23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
«AĞUSTOS2004CUMA CUMHURİYET SAYFA KULTUR kultur(Ş cumhuriyet.com.tr 15 Gençyaşta intihar etmişşair Sylvia Plath 'ın dramatikyaşamını anlatan, bugün gösterimegiren îngilizyapımı, edebibiyografikfilm 'Sylvia'yenihaftanın en iyisi Bir eve bir şair yeter (mi?) Yönetmen: Christine Jeffs / Senaryo: John Brownlow / Kamera: John Toon / Müzik: Gabriel Yared / Oyuncular: Gwyneth Paltrovv, Daniel Craig, Jared Harris, Michael Gambon, Blythe Danner, Amira Casar, Lucy Davenport / Ingiltere 2004 (Medyavizyon) Ingiltere, 1956. Fullbright bursuyla okuma- ya geldiği Cambridge'te öğrenci. şiire sevdalı, edebiyata meraklı, Amerikalı, genç, güzel bir kadın, yayımlanmış şiinyle dalga geçen. ımza- sız eleştirisini okuduğu, ama ayru dergide yer alan şiinni de çok beğendiğı bir başka öğren- ciyle tanışır ve o anda Eros oklannı boşaltır iki- sinin tam kalbine. Yıldınm aşk. Kadının adı Sylvia Plath (Gvvyneth Palt- row), Îngiliz erkeğinse Ted Hughes'tür (Dani- el Craig). 3 ay sonra evlenirler. Kadın, kulu kö- lesi olur erkeğinin, artık hem evinin habire ne- fis kekler, pastalar pişiren hamarat kadınıdır, hem de şiirlerini temize çekmekten kitap hali- ne getirip yanşmalara göndermeye kadar, ko- casının dört dörtlük sekreteri. Babasının ölümüyle sarsılıp psikolojik çal- kantılar geçirdiği çocukluğunda erkenden yaz- maya sardırarak 'harika çocuk' olmuş Sylvia, evliliğınde, daktilonun başına oturduğunda bir şey üretemeyince yazmayı savsaklayıp sürekli erteliyor. İntihar saplantısı Evlüiklen, kocasının edebiyat âlemindeki yıl- dızını gitgideparlatırken Sylvia'run tıkanması- na yol açıyor. Para uğruna tüm zamanını alan öğretmenlik uğraşına yönelmesi de cabası. Mutlu çiftin Amerika yolculuklannda, Sylvia'nın Boston'daki annesinin (Gwyneth Paltrow"un annesi Blythe Danner) gözü dama- dını pek tutmaz, ama aşkın gözü kördür! Koca- sını çok seven ve sevilen hzı, mutluluğun sır- nnı yakalamış gibidir görünürde. ABD'de esin penlerinin terk ettiği, çapkın ve içkici Ted Hughes pek şiir yazamasa da çekici, çıtır öğrencilerinin yazdıklanyla ilgilenecek ve onlara ayıracak vakti bulur bol bol. Seven ve kıskanan Sylvia da 'güzele tutkun' kocasının, sürekJi gözü dışanda oluşuna sınır olur, doğal olarak... Ilk şiir kitabını (The Colossus) 1960'ta ya- yunlayan Sylvia, bir eve bir şair yeter diyerek yazma eylemini habire erteler. Cicim aylan-yıl- iarı geçince 'yakıcı' aşkJannın ateşi küllenir. Geçim kaygısıyla Ingiltere'ye dönünce kocası- nın kaçamakJannı iyice hissetmeye başlayan Sylvia, ıssız taşradaki evde hep Ted'in dönüşü- nü beklerken bunalımlara girer. Nevrotlk bir yolculuk Her seferinde seni çok sevıyorum diyerek ka- nsma dönen, libidosu azgın kocanın sonu gel- mez sadakatsizlikleri, aşın kıskançlığı, çekil- mez, nevrotik bir kadına dönüştürür Sylvia'yı giderek. Evlilığini kurtaracak çare olarak iki çocuk doğurması da, sürekJi aJdatıldığı kaygısı için- dekı Sylvia'nın akıl sağlığının gıtgıde bozulma- sını engellemez, çocukluğundaki intihar giri- şimleri yeniden nükseder, derinleşen bunaltısı kronikleşir. Birbirlenne iyice yabancılaşan çiftin iyice dramatik bir hal alan ilişkilerinde fiziksel şid- det de girer devreye. Hamile bıraktığı sevgili- sinden (Amira Casar) dönen şair koca, ısrarla hesap soran kansuıa el kaldınr, ipin inceldiği yerden koptuğu bir tartışma sırasında. Tıpkı romaru Sırça Fanus'taki gibi (The Bell Jar), ıflah olmaz intihar saplantısıyla sonunda intiharı seçen Sylvia, iki çocuğunu saglama alıp havagazıyla yaşamına noktayı koyar 1962 'de, henüz daha 31 yaşındayken. Ölümünden son- ra eserlerinin (Ariel, Three Women, Crossing The Water, Winter Trees şiirlerinın, Johnny Panic and the Bible of Dreams ıse mektupla- nyla öykülerinin toplamıdır), ünlü, 'saray şa- iri', sadakatsiz kocası Ted Hughes'ün çabala- nyla birçok kez basılarak 20. yüzyılın en büyük şairlerinden biri sayılacağuıı, şiirlerinin geç de olsa değer kazanacağını hiç bilemeden. Sylvia Plath' ın dramatik yaşamı, sinemacılar için artık çoktan perdeye taşınmaya hazır, renk- li bir malzemeydi nicedir. Tıpkı romanı Sırça Fanus'taki gibi intihar ederek yazgısını belirleyip kendi öyküsünün trajik kahramanı olagelen ve günümüzde 'şiirin cadı tannçasf ya da 'bahtsız prensesi' gibi medyatik nitelemelerle anılan Plath'ın, ölümün- den sonra başanya ulaşmış, giderek kitsch'im- si bir edebiyat mitosuna dönüştürülmüş, trajik yaşamöyküsünü, görmediğimiz ilk filmi Ra- in'le dikkati çekmiş, Yeni Zelandalı yönetmen Christine Jeff imzalamış. John Brownlow'un, belgeselci bir araştırmadan sonra yazdığı, ger- çekçi senaryosundan çektiği film, çiftin tanış- malarından Sylvia'nın intihanna kadar bu çet- refil ve tahrip edici ilişkinin özeti gibi. Ancak Ted Hughes'ün 1998'de kanserden öl- mesinden sonra perdeye aktanlabilen Sylvia, saygın edebiyatçı T. S. Eliot'ın kansı Viv'e ne- ler ettiğini anlatan Tom ve Viv, Alzheimer has- tası olan tanınmış romancı Iris Murdoch'la müşfık kocası John Bayley'nin derbeder ya- şamlan üsrüne Iris ve edebiyatın bir başka ün- lüsünü, müntehir Virginia Woolf'u konu edi- 1 aray şairi Ted Hughes'ün 1998'de kanserden ölmesinden sonra perdeye aktanlabilen 'Sylvia', saygın edebiyatçı T. S. Eliot'ın kansı Viv'e neler ettiğini anlatan 'Tom ve Viv', Alzheimer hastası olan tanınmış romancı Iris Murdoch'la müşfik kocası John Bayley'nin derbeder yaşamlan üstüne 'Iris' ve edebiyatın bir başka ünlüsünü, müntehir Virginia Woolf u konu edinen 'Saatler' gibi, son yıllarda seyrettiğimiz bazı îngiliz yapımı, ağırbaşlı, edebi filmlerin çizgisini sürdürüyor. nen Saatler gibi, son yıllarda seyrettiğimiz ba- zı Îngiliz yapımı, ağırbaşlı, edebi filmlerin çiz- gisini sürdürüyor. Gitgide bıldik melodramın sulanna yelken açan filmin kötü (daha doğrusu uçkuruna sahip olamayan, yaramaz) adamı, tabii ki Ted Hug- hes. Yönetmen Jeff'in yorumu, Sylvia'nın dra- mında belirleyici rolü sadakatsiz kocaya yıkı- yor büyük ölçüde. Cdrselllğlyle basarılı bir ddnem fllml Yıllarca kansının ölümünden sorumlu tutu- lup günlüklerinin basılmasını da engelleyen 'kötü adanT Hughes'ün, Sylvia'dan sonraki sevgilisinin intihannı da görmek varmış kade- nnde. 'Saray şairi'ninki de ne kadermiş ama! 1950'lerin Ingilteresi'ni özenle yansıtan de- kor, kostüm, giysileriyle görsel bakımdan ba- şanlı bir dönem filmi oluşturarak mutsuz Sylvia'nın sallantılı ruh haline paralel bir kas- vetli atmosfer kuran yönetmen Christine Jeff, sanatçı yaratıcılığının çakıp parladığı anlan ver- mede, artistik yeteneği yetennce vurgulamada yaya kalsa da genelde eli yüzü düzgün, ilgiyle izlenen bir dram çekmenin üstesinden gelmiş, hevesle rolüne sanlarak fikni omuzlayıp götü- ren, gayretli Gvvyneth Paltrow'la Daniel Craig, Michael Gambon gibi öteki oyunculann ve tek- nik kadronun da katkısıyla. Çatışan, sıradan bir kan-koca dramına indirgenmiş bu BBC yapı- mı filmde, Plath'ın artistik yeteneğinin yeterin- ce vurgulanmadığı, öykünün fazla derinlik ka- zanamadığı eleştirileri bir yana, sıradan seyir- cide Plath ile Hughes'ün şiirilerine karşı bir me- rak uyandırabilir belki de. YENİ BASLAYANLAR Öfke / Fureur Aileden boksör, Ispanyol asıllı Ramirez kardeşlerin büyüğü Rapha (Samuel Le Bihan), Paris'teki ai- leden kalma garajı yönetirken, ana- lık-babalık ederek büyüttüğü kar- deşi Manu'yu (Yann Tregouet) da Tayland boksunda geleceğin şam- piyonu olarak hazırlamaktadır. Garajına göz dikmiş, eski arkada- şı, Çinli zengin aile çocuğu Tony'nin güzel sözlüsüne (Nan Yu) âşık olan Rapha'yla, kudretli Tony ve adamlan arasındaki beylik ça- tışmayı konu edinen, Fransız yapı- mı Öfke, Flashdance'ın yeniden çevrimi Honey ile, 13 Going On 30-Keşke 30 Ölsam adlı Amenkan yapımlanyla birlikte bugün göste- rime giren, yeni bir Fransız filmi. Klasik aşk-macera kahbında, kanlı, sert dövüş sahneleriyle tem- po kazandınlnuş, Fransızlann gi- zemli Uzakdoğu muhabbetiyle ka- nşık egzotik yaklaşımıyla kotanl- mış bu romantik serüvende her şey alabildiğine bildik ve beylik. Katır kutur dövüş sahnelerine pa- ralel giden, ağdalı bir romantizm iç bayıyor. Genç yetenek Yann Trego- uet ve karizmatik Le Bihan'a, yeni bir Gong Li havalanndaki Nan Yu eşlik ediyor. Jan VVoobble-Jean Christophe Camps imzah müzik- leri ve Japon kaligrafisinden etki- lenmiş, hoş jeneriğiyle akılda kalan Öfke'yi, Arap asıllı Fransız Karim Dridi yönetmiş. İZLEYJCİ CÖZÜYLE. ERDAL ATABEK Bir cüceyi anlamak..'Hayatın Içinden', görünüşte üç insa- nın yaşamındaki gündelik kesişmeleri an- latan sade bir film. Bir cüce, suskun ve iletişimsiz; birkadın, dalgın ve kaçkın; bir genç, yaşamdan sürgün. Bu üç karakter yaşamlanndaki travmalann, hırpalanma- lann üstesinden gelmeye çalışıyorlar. Cüce, bir erkek, yaşamı boyunca en çok da çocuklann dikkatini çekerek yaşama- ya alışmış. Onu gören çocukJar çoğu kez "Pamuk Prenses ve Yedi Cüce"yi arum- sıyor, öyle laflar atıyorlar. Cüce, bir genç erkek, kendisini suskun- lukla, iletişim kurmamakla korumaya al- mış. Bir oyuncakçı dükkâmnda çalışıyor. Dükkân sahibi ölünce kendisine eski bir istasyon binasını bırakıyor. Yalnız. suskun yaşamlar... Buraya yerleşen cüce Fin, hiç yakınma- dan kendine yeni bir yuva yapmaya çalı- şıyor. Bu tenha yol ağzında bir hıspanik genç, Joe, babasının hastahğı nedeniyle buradaki seyyar sandviç arabasını bekle- mek zorunda. Burada geçen boş zamanında sıkın- tıdan patlıyor, gördüğü herkesle iletişim kurmaya çalışıyor. Olivia, kederli yüzüyle, dalgın halleriy- le yoldan geçerken cüce Fin'e çarpınca onunla ta- njşıyor ve onu tanımak istiyor. Bö'ylece yüzeyde birbiriyle buluşan üç kişinin iç dünyalan yavaş ya- vaş karşımıza çıkıyor. Suskun Fin, yaşamı boyun- ca cüce olmamn sıkıntılannı içine gömmüş, akıl- Michelle VVilliams ve Peter Dinklage 'Hayatın Içinden'de. lı, yaşama hırsıyla dolu, anlayışlı bir karakter. Ya- şama gücünü trenlerle uğraşmaya vermiş bir gru- bun da üyesi. Kitap okumayı seviyor, trenleri çok iyi tanıyor ve bu eski istasyonda da mutlu olmanın yollannı anyor. Çevresiyle ilişki kurmada çok dik- katli ve sakıngan. Kederli Olivia, çocuğunu bir kazada kaybetmiş bir anne. Aynldığı eşinin yeni bir çocuğunun ola- cağını öğrendiği için yüreğinden vurulmuş. Yakın- daki evinde yaptığı resimlerle ve alkolle yaşıyor. Çok öfkeli, çok kederli, çok yal- nız. Joe, genç hispanik, bu kuş uçmaz ker- van geçmez yerde sandviç arabasını açar- ken yalnız olacağını biliyor. Cüce Fin ile kurmaya çahştığı ilişki girişimlerinden so- nuç alamıyor. Olivia ile beklediği ilişkiyi kuramıyor, çünkü Olivia genç bir erkekle olabilecek şeylerden çok uzak. insancıi bir dayanısma öyküsü Olivia'nın yakınlığı Fin için beklenme- dik bir armağan oluyor. Fin'in dostluğu ise Olivia için şifa veren bir ilaç gibi geli- yor. Birbirlerinden bir şey beklemeyen, birbirlenne yük olmayan, paylaşarak yük- lerini hafıfletenlerin dostluğunu yaşıyor- lar. Bu oç yalnız insanın dostluğunu beyaz perdede izlemek bile insana ferahlık veren bir esinti gibi geliyor. Ama bu üç kişinin yaşamlanndaki kesiş- me elbette düz bir çizgi izlemeyecektir. Olivia, kendi yalnızlık dolambacına çeki- lerek yaşamındaki acüarla baş başa kal- mak isteyecektir. Fin, Olivia'nın yakınlığından yoksun kalmanın bunalımını yaşayacaktır. Joe uça- n gençliğine karşın bu üçlü dostlukla olgunlaştı- ğını anJayacaktır. Bu üç kişi artık dostluğun o eş- siz tadını almışlardır ve bütün insanlara bu duygu- nun nasıl bir şey olduğunu anlatacaklardır. Şu ara gösterimde olan filmler içinde belki de insana en yakın mesajı bu film veriyor: Hayatın Içinden... KEDI GOZU VECDİ SAYAR Demokrasiyi Beklerken Dünkü gazetelerde yayımlanan iki yazıya değin- mekistiyorum bugün. Biri, Oktay Ekinci'nin 'Cum- huriyet'teki 'Avrupa'da Mimaıiık Yüzyılı' başlıklı ya- zısı, diğeri de Aydın Engin'in 'Birgün'deki 'Demok- rasi Beşiği mi, RantAvlağı mı?' yazısı. Bu iki yazıyı da, kültür ve sanat dünyamızın güncel sorunları açı- sından okumaya çalışalım. Aydın Engin'in yazısı, Türkiye'deki demokrasi oyununun içyüzünü sergiliyor. Engin, AKP hükü- metinin yerel yönetimlerde köklü değişiklikler ön- gören yasasının Çankaya'dan dönme gerekçeleri- ni yorumlayarak, Türkıye'dekı yerel yönetimlerin "demokrasiye beşiklik mi ettiğini, yoksa demokrasi için iğneli bir beşik mi olduğunu" sorguluyor. Engin, "...Yerelyönetimlehngüçlendirilmesi, de- mokrasinin güçlendirilmesidir. Yerelyönetimler de- mokrasinin beşiğidir. Devletin merkezi erkinin azal- tılması, yerel yönetim erkinin pekiştirilmesi, arttınl- ması ülkede demokrasinin gelişmesine dolaysızkat- kıdır" önermesinin pek çoklarınca doğru ve veri ka- bul edilmiş bir yargı olduğunu belirttikten sonra so- ruyor: "öyle midirsahiden?" Ve devam ediyor: "Belediye yani yerel yönetim, yüksek bürokrasideki 'hemşeri' memurlar ziyaret edilerek, 'hemşehri' milletvekillerinin kapısı aşındı- rılarak iller Bankası'ndan daha çok para koparmak; kopanlan parayla kendisini yerel yönetim iktidan- na taşıyan gruplara, kesimlere ihale, imar alanı, i- mar ruhsatı gibi araçlarla rant aktarmak olarak kav- randığı sürece demokrasiyi geliştirmek bir yana, var olan şaşı kör topal demokrasinin hacamat edil- mesi bile kaçınılmazdır." Bu tartışmayı kültür-sanat alanına taşıdığımızda, karşımıza çıkan ilk tepki, yerelleşmenin, merkezi erkin yetkilerinin yerel yönetimlere devrinin 'cum- huriyetin temeilerine dinamit koymak'\a aynı şey ol- duğunu düşünenlerin tepkisi. özellikle, resmi sanat kurumlanmızdan yükseliyor bu tepki. Ben kendi pa- yıma, bu tür korkuların geçersiz olduğunu düşünü- yorum. Ama, Aydın Engin'in yazısında belirttiği kay- gılara tümüyle katıltyorum. Sorun, merkezi idarede iyi işlemeyen kurumların, yerel yönetimlere geçin- ce daha iyi işleyeceğine dair hıçbir emarenin orta- da olmamasında. Engin'in yazısında belirttiği has- talıklar merkezden yerele taşınacaksa, sorunlann daha da baş edilemez boyutlara ulaşacağı ortada. Sorunun çözümü ise tek: Zihniyet değişimi. Gerek merkezi idarede kalacak kurumlarda, gerekse ye- rel yönetimlerin ınisiyatifine bırakılacak alanlarda demokratik ilkelerın hayata geçihlmesi. Nedir bun- lar: Şahsa bağlı karar mekanizmaları yerine katılım- cı, özerk yönetim mekanızmalan oluşturulması, tüm çalışmalarda saydamlık ilkesinin temel alınması. Yoksa, ha tek padişah olmuş, ha beylikler, mesele- nin özü değişmez. Siyasetin ve ticaretin kültür-sa- nat alanındaki egemenliğinin ortadan kalkmasında yatıyor çözüm. Oktay Ekinci'nin, Avrupa Mimarlar Konseyi'nin yayımladığı '21. Yüzyıllçin21 llke'ye yer verdiği ya- zısı da önemli ipuçları içeriyor. Konseyin yayımla- dığı ilkelerin büyük bir bölümü yalnızca mimartık alanı için değil, kültür ve sanatın tüm alanlan için geçerli kanımca. Ve Türkiye'ye yapısal bir reform getirmek iddiası ile ortaya çıkacak her hükümet için ufuk açıcı, yol gösterici boyutlar içeriyor. Birkaçına değinmekle yetinelim, yerimizin dariı- ğından ötürü. İlk ilkede, "Mimarlık ve kalkınmayı" içeren bütüncül politikalardan söz ediliyor. Mimar- lık yerine kültür-sanat sözcüklerini koyarak okuya- bilirsiniz. Bir maddede 'katıiımcıyönetim' ve 'ortak sorumluluk anlayışı'nüan, bir başka maddede mi- marlık hizmetlerinin 'ekonomik vepolitikçıkahardan bağımsız' elde edilmesi gerektiğinden söz ediliyor. Mimarlık hizmetlerinin ediniminde 'kaliteye dayalı seçim' bir başka önemli ilke. Bunu sanat alanına ak- tardığınızda, popüler kültürün peşinde koşan bir zihniyetin (bakınız: Antalya Festivali'nin geleceğine ilişkin yapılan tartışmalar) yanılgısı ortaya çıkıyor. Hükümetin çıkarttığı sinema ve sponsorluk yasa- larının olumlu yanlarından söz ettik bir başka yazı- mızda, bardağın dolu tarafına bakarak. Arna, kuş- kusuz bardakta ciddi boşluklar var. Neden bütün kurul üyeleri bakan tarafından atanıyor? Neden, ti- cari nitelikli ürün vermeyen yönetmenler cezalan- dırılıyor üç yıl destek için başvurma hakları ellerin- den alınarak? Neden'lerin sayısı epeyce fazla. Do- layısıyla sorunlar, merkezi idarenin yetkilerini yerel idareye devretmekle aşılacak gibi değil. Çözüm, gerçek demokraside yatıyor. vecdisayarfâ yahoo.com Hlndistan ve Paklstan arasındaki kültür alısverişi artacak • YENf DELHİ (AFP) - Hindistan ve Pakistan üst düzey yetkilileri, iki ülke arasmdaki kültürel bağlann güçlenmesi konusunda adım atmak için görüşmelere başladılar. Hindistan hükümeti sözcülerinden Navtej Sarna, delegelerin bu amaçla buluşruğunu açıkladı. Sarna, iki tarafın önerilerini birbirlerine sunduğunu, görüşmelerin ikinci aşamasmda hangilerinin yürürlüğe gireceğinin belli olacağını söyledi. Öneriler arasında, iki ülkeye karşılıklı giriş- çıkışlarda \ ize almanın kolaylaştınlması, Pakistan'da Hınt TV yayınlannı izleme yasağının kaldınlması, iki ülke arasında turizmin geliştirilmesı de var. Aynca iki ülkenin gazetecileri ile sanatçılannın ilişkilerinin güçlendirilmesi, karşılıklı sanat etkinliklerinin arttınlması da söz konusu. islama aykırı olduğu I gerekçeslyle sarkıya yasak • JAMMU (AFP) - Hindistan'ın Kaşmir bölgesinde bazı dini liderler, pop şarkıcısı Akram Rahi ve Naseebo Lai'nin bir şarkısının, islama aykın olduğu gerekçesiyle yasaklanmasını istediler. Pencap ağzı şarkıda, "Tann bizim alm yazımızı sıradan bir kalemle yazmış" denilmesinin Tann'ya hakaret anlamına geldiğini ileri süren din adamlan, "Tann'nuı su"adan kalemi olması gibi bir edebi benzetme kesinlikle dine saldmdır" dediler. Şarkıyı yorumlayan Rahi, kendisinin de Müslüman olduğunu, böyle bir amaç gütmediğini, olaym abartıldığını«öyledi. t
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear