22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
1 4 HAZİRAN 2003 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA HABERLER ABDÜLCANBAZ PETROL SAVAŞU\RI TURHAN SELÇUK Gazeteci Güneş Karabuda, son kitabı Zoraki Randevular Parkı'nda 'dünya halleri'ni anlattı Bütün insanlaraynı şeyeağlarLEYLA TAVŞANOĞLU Güneş Karabuda yıllann gazeteci- si, televizyon filmlen yapımcısı, fo- to muhabiri... Yine kendisı kadar ün- lü gazeteci ve televizyoncu Barforo Karabuda'yla evli. Ömürlerini Isveç ve Türkiye arasında mekik dokuyarak geçiriyorlar. Güneş Karabuda yıllar içinde pek çok kitap yazdı. Son ola- rak da dünyanın çeşitli yörelerinde yaşayan insanlann birbırlerinden dav- raruş farklılıklannı, aynca da yaşamı boyunca başından neler geçtığini an- latan "Zoraki Randevular Parta" ad- lı kitabı yayımlandı. Herzaman kendisine "Güneş Abi" ve "sen" diye hitap ettiğim içın tstan- bul'da olduğu bir hafta içinde yaptı- ğım bu söyleşide de ona aynı biçim- de hitap etmekte bir sakınca görme- dim. Zaten bana başka türlüsünü ke- sinlikle istemediğini söylemişti. Gü- niş Abi'yle söyleşimız şöyle gelişti: - Dünyanın farkh coğrafyalannı ve bu coğrafyalarda yaşayan insanlann benzer olaylara nasıJ farkh davrandı- ğını mizah diliyte anlatüğın "Zoraki Randevular Pairkı'' adta kitabıyazmak nereden akhna gekti? KARABUDA - Ben bunu daha gençlik yıilanmda merak etmiştim. Türkiye'de oturuyorsun, insanlan gö- rüyorsun; tamam. Gençlığımiz çok- külrürlü Türkiye'de geçti. Tabii ki çokkültürlülük olan yerde büyük de zenginlik oluyor. Evet, Türkiye'de bu çokkültürlülü- ğü yaşarken başka diyarlan, oralarda yaşayan insanlan da merak ermeye başladım. "Kimbunlar,kiınebenzer- ler? Birbirlerme, bize benzerler mi? Kendi aralanndaki aynhklar nedir? Öbiir ülkelerle aralarmda aynhk var mı? Bu insanlar ne yerier, ne içerler? Neye gülerler? Neye ağlarlar?" diye kendi kendime sormaya başladım. Çok sonralan da bir şeyi anladım. Tüm insanlar aynı şeylere gülmüyor- lar, ama aynı şeye ağlıyorlar. Endonezyalı hostes - Kitabmda Endonezyah bir yer hos- tesinin ilginç bir davraıuşına tanık o\- duğunu yazmışsın. O anmı bize anla- ürmısın? KARABUDA- Evet, ıyi buldun. Bu söylediklerime çok güzel örnek oluş- turabilecek bir anı. Endonezya'day- dım. Uçağa yetışmem lazımdı. Kon- tuara girtim. Yer hostesi kız gözleri- nin içi gülerek, "Uçağı kaçırdınız," deyince patladım. "Anladık,uçağıka- çırdnn. Ama siz neden gülüyorsunuz? Bu gülünecek bir şey mi?" Kız, "Ha- yır, gülmüyorum. Size öyle getiyor" dedi, ama hâlâ gülüyordu. Kendi ken- dime, "Kültür şoku, dedikleri bu olsa gerek" diye söylendiğimi hatırlıyo- rum. Bunun gibi daha neler... - Banh insanlann çoğu "Hayır" an- lanuna başlanru iki yana saüarken biz kafamızı yukan kakunnz, değil mi? KARABUDA - Bır de "cık" diye garip bir ses çıkarırız. Görühnemiş şey. Çok ilginç. Da\Tanışlarda genel- ce bir ortak yan yok, ama acılar kar- şısında insanlar nerede yaşarlarsa ya- şasuılar aynı şeylere ağlıyorlar. Bu da Lgınç. - Acılarkarşısındakiortakdavranış- hrla ilgili anılannızı anlaür mısınız? KARABUDA- Savaşlan. Vietnam- kn, Ortadoğulan hep gördük. Hepsin- ce de ınsanlann o acılar karşısında iğıt yakarak dövüne dövüne ağladık- lınna tanık oldum. Gülmek. gülmece ise çok farkh. Iransızlar Belçikalılarla alay eder, on- krla ilgili fıkralar anlatıp gülerler. İs- 'eçliler Norveç fikralanna katıla ka- ıla gülerler. Bizim Hüseyin Baş da Karadeniz Televizyon fılmleri yapuncıhğı ve foto muhabirliği deyapan Karabuda'yla İstanbul'da olduğu bir hafta içinde bir araya geldik. (Fotoğraf: KAAN SAGANAK) fıkralan anlatır, durur. Adam Bafra- lı yahu... Hac macerası - Sen bu kitabın bunca malzemesi- ni nasıl toparladın? KARABUDA - Kızım, onca sene- nin birikimı, bunlar. Bak, örneğin 1966'da hacca gittik. Bizimki, yani Isveç televizyonu hacca ilk giren te- levizyon ekıbiydi. Üstelik Barbro'yu (eşi, İsveçli gazeteci ve belgesel film yapımcısı Barbro Karabuda) içeri al- madılar. Ben, üstelik, "Elhamdütil- lah Müslümanım" diye girdim, ama yalnızbaşıma... Üstelik bu maceranın öncesi de var. Ankara'daki Suudi Arabistan Büyü- kelçiliği'nden vize iztedik; vermedi- ler. Çünkü bir süre önce Lübnan'daki Filistin kamplannın ne berbat halde ol- duklan haberini yapmışhk. Bu da Su- du. Böylece tek başıma çahşmaktan kurrulmuşrum. - Bir de sen 1950'H yıDann sonunda rejinıi. Adnan Nlenderesiktidannı çok sert eleştiren yazılar yazryordun. Ba- şuıa epeyce bir şeyler de geldL Buıüa- n anlaür mısın? 'Bu komünlst' KARABUDA - 0 sıralarda Barb- ro'yla yeni evliydik. Stockholm Tin- dingen adlı sosyal demokrat gazete- ye Türkiye'deki rejimi eleştiren yazı- lar yazıyordum. Mimlediler. "Bu ko- miinist Devletin dıştaki hibannı sar- SKI yazılar yazıyor," dediler. O sıralarda ben askerliğimi yapı- yorum. Aslında kimsenin bir şey söy- İediği yok da MÎT'in saçmalıklany- dı. Yazılan esas yazan da Barbro'ydu. Ama ben de o ekibin içindeydim, ta- bii ki. Derken her Türkiye"ye girişte - Bir keresinde de Barbro'yu tutuk- lamışlanfa gaüba.« KARABUDA- O çok fenaydı. Yi- ne bir yurtdışı çıkışımızda Barbro'yu alıp Sansaryan Han'a (Sirkeci'deki eski Istanbul Emniyet Müdürlüğü binası) götürdüler. Bir seferinde de ikimizı alıp Ankara'ya götürdüler; ba- sın savcısının karşısına çıkardılar. Böyle akla hayale gelmeyecek, çok ilkel, saçma sapan işler yaphlar. Ama tabii ki hıç birinden de bir şey tuttu- ramadılar. 'Başkası olsa ödül verlr' - Döne döne bu olayian yaşamaktan bıkmadığuıa göre sende de bir mazo- şistük var, gah'ba» KARABUDA - Böyle memleketi fena halde sev. Olacak şey mi? Barb- ro da öyle, zaten... Ona, "Sen tsveçB misü^Türkmüsün?" diyorum. "Val- ençliğinin çokkültürlü Türkiye'sinde yaşarken, başka diyarlan, oralarda yaşayan insanlan merak etmeye başlayan Güneş Karabuda, yıllann birikimini birbirinden ilginç anektodlann yer aldığı kitabında toplamış. Karabuda, "Bu kadar dünyayı gördüğüm ve farklı kültürleri yaşadığım için kendimi müthiş şanslı hissediyorum. Kazandığım en büyük zenginlik bu" diye konuşuyor. udileri çok kızdırmış. Bize vizeyi ver- memelerinın gerekçesi oydu. 0nun üzerine Barbro'yla Kahire'ye gittik. O zaman bizim oradaki büyü- kelçi rahmetli Semih Gün\'er'di. Ona durumu anlattık. Bize, "Sizmeraket- meyin. Bizim başkâtiple onlann elçi- Bğine gidervizeyi ahrsınız," dedi. Ger- çekten de vizeyi aldık. Sonra Suudi Arabistan'a gittik. Enformasyon Ba- kanı'nın karşısına çıktık. Adam önce bize şöyle bir baktı,"Sizin burada ol- mamanız laznn," dedi. O arada da ko- ca bir dosya çıkardı, bizimle ilgili... Baktı, sonra da devam etti: "Pekâlâ, sizi Allah göndcrdi. Bu hac işi çok teh- likelkür. Siz nıakinclerte filmi çekerken birisi yanınıza geürse hemen toparla- mp oradan kaçuı. Bir kişi derken yüz, bm, on bin kişi oluverirler. Hiç kimse de sizi ellerinden kurtaramaz," Bu sözlen hep aklımda tutarak ça- lıştım. Ama hayatımda yaptığım en zor işti. Sonra Lübnanlı bir gazeteci bul- dum. Adı İsmaildı Onunla gidiyor- duk. Üstelik de bana yardım ediyor- bir sorun çıkarmaya başladılar. Bir seferinde de Edirne'de sınırdan aldılar, bir hücreye attılar. Gece ora- da kaldık, sabah olunca çıkardılar. Can sıkıcı olaylar - Tek başuıa İsveç'e giderken Barb- ro'nun başı kışkırtıcı bir ajaııla derde girmemiş mijdi? KARABIIDA - Evet. 1960 ihtila- lınden hemen önceki günlerden bi- riydi. Barbro İsveç'e gidecekti. Ben uzaktan bakıyorum. Adamın biri Barb- ro'nun yanına yanaşıp konuşmaya başladı. Açık bir kışkırtıcı ajan. Ney- se ki Barbro ona uymadı. Bir seferinde de îzmir'den gemiy- le İsveç'e gideceğiz. Çok da işimiz var. Gümrüğe geldik. Çıkış iznimizi ver- miyorlar. Hiç unutmam bir saat son- ra gemikalktı. AynıFeDini'nin''VeGe- miGidij'or'' filmindeki gibi... îçimiz nasıl "cız" etmişti, anlatamam... Yıl- larca çok uğraştılar. Ama öyle önem- li bir şey yapmadılar. Bunun gibi ufak tefek şeyler, ama can sıkan olaylar... la ben de bilmryorum. hepsi birbirine kanşü." diyor. Düşünebiliyor musun? Ben kızı 19 yaşındayken alıp buraya getirmişım. Ben de 21 yaşındayım. - Tam olarak hangi vddı? KAR4BUDA -1954. Ölmez de sağ kalırsak iki yıl sonra evliliğünizin 50. yılını kutlayacağız. Buraya gelir gel- mez insanlanna, memlekete tutuldu. Kalk. bu insana böyle muamele et. En bozulduğum şey bu. Başkası ol- sa böyle bir insana ödül verir. Üstelik de bu insan Türkiye'ye yönelik bir eleştiri getirmemiş ki. Sadece başta- ki yönetimi eleştirmiş. Bir gazeteci olarak da herhalde hakkımız bu, bi- zim. İlk yazdığı kitabın adı. "Türki- ye: tkinci Vatamm''. Böyle kitap ya- zan bir insanı böyle dışlarsan sonun- da böyle olursun. Pollsln uçak parası cepten - Peki, kaç kere içeri alınıp bırakü- dnuz? KARABUDA - Çok kere... Alıyor, bırakıyor; alıyor, bırakıyor... En aşa- ğı on kere. Bır seferinde yine bizi An- kara'ya götürmek istiyorlar. Otobüs- le gideceksiniz, dediler. "Yok, yahu. Bizirnacelenıizvar.lçaklagideriz" de- dik. Üstelik yanımızdakı polısin de uçak bileti parasını çekmek zorunda kaldık. Ha, ışte o sefer Hüseyin Baş'a haber verdim. Hüseyin Baş da bu ko- nuşmada başrolde. Polislere,"Çocuklarteyzemde.On- lara haber vermem laara" deyıp Hü- seyin'i aradım. "Bizi aldılar, götürü- yorbıf dedim. Önce Sansaryan Han'a (Sirkeci'deki eski tstanbul Emniyet Müdürlüğü binası) götürdüler. Hüse- yin 20 dakika sonra Sansaryan Han'a geldi. Sonra aynı uçakla bizimle An- kara'ya uçtu. Orada mahkemeye çı- kardılar. Neyse ki savcı, hâkim filan dayım Münci KapanTnın öğrencile- riydi. Savcı, "Hiçbirşeyyok," dedi; bi- zi serbest bıraktılar. Gide gele hep bu işlerle uğraştık. Ama bizi hiç kimse yıldıramadı. Bir süre zaten bir daha bu- ralara gehnedik. En büyük zenginlik - Evet, 1970"li yıllann başuıda iki yıl ŞüYde yaşadınız. Bana Şili'nin Pi- nochet darbesinde öldürülen lideri Salvador Allende'den söz eder mi- sin? Yeğeni, ünlü yazar İsabel Allen- de anüannda kendisinden pek de hoşlanmadığı izlenimi uyandıran cümleler yazmıştı... KARABUDA-Dediğim gibi iki \ıl Şıli'de oturduğumuz süre isabel ADen- de'yi hiç görmedik. Ama Salvador Aüende'yle yakın görüşür, sık sık evı- ne giderdik. Bir milyon insana konuş- tuğu bir mitingi hatırhyorum. Müthiş bir konuşmacıydı. Şili'de hep darbe olacak deniyor- du. Herkes bunu anlarruştı. ama Al- lende'nin kendisı anlamamıştı. Hep, "Şili halkı demokrashe savgıüdır. Şi- K'nin tarihinde bö\1e bir şeyotanamış- tnf derdı. Ama oldu ışte. - O dönem ABD yönetiminin Şili darbesini tezgâhladığı ve uygulama- ya soktuğu yajgm bir biçûnde söylen- mişti... KARABUDA - Ne güzel söyledın, ama. Hatta o darbeyi tezgâhlayan ada- mın adını bile biliyoruz. Nathaniel Davies. Biz oradayken Santiago'ya büyükelçi olarak gönderilmişti. Bu adam daha önce ABD'nin Guatema- la Büyükelçisi'ydi. Onu Guatema- la'dayken tanımıştık. CIA'nın çok önenili adamlanndan birisiydi. En ince detayına kadar darbeyi plan- ladı ve darbe oldu. Onlar, gazetecilik hayatımızın en heyecanlı günleriydi. Bu kadar dünyayı gördüğüm ve farklı kültürleri yaşadığım için kendi- mi müthiş şanslı hissediyorum. Benim kazandığım en büyük zenginlik bu. GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Felekten Bir Gün Aydın Boysan, ömrünü mimarlığa ve mizah kı- vılcımları üretmeye adamış kıdemli bir yurttaşımız- dır. "Yiyip içtiklerin senin olsun, bize gördüklerini an- lat" demek, gezilerden dönenlere, özellikle de yurt- dışına gidip gelenlere söylenmesi neredeyse âdet haline gelen bir kurala dönüşmüştür. Ancak bu sözü Boysan için yinelemek haksızlık olur. Çünkü o, yiyip içtiklerini de öyle bir anlatır ki, sırasında imrenir, sırasında kendisiyle bile dalga geçtiğini gösteren cümlelerini okurken düşünüzde ulaşamayacağınız ağız tatlannın lezzetine vanrsınız. Son kitabı "Felekten Bir Gün" de (Bilgi Yayınevi, Haziran 2003) Boysan'ın 23'üncü kitabı olarak ki- taplıklarda yerini aldı. İçinde, bir bütünü oluşturduğuna dikkat çektiği ve küçük küçük taşlann bir mozaik tablosunu oluştur- masından esinlendiği irili ufaklı 65 yazı var. Atlantik Okyanusu'ndaki Azor adalarından biri olan volkanik Furuas adasında toprağa açılan çu- kurda yanardağ ateşiyle pişirilen ve tabii afiyetle ye- nilen üç tencere deniz mahsulünün hikâyesi de bun- lardan yalnızca biri. "Gazeteler Üzerine" başlıklı yazısını aşağıya alın- tılıyorum. Yazı, çıkanlması gereken sonuçlan da içer- diği için aynca yorumlamak gerekmiyor. "Dünyanın ilk gazetesi, günümüzden dört bin yıl önceelbetelyazısıolarak, Çin'deyayımlandı. Şim- dikilere benzeyen ilk Avrupa ve dünya gazeteleri, matbaa buluşundan sonra hayat buldu. 'Haariems Dagblatt' 1655, 'Leipziger Zeitung' 1660, 'ünter Zeitung' 1677 doğumludur. Gazetelerden, gazetecilerden kurtuluş var mı- dır? Yoktur. Gazetecilerden gazeteciler bile kurtula- maz. Çünkü, 'Basın, halk düşüncesinin nabız atışı- dır'. Bunu zoraki olarak hızlandırmaya veya yavaş- latmaya kalkışmamalıdır. Günün nabzı gazetelerde atar. Toplumda ateşlen- me olup olmadığı, gazetelerin nabzından anlaşılır. Utanmak borçtur. Bu borcu ödemeyi savsakla- mak '[Aanmazlığı müesseseleştirmeye yeltenmek- tir. Birolayın iyiya da kötü olması, o olayın mahiye- tinden doğan özelliğidir. Eğer kötü ise iş bitmiştir, o kötülük o olaya öylesine yapışmıştır ki, onu kim- se oradan koparamaz. Oysa öyle kişiler var ki, kendilerinin de oyuncu- su olduğu olaydaki tüm kötülükler, onlara vız ge- lir... Eğerkötülükgizli kaldıysa... Eğergazeteleregeç- mediyse. Ama 'utanmaz7a/; olaygazeteye geçse bile utan- mazlarda öfkelenirler. Açıklandığı için... Kendileri- ne ayna tutulduğu için... Ben şimdi son yıllann dizi olaylanndan sonra ga- zetelerolmasaydı ne olurdu diye düşünüyorum da, titriyorum... Çoktan batmıştık... Çıkmamacasıya..." • • • Aydın Boysan'ın geziteri, haftada birdostian ite pay- laştığı sofralan sürdükçe, gözJem ve lezzet dağar- cığına eklediklerini okurlanyla paylaşmayı da sürdü- receği anlaşılıyor. Nice kitaplara... oerinc@ cumhuriyet.com.tr. Kodınlardan tepki ÜnhersiteB genç kadmlar, TCY'deki duzenlemelerin namus cinayetlerini meşnılaştu-dığuu belirttiler. İ nrversiteli genç kadınlar, Calatasarav Postanesi önünde yaptıklan basın açıklamasında, TCY'deki duzenlemelerin namus cinayetlerini meşrulaştırdığını, bu yasayla kadının birey olarak yok sayıldığı vurgulandı. Kadınlar adına açıklamayı okuyan İstanbul Üniversitesi Edebrvat Fakültesi öğrencisi Tuna Altan, toplumdaki erkek egemen anlayışm kadmlann payına bir kez daha namus cinayetlerini düşürdüğünü belirtti. Atay'ın öldürülmesi davası Kölük kardeşlere 12yü hapis cezası ÖZGÜRERBAŞ Halı ticareti yapan MeBh Atay' ın Bebekte öldürülmesine ilişkin aralannda tsmafl ve Ce- mal KöKik kardeşlerin de bulunduğu 11 sanık- h davada, Kölük kardeş- ler 12yıl9ay 10'argün hapis ve 158 milyon 183'er bin lira ağır pa- ra cezasına çarptınldı. İstanbul 5 No'lu DGM'deki duruşmaya, tutuklu sanıklar Cemal Kölük, İsmail Kölük, Habip Kocabaş. Yıldı- nm Şenocak, Koray Kurt ile tutuksuz yargı- lanan sanıklardan Meh- met AB Çakıroğlu ıle Ze- keri\a Demirtaş katıldı. Çıkar amaçlı suç örgü- tü kurmak, kasten adam öldürmeye azmettirmek, patlayıcı bırakmaya az- mettirmek ve Ateşli Si- lahlar Yasası'na muha- lefet suçlanndan yargı- lanan Habip Kocabaş, 37 yıl 18 ay 2 gün hapis ve 377 milyon 233 bin lira ağır para cezasına çarpurıldı. Mahkeme he- yeti Kocabaş'ın cezası- mn TCY'nin 77. madde- si uyarınca 5 yıl 11 ay 28 gün olarak infaz edile- ceğinekararverdi. Koray Kurt'un da 30 yıl 13 ay 10 gün hapis ve 158 milyon 183 bin lira para cezasına çarp- tınlmasını kararlaştıran mahkeme heyeti, 5 sa- nığın beraatini karar- laştırdı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear