24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
21 KASIM 2006 SALI CUMHURİYET SAYFA HABERLER Atatürk’ün başyaveri Gürer’in anıları ve arşivinden oluşan kitabı Cumhuriyet Kitapları’ndan çıktı 7 DÜZ YAZI ORHAN BİRGİT Büyük Önder’le 24 yıl İstanbul Haber Servisi Atatürk’ün İstanbul’un işgalinde “Geldikleri gibi giderler” sözünü söylediği başyaveri Cevat Abbas Gürer’in anıları ve arşivinden oluşan kitabı “Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer Cepheden Meclis’e Büyük Önder ile 24 yıl”, Cumhuriyet Kitapları’ndan çıktı. Cevat Abbas’ın anıları, Mustafa Kemal’in “Samsun, 19 Mayıs 1919”dan aylarca önce Kocaeli üzerinden Anadolu’ya karadan geçmek için tasarladığı Kurtuluş Planı gibi bugüne kadar gizli kalmış önemli bilgiler içeriyor. Kurtuluş Savaşı sırasında, Mustafa Kemal, Cevat Abbas’ı Balkanlar’da ulusal hareketi örgütlemek amacıyla gizli görevle Bulgaristan’a gönderiyor. Bu özel göreve ait orijinal belgeler de bu kitapta ilk kez yayımlanıyor. Türk Hava Kurumu’nun kurucusu olan Cevat Abbas Gürer’in anıları, Türk sivil havacılığının gelişimine ait belgeler, fotoğraflar ve söylevler de içeriyor. Kitabın başyazısında İlhan Selçuk’un vurguladığı gibi “...Olağanüstü bir liderin, askerliği aşan, ulusal kurtuluş savaşıyla temelleri atılan, fikir dünyasında gerçekleşen, insanlık ve uygarlık tarihine yazılan, laik Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran önderliğinin sürekli yaveri”nin tanıklığıyla bağımsızlık mücadelesinin bilinmeyen yönleri ilk kez açıklanıyor. Cevat Abbas’ın Atatürk’le tanışması, I. Dünya Savaşı’ndan önce Selanik’te, Kolağası Mustafa Kemal’in arkadaşı olan Lofçalı İsmail adındaki genç bir üsteğmenin “Bizdendir” diye takdim etmesiyle gerçekleşiyor. Yıllar sonra, Anafartalar’da Mustafa Kemal’in yaverliğini yapan Gürer’in, “yaverlik” görevi ömür boyu sürüyor. Diyarbakır’da, Bitlis cephesinde, Halep’te, Mustafa Kemal’in refakatinde olan Cevat Abbas, aynı zamanda Veliaht Vahdettin’le Almanya’ya giderken de yanında yer alıyor. Anadolu’ya hareketinden önce, Atatürk’ün Kurtuluş planlarını tasarladığı, Şişli’deki evinde kalan tek yaveri olan Cevat Abbas Gürer, Kazım Karabekir, İsmet İnönü, Hüseyin Rauf gibi ziyaretçilerin Atatürk’le tarihi görüşmelerine tanıklık ediyor. Cepheden Meclis’e Atatürk’ün en yakın silah ve dava arkadaşı olan Cevat Abbas, Osmanlı Mebusan Meclisi’nin son döneminde ve TBMM’de beş dönem Bolu milletvekilliği ile ülkeye hizmet ediyor. Baykal Ayıp Etmiyor mu? Bülent Ecevit’in toprağa verilişinden bu yana on gün geçti. Doğanın değişmeyen kuralı işliyor ve yaşam devam ediyor. Özellikle de siyasal yaşam. Onun kendine özgü bir takvimi var. O takvimin yapraklarında nisan ayı içinde ülkenin on birinci cumhurbaşkanının seçileceği yazılı. Siyaset meteorolojisinin yazılı olmayan maddelerine göre, bir iktidar partisi, yelkenlerini gerecek rüzgârı yakaladığı kanısına kapılırsa onu oya çevirmek için düğmeye basmak ister. Çankaya’yı ele geçirmiş olan AKP’nin de fırsat bu fırsattır dememesi düşünülemeyeceği için, 2007 genel seçimlerinin öne çekilmesi, sürpriz sayılmayacak. Diyelim ki, liderini devletin başına oturtan bugünkü iktidar, o fırsatı kullanmadı ve genel seçimlerin zamanında yapılmasını daha doğru gördü. Türkiye en geç gelecek yılın kasım ayında yapılacak genel seçimler için, çoktan seçim ortamına girdi bile. Cumhurbaşkanlığı’nın tek adayı ve iktidar partisi başkanı, o kimliklerinin üstüne giydiği kamuflaj kostümü ile, yani Başbakan olarak kampanyasını yürütüyor. Geçen seçimlerin vurgun yemiş partileri, derlenip toparlanma işini bitirmiş olarak ya büyük kongrelerini tamamlamak ya da “Allah bize o meşum 3 Kasım 2006 gecesini bir kez daha yaşatmasın” dileklerini somut önlemlerle güçlendirmek için seferber olmuşlar. Allah’ın kendilerine “akıl” diye bir şey verdiği için, bu tür dünya işlerini aklın yolu içinde çözmek gerektiğini düşünenlerse Cumhuriyet rejiminin hangi badirelerle karşı karşıya olduğunu görerek AKP karşısına bir güç birlikteliği ile dikilmenin gerektiğini aylardır savunuyorlar. Bunun için aranan seçenek öyle fazla uğraşmaya gerek duymayacak kadar açıktadır. Öncelikle de Cumhuriyetin daha da güçlenmesini vazgeçilmez bir ilke olarak benimsemiş olan partilerin başında oturanlardan anlayış ve özveri ile hareket etmeleri isteniyor.. ? Atatürk’ün İstanbul’un işgali sırasında “Geldikleri gibi giderler” sözünü söylediği başyaveri Cevat Abbas’ın anıları, Mustafa Kemal’in “Samsun, 19 Mayıs 1919”dan aylarca önce Kocaeli üzerinden Anadolu’ya karadan geçmek için tasarladığı Kurtuluş planı gibi bugüne kadar gizli kalmış önemli bilgiler içeriyor. ve caniyane bir istikamet alan Padişah Vahdettin’in cuma selâmlıklarına devam etmemeye başlamıştı. Bu hareketiyle kumandanım, Sultan Hamit istibdadının yerlerinde kıpırdayan mezarlık taşları gibi sıralanan felç olmuş ve bunak vezirler, vekiller ve pantolonlarını tutamayan, kılıçları bellerinden düşen kumandanlar içine girmekten de kurtulmuştu. Fethi Okyar ve daha bazı tanınmış kişiler yeniden Bekirağa bölüğünde hapsedilmişlerdi. Atatürk, şimdiye kadar hükümet liderleriyle, 1 iş yapılamayacağını anlamış ve son kararını vermişti. ...Bir gün, Kocaeli yarımadasının Taşköprüsü üzerinden veya İzmit Körfezi’nden istifade edilerek 20. Kolordu sınırlarına ulaşacak bir yolun emniyete alınması tedbirini bana emretti. Gebze, İzmit ve Değirmendere istikametlerini etüt ettim. Gerektiğinde ikimize canlarıyla, başlarıyla katılacak yerli ve muhacirlerden ve fedakâr vatanseverlerden küçük küçük silahlı kuvvetler bulabilmiş ve kumandanımın yanına dönmüştüm. Atatürk, ar Yahya Kaptan’la üç beş arkadaşı ilk müfrezemizi teşkil edecekti. Atatürk’le kendime, cephanesiyle birlikte birer mavzer filintasıyla iki el bombası hazırlamıştım. Bizi böyle müfrezelere sevk eden sebep, Kocaeli yarımadası üzerindeki Türk köylülerini kasıp kavuran Rum çetelerinin ve İstanbul hükümetinin takip ettireceği silahlı kuvvetlerin kolay kolay ilk hamlede gadrine uğramamak içindi. Atatürk’le kendime, cephanesiyle birlikte birer mavzer filinta2 ları ile Türk köylülerini zarara sokan bahçıvanlıktan yetişmiş ve eşkıyalıktan vazgeçirdiğim üç beş kişilik kuvvetindeki çeteyi de müfrezemize ilave edecek ve İznikYenişehir havalisinden geçerek 20. Kolordu kıtalarından birine ulaşmak kararımız planlanmıştı…” YALNIZ BİR ASKERDİR Cevat Abbas anılarında, Atatürk’ün ordu müfettişi olarak Samsun’a gönderilebilmesine katkıda bulunmak için, akrabası olan Harbiye Nazırı Mareşal Şakir Paşa’yla yaptığı konuşmaları aktarıyor: “…Harbiye Nezareti’ne getirilen Mareşal Şakir Paşa’nın bacanağı Yarbay Doktor Bay Ahmet Raşit Bey’le sıkı münasebette bulunuyordum. Bu zatla yalnız akrabalığımız dolayısıyla görüşmüyordum. Hakikaten Ahmet Raşit merhumu, namuslu ve faziletli bir kişi olarak tanıdığımdan hürmetle sever, sık sık apartmanına gider ve kendisiyle memleket işlerinde ürkütmeyecek kadar açık dertleşirdim. Ahmet Raşit’e, hikâye ve tasvirlerimle Mustafa Kemal’in askerî dehasını Şakir Paşa’ya tanıtmasını istiyordum. Yalnız her iki kişiden de Atatürk’ün Anafartalar’la Conk muharebelerinde tanıdığım ve taptığım ve sonradan en yakın bir arkadaş gibi takip ettiğim yüksek kabiliyetlerini gizliyordum. Harbiye Nazırı Mareşal Şakir, merhum Bay Ahmet Raşit’in evinde yatıp kalkardı. Bir gün doktorun aracılığıyla uzun görüştüğüm Şakir Paşa’ya; ‘O yalnız bir askerdir. Verilen emri yapar. Hele Vahdettin hazretlerine pek bağlıdır. Padişahın Almanya seyahatleri esnasında kumandanım Mustafa Kemal’i İstanbul’un ikinci fatihi takdiratiyle taltif buyurmuşlardı. Zatı şahane kendilerini çok iyi tanırlar. Her işlerinde yaverleri Mustafa Kemal Paşa’dan en üst derecede yararlanabilirler. Esasen zatı devletleri kendileriyle görüşseler Mustafa Kemal’in saydığım askeri niteliklerini bendenizden daha iyi takdir buyuracaklarından eminim. I. Dünya Savaşı’nın dört senesi içinde İttihat ve Terakki zümresiyle uğraştı durdu. Politikadan nefret eder. Müşarünileyhin (Mustafa Kemal’in) ordu müfettişliklerinden biriyle çırak buyurulması padişaha teklif olunamaz mı? Bir tecrübe buyursanız, memleket ve ordu için kıymetli bir kumandan kazanmış olacaksınız’ cümleleriyle özetleyerek Atatürk’ü anlatmış, emniyet ve itimat yaratmaya çalışmıştım. Sözlerimi, Mareşal Şakir merhumun tekrar ettiği suallerine, tereddüde düşmeden ve anlamlarını değiştirmeden verdiğim cevaplarımla inanılır bir hale getirdim” THK’nin kurucu başkanı olan Cevat Abbas, Türk Tayyare Cemiyeti kurulmadan önce ve kurulduktan sonra söylevler veriyor ve Türkiye’de sivil havacılığın gelişmesi için destek arıyor. Cevat Abbas bulduğu çözümle, Türk Tayyare Cemiyeti’ne belirli bir oranda bağış yapan her şehir, kasaba ve köyün kendini adını taşıyan bir uçağı olmasını sağlıyor. Uçuş sevgisinin artırılması, halkın uçağa binebilmesi için Anadolu’ya turneler düzenliyor. THK’ye bağışla alınan ilk uçak olan “Ceyhan”la 1925’te Ankara’dan Yeşilköy’e uçuş yapıyor. O Beklenilen randevu... Dünkü “Milliyet”te Derya Sazak’la konuşan DSP Genel Başkanı Sezer, öyle bir düşüncenin harekete geçirilmesi için ana muhalefet partisi başkanından Bülent Bey hayatta iken istedikleri randevu talebinin yanıtlanmadığını söylüyordu. Ecevit’in ölümünden sonra akıtılan gözyaşları. “O bizim başöğretmenimizdi”li iç çekişler. Bir kez olsun kucaklaşamamış olmaktan yakınmalar ve Rahşan Ecevit’i, kendilerine emanet bırakılmış bir önemli değer olarak tanımlayanlar... Hürriyet yazarı Fatih Çekirge, dünkü Pazartesi Yazılarından birisini Deniz Baykal’ın “yakın çevresine yaptığı yorumlara” ayırmıştı. CHP Genel Başkanı’nı yakından tanıyanlar, bu tür sakıncalı olaylarda perdenin önüne çıkmak yerine vantrolog, yani karnından konuşma yöntemini kullanmaktan hoşlandığını bilirler. O yöntemin bir başka Denizce adı da “elini taşın altına sokmamak”, ateşi mangaldan başkalarına aldırmaktır. Deniz Bey, yakın çevre örtüsü altında, Cumhuriyet için partiler arasında birliktelik arayanları, on parmağında kömür karası olduğunu unutarak, Türkiye’nin sorunlarını değil; kendilerinin milletvekili olabilme alternatiflerini düşünmekle suçluyordu. Baykal’ın “yakın çevresine” göre, “onlar için laiklik, rejim, Cumhuriyetten daha önemlisi seçimlerde bir milletvekilliği koltuğu kapabilmek”miş. 3 4 Nöbetçi eczane... Baykal, CHP binasına, o kaç kez yinelediğim “nöbetçi eczane” levhasını bu seçimlerde de asarak, barajı aşmada tek şanslı sosyal demokrat parti olmanın dayanılmaz çekiciliğini harekete geçirmeyi düşünüyor demek ki. Zeki Sezer’e göre, Deniz Bey’in nöbetçi eczane mantığı ,”DSP ve SHP’ye partilerinizi kapatarak gelin. Sizi yutayım” isteğinden başka bir şey değildir. 11 Kasım günü Ecevit’i uğurlamak amacıyla ülkenin dört bir yanından kendi olanakları ile başkente gelen o yüz binlerce yurttaşın, Kocatepe Camii’nin avlusunda bulunabilenleri, Baykal geçerken niçin “Birleşin” diye seslendiler. Yoksa, o sade yurttaşlar da mı, CHP Genel Başkanı’na göre koltuk kapmak isteyenlerin senaryosu gereği bir birliktelik korosunun elemanları olarak Ankara’ya taşınmışlardı? Ben tüm CHP’lilerin, bu konuda genel başkanları gibi düşünmediğini bilenlerdenim. DSP ve SHP yönetimleri, Baykal’ın yanılgısını ortaya koyacak eylem birlikteliği için, bir araya gelmeli; aralarına Baykal gibi düşünmeyen gerçek Cumhuriyet bekçisi CHP’lileri de alarak yola çıkmalıdırlar. KURTULUŞ YOLU Cevat Abbas’ın anılarından, Mustafa Kemal Paşa’nın, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmasından önce Anadolu’ya gizlice geçebilmek için aylar önceden hazırladığı ve son aşamasına getirdiği bir planı olduğu da ortaya çıkıyor. Mustafa Kemal Paşa, Samsun yolu ile Anadolu’ya ayak basma olanağını bulamamış olsaydı, Anadolu’ya gizlice Kocaeli üzerinden geçecekti. Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı ve Anadolu coğrafyası üzerindeki yayılışı çok daha farklı bir biçimde gelişecek ve bu büyük mücadelenin tarihi çok daha farklı yazılacaktı. Cevat Abbas, Mustafa Kemal’in Yunanlıların İzmir’i işgalinden aylar önce hazırlattığı Kurtuluş planını anılarında şöyle açıklıyor: “…Atatürk, her günkü icraatıyla millet ve memleket aleyhine olarak ihaneti ve hıyaneti hudutsuz (Fotoğraf:1) “Kanuni Esasi, Hürriyet ve Musavvat” yazılı kuşaklı fotoğrafıyla Harbiye öğrenciliği yıllarında Cevat Abbas (solda, 19071908). Fotoğraf: 2) Yahya Kemal Beyatlı ve Cevat Abbas Gürer. 1920’li yıllarda Avrupa’da çekilmiş bir fotoğrafta bir arada. (Fotoğraf:3) Cumhuriyetin ilanından sonra Cevat Abbas ve Atatürk’ün bir arada fotoğrafı. (Fotoğraf:4) Hiç bitmeyen dostluk. Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk ve Cevat Abbas Gürer’in Ankara’da çekilmiş bir fotoğrafı. yabancı ülke temsilcileriyle, İstanbul’un genişleyen içtimai zümreleriyle yaptığı temaslarının hiçbir netice veremeyeceğini görmüştü. O, her gün değişen ve gittikçe köleleşmekte olan ve hiçbir haliyle milleti temsil edemeyen hükümetlere yardım etmek veya vatan ve millet ne olursa olsun, yalnız mukaddes addettirmek istediği şahsını ve saltanatını bir istibdadı mutlakla yaşatmak isteyen Vahdettin’i desteklemekle artık hiçbir zettiğim vaziyet ve faaliyeti çıkar yol bulmuş ve bu küçük teşkilatımızın tamamıyla emniyet edilir bir hale gelmesi ve ormanların yapraklanmasını beklemeyi faydalı görmüşler ve bu teşekkülümüzle münasebetimin kuvvetlice sürdürülmesine emir buyurmuşlardır. …Elindeki dipçiği tamamıyla yanmış bir mavzer filintasının mekanizma ve namlusuna dipçik yapmakla meşgul bulunan merhum sıyla iki el bombası hazırlamıştım. Tasavvur ettiğimiz yollar güzergâhının haritalarımı ikmal etmiştik. Ansızın bir gün Atatürk’ün bizzat tespit ettiği Gebze civarından Tavşancıl’a inen yolu takip ederek Yahya ile arkadaşlarına kavuştuktan ve onları da beraberimize aldıktan sonra Yarımca civarından Değirmendere’ye geçecektik. Değirmendere havalisinde I. Dünya Savaşı içerisinde eşkıyalık Faks: 0 212 677 08 21 obirgit?ekolay.net ÖNERGEYE ÇELİK’TEN YANIT: ENTERNET / MEHMET SUCU 12 Eylül 1980 günü tank sesleri ile uyanan Türkiye, bu tarihten başlayarak uzun bir süre ara verilen demokrasinin büyük sancılarını çekti. Bu süreç içinde basının haber verme ve insanların haber alma özgürlükleri de sınırlandı. Bu dönem gazetecilik yapanlar çoğu zaman, hangi haberin “sakıncasız”, hangi haberin “sakıncalı” olduğu konusunda tereddüt içinde kaldılar. Böylece 1980’lerle birlikte basın literatürüne “sakıncalı haber” deyimi de girdi. 12 Eylül gününe dek yayın yapan pek çok siyasi ağırlıklı gazete ve dergi kapatıldı ve bir daha çıkmadı. Özellikle 198384 yılları arasında gazetelere gelen kısıtlamalar öyle boyutlara vardı ki, hangi haberin ne zaman yasaklanacağı bilinemez oldu. Faaliyetleri generaller tarafından yasaklanan liderlerin demeçleri de çok doğal olarak yasaktı. Örgüt operasyonları, terörist grupların eylemleri, öğrenci hareketleri de yasaktı. Bu haberler olay gerçekleştiği anda ya mehmet?cumhuriyet.com.tr fabrikası yönetir gibi kâğıdı, kumaş toplarını farklı renklerde boyamaktan değişik iş değildir, diyordu. Bir muhabirin haberi birden fazla gazetede çıkıyor ama tek maaş alıyordu. Telefon haberciliği alıp başını öylesine büyüyordu ki artık köşe yazarlarının yazıları birinci sayfalara manşet oluyordu. Mankenler ve güzel kızlar paraşütle inerek köşe yazarı olmaya başlıyordu. Kendilerini eski solcu yeni liberal olarak tanımlayan bazı “aydınlar” parlatılıyordu. Türk basını artık medya oluyordu. Hemen her köşede bir dönek boy gösteriyordu… 1990’ların başındaki manzara böyleydi. 2006 yılında ise değişen pek bir şey yok. Geriye dönüp bakınca, Türk basınında 1980’de yerinden oynayan taşların 1990’larda yavaş yavaş yerine oturduğunu ama pek de doğru oturmadığını görüyoruz. Sadece medya eski güzel günlerine dönüp tekrar Türk basını olmayı istiyor. YİBO ve PİO’lular imam hatiplere ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) “Yatılı İlköğretim Bölge Okulu (YİBO) ve Pansiyonlu İlköğretim Okulu (PİO) Sınavsız Ortaöğretim Başvurusu’’nda bulunup çeşitli okullara yerleştirilen 2 bin 550 öğrencinin 1780’inin imam hatip liselerinin kontenjanlarına aktarıldığı ortaya çıktı. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, CHP Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı’nın soru önergesini yanıtladı. Çelik, YİBO ve PİO dışındaki ilköğretim okullarından yatılı okullara başvuruların yerleştirmelerinin, Devlet Parasız Yatılılık ve Bursluluk Sınavı (DPY) ile yapıldığını söyledi. Bu başvuruda öğrencilerin, “Tercihim dışında boş kontenjanı bulunan herhangi bir okula yerleştirilmek istiyorum’’ seçeneğini işaretleyebildiğini belirten Çelik, bu seçeneği işaretleyen 14 bin 756 adaydan 2 bin 550’sinin “rastgele” başka bir okula yerleştirildiğini ifade etti. Çelik, bu 2 bin 550 öğrenciden 1780’inin ise yine “rastgele” imam hatip liselerine yerleştirildiğini bildirdi. Taşlar Ne Zaman Yerinden Oynadı? saklanırdı. İzleyebilirdiniz, ama yazamazdınız. Dönemin kısırlığı içinde kıvranan gazeteciler, kamuoyunun haber alma özgürlüğünün önündeki bu üniformalı engel karşısında ülser olurken, Türkiye’de yavaş yavaş apolitik bir gençliğin tohumları atılıyordu. Bazı gazeteler bu dönemde, dergilerden kesilen güzel hatun resimleri ve sansasyonel haberler peşinde koşarak kolay yoldan şan, şöhret ve tiraj kazandılar. Ama ne yazık ki zaten okuma alışkanlığı az olan Türkiye’de, hassas bir dengede duran okuyucugazete ilişkisini olumsuz yönde bozdular. Sonuçta sokak ağzıyla agresif bir yayın politikası sürdürerek asıl hedefin dışına saldıran bu gazeteler, dünyanın en zor mesleklerinden biri olan gazeteciliğin saygınlığını da masa başı asparagaslarıyla, açık seçik resimlerle ayaklar altına aldılar. Bir süre sonra ise yakın basın tarihinin en önemli kavgalarından ikisi yaşandı. Bu kavgalara kısaca ansiklopedi ve tabak çanak savaşları adını vermek yanlış olmaz herhalde. Her okura kupon karşılığı dağıtılan türlü çeşit ansiklopedilerin ardından gazetelerimiz herkese tabak çanak vermeye başladılar. Haber vermek yerine tabak çanak vermek herhalde daha kolaydı. Bu iki büyük savaş sırasında gazetelerimizin satışlarında ciddi bir patlama yaşandı. Birkaç gazete bir milyon sınırlarını zorlar hale geldi. Ancak promosyonların kesilmesiyle birlikte haber değil tabak çanak peşinde koşan okur gazete almamaya başlayınca bir milyonluk satışlar bir anda kesildi. Yine aynı dönem basının medyaya, gazete binalarının da plazaya evrilmeye başladığı dönemdi. Yine aynı dönem Erol Simavi’nin Hürriyet’i satmasını da anımsayacağız. Kısacası plazalaşma, tekelleşme dönemi yaşanmaya başladı. İstanbul’un göbeğinde Babıâli’de çıkan gazeteler teker teker İkitelli’ye doğru yola koyuldular. Tarihler 1990’ların başını gösteriyordu. Artık gazeteler kentten 30 kilometre dışarıda, sırça saraylar içinde çıkarılıyordu. İşte bu dönem belki de mesleğin yediği en kötü darbeyi yaşıyorduk. Gazeteciler haber için kente inmiyor, telefona sarılıyordu. Atıl duran matbaa makinelerini rantabl çalıştırmak isteyen patronlar ana gazetelerin yanında küçük gazeteler çıkarmaya başlıyordu. Bir patron gazeteyi kâğıt parçası olarak gördüğünü söylüyor ve bir tekstil CUMHURİYET 07 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear