03 Haziran 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 23 ARALIK 2006 CUMARTESİ 16 Sormayın Bakalım Süleymaniye’de yaşanmış o ünlü olay yeniden gündeme taşındı. Olaya tanık olan Türk ve Amerikalı askerlerin açıklamaları birbirini izliyor. Ortalık tıpkı o günkü gibi toz duman... Oysa Yılmaz Polat, “Washington’da Akrobasi” kitabında “Amerikalılar, çuval olayını neden yapmıştı? Bu anlamsız bir güç gösterisi miydi? Yoksa, Barzani ve Talabani’yle Amerikalıların hazırladığı senaryonun bir parçası mıydı?” sorularının yanıtlarını aramış ve bulmuştu: “Çuval kahramanı Amerikalı Albay William Mayville’in sicili temiz değildi. Albay Mayville’in memleketi, Rumların ve Ermenilerin yoğun yaşadığı Massachussets eyaletiydi. Florida Tampa’da Philadelphia Inquirer gazetesinin Ermeni muhabiri Ken Dilanyan Albayla mülakat yapmıştı. Ermeni gazeteciye göre Albay, ‘Amerikan Komutanlığı Türklerin suratına biraz limon ve greyfurt sıkmak istedi’ diyordu. SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Çuvallama Bu sözlerden, Amerikalı Albayın bilinçli hareket ettiği anlaşılıyordu. Chicago Tribune gazetesinde de ilginç bir haber vardı. Gazete, kendini Yüzbaşı Aydın olarak tanımlayan Türk komutanın, Özel Tim mensubu olduğunu anlatıyor, şunları söylediğini yazıyordu: ‘Binanın önünden bağrışmalar ve silah sesleri geldi. İngilizce bağrışları duyunca, Amerikalıların başına bir şey geldi ve yardım istemek için buradalar diye düşündüm. Hemen kapıya koştum ve o anda Amerikalılar kilitleri kırarak içeri girdiler.’ Gazeteye göre, Türk Özel Timi üyesi, İngilizce olarak ‘Biz Türk askeriyiz, silahsızız’ dedi ve işte o anda başının üzerinden bir mermi geçti. Kendisi ve diğer Türk askerleri zorla yere yatırıldı ve ellerine plastik kelepçe takıldı. Gazete, Türk askerinin kafasına tor ba geçirildiğini, sokakta itilerek, askeri kamyona bindirildiklerini de yazıyordu. Yüzbaşı Aydın, kelepçelerin çok sıkı olduğunu ve bileklerinden birinin kesildiğini ve araçta konuşmaya kalkanların tokatlandığını da anlattı. Türk timi, terörist muamelesi görmüştü. Chicago Tribune ve San Jose Mercury News gazeteleri, Amerikalı yetkililere dayanarak, Türk Özel Timi’nin bulunduğu binaya operasyon düzenleyen Kerkük’teki 4’üncü Piyade Tümeni’ne bağlı 173’üncü Hava İndirme Tugayı komutanlarının, patlayıcı ve silah ele geçirdiklerini söylediğini de yazıyordu. Washington ve Ankara’daki yetkililer ise sessizdi. Ankara’da gazeteciler olayı ne kadar deşmek istese, hükümet engel oluyordu.” Bile bile çuvallandırma ve de göz göre göre çuvallamaydı Süleymaniye’de olup biten. Şimdi bilinen o gerçek deşiliyor. Yargıtay Başkanı Osman Arslan’ın öğle yemeğinde gazeteciler “güncel gelişmelere giriş” niteliği taşıyan kimi soru sorma girişimlerinde bulundular: Orhan Pamuk’un kitaplarını okudunuz mu? Cumhurbaşkanlığı... Osman Arslan, bu tür “amaçlı” soruları anında püskürttü: “Ben 40 yıllık hâkimim. Gazetecilerin nasıl soru soracağını ve amaçlarının ne olduğunu bilirim. Bugün siz konuşacaksınız, ben dinleyeceğim.” Garip bir durumdu açıkçası. Konumlar değişmişti. Yalnızca çatalbıçak seslerinin duyulduğu derin bir suskunluktan sonra bir deneyimli gazeteci dayanamadı: “Sayın Başkan, merak ettiğiniz sorular varsa sorun, biz de yanıtlayalım.” AB, Türkiye, Reel Politik ROMA “Ortadoğu yangını yayılırken, Türkiye’ye ‘Kıbrıs bahanesiyle’ sırt çevirmek akıllara seza bir iş!” Böyle kaç yazı okudum hatırlamıyorum... “Siyasi akıl”dan nasibini almış gözlemciler, ısrarla bu noktaya dikkat çekiyor. İç savaş kaosu yaşayan tek ülke artık yalnız Irak’tan ibaret değil, diyorlar. Lübnan ve Filistin de iç savaşa sürükleniyor... Ortadoğu’da artık “bir iç savaş” değil, “üç savaş” var... Böyle bir ortamda Avrupa’nın Türkiye’ye “Kıbrıs kartıyla rest çekmesi” gerzeklik... “Kıbrıs üzerinden götürülen restleşme”, mevcut hal ve şerait altında “siyasi vizyon fukarası taktik ve bürokratik bir tepişmeye” indirgeniyor sonuç olarak. Annan Planı’na biri “evet”, öteki “hayır” dedi; “ek protokole Türkler imza attı, atmadı”... Büyük resme bakınca bunlar artık, “ayrıntı”... İtalya’nın eski ABD büyükelçilerinden Ferdinando Salleo, “Repubblica”da mesela iki gün önce böyle bir yazı yazdı.Yazı şöyle başlıyor: “Türkiye’nin AB’ye girmesi gibi bir konunun; hukuki prosedürler, geçici tavizler, baskı ve misillemeler; yakın, uzak tarih tortuları ve ikiyüzlülük sınırına varan karşılıklı güvensizlik ürünü muğlak deklarasyonlara indirgenmiş olması, düş kırıcı. Bürokratik hareketsizliğin siyasi vizyona galip gelmiş olması, bu düş kırıklıklarının en büyüğü...” Gün geçmiyor ki İtalyan basınında “Bu ne iş?” diyen bir yazı çıkmasın. Berlusconi’nin danışmanlarından Renato Brunetta, Çizme’de “uygarlık çatışmasının” bayrağı ile özdeşleştirilen “Libero” gazetesinde üst üste böyle iki tam sayfalık yazı yazdı. Bunlardan ilki, “Türkiye Neden Avrupa’ya Lazım?” (16 Aralık) başlığını taşıyor. Diğeri de dün, “Türkiye’yi İsrail’le Birlikte Avrupa’ya Taşıyalım!” başlığıyla yayımlandı. “Türkiye’nin jeopolitik önemini” anlata anlata bitiremeyen Brunetta (Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya, Avrupa’nın güvenlik politikası, bir AnkaraTahranMoskova ekseni karşısında yaşanacak sorunlar, enerji hatları, İslamBatı diyaloğu vs...) sıraladıktan sonra; özetle “Türkiye’nin limanlarını açması ve Kıbrıs sorunu önemlidir ama...” diyor; “bunlarla aynı teraziye vurulamaz!” AKP’nin, bir kökü dışarıda “reform”u daha battı. IMF “Sosyal güvenliği tek çatı altında birleştir” demişti. Amaç, sosyal devlet ilkesinin son kalelerini yıkmak, hem sosyal güvenliği hem de sağlığı piyasanın gizli ellerine bırakmaktı. AKP, durumdan vazife, Meclis’ten de yasa çıkarmıştı. Aklını neoliberal masallara katık edip yememiş olanlar “Bu ‘dönüşüm’, ‘reform’ filan dediğiniz şey; hem insan haklarına, hem kazanılmış haklara hem de anayasaya aykırıdır” diye uyarmış, kimseye dinletememişlerdi. Dedikleri çıktı. Anayasa Mahkemesi, yalnızca memurları kayıran, işçileri ve esnafı dışta bırakan bir kararla sözde reformu çökertti. Böyle bir reform olabilir mi? İşsizliğin, kaçak çalıştırmanın, kaçak çalışmaya razı olmanın bu denli kabardığı bir ortam İşçi Hakları Giderken da, işçiler için emekli olma koşulu olarak prim ödeme gün sayısı 9 bin... Yani dolu dolu 25 yıl. Bir de buna yaşı koy: 60 yaş örneğin... Şöyle bir işçi düşünün: Hiç işten çıkarılmadan, hiç işten ayrılmadan, 25 yıl düzenli sigorta primi ödenecek, 60 yaşına kadar çalışabilecek ve emekli olacak! Düş gibi değil mi? Sözde reform, yıllarca primi ödense de bir işçinin emekli olamayabileceğini öngörüyor yani. Primin ödenecek ödenecek, bu arada “tek çatılı sigortanın aktüeryal dengesi” kurulacak, ama sen emekliliğini bir türlü göremeyeceksin! İşte “neoliberal masal” denen hikâye böyle bir şey... Bu masala kananlar, boyun eğenler çok. Başta işçi konfederasyonları Türkİş, DİSK ve Hakİş... Biri uyudu, biri göz yumdu, öbürü zaten ruhunu teslim etti. Şimdi bu yapışık üçüzler, tek çareyi sözde reformun yürürlüğünün ertelenmesinde görüyorlar. Haklar delik deşik olmuş, kimin umurunda... DİSK, 2324 Kasım 2006 tarihleri arasında Ankara’da düzenlediği Ulusal Sosyal Politika Kongresi’nde “Sosyal Adalet İçin Sosyal Haklar Manifestosu”nu açıkladı. Deniyor ki orada: “Sosyal adaletin, kendiliğinden gerçekleşmesi beklenemez, bu bağlamda sosyal adaletin soyut bir söylem olmaktan çıkarılması ancak sos yal hakların eksiksiz kullanılması ile olanaklıdır. Sosyal adaletin en etkili araçlarından biri sosyal haklardır. Sosyal güvenlik ve sağlık hakkı, sendika özgürlüğü, toplu sözleşme ve grev hakkı, eğitim ve çalışma hakkı, gelir güvencesi gibi sosyal haklar, aynı zamanda temel insan haklarıdır. Başta işçi sendikaları ve kamu çalışanları sendikaları olmak üzere emek dünyasının tüm aktörleri sosyal adalete ve sosyal haklara dayanan ekonomi politikalarının yaşama geçirilmesindeki sorumluluklarının bilinciyle bu yazgıyı değiştirmek için harekete geçmelidir.” Türkİş, DİSK ve Hakİş’in bugünkü yönetim kadroları, bırakın yazgı değiştirmeyi, kazanılmış hakların kaybını durduramazlarsa tarihe geçecekler, “işçi haklarını bozuk para gibi harcayan mirasyediler” diye... ‘Türkiye bizim parçamız!’ Uzaklardan Türkiye Prof. Dr. COŞKUN ÖZDEMİR 2000 yılında İtalya’da Geatano Conte Akademisi’nin ödülünü alırken yaptığım konuşmada dünyamızdaki globalizm ve yeni dünya düzeni doğrultusundaki gelişmelerden duyduğum kaygıyı dile getirmiş ve bu gelişmenin uluslar arasındaki eşitsizliği artıracağını, refah devleti anlayışını yok edeceğini belirtmiştim. Kürsüden inişimde salonda ön sırada yer alan Amerikalı bilim adamları kaygılarımı paylaşırcasına bana “Dr. Özdemir, siz bir de W. Bush cumhurbaşkanı seçilirse dünyanın halini o zaman görün” demişlerdi. Öngörüleri çok doğru çıktı bu ünlü bilim insanlarının; Bush yönetimi tüm dünyayı eşitsizliğe, bunalıma, çatışmalara ve bir kaosa doğru sürüklüyor. Bir aydan beri yurtdışındaydım. İki haftadan beri de Kaliforniya’da. Yurdumuzda olup bitenleri ilgi ile izleyen sağduyu sahibi Türklerle karşılaşıyorum. Onlar dünyadan daha çok Türkiye ile ilgili kaygılarını belirtiyorlar ve sorular yöneltiyorlar. Ben de çifte vatandaşlığı kabul etmiş ama yürekleri Türkiye ile birlikte atan bu insanlara “Tayyip Bey cumhurbaşkanı olursa siz asıl o zaman görün Türkiye’nin halini” diye cevap veriyorum. ??? Evet, yakında da uzakta da olsanız bu olasılıkla ilgili derin kaygılar taşımamanız mümkün değil. Ben gazetemizde çoğunlukla sağlık konusunda yazıyorum. Konularımı seçerken toplum sağlığına önem ve öncelik veriyorum. Düzgün ve sağlıklı bir toplum olmadan iyi bir sağlık hizmeti vermek olası değildir. Yurdumuzda toplum sağlığı bozukluğunun en çarpıcı örnekleri ile her gün yeniden karşılaşıyoruz. Toplum AKP’nin öncülüğünde ve neoliberallerin küçümsenemez desteği ve elbette dış desteklerin de eklenmesi ile bir çatışma ortamına, cemaatçilik ve tarikatçılığa, aklın ve bilimselliğin dışına ve en kötüsünden postmodernizme doğru sürüklendi. Cumhurbaşkanı adayı Tayyip Erdoğan’ı bu sürecin baştemsilcisi saymak yerinde olur. Onun cumhurbaşkanlığı bu sürüklenişin ivmesini artıracaktır. Demokrasi, demokrasi diye tutturanlardan bir kesimin bunu göremeyişi ya da görmezden gelişi yurdumuz adına şaşırtıcı olduğu kadar ibret verici ve acıklı bir olgudur. ??? Demokrasi de, insan hakları da, aydınlanma da, eşitlik de, akıl da, bilim de uzun yıllardır ülkemizde adım adım yıpratılmaktadır. Ama yıllardır sağ iktidarlar eli ile yürütülen bu aykırılıkları, bu tersine gidişi, AKP iktidarı, dış politikadaki teslimiyetçiliği, antilaik akımları, tarikat ve cemaatçiliği destekleyişi, kör inancı gündemde tutuşu ile ve yarattığı üretimsizlik, eğitimsizlik, eşitsizlik, İslami holdingler yağması, arazi yağması, babalar gibi satma, saymakla tükenmez yolsuzluklar ortamları ile zirveye yükseltmiştir. Türkiye’nin yurtsever insanları tüm güçleri ve azimleriyle ve kararlılıkla ve yasal yollardan Tayyip Bey’in Çankaya’ya çıkışını engellemelidir. Tayyip Bey’i Atatürk’ün köşkünde görmek Türk yurtseveri için dayanılmaz bir acı oluşturacak ve Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin yıkılışı anlamını taşıyacaktır. Cumhurbaşkanı Sezer’in gördüğü bu tehlikeyi, başta CHP, tüm siyasal partilerin ve sivil toplum örgütlerinin ve AKP’ye oy verenler dahil halkımızın görmesi lazım. Atatürk’ün gençliğe hitabesini okumak böyle bir algılama için sanırım yeterli olabilecektir. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com Bitmedi. Çizme’nin en önemli gazetesi “Corriere della Sera”da dün, gene manşetten verilen tam sayfabir yazı daha vardı. “Türkiye Bizim Parçamız!” başlığını taşıyan yazının altındaki imza, İtalya’nın en büyük yazarlarından Claudio Magris. Kasımda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin davetiyle İstanbul’a gelen Magris; “İstanbul camilerinin kubbelerinin çok zengin bir kültür katmanını kucakladığını” söylüyor; bu kubbelerin altında “yalnızTürk ve İslam uygarlığının değil, Latin, Bizans, Cenova, Venedik uygarlıklarının da yattığını”, İstanbul’un “geleneksel ve modern... müthiş bir kültür, dil, din alaşımından oluşan bir pota” oluşturduğunu belirtiyor. “Bugünün Türklerinin, (geçmişin) Ermeni soykırımından sorumlu tutulamayacağını” anlatan Magris; yazısından Pamuk, Yaşar Kemal, naçizane yazarınız beni ve Enis Batur’u alıntılayarak.. zikrediyor. Enis Batur’la İstanbul’da tanışan İtalyan yazar, “çok yoğun” sözleriyle tanımladığı Batur için, “Fransız ve Alman karşıtları kadar Avrupa’nın parçası” tanımını kullanıyor. “Türkiye, Avrupa kültürünün ayrılmaz parçası!” Magris çapında bir yazarın kaleminden çıkan bu yargı çok önemli. Bir o kadar önemli olan, Türkiye’nin geç de olsa Avrupa’nın kültür dünyası ile böyle bir köprüyü giderek kuruyor olması. Bu köprü, bundan on, yirmi yıl önce kurulabilmiş olsaydı, AB perspektifi bugün; Kıbrıs’tı, limandı... şuydu, buydu... gibi abuk sabukluklara kurban edilmeyecekti. “Avrupa kültürünün ayrılmaz parçası!” yargısı; sınırlı bir elitten oluşan Avrupa entelektüelleri ve diplomatları yerine, “Avrupa kamuoyuna” mal edilebilseydi; bugün “Kıbrıs limanlarının” çok ötesine geçebilecek, başka mesafeler alabilecektik. Neticede bugün Türkiye’nin önüne çekilen duvar, Avrupa kamuoylarının duvarı. Merkel’ler, Chirac’lar, Sarkozy’ler; “alev alev yanan Ortadoğu’nun yanı başındaki Türkiye’yi dışlamanın faturasını” görmüyor mu? Görüyor. Ne var ki “Kamuoyundaki Türk korkusu” duvarı karşısında; “Türkiye’ye yeşil ışık yakma faturasının” sandıkta üstlenilemez bir bedel olduğunu hesap ediyorlar. Miyopluk, dar görüşlülük, vizyonsuzluk... ne derseniz deyin. Mekanizma böyle çalışıyor. Bu mekanizmayı kırmanın tek yolu, öncelikle Avrupa kamuoyunu kazanmaktan geçiyordu.... Bunu yıllar yılı yazdım. Artık “kalpleri kazanmak” falan... Bunlar için çok geç... Türkiye’nin AB adaylığını bundan böyle ayakta tutacak tek güç, “reel politika” olacak... Bu da gelecek yazıya... HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 23 Aralık www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Keten tohu1 mu... Bir nota. 2/ Giysilerin buru 2 şukluklarını gidermekte kulla 3 nılan araç... He 4 nüz olgunlaşma 5 mış ekşi üzüm. 3/ İskambil kâğıtla 6 rıyla oynanan bir 7 oyun. 4/ Oruç ayı. 8 5/ İstanbul’daki bir üniversitenin 9 kısa yazılışı... 106 taşla 1 2 3 4 5 6 7 8 9 oynanan bir oyun. 6/ “Ha 1 İ L T İ Z AM D yır” anlamında kullanılan 2 P U A N Ş U L E söz... Kâfi gelmeyen... 3 E L T A K S İ M “Ayva sarı kırmızı son4 K U T A N A L İ bahar / Her yıl biraz daİ K A T A R ha benimsediğim” (C.S. 5 Y F E R C Tarancı). 7/ Edirne’nin 6 O K R bir ilçesi... Bir kapıyı hem 7 L İ M N O L O J İ içeriden hem de dışarıdan 8 U Ş İ R E Z E açıp kapamayı sağlayan 9 İ T İ K E T E ve bastırılarak işletilen mekanizma. 8/ Yükselme, yücelme... Bir nota. 9/ Bilgiçlik taslayan kimse... Osmanlı toprak düzeninde, yıllık geliri yüz bin akçeyi aşan dirlik. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Konya’nın Akşehir ilçesine özgü, kuşbaşı et, arpacık soğanı ve nohutla yapılan bir yemek. 2/ Yunan abecesinde bir harf... Acı portakal esansı ve kınakına özütü içeren soda tipi. 3/ Kimi ince işlerin yapımında kullanılan siyah bir ağaç... İspanya’da Bask bölgesinin bağımsızlığı için savaşım veren gizli örgüt. 4/ Akım şiddeti birimi kiloamperin kısa yazılışı... Görevden alma. 5/ Tıp dilinde “bere” anlamında kullanılan sözcük... Bir nota. 6/ Büyük ve görkemli ev... Eski Mısır’da güneş tanrısı. 7/ Yiyeceklere hoş koku vermekte kullanılan otsu bir bitki. 8/ Kenar süsü... Rumların kutsal saydıkları kaynak ya da pınar. 9/ Bilgisayarda, üzeri tıklanan küçük simgelere verilen ad... Küçük tekne kaptanı. CUMHURİYET 16 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear