdürülmesi devletin anayasal görevidir. turgay?fisekci.com Yıllardır çok kültürlülük adına göçmenlerin kendi içine kapalı kutuplar oluşturdukları gettolara göz yuman Almanya’da İslam konusu gündemde. İslam üzerine çıkan yayınlara son aylarda göçmen kökenli ikinci kuşağın kitapları da eklendi. Bu kitapların içinde en çok şimşekleri üstüne çeken Necla Kelek’in ‘Yabancı Gelin’i oldu. Bu kitapta Türkiye kökenlilerin kendi aralarında yaptıkları evliliklere dikkat çekilerek ithal gelin sorunu gündeme getiriliyor. Bundan bir süre önce bu sorunu Duisburg Essen Üniversitesi’ndeki üçüncü kuşak göçmen kökenli öğrencilerimle birlikte göçmen kadınlara bir tiyatro oyunu olarak sergilemiştik. Augusto Boal’in Ezilenlerin Tiyatrosu yöntemiyle sahnelenen bu katılımcı oyuna kadınların ağlayarak gösterdikleri tepki, yaşamlarında ilk kez sorunlarını gündeme getirebilmeleri ve oyun aracılığıyla yapıcı çözüm arayışına girmeleri hepimizin üzerinde unutulmayacak bir iz bırakmıştı. Gerçekten de Avrupa’nın göbeğinde gettolarda yaşayan kadınların, kız çocukların sorunları diz boyu. Sorunu azıcık deşmeye başladığınız anda, dibi açık bir kuyunun içine çekiliveriyorsunuz. Görücü usulü ithal evliliklerle başlayan, töre cinayetlerine değin uzanan çağdışı değerler sisteminde kadın erkek ayrımcılığı had safhada yaşanıyor. Kadının özgürleşme süreci... ecla Kelek, kitabında hem kendi yaşamından örnek getirerek türlü engellerle dolu özgürleşme sürecini anlatıyor, hem de gettodaki kadınlarla yaptığı söyleşilerden yola çıkarak onların sorunlarını gündeme getiriyor. Amacı yaşama ve kendine insancıl bir yaşam alanı oluşturma hakkının, çağdaş bir demokrasi anlayışı içinde her tür kolektif, kültürel, dinsel, ideolojik kimliğin ötesinde korunması. Üzerinde durduğu temel nokta da, geleneklerin kıskacındaki kadınların sorunlarına çok kültürlü toplum anlayışının çözüm getirememesi. N Bu bağlamda, özgürleşmeyi türlü engellere karşın başaranların yaşamından özendirici, olumlu örnekler de verilebilir kuşkusuz. Nitekim, güç koşullarda yetişmiş olan yedi kişinin yaşamöyküsünden yola çıkarak üçüncü kuşağın sorunlarını gündeme getiren bir kitabı, ben şu sırada bitirmek üzereyim. ‘‘Özgürleşme Yolları’’ adını verdiğim bu kitabın benzer koşullardaki insanlara destek olacağını umuyorum. Önemli bir nokta da, bu kitaba şiddetle karşı çıkan çok kültürlülük savunucularının bu alanda şimdiye değin hiçbir yapıcı çözüm üretmiş olmamaları. Zeit’taki yazıda en yadırgatıcı olan, zorla evlendirme ve namus cinayetleri sorunlarının göz ardı edilemeyeceği, ancak buna karşı mücadelenin yasalara bırakılması gerektiği tezi. Bu anlayış bilimin yaşamdan ne kadar kopuk olduğunu gözler önüne seriyor. Temel haklara sahip çıkabilmek Necla Kelek, kitabında hem kendi yaşamından örnek getirerek türlü engellerle dolu özgürleşme sürecini anlatıyor, hem de gettodaki kadınlarla yaptığı söyleşilerden yola çıkarak onların sorunlarını gündeme getiriyor. Amacı yaşama ve kendine insancıl bir yaşam alanı oluşturma hakkının, çağdaş bir demokrasi anlayışı içinde her tür kolektif, kültürel, dinsel, ideolojik kimliğin ötesinde korunması. Üzerinde durduğu temel nokta da, geleneklerin kıskacındaki kadınların sorunlarına çok kültürlü toplum anlayışının çözüm getirememesi. İşte, kitap bu noktada şimşekleri üzerine çekiyor. Die Zeit gazetesinde çıkan bir protesto yazısı buna bir örnek (1). Kitap, hem kadınların ezilmesine ilişkin en uç örnekleri seçerek sorunu genelleştirmekle, bu açıdan da bilimsel olmamakla, hem de dini olumsuzlamakla suçlanıyor. Ne var ki bu kitap bilimsel olma iddiasında değil. Yazar kendi yaşamından ve gözlemlerinden yola çıkarak yıllardır görmezden gelinen sorunları sergiliyor. Seçtiği örnekler ne kadar uç olursa olsun, kadın haklarını savunma adına çok de ğerli. Kitabın yoğun tartışmalara yol açmasının nedeni, belki de tüm geri kalmışlığın genelleştirilerek İslam kültürüyle açıklanması. Oysa gettoların oluşmasında hem ekonomik sorunların, yoksulluğun ve eğitim yetersizliğinin, hem de göçmenleri yıllardır dışlayan Alman göç politikasının payı büyük. Kitabın olumlu yanı, yazarın doğrudan kendi deneyimlerini ve gözlemlerini gündeme getirmesi; eksik yanıysa, genellemelere kaçması. Kitapta eleştirilecek noktalar bulabiliriz kuşkusuz. Ama eleştirel yaklaşım, yazarın kadın haklarını hiç ödün vermeden savunan duruşunu görmemizi engellememeli. Kitabın önsözünde de dile getirildiği gibi, özgürleşme yolunda bir aşama kaydetmiş olan ikinci ve üçüncü kuşaktan insanların seslerini duyurma zamanı çoktan geldi. Ya da evlilik pazarlarının, Avrupa’nın yasal yolla göçü engelleme politikasının bir sonucu olduğu gibi bir açıklama, soruna ne kadar tek yanlı bakıldığını gösteriyor. Şaşırtıcı olan, bizdeki gibi Almanya’da da İslamı odak noktası yapan kutuplaşmaların oluşması. Bir kesim, çok kültürlülük adına İslam kimliğini savunup sorunları görmezden gelmekte ısrarla direnirken, bir kesim de bütün sorunların kaynağını İslamda görüyor; Almanya’da İslama karşı çıkan tutucu bir Hıristiyan çevre de bundan yararlanıyor. Aslında, dini değil de cinsiyet ayrımcılığını ve ekonomik eşitsizliği temel alan ve bu sorunların ciddi biçimde üstüne giden bir yaklaşım, farklı kutuplardaymış gibi görünenlerin birçok noktada buluşmasına yol açabilirdi. Sonuçta tüm dinler ve gelenekler erkek egemen düzenin uzantıları. Bunun altında en çok ezilenler de toplumun en alt katmanındakiler. Bilindiği gibi, bizdeki bu tür yıpratıcı tartışmalar zaman içinde kutuplaşmalara yol açtı. Önemli olan, bu kutuplaşmaları aşarak her tür dinsel ve ortak kimliğin ötesinde, bireyin temel haklarına sahip çıkabilmek. Bu noktada herkes kendi yağında kavrulmalı gibi bir görüşü savunan çok kültürlülük anlayışının yetersizliği de açık. (1) Prof. Dr. Yasemin Karakaşoğlu ile Dr. Mark Terkeddidis’in kaleme aldığı ve büyük çoğunluğu Alman olan 60 akademisyenin imzaladığı yazının Türkçesi 4.2.2006 tarihinde Evrensel Avrupa’da yayımlandı. Dünden bugüne şair kadınlarımız 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde; şair kadınlarımız ve Nilgün Marmara MÜSLİM ÇELİK Şiirimizin bin yıllık ırmağına daldığımızda, ilk kadın şair olarak, Fatih Sultan Mehmet döneminde, yani 15. yüzyılda yaşamış ve divanı basılmış olan Mihri Hatun’u görüyoruz. 18. yüzyıldaysa, Fitnat Hanım vardır. 19. yüzyılda karşımıza aşk meşk şiirleriyle şair Nigâr Hanım çıkar. ‘‘Bizim halk diliyle yazmaklığımız söz konusu olamaz’’ diyerek çağdaş gelişmelerin dışında tutmuştur kendisini. İhsan Raif, hece ölçüsüyle yazan ilk kadın şairdir. Leyla Hanım, Rabia Hatun içli, duyarlı şiirler yazarlar. Sonradan, Rabia imzalı şiirleri eşinin adını kullanarak İsmail Hami Danişmend’in yazdığı ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet aydınlanmacılığının öngününde Yaşar Nezihe Bükülmez, Şükufe Nihal, sevi ve toplumsal sorunlara değinirler şiirlerinde. Özellikle Yaşar Nezihe, Nâzım’dan önce davranıp ilk işçiemekçi (1 Mayıs) şiirini yazmıştır. Bu çıkış, ardı pek beslenip doldurulmadığından yetersiz kalır. Çağdaş Avrupa ülkelerinin birçoğundan önce, öğretim birliği ve özgür eğitim, Anadolu kadınının 13. yüzyıldan gelen Anadolu kadınlar birliği (Kadın cık Ana’nın kurduğu Bacıyan öznel pencereler, bir de kent dikBirliği) içinde pişen, yeşeren, açıkat ettinse lım sağlayan, sözlü yazın ekin neden böyle çırılçıplak olduğugeleneğine, aydınlanma dönemuzu minde (1940’lı yıllar ve sonrası) şimdi daha iyi anlıyorum değil mi yayımlanan klasikler de ekleninneden dövülmüş bir kadın. ce, çağdaş kadın şairlerimiz birKadının yüzyıllardır yer yer birini izler. ezilmişliği, görece horlanmışlığı sorunsalına, ‘şiir insanlığın acı Şiirinde önce bireysel bir ürperçekme tarihini yazıyor’ bağlamıntiyle, kara saçlarını kestikten sondan bakarsak: rasında toplumsal duyarlığıyla şi Devlethalk yabancılaşmairi düzde kuşatan Gülten Akın sının yarattığı çelişkiden, fiziksel gelir. Sennur Sezer, baştan beri sınıf tinsel acılarla başkaldıran şair kabilinçli, giderek devinen, özgürdınlar, dünyada, bizde... lükçü şair duruşuyla, yüreği, Bed Bu, Ortadoğu halkları, azgereddin ve yarenlerine kadar inelişmişlik, özellikle Türkiye gerbilir olarak göz önündedir. Araçeğiyle oluşuyor, çağdaş nesnel da bir solgun şair, Türkan İlde Soldan sağa: Sennur Sezer, Gülsüm Cengiz, Gülten gerçeklik taşıyor mu? niz, varla yok arası gözükürse de, Akın, (altta) Nilgün Marmara, Betül Tarıman. Şiirlerinin art anlamlarında, ilk kitabıyla yankılar uyandırmışderininden toplumsal dışlanmışM. Gürpınar, L. Şahin, A. Mutlu, G. tır. Egemen sınıflarla güdülen sınıflar lık, toplumsal düşünsellerinin önünde arasındaki çelişkiyi, 68 kuşağı özgür Cengiz, L. Müldür, O. Uysal, B. Taş, İ. midirler? lükler ortamı, şiirinin atalarından hız Asena, B. Tarıman, G. İnal, B. Matur, Ya da bacakları kırılmaya, örtünla el alarak, özgü çeşitlenmeyi yeni ye N. Özer, Z. Köylü, E. Güz, E. Aysan, S. meye, boğulmaya, ölüme yazgılanan; ni adlarla sunmaya başladı. Çünkü Esaslı... Yeni yeni gövererek gelenler kimi örneklerinin canına kıyılan (intisolgun bir halk çocuklarının sorular sor di. Tam da bu arada, Nilgün Marmara, hara zorlanan), sonuç olarak, doğasına, masıyla yanıt aramaya çalışmaları, top ne istedin ecelden? ‘‘İntihar karası bir topluma karşı geldim dediklerinden milumsal gerçekçi yazın ve Köy Enstitü faytona bindin de’’. dir? Araya giriveriyor Ece. leriyle zaten ekilmişti. Bir gidip bin geİrdelenirse, şair kadınlarımızın erilliniyordu. Sabahlara kadar dövülmüş bir kadın lerinden, bir kaynaktan aldıkları etki ye, okurlarının gene aynı yollardan geri dönmeleri, çok zor, fakat olanaksız değildir! Bir ikisi, şiiri tersinden deniyor yazmaya olsa bile, ‘karakamu’ sana bulaşmaları yeter! Aldırmayacaksın Nilgün Marmara, gerekirse ölüme de. N. Yaşın, B. Keskin, E. İrtem, Ç. Sezer, Ö. Sezer, M. Orhon, N. Matay, D. Önder, D. Durukan, M. Dalaman, A. Kalender, B. Dünder, G. Özmen, S. Aras, S. Taşçıer, S. Tunç... Beş yüzyıl içerisinde kadın şairlerimizin sayısı, yarıdan fazlası yaşayanlar ve özellikle son dönem olmak üzere, yüze yakını kitaplı şairlerimizdir. ‘Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer’ (T. Fikret). Ey analar, bacılar, komşu kadınları, gençlik, bozulmaya devam ediniz, ileri yönde, çağcıl olana. İşte Akan Marmara Ağaçlar Marmara, yıldızlar Nilgün göğ küsmüş, yokuşu ters çevirin, gün dünya çakıltaşlarının arasında. bir balkona çıkmağa niyetsizdim muharrem alışkanlığı yaprağın ucunu dediydin, üstünü Tanrı getirsin dünyayla konuşa tartışa... BUGÜN ? BABYLON’da 21.30’da Sema’nın ‘Efsane Hanımlar’ başlıklı konseri. (0 212 292 73 68) K Ü L T Ü R ? Ç İ Z İ K KÂMİL MASARACI MERSİN DEVLET OPERA VE BALESİ 8 MART’I UNUTMADI Kadınlara özel ‘Kiss Me Kate’ SAV AŞ KÜRKLÜ ADANA Mersin Devlet Opera ve Balesi, ‘8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü de kadınları da unutmadı. Sahnelendiği tüm operalarda ‘kapalı gişe’ yapan C. Porter’ın ünlü müzikali ‘Kiss Me Kate’i, bugün 20.00’de sadece kadınlara ve ücretsiz olarak sunacaklarını belirten MDOB Sanat Yönetmeni ve Müdürü Kenan Korbek, ‘‘Kadınlarımızı unutmamız elbette düşünülemezdi. Biz de bu özel günde, özel bir müzikal ile onların sesine bir ses katmayı düşündük. Tüm kadınlarımızı bu ücretsiz gösteriye bekliyoruz’’ dedi. ‘Kiss Me Kate’i günümüzde bile bu kadar özel kılanın; günümüzde geçen bir evliliğin karşı cinslerin savaşını ön plana çıkaran bir Shakespeare komedisi atmosferi ve dekorunda oynanması olduğunu vurgulayan Korbek müzikalle ilgili şunları söyledi: ‘‘Nüktedan şarkılar ve danslar oyunun bütünlüğü içinde sıkça yer alıyor. Sahnede her an, hatta bir sayfa konuşmanın hemen ardından mutlaka müzik gelir, şarkı veya dans şeklinde. Bir müzikalin başarılı olması için en mükemmel tarif; ‘oyuncular dans eder, dansçılar şarkı söyler, şarkıcılar ise hem dans eder hem oynar’ şeklindedir. Kısacası Kiss Me Kate ile sahnede şenlik yaşanır.’’ Metinleri Sam Bella Spewack’a, Türkçesi Sevgi Sanlı’ya ait yapıtın orkestra şefliği ni Murat Kodallı’nın yaptığını kaydeden Korbek, her sahnelendiğinde büyük beğeni toplayan müzikali Mersin için ünlü opera sanatçısı ve rejisörü Altan Günbay’ın sahnelediğini anımsatıyor. Koreografisi Joel Schnee’ye, dekoru A. Seyhan Atamer’e, kostümleri G. Çimen Somuncuoğlu’na ait olan müzikalin koro şefleri ise Alexei Vinogradschi ve Oksana Ignatenko. Yapıtın başlıca rollerini ise Kenan Korbek, E. Hasan Alptekin, Işıl Cavga, Yusuf Ziya Büyükarslan, S. Nazlı Alptekin, Funda Uyanık Özer, R. Ufuk Kasar, Fahri Önoğlu, Ünsal Öztekin, Asım Seyhan, Tolga Özden, Levent Sözeri, Onur Polat, Mustafa Özer, Ercüment Şirin paylaşıyor. CUMHURİYET 14 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear