25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 20 TEMMUZ 2003 PAZAR 10 P A Z A R Y 4 Z I L A R I dishab@cumhuriyet.com.tr ABD'li denizcininIrak'takikarşılığı Duydunuz değil mi° ABD'li denizci asker 12 yaşındaki bir tngiliz kızla kayıplara kanştı... "Dokunma Hıristiyan küttüründe derin yeri olan bir bedensel deneyimdir" derler. Rkhard Sennet, konusunda en önemli çalışmalardan biri sayılan kitabı Ten ve Taş'ta tanhçı Sander Gilman'dan şu alıntı>ı yapaı: "Adem'e dokunan Havva'dan, Batşeba'nın baştan çıkarubnasına ya da îsa'nm Magdalah Meryem'i antan dokunuşuna kadar dokunma imgesi İncil'deki bütün cinseflik temsillerine damgasını vurmuştur." Gilmanın bu belirlemesıru, Aziz Tomasso'nun, "dokunma duyusn bedenin bütün duyutannm en aşağı düzeyde olaıuydT cümlesiyle birlikte düşünün. 0 zaman, şu yaşadığınız ülkede insanlann birbirlerine içtenlikle sanlmayışlannın ya da şöyle sıcak bir el sıkışmayışlarının dinsel bir gerekçesi olduğunu da anlamış olursunuz. Böylesine masum bir insani "temas"ın bile günah gerekçesi olduğu zamanlann geride kaldığını düşündüğümüzden olsa gerek bir çoğumuz, içten bir duyguyla sanlmak istediğimiz Ingiliz arkadaşımızın hafifçe geri çekilişine anlam verememiştik uzun süre. Ülkemizde, kucağında gördüğümüzde, sevmek istediğimiz bebeğini gönül rahathğıyla ellerimize bırakan annelere alışkındik biz. Bu yüzdendir ki, Ingiliz annelerin, sadece saçlanru okşamak niyetiyle bebeklerine uzattığımız elimizi geri çeviriyor oluşlanndan incindik. Çünkü bizim için "dokunma", "încil'deki bütün cinseDik temsiDerine damgasuu vuran" türden anlamlar ifade etmiyordu. Dokunma, ancak sevme kaynaklı bir dürtünün dışavurumuydu olsa olsa. Gözü gibi koruduklan, her türlü "dokunma"dan uzak tuttuklan bebeklerinin aslrnda ne kadar büyük bir tehlike içınde olduklannı anlamaya başladığımızda o incinme duygusu, yerini Ingiliz annelere hak verme anlayışına bıraktı. Bir yaşındaki çocuklann bile porno fılmlerinde oynatıldıklan alçak bir sektör, çocuklanna yapılan "masum" dokunmalan da cinsel taciz kabul edebilecek ürkeklikte LONDRA MUSTAFA ERDEMOL ebeveynler yaratmış meğer. Oysa bu toplum her türlü "dokunmadan" uzak tutarak koruyabileceğini sandığı bebeklerini, 6 yaşındaki kız çocuklanna sutyen üreten firmalardan koruyamadı ama. Ne erkek ne kadrn, sadece çocuk olan bedenleri. büyükler kullandığında erotik anlamlar da taşıyan bir iç çamaşınnı giyecek kadar "büyüten" fırmalann bulunduğu bu toplumun bireyleri, şimdi, 12 yaşındaki bir kız çocuğunun, 31 yaşındaki askere kaçışına isyan ediyor. Neden? Çocuklan, cinslerinin farkına en hazır olmadıklan yaşlannda \r ardırmanın -tabii ki kabul edilemez olan- ama doğal da olan sonucudur bu. Denetimsiz bir cinsellik, kendisini en kolay olarak "cinsel Oişkiyle" ortaya koyuyor. Geçen yıllarda 13 yaşında bir çocuğun hamile kaldığını unutmuş olamazsınız. "Dokunma" olgusunu böyle değerlendiren Incil'in en büyük savunucularından biri olarak değerlendirilmeyi hak eden "ululanndan" Martin Luther'in şakayia kanşık şöyle dediğini söylerler: "Kannız istemiyorsa hizmetçiyle yapın." Demek ki, "yapılacak" olan her neyse. buna razı olacak birini bulmada bütün mesele. Bir din otoritesinin ağzından çıkan bu "tavsiye", önünde sonunda, öyle bir mecraya girer ki, aranan, "raa olabilecek kişi", çeşitli yöntemlerle "raa edilebüen ldşiye" dönüşür. Burada artık yaşın bir önemi de kalmaz. Şehvet duygulannı "dokunma" sınırlarrnın ötesine taşıyan biri için 12 yaşındaki bir kız çocuğu da, çeşitli yöntemlerle "raa edüebikn" kurban olabilir rahatlıkla. Adam yaşını başını almış bir asker. Sözüm ona duygulannı denetleyebilecek bir "disiplin"den de geçmiş. Yetişkın bir kadını bile etkileyecek karizmaya sahip. Üniforma ve güç; zayıf kişiliklerin gözünde, "kahraman" bir figürün en önemli aksesuvarlandır. 12 yaşında, "cmseDiğinin farkma erken y^ıtnnbnış" bir kız çocuğu için, böylesine bir karizmatik şahsiyet tarafindan "seçumiş" olmak, o çocuğu nasıl etkilemez? Ressam Balthus'un, Nabokov'un Lotita adlı kitabının kapağını süsleyen, özellikle bacaklannın arası ışıklandınlmış küçücük kız çocuğu resmi, o kapaktan ve resim olmaktan çıkıp, yaşamın gerçeğinde, 31 yaşındaki adamın yatağına sokulmuş bir kurban halindedir artık. Balthus'un o resmini "sübyana" olarak değerlendirmiyorsamz, 12 yaşındaki kızla kayıplara kanşan 31 yaşındaki denizciye de sübyancı dememeniz gerekir. Işte Balthus'unki ve benzeri resimler, Batı'da ve tngiltere'de, binlerce küçücük kız çocuğunu, vaktinden evvel kadınlaşmış gösteren resimlerdir. Balthus'un ticaret dünyasındaki karşılığı, 6 yaşındaki kız çocuklanna sutyen üreten firmanın sahibidir. Ben asıl 12 yaşındaki kızla kayıplara kanşan ABD'li denizcinin Irak'taki karşılığımn ne olduğunu merak ediyorum. Ne dersiniz? Irak'ta merak edilecek kimse yok mu sizce? Amerikan halkı neden umursamıyor? Eve dönmek üzere son otobüse biniyorum. Tek yolcu benim. Otobüs şoförünün canı sıkılmış olmalı, konuşmaya başlıyor. Politikada sağ tarafta yer aldığını söyleyip, neden Başkan George Bush'u takdir ettiğini anlatıyor. "Şükürlerolsunkill Eylül'deBillClinton başkan değildL Zamanında teröristieri önlemek için bir şey yapmadL 11 Eylül'den sonra Bush teröristierin üzerine ciddiyeüe gittL Irak'ta savaş gerekHydi'' diyor. Şoförün konuşması son günlerde Amerikan bağımsız medyasının gündemde tutmaya çalıştığı soruyu aklıma getiriyor: ABD halkı Bush'un Irak'a saldın gerekçesi olarak gösterdiği kitle imha silahlannın bulunamayışını neden umursamıyor? Haklı bir soru bu. Çünkü Bush'un Irak'ın bu silahlara sahip olduğu yolunda kuşku götürmez açıklamalan var. Bush'un varlığından emin olduğu sılahlann nerede olduğu hakkında fikrinin olmayışı garipseniyor. Konu hakkındaki tartışma, Başkan Rkhard NL\on"ı Watergate skandalı sırasında "başkanhğındaki kanserden" söz ederek uyaran dönemin Beyaz Saray avukatı JohnDean'ın yazdığı bir makaleyle iyice alevlendi. Dean, askerlerin Irak'ta 300'den fazla şüpheli silah tesisini kontrol ettiklerini, müttefiklerin Irak'ta denetimi ele geçirmesinin üzerinden 4 ay geçtiğini, buna rağmen hiç karut bulunamadığını belirtiyor. Makalesinde, federal ajanlan politik çıkarian için yanlı kullanmakla suçlanan Nixon'ın istifa ettiğini, Vietnam Savaşı hakkındaki gerçekleri çarpıtmakla suçlanan Başkan Lyndon Johnson'ın seçimden çekildiğını hatırlatıyor Dean. Buna karşılık ABD halkını savaşa ikna etmek için Bush yönetiminin güvenlik raporlarmı farklı şekilde kamuoyuna yansıtıp yanlış bilgi vermiş olabileceğini savunuyor ve gelecek yılki seçimlerde Demokratlar'ın Kongre'de çoğunluğu ele geçirmesi durumunda yargılamanm gündeme gelebileceğinden söz ediyor. Bunlara karşın konu kamuoyu gündeminde değil. Yaşadığı ilişki yüzünden Clinton'a karşı firtınalar koparan bir ülkede, Irak sayaşımn NEW YORK ZULAL KALKANDELEN nedeni olarak gösterilen silahlann bulunamayışı nedense aynı şiddette tepki görmüyor. Bunun nedenleri araştınldığında ilginç sonuçlar ortaya çıkıyor. Öncelikle savaş dönemlerinde liderlere inanmak ve tehlikeye karşı bütünleşmek, her toplumda ortaya çıkan bir eğilim. Aynca, son araştırmalara göre Amerikalılann yüzde 59'u, 11 Eylül'ün arkasında Irak'ın olduğuna inamyor. Bir başka araştırma ise halkın yüzde 40'tari fazlasının Irak'ta silah bulunduğuna inandığını gösteriyor. Üniversite çevrelerinin tezi ise ABD kamuoyunun, medyamn sunduğu filtrelenmiş bilgilendirmeye tabi olduğu, olanlan yalnızca bu kaynaklardan duyduğu ve okuduğu kadanyla bildiği. Bu sınırlandınlmış ve yönlendirilmiş bilgilendirmeyi, kamuoyunun duyarsızlığının asıl nedeni olarak gösteriyor bilim adamlan. Son günlerdeki en önemli gelişme. Ingiltere kaynaklı, Irak'ın Afrika'dan uranyum almaya çalıştığı yönündekı düzmece istihbaratın Bush'un konuşmasında yer alması. Tartışmalara yol açan konu, bu bilginin Bush'un konuşmasından çıkanhnasını isteyen CIA Başkanı George Tenet'in sorumluluğu üstlenmesiyle kapatılmaya çalışıüyor. Fakat silahlann bulunamaması durumunda, gelecek yılki seçimde Bush'un büyük krizle karşılaşacagı, Demokratlar'ın bu konunun üstüne gidecekleri anlaşılıyor. Bush, savaşın haklılığını sorgulayanlara. Saddam Hüseyin'in dünya için büyük tehlike olduğuna ve ABD'nin onu devirmekle doğru yaptığına dair şüphesi bulunmadığım söyleyerek yanıt venyor. "Savaş Irak'msüahlan yüzünden çıküysa o silahlann nerede olduğu" sorusunun yanıtı bu değil ashnda. Konu, Amerikan politikasının yakın gelecekteki siyasi çekişmelerinin ötesinde, ABD demokrasisi için çok daha boyutlu bir tartışmayı da beraberinde getiriyor. Başkanlannın kendilerini yanıltmış olabileceği konusunda bilgilendirilmeyen ya da bilgilendirilse bile bunu umursamayan bir halk çoğunluğu ile bir demokrasi nereye gider? kzulaKa yahoo.com Japonya'nın güncybaösındaki JciDOMVCl *~Vl SCl tlldl s o n u c u sular altmda kaldı. Kabaran Fukuoka kenti, şiddetü yağış ^ sular kent merkezme kadar ulaşırken >1izünden kentin yakuundan geçen nehrin taşmaa işlerine gitmeye çabşan kent halkı zor anlar yaşadı. (AP) îtaatsizlik üzerine...4r Ttknik olarak doğru olmak" deyimi, A. Batı'da sıkça kullanılır. Bir şey "teknik olarak" doğrudur ya da "teknik olarak" şöyledir. böyledir denir. Bu kullanım. gerçeklerin değil ama onlara gıydirilen giysilerin kuvvetli birer silah olarak kullanıldığına iyi bir örnek oluşturur. Tüm çareler tükendiğinde, "ashnda teknik olarak" diye laf ebeliğıne başladığınızda belkı durumu kurtarma şansınız olabilir Ama bugünlerde laf ebeliğirun artık işe yaramadığı sezinleniyor. Medya ve demokratlar, uranyum olaymın peşinı bırakmayacak gibi... "Hükümet ne kadar hıtarh?", "Savaş karan kanıdanmamış iddialara dayanarak mı alındı?". "ABD halkı neden Ingiliz hükümetine ^ ~ ^ ~ dayandınlan savlarla bUgikndiriku?" gıbı geç kalmış sorular gelmeye başladı. Bütün bu sorular, Beyaz Saray'ın, uranyum iddiasının yanlış olduğunu kabul etmesıyle su yüzüne çıktı. Başkan Bush, ocakta. "İngiüz hükümeti. Irak'ın Nijerden uranyum almak istediğini öğrendi" demişti. Beyaz Saray, başkanın konuşmasındaki iddianın kanıtlanmadığını ve konuşmada yer almaması gerektiğini kabul etti ama şu sözleri de ekleyerek: "Başkan teknik TORONTO olarak doğruydu, gerçekten de bu bilgi tngiliz kaynaklanna dayanmaktadır" oldu. Sanki tüm mesele, cümlenin ımla kurallanna uyup uymadığı ımişçesine. Art arda gelen ölüm ve yaralanma haberleri; ordunun bozulan morali hükümete hıç de yardım etmiyor. Kamuoyunu rahatlatmak için halk "teknik" doğrularla oyalanırken orduda moral tazelemek için de askerlerin eve dönmelerinin çareleri araştınlıyor. Bunun için Amenkan askerinin yenni başka uluslann askerinin alması, ABD askerinin yerine Hint, Polonyalı, Afrikalı, Türk askerin geçmesı lazım. "Bugün 3 Amerikan askeri öldü" haberlerinin bitmesi " ~ ~ ~ " ^ ^ ^ lazım (ölen Hint askeri ise sayılmaz!). Ama Hindistan, ABD'nin asker talebini reddetti. Hint halkının çoğunluğu askerlerinın hayatlannrn hakça olmayan bir amaç için riske atümasını istemiyor. Elbette, her yerde olacağı gibi, çirkin hesaplar yapan bir grup var; Irak'a asker gönderip ABD'nin yanında durarak Pakistan'dan bir adım öne geçmek hesabında olanlar ya da Irak'ın yeniden inşasından pay kapma hesabındakiler... Kulaklanmıza hiç yabancı gelmiyor değil BERNA DE.MÎRYOL mi? Pttroell, Hindistan'ın karannı "Her ülke karannı, kendi çıkarianna göre verecektir. Şu anda birçok ülke Oe bu konuyu tartışıyoruz ve bize kaülmak isteyenkre hoş gekün diyonız" dıyerek karşıladı. Politikada söylenmeyenler, söylenenlerden daha çok önem arz ediyor ya da aba alhndan gösterilen sopa daha çok korkutuyor. Sa\Tinma Bakanı Rurnsfekl de Irak'ta 19 ülke askerinin bulunduğunu. 19 ülkenin daha asker sözü verdiğiru açıklamıştı. Bunlar doğruluğunu büemediğımiz, ama amacı açık demeçler. Bugünlerde elimde Erich Fromm'un îtaatsizlik Üzerine adlı kitabı var. Soğuk savaş ve nükleer tehdidin gündemde olduğu dönemde yazmış. fnsanlık tarihinin itaatsizlik ıle başladığını düşünen yazar, itaat ile de sona ereceğinden bahseder. Fromm. Adem ıle Havva'nın itaatsizliğıni, Prometheus'u ya da kalıplaşmış yanılgılara. ınanç ve değerlere karşı duran her bireyi, uygarlık yolunda alkışlar. Soğuk savaş korkulanna. ınsanı tüketen, nesneye, salt tüketiciye çeviren kapitalist sisteme. nükleer silahlanmayı başlatan yönetimlere itaat eden insanın, insanlık tarihinin sonunu hazırladığını anlatır. 2003 yılı da tehlıkelı kıyılarda geçiyor insanlık için. Bakalım, uygarlığı ileriye taşımak yolunda itaatsızliğimiz ne zaman başlayabilecek? İki dizenin yol açtığı bir yazı4 T T e r insan yan açık bir AAkapıdır herkes için aynı odaya açüan." Bu dızeler. Isveçli şaır Tomas Tranströmer ın "Yan hazır gökyüzü" adlı şiirinde yer alıyor. Edebiyatın büyüklüğü de bundan kaynaklanrruyor mu zaten9 tnsanlann ortak yanlannı. duygulannı, sınır tarumayan bır evTende buluşturuyor olmasından.. Daha önce hiç adını duymadığınız bir yazann, şairin ıkı satın. ansızın içinizde yer edebılir. "Tam sizûı" duygularınızı yazmış olabilir o bilinmeyen kalem. tsveç'te bizdekı gibi köşe yazarlığı yok; daha çok haftada bir kez yayımlanan "sütun yazarlan" var. Bir köşe yazannın hemen hemen her gün düşünce üretmesi, onlara akıl almaz bir şey gibi geliyor. Belki de bu yüzdendir bir Ilhan Selçıık'lan, Mustafa Balbay'lan. Cüne\t Arcavürek'leri, Hikmet Çetinkav^'lan olmaması. Bu adlaradaha birçoklannı eklemek mümkün. Geçen yıl memlekete gelip Ankara Büromuza ^ ^ ^ ^ _ _ uğrayıp, o aydınlık yüzlü, sımsıcak kalpli dostlara bir merhaba dediğim sırada, Balbay'ı bir ara yakalamayı başarnııştım. "Türkrve'nin en başı dolu insani" bana, "Vallahi Gürhan'ağun, Türkiye'de gündem. günden güne değil, sabahtan öğleden sonraya değişrj'or*' demişti. Biraz da bu yüzden olmalı Isveç gibi gündemi bize kıyasla kaplumbağa gibi olan bir ülkede gazetecilerin hemen her gün düşünce üretmiyor olması Haftarun 6 günü çıkan ve ücretsiz dağıtılan Metro gazetesinde. her gün tek bır köşe yazısı yayımlanıyor. Belırli bir siyasi çizgi izlemeyen ama yalnızca Stockholm'de yanm milyondan fazla tiraja sahip olan bu gazetede, birbirinden çok farklı kişilerin yazılan çıkıyor. Yani bir yazan. ayda bilemedin en çok ıki veya üç kez okuyabilıyorsunuz. Bu gazetenin başredaktörü geçenlerde, kendine de bir defalık bir sütun hakkı tanıdı ve gazetede daha başka ımzalar da görmek ıstedığinı açıkladı. Köşe yazısı yazmanın öylesine çok meraklısı \armış ki gazeteye, bir haftada 1030 > azı geldi. Bunlardan yüzde 98'i "nonnal tsveçfilerdendi". yani. "yeni lsveçHler" denilen göçmenlerden değil. Başredaktör, bu ikinci gruptaki kişılerden daha fazla yazı beklediğinı duyurdu. "Yaz köşe yazarlan" olarak adlandırdığı bu kişilerin yazılanndan yalnızca 6-7'sini yayımlayacak olduğunu duyurduğu halde, binden fazla yazırun göndenlrruş olması beni düşündürdü. Demek ne kadar çok insan içine gömdüğü, ruhunun derinliklerinde sakladığı düşüncelen bır fırsatını bulup da dışan vurmak istiyordu. Bu düşüncelerden kim bilir kaç tanesi "aynı odaya açıhyordur", değil mi° Bu insanlara, okur mektuplanna genış yer verilen tsveç _ _ _ _ ^ ^ _ gazetelennin ilgilı sayfalan yeterli gelmıyordu heriıalde. (Ancak, otobüs-tren sıklığını yeterli bulmamaktan tutun, her yerde yüksek sesle cep telefonuyla konuşulmasını eleştirenlere kadar birçok günlük konuyu içeren yazılaraı yazarlannın bile adlannı saklı tutup rumuz kullanmalan, demokrasi ve fıkir özgürlüğü pek eski ve güçlü olan Isveç gibi bir ülkede son derece düşündürücü bir gerçek: bu da birayn konu.) Isveçlilenn. yazlan çok kitap okumalan ve yayınevlerinin, çok sayıda kitabı özellikle yaz başlannda yayımlamalan düşündürücü bir şey. Isveçlılenn. çoğu kez ancak takvime göre yaz denilebilecek olan yaz aylannda, güneşe olan özlemlerini gidermeleri pek kesin değil ama, öğrenme ve düşünme gereksinmelerini bol bol karşıladıklan bir gerçek. STOCKHOLM GÜRHAN UÇKAN Onur tüketiminde yeni arayışlar Bütün dünyada olduğu gibi Almanya'da da halk başından beri ABD"nin Irak'ta giriştiği savaşa karşıydı. Hâlâ ınsanlar savaşa karşı ama zamanla her şeye olduğu gibi buna da alıştık. Savaşın şiddetini yitirmesi de bunun nedeni olabilir. Ama en korkunç olaylara bile alışıp normalleştırmemiz daha korkunç. En çok Iraklı s rvilleri vuran savaştan hay\anlar ve doğa da nasibini alıyor. Bu nasibe belki, başına buyruk emperyalizmin, doğal kaynaklarının zengınliğind en dolavı fakirleştirilen ülke ve halklannı katledip sömürmesi de diyebiliriz. George Bush'un demokrasi götürdüğü halkı önceden öldürmesi de herhalde kendinde olmayan demokrasiyi gösteremeyeceğindendi. Başına buyruk dediğim Amerikan emperyalizminin, aslında nasıl diğer ülkelerdeki zenginliklere, o ülkelerin sılahlandınlmasına ve hatta birbirleriyle savaştınlmasına muhtaç olduğunu unutmuşum. Demek bu başına buyrukluğun altında. bir bağımlılık yatıyor. Yani demokratık olmadıklan gibi özgür de değiller. Dünyanın yüzde 6'sını oluşturan nüfusuyla ABD, vatandaşlannı gurur duyacaklan bir ülkede yaşatmak için dünya zengınliklennin yüzde 50'sini eline geçirmeyı beceriyor. Bu ele geçirmenin içınde, orduya, silahlanmaya aynlan dev bütçenin yanı sıra neden öldüğünü anlayamayan çoluk çocuk, sakat kalanlar, birbirlerinin gözleri önünde ^ ^ ^ ^ ^ _ parçalanan, yanan, ölen aile bireylerinden geride kalanlar. bu korkunç acılarla hayata de\am etmeye çalışıyor. Savaş deyınce akla ilk gelen ülkelerden Aİmanya, bu kez bu pis oyuna katılmadı. Yahudi, Roman, Sinti, eşcinsel, engelli soykınmından ötürü vicdan azaplan dinmeyen Almanlar, kanlı tarihlerinde molaya ihtiyaç duydu. Hafıf ABD kompleksleri, "savaşa hayu"" dıyebilmenin gururuyla biraz dindi. Oysa Aİmanya, hava sahasını açtığı için tamamen hayır demiş olmadı. Ama ne olursa olsun Türidye'nin düştüğü durum kadar içler acısı değil. Her ülkenin maddi kayıplar verdiği bu savaşta, hepimiz insaniığımızdan, savaşı alışkanlık haline BERLIN BANU BtRTEK getirmemizden utanıyor ve manevi kayıplar da yaşıyoruz. Ama Aİmanya en azından. .ABD'nin pis erk oyunlanyla giriştiği bu savaşa hayır diyerek vatandaşlannın insanlık onurunu ayaklar altına aldırtmadı. Türkıye gibi haftalarca ABD ile flörtleşip. "Bunu saymayız, >ine bekteriz" tarzı karşılıklı ziyaretler, Amerikan askerleri yurdum toprağında yan gelmiş bilgisayar oyunlan oynarken Meclis'ten çıkan hayu" tezkeresi, tekrar CoBn Powel'a "Siz bizinı müttefikimizsiniz" denmesi. Hayır mı, evet mi. nereye kadar evet, nereye kadar hayır olduğu anlaşılamayan Türkiye'nin duruşu, sonunda \ine ezik büzük, omuzlar çekilmiş, sırtta bir kambur oldu. Aİmanya bu savaşa, 2. Dünya Savaşf ndan ders çıkanp savaşın ne kadar acımasız olduğunu ögrenip, artık erdemli bir halk olarak yaşamaya karar verdiği için katılmamazlık etmedi elbet. Irak petrolüne konmayı hedeflemiş ABD'nin. bu vesıleyle düzelteceği ekonomisine yardrmcı olmamak için katılmadı Savaşlann dinmediği dünyamızda, konu şu üç maddede noktalanıyor. Savaş, para ve insanlık onuru. Berlın'den Türkiye'ye bakıyorum Zenginliklerin bir kısmını kullanamadığı(!), bir kısmını da yanlış kullandığı için dış düşmanlarınrn da etkısıyle ekonomisi çökmüş bir ülke. Yıne aynı etki ve sınıf aynmlanyla yakın geçmişimizdeki iç savaşımız. 19 Mayıs' 1919 'da başlayan ve 10 Kasım 1938'de sona eren onurumuz. 11 Türk askerinin gözaltına alınmasıyla gündeme gelen olmayan onurumuz. Kendimiz sahip çıkmazsak bize dışandan verilemeyen bir değer: Onur. Biz izin verirsek çiğnenebilecek bir değer "Her iyilikte bir kötühık, her kötühıkte bir iyifik sakhdır" özunü taşıyan Uzakdoğu felsefesinde olduğu gibi, Bush'un yaptığı bunca kötülüklerin arasında, patlayan bombalann etkisıyle silkinebilir miyiz. kendimize gelip sesimizi yükseltebilir miyiz? Kötü davranışlara tepki vermedikçe, karşı tarafa yaptıklanna devam etmesi için izin vermiş oluyoruz da. bukalem 105 yahoo.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear