24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 21 OCAK 2006 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Hepimizin Unuttuğu Bir Şey Var: İnsan Olmak!.. Temel çıkış, herkese insan onuruna yakışır bir yaşam sağlamak olmalıdır. İnsan ve ona ait tüm değerler üzerinden çözüm üretilirken manevi olanın tüm yaşamı kapsaması değil, manevi olanın (dinin) insanın özgül alanında bırakılması amaçlanır. Evet, tüm bu anlamsız tartışmalar içerisinde biz bir şeyi unutuyoruz; insan olmanın insan onuruna yakışır şekilde yaşamayı hak etmek için yeterli olduğunu. Kafa karışıklığının sebebi budur. Bazı aydın geçinen kimselerin önceki söylemlerinin farklılaşmasının gerisinde, yukarı tırmanma çabası vardır. Orta sınıfın değerleri ya aşağıda ya da yukarıda tüketilmekte. Tırmanma yarışı, üretmek yerine diğerini karalamak üzerinden yürütülüyor. ‘‘Çaldın mı büyük çalacaksın’’ sözü hortumcuları kanıksamışlığın nakaratı olmanın ötesinde, toplumdaki uçurumun derinliğini anlatmakta. Solun bütün değerleri püskürtülerek sağın, bırakınız yapsınlar mantığıyla egemen olduğu bir süreçte, ‘‘İdeolojiler öldü’’ diyenler, insana ait olan, insanca olan her şeyin yok edildiği, talan edildiğini anlatıyorlardı aslında. Sol tartışılıyor şimdilerde, hem de nerede? En yanlış zeminde; çokkültürlü anayasal vatandaşlık gibi kavramlarla süslenerek dile getirilen, sorunların ahlakiulusal temellerde çözümlenemeyeceği savı, sağın tam durduğu yeri işaret ediyor. Oysa sol, insanı önceler. Temel çıkış, herkese insan onuruna yakışır bir yaşam sağlamak olmalıdır. İnsan ve ona ait tüm değerler üzerinden çözüm üretilirken manevi olanın tüm yaşamı kapsaması değil, manevi olanın (dinin) insanın özgül alanında bırakılması amaçlanır. Evet, tüm bu anlamsız tartışmalar içerisinde biz bir şeyi unutuyoruz; insan olmanın insan onuruna yakışır şekilde yaşamayı hak etmek için yeterli olduğunu. Solu tartışacaksak, giderek uzaklaştırıldığımız ahlaki değerleri de konu edinmek zorundayız; dine sarılmadan, ulusal zemini kaydırmadan. Sağa benzemeye çalışmak ve aynı değerleri savunmak ne zamandır solu tartışmak oluyor?.. Zaman zaman düşünmüyor değilim, tüm değerleriyle Türkiye hasta yatağına yatırılacağına, hasta olan yalnızca ülkenin başbakanı olsaydı diye. Belki o zaman Türkiye, Atatürk’ün sonsuza kadar aydınlanmak üzere bıraktığı Cumhuriyet meşalesini bırakıp iki üç mumluk ampul ile aydınlanacağı yanılsamasına kapılmazdı. Cumhuriyetle kazanılanları, adına demokrasi dedikleri bir oyunla yıkan otokratlara seyircilik eden solun içindekilerin kendilerine yol açarlarken demokrasi söylemlerine sarılışları da biraz tuhaf kaçmıyor mu?... kuku, cumhuriyet ilkelerini bağıra bağıra çiğneyip geçmek hem yanlış ve antidemokratiktir hem beklenmeyen sakıncaları doğurur. Gerçek dışı, bilim dışı, çağ dışı ‘‘yanlış’’lara çözüm bulamamak ise ya inattır, ya da bilgisizlik ve beceriksizlik... Öyle ise ne mi yapmalıyız? Şunları: Doğuştan eşit insanlar olduğumuzu, haklarımızın bulunduğunu, her insan için ‘‘yaşamak’’ olayını başa almamız gerektiğini iyice kavramalı; özgür yurttaşlar olarak birlikteliğimizi, birliğimizi korumalıyız... Yasalara, anayasaya, cumhuriyet ilkelerine, ‘‘inkılaplar’’a uymalıyız... İş, emek, çalışma, yetenek konularında fırsat eşitliklerine, hakça dağıtımlara düzenli ve yeterince yer vermeyi ciddi olarak üstlenmeliyiz... Yapaylığa, yalana, kayırıcılığa dayanan görevlerden kesinlikle uzak durmalı; yöneticilerimizi iyi seçmeliyiz... Hortum, mafya, işkence kaynaklarını kurutmalı; terörle, töre ile, açlıkla, ayrımcılıkla, sağlıksızlık ve eğitimsizliklerle gelen yıkım ve ölümlere ivedi çözüm bulmalı; ‘‘israf’’tan, başta yöneticiler, ulusça kaçınmalıyız... Sanayinin yanında ziraata ve yalnız kent, varoş yaşantılarına değil, çiftçi üretimlerine, köy olanaklarına da önem vermeli; salt ‘‘oy’’ ardında koşmamalıyız... ‘‘Bölücü, buğz besletici, bozguncu’’ kim ise, nereden geliyorsa asıl onları susturmalıyız... ‘‘Alt kimlik üst kimlik’’! Bir de ‘‘dip kimlik’’ var. Tarihten önceleri kim kesin biliyor?.. Ulusal kimliği aşan, aslını yok saymamayı sorun yapan kışkırtıcı tartışmalardan vazgeçmeliyiz... Devleti, ekonomisiyle, hukukuyla birlikte ‘‘tam bağımsız’’ kılmalı; ülkemizin, ‘‘yeni Sevr’’ler düzenine bağlanmak istenmesine ‘‘dur’’ demeliyiz... ‘‘Seçilme barajı’’nı toplumsal yapı doğrusuna çekerek 2006’yı demokratik seçim yılı yapmalıyız... İşte, kapılar açık... El sözüne bakmamalı, hiçbir alanda kötümserliğe, umutsuzluğa kapılmamalıyız... PENCERE İspanya ve Türkiye... İspanyol komutan General Jose Mena Aguada, yaptığı bir konuşmada, Katalonya özerk bölgesine gereğinden çok haklar verilmesi durumunda askerin yönetime el koyacağını söylemiş... ‘‘ Anayasanın sınırları aşılırsa’’ demiş, ‘‘müdahale zorunluğu doğar’’. Generali tutuklamışlar... Olay bizim medyada tartışma yarattı... Neden?.. Bizde ne ‘özerk bölge’ var.. Ne de ‘‘Kürtlere daha çok hak verirseniz, ordu yönetime el koyar’’ diyen bir general... Peki, derdimiz, davamız ne?.. Nedir bu askere düşmanlık?.. ? İspanyol askeri bizimkine hiç mi hiç benzemez... İspanya’da ordu sömürgeci ve faşist tarihiyle ün yapmış; geçmişinde hep kilisenin ve kralın yanında yer almıştır... Orhan Pamuk ne diyor: ‘‘ Bir milyon Ermeni’yi ve otuz bin Kürt’ü kestik...’’ İspanya’nın sömürgecilik geçmişinde bir milyonun lafı mı olur!.. Afrika’da, Amerika’da kestiğinin haddi hesabı yok!.. Ama bu da yetmemiş... 1936’da yapılan seçimler sonucunda İspanya’da ilerici ‘Halk Cephesi’ iktidara gelmişti, generaller buna karşı askeri ayaklanma başlattılar... Faşist General Franco iç savaşı yönetti... İç savaşta ölenlerin sayısı kesin olarak bilinmiyor, ama, toplam bir milyon İspanyolun can verdiği söyleniyor... İspanya’da ordu; kralı, gericiyi, kiliseyi tutmuş; yurttaşını düşman gibi görmüş, ilericileri bir iç savaşta ezmiştir. ? Peki, tarihte Aydınlanma nasıl aşılanmış İspanya’ya?.. Yarımadada Rönesans, Katolik tutuculuğun etkisi altında yaşandı; ama, El Greco’nun başını çektiği sanatsal ‘uyanış’ İspanya’yı İtalya ve Fransa’yla bütünleştirdi... Aydınlanma felsefesini tüm Avrupa’da tohumlayan Napolyon’un birlikleri İspanya’yı işgal ettiler... İspanyol tarihi de Avrupa ile ortak yazgıyı paylaştı... İspanyol ordusuna karşın, Aydınlanma, İberik Yarımadası’nda etkisini duyurdu; demokrasi askere karşın sivillerin başı çekmesiyle gecikerek hayata geçirilmiştir. ? İspanya’da laiklik ve demokrasi orduya karşı savaşımla kuruldu... Türkiye’de bu tarih çok tersine koşullarda yaşandı... Asker bizde sivil aydınlarla birlikte Aydınlanma devriminin mimarlığını üstlendi... 1923 Cumhuriyeti’yle Atatürk’ün başını çektiği hukuk devrimi gerçekleşmeseydi, Türkiye’nin AB’ye değil girmesi başvurusu bile hayal olurdu... Bugün Türkiye’de iktidara tırmanan dinci tehlike Avrupa’da çoktan tarihe gömülmüştür... İspanya’da Franco rejimi de ‘dinci’ değildi... Faşistti!.. Bizim bugün içinde yaşadığımız sorun, ne AB’nin öteki ülkelerinin gündeminde var ne de İspanya’da... Laikliği gözümüz gibi korumalıyız, 1.5 milyarlık İslam coğrafyasında tek laik ülke Türkiye’dir; laiklik elden çıktı mı, ne demokrasi kalır, ne de AB hayali... Türkiye’nin tarihini de bugününü de iyi okumaya çalışmalıyız; çünkü laiklikten yoksun bir demokrasinin hayali bile fasaryadır. Efendimizin Kümesleri ÇAĞDAŞ kafalı hiç kimse bu ülkedeki köylülüğün olduğu gibi kalmasını istemez. Gelişmiş toplumlar yüzde on, hatta yüzde üç kırsal ya da çiftçi nüfusla yaşarken yüzde 40 ya da 35 kırsal nüfusla ayakta duran bir Türkiye olamaz. Ama, köylü nüfusun sağlıklı bir kentliliğe dönüştürülmesi, ancak akıllıca bir planlamayla, doğrudürüst bir sınaileşmeyle, inceden inceye programlanmış bir kentleşmeyle olur. Eğer ülkenin nüfus yapısındaki köylülük yüzde 80’den bugünkü oranlara düşmüşse, bunun sağlıklı bir düşüş olduğu söylenemez. Gecekondularla çevrili belediyeler, sırtta yorganla köy bırakıp büyük kentlerde işsiz gezinenler ve burjuvalaştığını sanıp bir kısmı hâlâ hacıağa kültürü taşıyan bir orta sınıf; bunlar devrimci cumhuriyetin amaçladığı çağdaşlık değildir. Hele, salgın hastalık korkusunu fırsat bilip köylüyü tedirgin ederek son geçim olanaklarını elinden almak ve onu göçe zorlamak, hiç değil. ugünün Türkiye’sinde, ‘‘Köy tavukçuluğuna son vereceğiz; kasabalarda bahçe kümeslerini kapatacağız, yakaladığımız bütün kanatlıları yakacağız’’ demek, biraz da bu zihniyeti yansıtmıyor mu? Ciddilik iddiası taşıyan bir devlette böyle sözler edilmemeliydi. ‘‘Entegre tesis’’ sahiplerinin haklı olarak kendi işlerini büyütmeyi isterken bu sözleri etmesi hoş görülse de, aynı sözler sorumlu bakanların ağzına yakışıyor mu? Bir salgın tehlikesi karşısında köklü ama sınırlı, kesin ama insaflı kararlar almak elbet gerekir; ama ölçüyü kaçırıp köylüye korkulu yıkım ve göç rüyaları gördürmek midir devlet yönetmek? Aslında, devleti yönetenler bu durumu başka şeyler için de iyi değerlendirmeliydiler: Bir yandan koruyucu aşı geliştirerek uygulamayı sıkı denetlemek, öte yandan köy ve kasabalarda tavuk besleyenleri çağdaş yetiştiricilik konusunda eğitmek, köylüyü telle çevrili bahçecikleri olan örnek kümeslerle donatmak ve yer yer kooperatifleşmeyi teşvik edip kolaylaştırmak. Durumun yalnız büyük tesis sahipleri lehine değerlendirilişine seyirci kalmak, ‘‘demokratik ve sosyal’’ devlete hiç yakışmamıştır. ugünkü siyasal kadroların yaldızı biraz kazınsa, çoğunun biriki kuşak altından köylülük çıkar. Doğrusu, böyle bir kadronun uyguladığı ekonomik ve sosyal politikalarda kendi kökenlerine bu ölçüde nankörlük etmesi beklenmezdi. Tarım alanında IMF ve Dünya Bankası’nın reçetelerine gözü kapalı uymak, ekim alanlarını sınırlayıp ürün yasaklamak, doğrudan yardım gibi yüzeysel önlemlerle köylü avutmak onlara yakışır mıydı? ‘‘Çılgın Türkler’’de de açıkça vurgulandığı gibi, bu cumhuriyetin harcında Anadolu köylülüğünün payı kolay unutulmaz. Kurucusunun ‘‘efendimiz’’ dediği insanların kümeslerini basıp tavuk boğazlamak gece karanlığının tilkilerine yaraşırdı; politika kurtlarının başka şeyler yapmak varken medya aydınlığında aynı role soyunması cumhuriyet tarihine de nankörlük olmuştur. Prof.Dr. Tülay ÖZÜERMAN CHP Meclis Üyesi ürkiye 17 Ağustos depreminde pek çok canını yitirdi. Depremi tartıştık, sonra unuttuk, başka depremlere kadar. Hâlâ depremle ilgili ortada köklü çözümler yok. Depremlerin şiddetine göre tartışmalar gündeme gelip gidiyor. Bir gerçek var ki 17 Ağustos’la sadece canlarımızı yitirmedik. Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde yeni başlıklar açıldı. 57. hükümeti siyasal bir depremle yolcu ettik. Partinin genel başkanı hasta diye önce parti içinde kazan kaldırıldı, sonra tüm Türkiye, ‘‘hasta başbakan gitsin!..’’ tekerlemesini yineledi. Hasta başbakan gönderildi, ancak ülkenin yakasını bir türlü bırakmayan hastalık nüksetti: Cumhuriyet karşıtlığı. Cumhuriyete, Atatürk’e, onun değerlerine ters fikirleriyle tanınan eskilerin kurdukları partiyi demokrasiyle yaldızladığı yeni ambalajla piyasaya süren tekelci medya, toplumun tüm olumsuzluklardan sorumlu tuttuğu kurumları tasfiye edebildi. AKP iktidarıyla Türkiye’ye önce ‘‘ılımlı İslam’’ elbisesi giydirildi. Ardından kamusal alan adı altında ‘‘öncelikli sorunumuz değil!..’’ diyerek sorun gösterdikleri türban tartışmaları, kamu yönetimi reform tasarısı, YÖK, imam hatip liseleri, zina, Türkiyelilik ve nihayet alt kimliküst kimlikle anayasal vatandaşlık. Hepsi nasıl yaparız da, Cumhuriyetle oluşturulan ulus kimliğini çözüp, yerine din birliği esasına dayalı bir devlet anlayışı getiririz hesabına dayanıyor. Demokrasiyi koltuk değneği yapanların kendi başlarına yürüyebilecekleri ilk adımda, demokrasiyi bir kenara atacaklarının pek çok örneği yaşandı, yaşanıyor... En önemli olarak hukuk devletinden giderek uzaklaştırılan bir Türkiye var!.. İstenilen oluyor, Türkiye tartıştırma üze T B B rinden kurumları yıpratma politikasına teslim olmuş görünüyor. Ortaya atılan her kavram tartışılırken bir süre sonra niçin tartıştıkları gibi önemli bir soru sorulmaz oluyor. Herkes sonuçlar üzerinden düşünür olunca, nedensonuç ilişkisi kopuyor. Lütfen herkes kendisine sorsun, AKP iktidara gelmeden önce, kimlik sorunumuz var mıydı? Türklük, Alevilik, Sünnilik tartışılıyor muydu? Neden şimdi? Hükümet ne yapmaya çalışıyor? Tartışmaların sonu nereye varacak? Sorular sormak ve akılcı yanıtlar aramak yerine ortaya atılan başlıkları tartışmanın sonu yok!.. Tartışma başlıkları çoğaltıldıkça, saf tutmalar, bölünmeler, parçalanmalar ve nihayet çatışmalar artıyor. Kaotik yapıya sürüklenen toplum kendisini bir arada tutan temel değerlerini tartışır olunca, birilerinin tutundukları değeri ortak değermiş gibi yansıtmaları kolaylaşmış oluyor. ‘‘Din çimentodur’’ yanılsamasında olduğu gibi. Türkiye, 1980 sonrasında dört eğilimin temsilcisi olduğunu ileri süren ANAP’ın temel direği olan İslami kanadın, o süreçte başlatılan başkalaştırma projesini AB başlığında iktidar koltuğunda yürütüşüne tanıklık ediyor. Yeni imajıyla partileşen eski vizyonu, demokrasi kılıfında kolaylıkla yaşama geçirebildiler. Yine demokrasi kılıfında dış odaklar artık örgütlü, yasal ve sistemli olarak Türkiye üzerinde etkili olabiliyorlar. Orta direk denilen orta sınıfın yok edilişinin hızlandırıcısı 1980 sonrası değer yüklemeleridir. Bugün giderek yoksullaştırılan orta sınıfın temeli bürokrasidir. Memur sınıfına yönelik süründürücü emeklilik ve yoksullaştırıcı ücret politikaları boşuna değildir. Bu sınıfın tasfiyesi yapılırken sınıf atlama çabasındakilerin özlemlerinden yararlanılmaktadır. K apıları açık değilse umudun, insanda kol kanat kırılır, güç azalır. Bu durum topluma yansımışsa orada ‘‘genel huzur’’ bozulur... Kuruluşlarıyla, devletiyle birlikte bir toplumun işleri iyi gitmiyorsa, kötü yol da giderek çoğalıyorsa, kötümserlik artar, umutsuzluk baş gösterir. Kapılar... İsmet Kemal KARADAYI Bu artış, bu baş gösteriş büyük üretimleri küçültür, toplumda büyük küçük dengesizlikler yaratır... İşte burada, iyilikçi, gerçek eleştiriler, öneriler olsun, bunları gözeten, bunlara bilimsel, nesnel bakan ve öyle uygulayan yönetimler olsun, düzeltici, düzenleyici, kurtarıcı olacaktır, olabilir... Şimdi, ülkemiz görünümlerine (bu kez büyüteç kullanmaksızın) şöyle bir bakalım: Söylev, Atatürk’ün Bütün Eserleri, Suyu Arayan Adam, Atatürk İhtilali, Anadolu İhtilali, Kutsal İsyan, Kurtuluş Savaşı Destanı, Bir Devletin Yeniden Doğuşu, Şu Çılgın Türkler, daha nice yapıtlar... Okudukça, öğrendikçe daha çok anlıyor ve duyarlı oluyoruz. Bağımsızlık savaşının, kurtuluşun, Cumhuriyet’in hiç de kolay kazanılmadığını, eğer görebilmişsek, bizlere neleri kazandırdığını çok daha iyi biliyoruz... Ne var, kimi yanlışlıkları, aymazlıkları, sapkınlıkları; kimi ‘‘meczup’’ları, ‘‘müstemlekeci’’leri, değer bilmezleri, kendi Ortaçağ’larından bir türlü vazgeçemeyenleri de... İçerde: Politik amaçlı kayırma ve kadrolaşmalar... Dokunulmazlık zırhına bürünmüş suskunluk ya da kandırmacalar... Dediğim dedikçi ret ya da zorlamalar, işine geldiğini kabullenmeler... Yasaları, anayasaları, Cumhuriyet’in temel ve çağdaş ilkelerini bozmaya, değiştirmeye, bitirmeye yönelik ‘‘ihlal’’ler... Dışardan: Parasal, siyasal ‘‘müdahale’’ler, bir köşeye sıkıştırma, öç alma dilek ve planları... İçerde: Yan tutma çılgınlıkları, işsizler ordusu, açlık ya da yoksulluk sınırları... Örneği bol yiyicilik ve köşe dönücülükler... Cumhuriyet’in temel kurum ve kuruluşlarıyla zıtlaşma, onları yıpratma, etkileme eğilim ve örnekleri; gerici hortlamalara karşı durma konusunda çözüm savsamaları... Okul dışı sokak çocukları ve mafyakapkaç sorunlarının ciddi olarak ele alınmaması; çıkarcılık anlamında ‘‘liberal’’ yaşantılar, satışlar, alışkanlıklar... Ulusal dil sömürüsüne, ‘‘yabancı diller boyunduruğu’’na hiçbir tepkide bulunulmaması... Dışardan: Ülkenin toprağını ve kuruluşlarını satın alarak azar azar, sinsice ‘‘işgal’’; yeniden borçlandırma ve ‘‘kapitülasyon’’lar; Türk Ordusu’na ve Kemalizme karşı duruş; bölücü yönde sürekli kışkırtma... Sonuç: Sorumsuzluk, bencillik, keyfilik ve hu ANTALYA CUMOK AYDINLANMA KAHVALTISINA ÇAĞRIYOR: Gittik, ne değişti mi diyorsunuz? SUYUN TAŞI DELMESİ GÜCÜNDEN DEĞİL SÜREKLİLİĞİNDENDİR! Çok şey var içimize dert olan. Onları konuşalım mı? AB Dayatmaları... AB yetkililerininyetkisizlerinin hakaretleri... Ve bunlar karşısında iktidarın sessizliği... Pamuk saçmalamaları, Hasan Cemal densizlikleri... Ne dersiniz, diyecek sözünüz yok mu? Sevgili CUMOKLAR, Mehmet TOSUN’un kolaylaştırıcılığında tartışacağımız, söyleşeceğimiz kuşluk kahvaltısına bekliyoruz. İlçelerdeki CUMOKLAR, sizleri de yanımızda görmek istiyoruz. 22 Ocak 2006 Pazar günü saat:10.00’da Akdeniz Çiçek Pasajı TERAS’ta. Safların sıkı ve geçilmez olması için: Sen gelmezsen bir eksiğiz! Yanınızda bir genç yoksa, daha da eksiğiz! Adres: Kale içi girişi, Uzun Çarşı Sokak No:2426 Tel: 243 43 03 – 242 32 15 Kahvaltı ederi: 8.00 YTL İletişimBilgi: Hicran KARABUDAK 247 67 17 – 243 47 17 – 0532 325 05 63 – Akşam:243 00 80 hicran07@gmail.com hicrankarabudak@hotmail.com hicran07@ttnet.net.tr www.antalyacumok.org CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear