25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYTA CUMHURİYET 3 NİSAN 2003 PERŞEMBE OLAYLAR VE GORUŞLER EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Bir Jmut Işığı mı? Milletvekili seçilme yaşı 25'e«ndıritecek. Önceki hükumetin istediği de buydu. ÂWP dS uygun gör- dü. önümüzdeki seçimdeTBMM', şimdl^inden da- ha genç bir Meclis olacak... Erneklılik yaşı da 61 'e indiriliyor. Ama buna 'evet' demek zor. Askerlikte, diplomaside, adalette vb. önemli şörevlerde efrjek,.cieneyim çok'önemlidir. Karar vennekjuy§Lilar)ak büyük- bir sorumluluk- tur. Şimcty% öe\ ajjr^klflik çizgisi 65 idi. Silahlı Kuv- vet!er'değ>iekf|JSnae iki yaş daha eklenirdi. Aynı uygJlamaj^pen sivil görevler için olmasın? AKF^UİIerÖunun çaresini bulmuşlar! 61 yaşına «gelen, ilgjli kişilere başvuracak, görevinin biraz da- ha uzatılmasını rica edecek! Yetkili kişi bunu uygun görürse sorun yok... Buradasorulacaksoru, iktidarayakın kişilerin bu yolla korunup korunmayacağıdır. Devletgörevlisi, "Aman işbaşındakJlere ters düşmeyeyim de61 'im- den sonra birkaç yıl daha görevimde kalayım" di- ye düşünecektir. Böylece AKP iktidarı işine gelen yandaşlannı kanadı altında tutabilecektir. Bugün seksen yaşındaki bıle TBMM'ye seçile- biliyor. Mademki61 yaşındakileri 'işe yaramaz' di- ye emekli ediyoruz? Niye milletvekillerine de aynı yasayı uygulamayahm? Milletvekiline neden bu ay- ncalık? Hem böylece Meclis'in yarısı boşalır... in- sanların değerini yaşlarla ölçmeye kalkmak dün- yanın neresinde görülmüş? öyleleri var ki sekse- nindedir, ama otuzundakini cebinden çıkanr. Bu konuda eski Anayasa Mahkemesi Başkanı şa- ir dostum Yetka Güngör Özdenin genel başka- nı olduğu 'Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi' tüzü- ğünde ilgınç maddeler var. Örneğin 83. madde: "60 yaşını dolduran üyeler partinin hiçbirorga- nına üye olamazlar, yönetim görevinde iken 63 yaşını dolduranlar, üstlendiği görevden kendili- ğinden aynlmak zomndadır. İki dönem yöneticilik yapanlar, yaş sının içinde kalmak koşulu ile, bir dö- nem ara vermeden aday olamazlar, aday gösteri- lemezler." 94. madde ise şöyle: "70 yaşını dolduranlar ve bu yaş sınırında kal- mak koşuluyla iki dönem üst üste milletvekilliğiya- panlar, bir dönem ara vermeden milletvekili ada- yı gösterilemezler." Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi'nin öteki mad- delerinde de "Partimiz siyasal partilerin Hazine yardımı almasını uygun bulmaz ve karşt çıkar", "Tüm seçimlerde adaylar partinin tüm üyelerinin katılımıyla yapacaklan önseçim yoluyla belihenir" denilmekte... CDP'nin tüzüğündeki ilkelergerçek demokrasi- den, halktan bir yönetimden yana tüm yurttaşlann özlediği düşünceleri yansıtıyor. Atatürkçü bakışla en güncel yorumlarta çözüm- lemeye çalışmak, banşçı, demokratik ulus devleti ve sosyal cumhuriyeti yükseltmek, ulusun sonsu- zadeğin bağımsızyaşamasını başlıcaamaç bilmek... Güzel niyetler, güzel amaçlar, güzel sözler!.. Ata- türk'ün devrimci yolunda bütünleşmeye çağn... Küçük küçük bölükleri bir araya getirmeye, laik Cumhuriyet ilkelerinde bir araya gelmeye... Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi'nin temel gö- rüşleri işte böyle... Bir umut ışığı özden'in CDP'si... MEVZUAT İLANURINIZA ÖZEL TARİFE TÜRKİYE BASKISISİYAH/BEYAZ 15ST/CM • V USD (BRÜT+KDV) Cumhuriyel PUBÜMHtA TEL: 0-212 513 84 60 - 513 84 61 - 512 05 05 FAX: 0-212 513 84 63 Mehmet Faraç KOTULER MAHALLESİ "Kanlı topraklarda aestanı... Tüm kitapçılarda GUnizi Vayıncılık 0.212 512 1172 SAUASIM AMAT0Mİ Türk Aydınlanması... M 1950 yılından başlayarak, tarikatlar güçleninceye kadar, başörtüsü sorunu olmamıştı. Ancak, tarikat şeyhlerinden her biri, güdüledikleri müritleri için, ayn birer türban rengi ve tekniği icat ederek bunlan ilkel zihniyetlerinin birer üniforması ya da simgesi konumuna getirmişlerdir. Arif ÇAVDAR ATASEVBaşka. ustafaKemaLül- kesini ve ulusu- nu Hıristiyanla- nn. Batı emper- yalızminın tut- saklığından kurtarmak üzere 19 Mayıs 1919 tanhinde Samsun'a çıktığı zaman, dünyada Hınstiyan- lann tutsağı olmarruş bir tek Islam toplumu yoktu. tslam uluslannı. kâfirlere tutsak edıLmek üzere edilgınleştirip yön- lendıren ve Hınstiyanlıktaki "Ruh- ban sının" benzen bir özgörevle (misyonla) inançlı kışılerin (mü- minlerin) iradelen üzerine Tann adına ipotek koyan ve onlan adeta tutsaklığa alıştıran Halife, Şeyh, Molla, Çelebi, Seyid. Ayetullah vb. gibi unvanlarla, siyasal gücün ya başında ya da içinde yer alrnışlar ve Tannsal gücü. kendi ke>ıfve arzu- lan doğrultusunda kullanmışlar. amansız dıktatörlükler kurmuşlar- dır. Tann ile kullan arasında aracı rolü oynayan ve kullan Tann yeri- ne, kendilerine kulluk ettiren ve da- ha da öte inançlı kişileri, şeyhlerin çıkarlan karşıhğında, kâfirlere tut- sak edilmek üzere koşullandıran ve yönlendiren sahte peygamber ol- muşlardır. Batı emperyalizmine karşı Kur- tuluş Savaşı'nı başlatan ve bunu, örneksiz büyük bir utkuya çeviren Mustafa Kemal, daha 20. yy. baş- lannda, genç bir Harbokulu öğren- cisiyken, Islam uluslannın geri kal- mışlıklannın nedenlerinı, aynntılı biçimde düşünüp araştınnış ve bu bağlamda çareler üretmiştir. Ulu Önder, gerçekleştirdıği kök dev- rimlerle, "Türk avdınlanması" di- ye adlandırılan taihsel süreci baş- <nı latmış ve tslam toplumlan içinde, ilk ve tek örnek olan laık. demok- ratik, sosyal hukuk devleti, "Tür- kiye Cumhuriyeti"ni kurmuştur. Giysi devrimiyle ilgili düşünsel altyapmm otuşması: Mustafa Kemal 1910 yılında, Bın- başıSelahattinBey'le bıriıkte,Fran- sa'da düzenlenen Pıcardy manevra- larına karılmak üzere Avrupa'ya gi- derken, Belgrad Istasyonu'nda dur- duklan sırada, istasyondaki Sırp çocuklannın, Selahattin Bey'in ba- şındaki fes ile, "Tuh!-Turkos!" di- ye alay etmeleri dikkatini çekmiş- tir. Aslında, dinsel ya da ulusal bir nitelık taş.ımayan ve fakat, Serasker Kaptan-ı Derya HüsrevPaşa'nın, Tu- nus dönüşünde, askerlenne giydir- diğı feslerin, D. Mahmut tarafin- dan beğenılmesi üzerinedirki, 1828 yılında yayımlanan bir elbise ni- zamnamesiyle önce askerler için ve 1829 yılında gerçekleştinlen bir layafet reformu ile de, siviller için uygun görülen "fes" neredeyse, Müslümanhğın bir simgesi haline getirilmişü. Mustafa Kemal'in ka- hldığı bu Picardy manevralannın seyri sırasında, tartışılmakta olan bir harekât planı ile ilgili olarak, ileri sürdüğü fıkırlenn, tatbikat so- nunda tutarlı çıkması üzennedir ki, yanına yaklaşan yüksek rütbeli bir Fransız subayı, Mustafa Kemal"in kulağına eğilerek, "Fflrîrlerinçoktu- tarfa ama, başındaki fesi ghdiğin sü- rece bufikirİeritibar görmeyecek- tir" demıştir. Büyük olasılıkla bu uyan, Mustafa Kemal'in zihninde, geleceğe yönelik olarak, birtakım fikirler uyandırmıştı. Mustafa Kemal, 1911 yılında atan- mış olduğu Trablusgarp'a giderken, binmiş olduğu gemı, Sicilya'yauğ- radığı sırada, basındaki fes nede- niyle, çocuklann alaylı tavırlan ile karşılaşınca, bunlan da içine sindı- rememiş ve şapka devrimiyle ilgili olarak yapılması gerekenler konu- sunda kesın bir kanıya ulaşmıştı. Mustafa Kemal, 1925 yılında ger- çekleştirdıgı Kıyafet Devnmi'yle. -Kadmveerkeğiikbumflletin.hem iç hem de dış görünüşünü yeniden yoğuracak ve Türkleri Şark ruhu- nu ve Şark damgaanı aöp. kendi anlayış ve da\Tanışlanna damgası- m vuran Şarkb çemberinden çıka- rarak, kıvafetleri üe de, Baö âknıi- ne katılacaklardır" demekteydi. Giysı de\Tİmiyle ilgili olarak bı- risi; 25 11 1925'tarihlı "Şapka tk- tisası Hakkındaki Kanun" öbürü de, 3 Aralık 1934 tanhli, "Banfâs- velerin Ghikmeveceğine Dair Ka- nun" çıkanlrruştı. Devletımizı ku- ranlann bu yoldakı egilimleri belli olunca. parlamento dışında, Fatıh Camisi tmamı Isjdlıpli AtrfHoca ile BursaMüftüsüOmerFevziEfendı- nın gösterdığı aşın tepkiler fazlaca yankı uyandırmamıştı. Ne var ki, Büyük Nutuk"ta adı geçen ve 20 sayfalık yer ışgal eden ve takıyye- ci davTanışlan ile dıkkat çeken ve kendisi hakkında, bastırdığı bir ya- şamöyküsüyle, "tzmir Fatihi ve Dumhıpnıar Muharebeieri Gahbi Nurettin Paşa Hazrederi'nin Ter- cüme-i Hafi" diye mübalagalı rek- lamlar yaptıran ve başanlı bir din sömürücüsü olduğu için de, bugün- kü köktendincilergıbı inanç sömü- rüsüyle, Bursa bağunsız milletve- killiğine iki kez seçilebilen ve Kur- tuluş Savaşı Komutanlan'nm An- kara'daki devlet mezarlığına gö- mülmeleri sırasında, askeri merci- lerde acaba buraya gömsek mi, di- ye duraksama uyandıran ve hana, gazetelere kadar yansıyan tartışma- lara konu olan Sakalb Nurettin Pa- şa'nın. "Şapka îktisası Hakkında- ki Kanun" ile ilgili olarak, anaya- sanın (Teşkilat-ı Esasiye Kanu- nu'nun) ihlal edildiğini ileri sürme- si, günümüzde, çember sakallan ile sanklannı kafataslannın içinde sak- layan politikacılann, kendilen uy- gar giyim içindeyken. müridi ol- duklan Nalcşibendi veya da Nur- cu, Süleymancı, Kadın \b. tarikat şeyhlerinın talimatlan doğrultusun- da, eşlen ve kızlannın başlannı be- lirli renk ve biçımlerde türbanlarla bağlatmakta olmalan ve bu fiille- nni de ınsan haklan ile ılişkilen- dinneleri ve bunlann yasaklanma- sıru, 80 yıl önceki gibi, anayasanm ihlali dıye nitelendirmeleri, yüz>a- la varan süre içinde, öriimcekli be- yınlerin hiç de değışmediğiru kanıt- lamaktadır. 1950 yılından başlayarak, tan- katlar güçleninceye kadar, başör- tüsü sorunu olmamıştı. Ancak, ta- rikat şeyhlennden her biri, güdüle- dikleri müritleri için, a>n birer tür- ban rengi ve tekniği icat ederek bun- lan ükel zihniyetlerinin birer ünifor- ması ya da simgesi konumuna ge- tirmişlerdir. Islamın temel kaynağı olan Kuran'ın sıstematıği, ayetleri- nın indinliş yer ve zamanlan, ko- şullan, öbür ayetlerle birlikte dü- şünüldüğu zaman içeriklen ve ni- telikleri ile yaptınmlannı karşılaş- tınp tamşmadan ve sağlıklı yorum- larla, çağımız koşullanna uygun- luğu irdelenmeden, sadece lafiayo- rumlarla yetinilmesi ve şekilciliğe yönelınmesi ve kadınlann saç teli- nin görünüp görünmemesınin nere- deyse, namus ve ahlak anlayışı ile özdeşleştirilmeye çahşüması ve ko- nunun adeta basite indırgenmesı. Islam dininin büyüklüğüyle bağ- daşünlamaz. Kuran i>i ahlak ve ter- biye kitabıdır, yoksa moda- gıysi kitabı değil... Ka>Tiaklar: ŞerifMardin, Bedi- üzzaman SaidNursi Olayı, lle- tişim Yaymlan, îstanbul 1992, In- gilizceden Türkçeye çeviri. Lord Kinross, Atatürk, the Re- birth ofaNation (Lefkoşe 1981) Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu (htanbul 1980) Toplumsal Kimlik ve Kütüphane Olgusu DOÇ. Dr. BÜlent YILMAZ Hacettepe Üniversitesi "Toplumsal bir varhk olarak insana özgü olan betirti, nitefik ve özelliklerle, birinin betir- H bir kimse olmasını sağlayan koşuDann tii- mü"( *) biçimınde tanımlayabileceğimiz kim- lik olgusu, kuşkusuz toplumlar için de kulla- nılabilir bir kavTamdır. Başka bir deyişle. her birey gibi her toplumun da bir kimlığe sahip olduğu söylenebilır. Topluma ilişkın tanhın ve toplumun yaşadığı coğrafyamncoğrafya- lann büyük ölçüde belirlediği toplumsal kim- lik konusunda kanımızca düşünülmesi gereken bazı önemli noktalar bulunmaktadır. En baş- ta toplumlann olumhı \"a da ohımsuz ama mut- laka birkinıliğmin bulunduğu, kinıfiksizbir top- lumun olamayacağı bilinmek durumundadir. Bir kımliğe sahip olmak, doğal olarak, toplum- sal kimliğimizi oluşturan, yani bizi biz yapan temel özelliklerin ve niteliklerin neler olduğu- nu bilme ve bunlan sürekli olarak sorgulama zorunluluğunu yaratmaktadır. "Sorgulanma- \an \aşam yaşanma>'a değmez" deyışi, pekâ- lâ toplumsal yaşamımız için de kullanılabilir biryaklaşımdır. Çeşitli açılardan yapılabilecek bu sorgulamarun, özellikle insani değerler. bil- gi, değişime uygunluk. çağdaşlık ve e\Tensel- lik bağlamlannda irdelenmesi kaçınılmaz gö- rünmektedir. Toplumsal kimliğimizi oluştu- ran özelliklenn insani değerlere yakınlıklan- uzaklıklan, değişime genelde ne İcadar yatkın olduklan. çağdaş değerleri ne kadar içerdik- len. bu anlamda ne kadar çağdaş ve evrensel olabıldiklen ırdelenmelidır. Biz burada, bu öl- çütleri bir yana koyarak, toplumsal kimliğimi- zi, belirleyici bir etken, "bilgi'' olgusu açısın- dan kısaca değerlendirmek istiyoruz. Birçok biçimde tammlanabilecek bilgi, doğ- ruyu bulmanın; böylece bire>in ve toplumun kendi varlıklannı doğru tam kavrayabilmesı- nin aracıdır. Varlığını tam ve doğru algılama- sı birey için sağlıklı toplumsallaşmanın da en güvenilir yolu olsa gerek. Bilgi aklm ürünü- dür. Bu anlamda bilgiye dayalı yaşam "akla da>alı yaşam" anlamuıa gelir. Bireyler gibi toplumlar da akla dayalı olan ya da olmayan yaşam biçımini benimsemiş olabilirler. "Bfl- gisettik" toplumsal kimliğin önemli bir özel- liğıdır. Daha doğru bir deyişle, bilgiye dayalı toplumsal kimlik, aklın temel bir özellik oldu- ğu kimliği yansıtır. Akh ve bilgivi içeren top- lumsal kimlik bireysel ve toplumsal aydınlan- manın da koşuludur. Akıl ile yaşamayı Idmli- ğınin bir özelhğı yapabilmiş toplumlar eleşti- rici, sorgulayıcı, kuşkucu, kısaca düşünen bi- reyı yaratma gücüne sahiptirler. Bilgi, düşü- nen bireyi ve toplumu yaratır. Böylece bilgi, toplumsal kimliğin bir bileşeni ohır. Akla ve bil- giye bilmeye dayalı toplumsal kimliğe sahip olmak tercih edilebilir ve önerilebilir bir şey- dir. Aynca, bilgi ve alal toplumsal kimliğin gü- nümüz için çağdaşlık çerçevesidir. Nitelikli toplumsal kimliğin bilgiye dayalı oluşu gerçeği, böylesi bir kimliğin nasıl yara- tılabileceği konusunu doğal olarak gündeme getirmektedir. Çok boyutlu bir tartışmayı ge- rektirmesine karşın. sorunun odak noktasının "eğmm" olduğu söylenebilir. Eğıtimin bilgi- ye dayalı toplumsal kimlik yaratma işlevı. yi- ne sahip olduğu okul, kütüphane gibi kurum- lan aracılığıyla olur. Kütüphane, bilgiyı ör- gütleyerek-düzenleyerek topluma sunan bir kurumdur. Örgütlenmemiş'düzenlenmemiş bilginin bırakın yararını, \arlığı dahi belirsiz- dır. Bilginin. düzenlenmediği. kullanılır duru- ma getirilmediği sürece anlamı yoktur. Ulaşı- lamayan bilgi kullanılmayan bilgidir. Bu du- rumda, bilgiye dayalı toplumsal kimlığı kütüp- hane kurumu olmadan yaratmak olanaklı de- ğildir. Kütüphane bilgi edinme, bilgılenme sü- recinin bir parçasıdır. Kütüphane kurumunun yazı ile birlikte tarih sahnesine çıkışı bir ras- lantı değildir. Kütüphane, bilgiye dayalı top- lumsal kimliği yaratan güçlü kurumlardan bi- risi, ancak aynı zamanda, bilgiye dayalı top- lumsal kimliğin bir ürünüdür. Böyle yaklaşıl- dığında, kütüphanesiz ya da azgelişmiş kü- tüphanelere sahip bir toplumun bilgiye daya- lı bir kimlik oluşturmasının güç olacağıru söy- leyebiliriz. Kütüphanenin aym zamanda toplumsal kim- lik olgusunun temel öğelerinden olan "bel- lek" işlevini gerçekleştirdiği, yani toplumun bel- leği olduğu da açık. Belleksiz bırakılan bir toplumun ise nasıl yanlışlar yaptığının, ne bü- yük yanılgılara düştüğünün en güzel örneği Tür- kiye olsa gerek. Belleksiz toplum, ne yapaca- ğmı, nasıl yapacağmı bilemeyentoplumdur.ora- dan oraya savrulan, bir anlamda kimliğini bu- lamayan toplumdur. Dolayısıyla kütüphanesiz toplumun "befleksiztopluın" olduğunu söyle- mek olanaklı. Bilgisel içerikli ve belleği olan toplumsal bir kimlik yaratımı için gerekli bir kurumdur kü- tüphane. Yoksa, öğrencilerin ödev yapmak için yılda bir kez gittiği aksesuvar kurûmlar değil. Türkiye'deki olumsuz görüntüde kütüphane- lerin de sorumluluğu olmasına karşın bu ko- nudaki "ayİH". onlar için uygun koşullan ya- ratma sorumluluğunu yerine getırmeyen "yet- kflilerle" kütüphaneyi hâlâ yaşarruna sokama- mış toplumun hanesine yazmak çok mu yan- lış olur acaba? Bir de "bilgi tophımu" diye nutuk atanlara! (*) Türkçe Sözlük, 7. bs. TDK, 1983. TUM BAYILERDE... TUKENMEDEN ALIN Geçen yazımda (22 Mart2003), bu başlık altında, felsefenin banş kavTamıyla ilgisindeki gelişmeyi anlatmış, UNESCO'nun (Birleş- miş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu) 1986'yı Banş Ydı kabul ettiğini söylemiştim. Bu yazımda ise felsefenin Ba- nş konusuna Türkiye'de gösterdi- ği ilgiyi anlatmak istiyorum: İstanburda yayımlanan Felsefe Dergisi, 1987'deki sayısını Banş Düşüncesi ve Sorunlanna ayır- mıştı (yayımlayan Aziz Çalışlar). Türkiye'deki kamuoyu, özellik- le aydınlar, bu alandaki gelişme- leri izlemeye çalışıyordu. fstan- bul'da o yıllarda yayımlanan Fel- sefe Dergisi, 1987'dekı ilk sayısı- nı banş düşüncesi vesorunlan'na ayırdı. Dergıde okuduğumuz altı yazının yanında bir de düşüncefo- rumu yer alıyordu. Forum'a Felsefe Profesörü Ma- cit Gökberk'le birlikte. tanınmış doğa bilimcilerimiz. sosyal bilim- cilerimiz de katıldı. Banş sorun- lan içm, o zamana kadar neler ya- pıldığı, ondar sonra neler yapıla- Felsefe ve Banş ArslanKAYNARDAĞ bileceği tartışıldı. Nükleer savaş çıkma olasılığının gittikçe art- makta olduğu belirtildi ve insan- lığın artık somut bir banş düşün- cesi oluşturarak onun çevresinde birleşmesi gereği üzerinde durul- du. Yine bu dergide Alman felse- feci H. Jorg Kuhler'in felsefeci- leri eleştirerek savaş karşıtlığına "genellikle katkıda bulunmadık- lannı" söylemesi aynca ilgi çeki- yordu. Şu satırlan oradaki yazısın- dan alıyorum: "Savaşa karşı ta\irtakınmayan fîlozof, hem kendi aydınlanmacı ge- leneğüıden, hem de e>1emcilikten dışlanmış olur. Felsefe. ölçüsü ba- nş olan bir etik kurnıalıdır." H. J. Kuhler bürün felsefecile- ri bu alanda gerçekleşecek bir da- yanışmaya çağınyordu. Felsefe Dergisi'ndeki yazılan ne- redeyse ezberlenıiştim. Geçen yıl L^VESCO Birinci Dünj'a Felsefe Günü'nün Harran'da kutlanma- sına karar verince, çeşitli üniver- sitelerden geleceklerin böyle bir günde yapacaklan konuşmalarda başhca temamn ne olması gerek- tiği, programı hazırlayan Doçent Zûhal Karahan ı düşündürmüş- tü. Kendisiyle telefonlaşmalan- mızda, bu konudaki düşüncemi sorunca, banş kavramının uygun olacağıru söyledim ve Felsefe Der- gisi'nı gönderdim. Onun da uygun bulmasıyla ev- rensel banş konusu, Urfa'nın se- vimli ilçesi Harran'da. oradaki ta- rihsel ortamda ele alınarak 4 Ha- ziran günü bütün bir öğleden son- ra konuşuldu, tartışıldı, Tarihteki ve günümüzdeki önemi belirtilme- ye çalışıldı. Çoğunluğu gençler- den oluşan kalabahk bir topluluk, yapılan konuşmalan ilgi ile izle- di. Savaşa ve savaş karşıtı düşün- celere karşı çıkmak, bu amaçla toplumlann alt ve üst yapılannda özellikle eğitim alanında yapıl- ması gerekli değişimleri destek- lemek hepimizin v^zgeçilmez öde- vi olmalıdır. Filozof Aristotdes, iki bin dört yüz yıl önce, "KöleHk dünyadan kaJdınlamaz" demişti. Kaldınla- bileceğine uzun yıllar inanılma- dı. Ama kalktı. Nitekim, bugün bir- çok ülkede idam da yok. Aynı du- rum savaşlar için neden gerçek- leşmesin? Yazımı, hocam, değerli Felse- fe Profesörü Macit Gökberk'in "Sonsuz banş gerçekleşebilir mi? sorusuna verdiği yanıtla bıtirmek istiyorum: "Sonsuz banş, düş değil ideal- dir. Yapılacak şey bu ideali ger- çekBğe dönüştürmek için ona bağ- lanmak. gönüllüsü ounakbr. Gü- nümüz insanınm sonsuz banş ide- alinevarolmak kaygısıyla,yaşam- sal ilgi ile sanlnıası gerekir. Bu il- gitarihinhiçbirdönemindebugün- kü kadar zorunlu olmamıştır." PENCERE Boya ve Renk... Dostumuz Hasan Pulur'a Marmara Üniversite- si öğrencileri sormuşlar: - Yazdıklannızdan ya da yazamadıklarınızdan ötûrü pişmanlık duydunuz mu?.. Pulur anlatıyor: "1970'liyıllarda Milliyet birkaç gazeteyle birlik- te renkli baskıya geçtiği sırada, eskilerin deyimiy- le 'muhterem bir refikimiz' bize 'boyalı basın' adı- nı takmıştı, aşağılamak için... Boyalı basın aşağı, boyalı basın yukarı... 'Alınmıyorduk desek' yalan, hele rahmetli Abdi Ipekçi, sesini çıkarmaz ama, okudukça üzülürdü. Gel zaman git zaman, aradan bunca yıl geçti, bize 'boyalı' diyen gazete önce 'boyalı ilanlar' al- maya başladı, giderek fotoğraflar boyandı, hatta arka sayfaya renkligüzeller kondu, bugelişme, ha- ber bile oldu. İşte yazmadığımız için depişman olduğumuz ya- zı buydu. Ama bunu öğrencilere söylemedik. Akacak kan damarda durmaz diye bir laf vardır, ertesi gün, Taksim'de bir otelin kahvesinde otu- rurken birileri konuyu açtı, biz de dolaylı tahrik ol- duk, dayanamadık, yukarda yazdıklanmızı söyle- dik, içimizi boşalttık..." (Milliyet, 2 Nisan 2003). • Hasan Pulur'un "muhterem refikimiz" diye vur- guladığı gazete Cumhuriyet'tir; "boyalı basın" de- yişini de sanınm önce ben kullandım. Pulur, herzamanki inceliğiyle, bu gerçeği es geç- miş; ama, ben dostumu bu kadar üzdüğümü öğ- renince üzülmedim desem yalan olur. Pulur, dupduru Türkçesiyle 'müsemma'b\r 'kö- şeyazan'dır... 'Köşe muhabiri' değildir... Bu söylediğim, eskilerin deyişiyle 'rüşveti ke- lâm' sayılamayacak ölçüde belli bir gerçeğin vur- gulanmasıdır... Ancak sırası gelmişken şu 'boyalı basın' üzeri- ne birkaç laf etmek istiyorum. • Elimde "Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklope- disi" var. (Sanırım bu ansiklopediyi Milliyet gaze- tesi, okurtarına vaktiyle dağrtmıştı)... "Boyalı" sözcüğünün karşısında çeşitli açıklama- lar yer almış; ikisi şöyle: "Aşırı ölçüde makyaj yapmış kadın." Ve: "Renkli fotoğraflara, magazine, sansasyon ya- ratacak haberlere çok yer veren gazeteler için kü- çültücü anlamda kullanılır." • Boyalı başka.. Renkli başka.. Dostum Pulur'a bir de Cumhuriyet dışında ör- nek vereyim; Fethullahçıların gazetesi 'Zaman' renklidir; ama, boyalı değildir. Ne yazık ki baştan sona kırmızı, mavi, yeşil ze- minler üzerine dişi yazılarta donatılmış; renkleri bu- lamaç gibi kullanmış; sayfanın beyazını renkli fo- toğraflarla boydan boya örtmüş gazetelerden med- yadageçilmiyor; basınımız 'renk' kullanmıyor, say- falarını 'boya' ile sıvıyor. • Cumhuriyet iki sayfasında renk kullanan bir si- yah-beyaz gazetedir... Ama iki sayfada rengi iyi kullanabiliyor muyuz?.. O bir sanattır, tartışılabilir. N O V I T A S Turizm KASTAMONU - SAFRANBOLU (24-27Nisan) İYONYA - KARYA ( 22-27 Nisan) Tel:( 0212)251 28 08 pbx e-mail: no\itasıî/no\ ita.vcom.tr vveb: \unv.novitas.com tr Yazma Seminerleri'ne çağpı • Yazma Semineri • Felsefeye Giriş-Felsefe Yazın İlişkisi Semineri • Sinema Tarihi Semineri ile yaşamınızdaki sıradanlıktan sıynlıp kendinizi geliştirmek, uygulamalı çalışmalarla duygu ve düşüncelennizi güzel bir dille yazıya aktarabilmek istiyorsanız; Emin Özdemir Mehmet Eroğlu Ahmet İnanı Ali Cengizkan Yıldırım B. Doğan Oğuz Onaran ile birlikte edebiyat ve sinema dünyasında coşkulu serüvenlere hazırsanız. 9 Nisan 2OO3'te başlayacak yeni dönem seminerlerimize bekliyoruz. Aynntılı bilgiyi vakfımızdan edinebilirsiniz. Son başvuru tarihi 8 Nisan 2003"tür. G A Z E r E C İ L İ K c a's Casdası No 14 Kajaklıdere 06540 ANKARA Tel (0312 41? 7 7 20 pbx Faks 03121417 57 46 e-costa umag@umag org t'
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear