Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 12 EKİM 2006 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Küreselleşmenin İki Yüzü Tarihsel süreç içinde yer almış ve insanlığın mutluluğundan yana olan tüm aydınlanmacı düşünürlerin özledikleri, yerküre boyutlarındaki sömürüsüz düzeni sağlayabilmek için öncelikle, günümüzde uygulanan sömürücü ‘‘Küreselleşme’’nin çirkin, çıkarcı yüzünü tanımak, tanıtmak gerekir. PENCERE Dünyanın Yeni Suratı?.. Geçen gün bu köşede “Sovyetler’in Yıkılması İyi mi Oldu?” başlığı altında bir yazı çıktı... Yanıt: İyi olmadı!.. Kimilerinin kafası şartlandığından bu yanıta bozulmaları doğaldır; ama, Türkiye’nin takkesini önüne koyup düşünmesinin zamanı geldi de geçiyor... ? Sovyetler yıkılmadan önce Türkiye, Doğu Bloku’yla Batı arasında patlayacak bir dünya savaşında “İleri Karakol”du; Anadolu’nun paha biçilmez bir stratejik değeri vardı... ABD ile “Stratejik Müttefik” olmamızın gerekçesi de buydu; Batı’nın çıkarları Anadolu’nun bütünlüğüyle denk düşüyordu... Sevr uykuya yatırılmıştı... ? 1991’de Sovyetler çökünce “Küreselleşme” sürecine girildi; “Yeni Dünya Düzeni” başladı... “Tarihin Sonu” gelmişti... Neoliberal dünya düzeninde artık savaş yoktu.. Barış vardı... Ulus devlet bitmişti.. 1991’de Sovyetler’in çöküşüyle başlayan bu rüya 10 yıl içinde kâbusa dönüştü... 2001’de New York’taki ünlü ‘İkiz Kuleler’in El Kaide tarafından vurulmasıyla dünya sarsıldı; gözler açıldı; Küreselleşme’nin ikinci aşamasına geçildi.. Türkiye’nin yeri bu aşamada neresi olabilirdi?.. ? AB’de mi?.. Yoksa Türkiye, ABD’nin ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nde “Ilımlı İslam Devleti” rolüne mi çıkarılacaktı?.. AB’ye Yunanistan alınmıştı.. Kıbrıs Rum devleti alınmıştı.. Türkiye, eğer koşullar elverirse ve Ankara bütün istenenleri yaparsa, 10 ya da 15 yıl sonra belki alınabilirdi... Tam bu süreçte sözde Ermeni soykırımı sorunu Batı’da (AB ve ABD’de) gündemin önemli bir konusuna dönüştü... Ermenistan, Ermeni diyasporası, Kıbrıs, Rum diyasporası, Yunanistan, Yunan diyasporası öne çıktı... Yaklaşık yüz yıl önce yaşanmış bir olay güncelleştirilmişti; Batı, Türkiye’ye dayatıyordu: “ 1915’te yaşanan Ermeni soykırımını kabul edeceksin!..” Fransa’daki olay da bu genel dayatmanın bir parçası... ? Peki, diyelim ki Türkiye sözde Ermeni soykırımını gerçek olarak kabul etti... İş bitecek mi?.. Bitmeyeceğini söylemek ihanet sayılmaz... Yine Sovyetler’in yıkılışına dönelim... Sovyetler yıkılır yıkılmaz Ermenistan, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesini işgal etmiştir... Devletler hukukuna tümüyle ters bu işgal üzerine “Batı”da tıs yok... Türkiye’nin sözde Ermeni soykırımını kabul etmesi bir son değil, başlangıç sayılacak; Anadolu üzerindeki paylaşım taleplerine bir hukuk belgesi desteği sunulmuş olacaktır. ? 1991’de Sovyetler’in yıkılışıyla başlayan yeni sürecin 2001’den sonraki aşamasını Türkiye gerçekçi bir yaklaşımla değerlendirmeli, Soğuk Savaş’ın kafalarda kireçleşen tüm fikir mirasını silmeli... Sovyetler yıkılınca, Batı, Rusya’ya bakışında 1917’den önceye döndü; Türkiye’ye yaklaşımında neden 1923’ten önceye dönmek istemesin? Ortalıkta paylaşım haritaları elden ele dolaşıyor; Ermeni, Rum, Yunan, vesairenin kuşatmasına PKK’nin Amerika marifetiyle korunması ekleniyor... Batı, Türkiye’ye karşı değişti... ? Bu yazının, zihinsel ufukları kurcalamak ve gerçekleri deşmek jimnastiği, “Sovyetler yıkıldı” diye sevinenleri uyarmak içindir; çünkü bu yolda uyanış, “Yeni Dünya Düzeni”ni algılamaya yöneliştir... Fransa son girişiminde yalnız değildir. Batı, Türkiye’ye karşı değişti!.. Fransa’nın “Ermeni soykırımı yoktur” diyenleri cezalandırması hem kendisi adına bir tarihsel utanç belgesi olacak; hem dünyanın yeni gerçeklerini algılamamıza hizmet edecektir... Bilimdir Bir Toplumu Yücelten... “Yirmi birinci yüzyılda Türk bilim adamları Avrupa’da bilim adamlarının 17. yüzyıldan başlayarak 19. yüzyıla kadar kiliseye karşı yaptıkları mücadeleye benzer bir mücadele içinde yaşıyor. Bilim düşmanlığı ile küresel pazarın örtüştüğü bu ortamda, Türkiye için bir kölelik geleceğinin tohumları saklıdır.” Prof. Dr. Doğan Kuban’ın “BilimTeknik” ekinde çıkan “Üniversite sorunu dinbilim kavgasına mı dönüşüyor?” başlıklı yazısı bu sözlerle bitiyor... Yine aynı ekte, bir başka bilim adamının, Prof. Dr. Celal Şengör’ün yazısı da şöyle bitiyor: “Atatürk bizi bu uykudan uyandırmak istedi. Bilim ufkumuzu açmaya çalıştı. Onun vefatından yarım yüzyıl sonra, biz başladığımız yere döndük. Dünyadan habersiz eğitimimizi yok ederek, korkunç bir felakete doğru tam gaz gidiyoruz.” İki örnek, daha doğrusu iki önemli uyarı: “Kölelik tohumlarının atılması, korkunç bir felakete doğru gidiş...” Yetersizlik, umursamamak, bildikleriyle, öğrendikleriyle yetinmek, daha iyiyi, daha doğruyu aramamak, günden güne hurafelerin, uyuşturucu masalların elindeki, çağını, dününü, geleceğini hesaba katmayan toplumların sonu, ya kölelik ya korkunç bir felakettir... Başka yolu, yorumu olabilir mi? İki bilim adamının ortak noktaları, bugün Türkiye’de eğitimin, öğretimin baştan başa bozuk olduğudur. Özellikle son dört yıllık sürede bu bozuk düzen gidişin, iktidara sahip olanlar tarafından bilerek, hesaplayarak gerçekleştirildiğidir. “Türkiye’nin iktidar katındaki öğretim sorunu, İslam tarihinde eşi olmayan, imam hatip okulu denen garip öğretim kurumunu, eğitimin temel sorunlarından biri haline getiren bir ideolojinin ısrarla yürütülmesidir. Bu, bütün dünyada yüzyıllardır süren ve sonunda Batı’yı İslam dünyasının egemeni haline getiren, dinbilim mücadelesinin 21. yüzyıl versiyonunun, İslam dünyasındaki tek çağdaş devlette sürdürülmesidir.” (Doğan Kuban) Üniversite niye istenir? Türkiye’nin hemen her ili, nerdeyse her ilçesi böyle bir tutku içinde. Hani denizi olmayan bir ilin politikacısı “Biz de liman isteriz” diye tutturmuş; üniversitenin ne anlama geldiğini bilmeyenlerin politik çıkarları yüzünden ülkemiz üniversitelerle doldurulmuştur. Hangisinin işe yarar bir kitaplığı, bir laboratuvarı, gereken araçları, çalışma, yaratma olanakları vardır? Yılda kaç değerli yayın yapabilmektedir? İlkokul açmak bile önemli çaba ister. Oysa sayıları günden güne artan “üniversite” adı taşıyan okullarımızın bilime, kültüre, sanata, kısaca, ülkeye ne kazandırdığını bir düşünmek gerekmez mi? İşte, Kuban ve Şengör bir kez daha gericiliğin, irtica örneklerinin, Türk halkının çağdaş uygarlığa ters düşmesinin bilimden, kültürden kopmasının gerçeğini anlatmak istiyorlar. Bin kez yazılmış, çizilmiş, ulusal ve uluslararası hukuk kurumlarınca açıklanmış “irtica” denen olgunun var olup olmadığı bile tartışma konusu yapılmak isteniyor. Doğan Kuban yazısında, soru sormayan öğrencilerden söz ediyor! Bilginin ilk koşulu sorular sorabilmektir. Amaç soru sorabilecek öğrenciler, insanlar yetiştirebilmektir. “Fakülteler ilkokulda okuma yazma öğretir gibi mimar olmak istemeyene mimarlık, doktor olmak istemeyene doktorluk, arkeolog olmak istemeyene arkeoloji öğretebilen bir tür eğitim hapishaneleri durumuna düşmüştür.” Bilime, bilimciye düşman toplumlar, eninde sonunda üstün düzeydekilerin kölesi durumuna düşeceklerdir demek hiç de yanlış olmaz. Prof. Dr. Abidin KUMBASAR D ilimize ‘‘Küreselleşme’’ olarak geçen, uluslararası söylemde ise ‘‘Globalizm’’ ya da ‘‘Globalizasyon’’ sözcükleriyle tanımlanan kavram, yerküre boyutunda etkinliğe ulaşan olgu ve eylemlerin yaygınlığını belirtmek için kullanılmaktadır. Globalizasyon deyimi ilk olarak, Kanadalı bilim adamı Marshal Mc Luhan ile Columbia Üniversitesi’nden komünizm sorunları uzmanı Zbigniev Brezinski tarafından, 1960’lı yıllarda kullanılmaya başlanmıştır. Böyle bir nitelemenin 20. yüzyılın sonlarına doğru dile getirilmesi rastlantısal değildir. Ulaşım ve iletişimin bu yıllarda sağladığı olanakların dünyanın her yöresini kısa süre içinde ulaşılır kılarak yerküreyi görece küçültmesi bu aşamada en büyük etken olmuştur. ‘‘Wright Kardeşler’’in 1903 yılında gerçekleştirdikleri ilk uçuş denemesinden sonra, geçen sadece yüz yıllık süre içinde, ulaşım hızının binlerce kez aşılması, yerkürenin her yöresine bir gün içinde erişebilmeyi olanaklı kılmıştır. Gene aynı dönemde önce telgraf, telefon ve radyo dalgaları aracılığıyla iletişimde ışık hızına ulaşılmış, 1947 yılında ‘‘Bell Laboratuvarları’’nda transistörün geliştirilmesi ile de güçlüklerden soyutlanan iletişim, yaygınlaşan televizyon ve internet ağı uygulamalarıyla ‘‘İletişimBilişim Çağı’’nın tarih sürecinde yerini alması sağlanmıştır. ölümcül silahlarla güçsüzler gecikilmeden ezilmektedirler. Bu insanlık dışı davranış günümüzde, ‘‘NeoLiberalizm’’ olarak toplumlara dayatılmakta ve döneminde İngiliz emperyalizminin savunucusu Herbert Spencer’in (18201903) yüz elli yıla yakın bir süre önce söylediği, ‘‘Yaşamak için yeterli güce sahip olanlar yaşarlar ve onların yaşaması iyidir; eğer yaşamak için gerekenlerden yoksunsalar ölürler ve bu, onlar için en iyi durumdur’’ acımasızlığı ‘‘Küreselleşme’’ gereği olarak kabul ettirilmeğe çalışılmaktadır. ekonomik adaletsizliği en aza indirecek bir düzene gereksinimimiz vardır’’ vurgulamasıyla sosyal adaletçi ekonominin bu konudaki önemini belirterek insanlığa yol göstermiştir. Bir başka öngörü sahibi, tanınmış yazar H.G. Wells (18661946), ‘‘Bütün egemenlikler tek bir egemenlik içinde eritilmezse, ulusların üstünde tek bir erk yaratılmazsa, dünya yok olacaktır’’ demiştir. Bütün sağduyulu ve geleceği gören düşünürlerin önerdikleri özgürlükçü ve sosyal adaletten yana bir toplumsal aşamaya erişilebilinmesi için öncelikle, doğal değerleri talan etmeyen ve emeği sömürmeyen bir ekonomik düzenin yerküre boyutunda gerçekleştirilmesi kaçınılmazdır. “Birleşik Dünya Devleti” Özgürlük savaşının yenilmez komutanı olması yanında, bilge kişiliğiyle de tarihte yer alan Mustafa Kemal Atatürk, özlemi olan dünya düzenini ‘‘Büyük Nutuk’’ta şöyle tanımlamıştır: ‘‘Baylar, bütün insanlığın görgü, bilgi ve düşünüşte yükselip olgunlaşması, Hıristiyanlıktan, Müslümanlıktan, Budizmden vazgeçerek yalınlaştırılmış ve herkes için anlaşılacak bir duruma getirilmiş, arı ve lekesiz, evrensel bir dinin kurulması ve insanların, şimdiye dek, kavgalar, pislikler, kaba istek ve eğilimler arasında bir bataklıkta yaşadıklarını kabul ederek, bütün gövdeleri ve usları ağulayan kötülük etkenlerini ortadan kaldırmaya karar vermesi gibi koşulların gerçekleşmesini gerektiren, ‘Birleşik Dünya Devleti’ kurma düşünün tatlı olduğunu yadsıyacak değilim.’’ Tarihsel süreç içinde yer almış ve insanlığın mutluluğundan yana olan tüm aydınlanmacı düşünürlerin özledikleri, yerküre boyutlarındaki sömürüsüz düzeni sağlayabilmek için öncelikle, günümüzde uygulanan sömürücü ‘‘Küreselleşme’’nin çirkin, çıkarcı yüzünü tanımak, tanıtmak gerekir. ‘‘Acımasız Beyaz Adam’’ın neoliberalizm olarak dayattığı yeni tuzağından kurtulup mutlu yarınlara yönelmek, üretimin gereksinimlere göre gerçekleştirildiği, emeğin sömürülmediği, değer yargılarının çağdaş ve tüm toplumlarda özdeş olduğu, çirkin yüzünden arınmış bir ‘‘Küreselleşme’’yi sağlamak, sorumluluk duygusu taşıyan tüm aydınların yükümlülüğüdür. Bu yükümlülüğü gerçekleştiremezsek, yerkürenin doğal değerlerini acımasızca talan eden, emeği sömüren bu çirkin, us dışı ‘‘Küreselleşme’’nin giderek, uygulayıcılarıyla birlikte, tüm insanlığın yıkımına neden olması kaçınılmaz hale gelecektir... Silahlanmaya harcanan para Aynı acımasız tutum nedeniyle 12 milyar insanın doyabileceği yerkürede 6.5 milyar insanın 850 milyonu açlık çekmekte, her yedi saniye içinde 10 yaş altında bir çocuk açlıktan ölmektedir. Oysa günümüzde silahlanma için bir yılda harcanan yaklaşık dokuz yüz milyar doların sadece yirmide biri kadarıyla bütün açlık ve yoksulluk sorunlarının giderilebileceği, uzmanlarca bildirilmektedir. Kapitalist sömürü düzeninin dayattığı, parasal gücün yerküre boyutunda egemenliğini sağlama amacına yönelik, çirkin ‘‘Küreselleşme’’ olgusundan çok önce, insanlar arasında uygar bir küresel birliktelik sağlanması dileği pek çok düşünür tarafından önerilmiştir. Desiderus Erasmus’a (14691536) kadar uzanan insanca yaşama önerileri hep gözardı edilmiştir. Son yüzyılın ünlü bilim adamı, filozof Bertrand Russell (18721970), ‘‘Küreselleşme’’ sözcüğünün henüz dillerde olmadığı, 1917 yılında yazdığı ve Say Yayınları’nca dilimize de çevrilen ‘‘Siyasal İdealler’’ adlı yapıtında, ‘‘Uluslararası ilişkilerde, anarşinin sona erdirilmesi isteniyorsa, bunun sağlanmasının yolunun uluslararası bir parlamento olması gerekecektir’’ demiş ve ‘‘Uluslararası bir gücün, yasaları hem yapması, hem de yansız uygulaması gerekir’’ diye belirtmiştir. Gene aynı yapıtında Russell, ‘‘İnsanların yağmacı güdülerini gemleyecek ve bazılarının çalıştıkları halde yoksul kalmalarına, bazılarınınsa tembel tembel oturdukları halde zengin olmalarına yol açan “Acımasız Beyaz Adam” Erişilen bu ulaşım ve iletişim olanaklarıyla, bilimin tüm dallarındaki kazanımların, insancıl bir ‘‘Küreselleşme’’ uygulanarak, yerküremizdeki bütün insanların mutluluk ve gönencini sağlamak için kullanılması gerekirken, sömürü düzeninin egemenleri, tarihsel ‘‘Acımasız Beyaz Adam’’ kimlikleriyle bütün olanaklardan sadece kendi ekonomik yaptırım güçlerinin her yöreye daha etkin yansıması için yararlanmaktalar. Bu nedenle, açlık ve hastalık çeken yoksullara besin ve sağlık gereçlerinin iletilmesi önemsenmeyip, ülkelerin doğal kaynaklarını talan etmek için asker ve silah ulaşımı en kısa sürede sağlanmakta, en Ne Yazık! Ey ülkemin üstüne bir kâbus gibi çöken politikacı esnafı, alacağınız olsun! Bizi nelerden, ne kadar çok şeyden yoksun bırakıyorsunuz. Yemin ederim iki elim yakanızda olacak. Ama ben bir başka tatilde ve buluşmada ne yapacağımı biliyorum. Bir süre sizi hiç umursamayacak, Akbal’dan ve birikimli dostlarımdan şiir, edebiyat, deneme, tarih, felsefe dinleyeceğim. Ruh sağlığı yerinde bir insan olarak yaşayabilmek için. Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR kyaka, Gökova Körfezi’nde Halikarnas Balıkçısı’nın tanımına uygun bir dünya cenneti. Bu yıl cehennem sıcağını anımsatan günler yaşandı ise de yine her şey çok güzeldi. Deniz, orman, azmak suyu, balıklar, kaplumbağalar ve hiçbir yerde olmadığı kadar insana yakın ördekler. Bir de can dostlar varsa, söyleşiyor ve dertleşebiliyorsanız tadına doyulmaz günler, saatler geçiriyorsunuz. Ama şu politika ve şu politikacılar her şeyin tadını kaçırıyorlar, sözcüklerle anlatılmaz. 70 kitap sahibi Cumhuriyet yazarı Oktay Akbal, yılın yarıdan çoğunu Akyaka’da geçiriyor. O bir edebiyat adamı ama ne yapalım ki daha çok politika yazıyor. Akyaka’da çok sayıda aydınlık insan tatil yapıyor. Otellerde, pansiyonlarda, çadırlarda. Bir söyleşi isteği oldu; Oktay Akbal ile ormanın denize yukarıdan bakan doğa harikası bir bölgesinde yaptık söyleşiyi. Söyleşinin konusu hakkında bir telkin yoktu. Ama kaçınılmaz bir şekilde siyaset konuştuk. Kaygılarımızı dile getirdik, dinleyenlerle birlikte en az 2 saat boyunca. Oysa yanımda Türkiye’nin çok seçkin bir edebiyat adamı vardı. Şiiri, romanı, Türk ve dünya edebiyatını çok iyi bilen, çok ama çok ilginç anılar biriktirmiş, Hiroşima’yı anlatmış olan koca bir yazar. Ben de gençliğimde Varlık, Yeditepe, Yaprak, Beş Saat dergilerini izlemiş, antolojiler biriktirmiş bir şiir ve edebiyat tutkunu idim. Ne yazık ki bunlardan söz açamadık, o seçkin topluluğa. Böyle bir istek de gelmedi doğrusu. Sonraki günlerde Orhan Bursalı, Özlem Yüzak dostlarımız geldi, Akyaka’ya. Çok güzel bir beraberlikti bu. Ama şöyle geriye bakıyorum, A yine politika konuştuk onlarla da çoğunlukla. Ne olacak bu Türkiye’nin hali, gündemdeki en ağırlıklı madde idi. Bu güzel tatili bitirip İstanbul’a döndük. Raflarda kitaplarımı düzene koyarken Akbal’ın 1975 tarihli “Konumuz Edebiyat” adlı kitabı elime geçti ve okumaya koyuldum. Evet, yazık ki yazık sevgili Oktay ne güzel anlatıyor orada Balzac’ı, Stendhal’ı, Andre Gide’i, Voltaire’i dünya ve Türk edebiyatçılarını. Hele Stendhal ve Mayakovski anlatımları beni öyle sardı ki, söze dökemem. Tam o sırada Cumhuriyette Ali Sirmen’in “Oktay Akbal’ı çok özledim” başlıklı yazısına rastlamaz mıyım? Yazıklanmam kat be kat arttı. Birlikte olduğumuz 15 gün boyunca bunlardan pek az söz ettik. Çoğunlukla sızlanıp durduk, yurdumuz, insanımız, bugünümüz, yarınımız için kaygılarımızı dile getirdik. Ey ülkemin üstüne bir kâbus gibi çöken politikacı esnafı, alacağınız olsun! Bizi nelerden, ne kadar çok şeyden yoksun bırakıyorsunuz. Yemin ederim iki elim yakanızda olacak. Ama ben bir başka tatilde ve buluşmada ne yapacağımı biliyorum. Bir süre sizi hiç umursamayacak, Akbal’dan ve birikimli dostlarımdan şiir, edebiyat, deneme, tarih, felsefe dinleyeceğim. Ruh sağlığı yerinde bir insan olarak yaşayabilmek için. CUMHURİYET 02 CMYK