22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 9MART2003PAZAR 12 P A Z A R l&VZILARI dishablS cumhuriyet.com.tr Banşabirşansdahaverin.. New York eyaletinin suurlan içinde Albany yakınlannda bir alışveriş merkezi. Stephen Downs adlı 61 yaşındakı Amerikan vatandaşı ve oğlu alışveriş yapmaktadır. Downs, yeni bir tişört alır ve üzerine giyer. Fakat iki güvenlik görevlisi, giydiği tişörtü çıkarmasını ya da ahşveriş merkezini terk etmesinı ister Downs'tan. Bu talepleri reddedılen güvenlik görevlileri, Albany polisinı arar. Alışveriş merkezine gelen polis, Downs'u yasalara karşı gelmek suçundan tutuklar ve elleri kelepçeli bir halde alışveriş merkezinden çıkanr. Polis, alışveriş merkezinin "özelbir evgibi oMuğunu" söyler ve yanlış davrandığı konusunda Downs'u ikna etmeye çalışır. Benzetmenin kötülüğüne dikkat çeken vatandaş, çıkanldığı mahkemede kendini savunur ve serbest bırakılarak yargılanmasına karar venlır. Avukat Dovvns, Amerikan devletinin yargıçlarla ilgili şikâyetlere bakıp denetlemek, yargıçlan uyarmak, cezalandırmak ve gerektiğinde görevden almakla yetkili komisyonunun Albany ofısinin başkanıdır. Dovvns, 17 Mart'ta duruşma içın tekrar mahkemeye çıkacak ve suçlu bulunursa 1 yıl hapis cezası alacak. Dovvns'un giymekle suçlandığı tişörtün üzerinde ise "Give Peace A Chance" (Banşa Bir Şans Verin) yazmaktadır. New York Üniversitesi yakınlannda öğrencilerin _ devamlı gittıği bir kafe. îki Avrapah genç, Amerikalı bır genç ile savaş hakkında konuşuyor. Amerikah genç, "The Economist" dergisının kapaktan verdiği "Savaş neden haklı olabflff?" makalesine dayanarak bazı açıklamalar yapmaya çalışıyor. "Evet, savaş kötü ama Saddam, eünde nûkleer ve kimyasal silahlar olanbir canL Onuyok eönekgerek" diyor. A\Tupalı gençlerden bıri yarutlıyor: "Ben sadece Irak'ın etindeküerin değil, dünyadakı tüm silahlann yok edilmesini isterdim. Fakat sanınm sorun şu: O silahlar banş yoluyla NEW YORK rts ZULAL KALKANDELEN ortadan kaklırüsa bOe, Amerika'nın bir daha onlanyeniden varatmayacağıru kün garantiedecek?" Yüzündeki ifade değişiyor Amerikalı gencm ve güçlükle yanıt veriyor. "Ben de bunun garantisini sonsuza kadar vermek isterdim. Sanınm bu noktada biz birer hiçiz. Savaş istemhoruz ama sesimizi duyuramadığımrz bir noktadavtz." New York'un iinlü konser salonlanndan biri, Carnegıe Hall. Tibet yaranna bu yıl 13'üncüsü geTçekleştırilen gece, New York'ta faaliyet gösteren Tıbet House US'nin başkanı Robert A. F. Thurman'ın konuşmasıyla açılıyor. Savaşın eşiğinde bulunduğumuz döneme atıf yaparak "Karşnuzdaki düşman bfle olsa, ona banşia yaklaşın. Birbirimizin farkhlıklanna tolerans gösterdiğimiz sürece bir arada yaşayabiliriz. Banş, ancak banş yoluyla kurulabilir" diyor. Salonda büyük bir alkış kopuyoT. Tibetli Budist rahiplerin yaru sıra Zig Mariey, Lou Reed, Ray Davies, Philip Glass ve David Bowie gibi birçok ünlü müzisyen gecenın konuğu. Her müzisyen performansına başlamadan önce banş yanlısı mesajlar veriyor. Gecenin son şarkısını bütün müzisyenler sahneye çıkıp birlikte söylüyor. Bob Mariey'in unutulmaz şarkısı "Get Up, Stand Up". Babasının şarkısıru dev müzisyenlerle birlikte söyleme onurunu yaşadığıru söylüyor Ziggy Mariey. Salondaki herkes ayakta nefesi yettiği kadar bağınyor: "Stand up for your right!" tnsanlan hakkını aramak ve korumak için ayağa kalkmaya çağıran şarkı sözlerineritimlibir alkış eşlik ediyor. Dakikalarca süren bu son derece etkileyici sahne srrasmda hayal kurup düşünmemek elde değil. Acaba bu insanlar seslerini duyurabilirler mi? Amerikalılar artık seslerini duyuramadıklannı itiraf ediyorlar. Amerika'da sanki bir şeyler farklılaşıyor. Televizyon kanallan, gazeteler, medyanın yansıttıklanyla beslenip, banşın savaş yoluyla kurulabileceğini sananlann ülkesi mi olacak? Amerikan halkının bir şeyleri sorgulamasırun zamanıdır. Bush yönetimi, yükünü ve suçlulugunu asla üzerlerinden atamayacaklan bir savaşa doğru Amerika'yı ve tüm dünyayı sürüklüyor. Üstelik bunu banş adına yaptığını iddia ediyor. Son yayılan haberlere göre, George W. Bush, Tann tarafından bu işle görevlendirildiğine inanıyormuş. Durum kanşık. Acaba savaş karşıh insanlar seslerini politikacılara duyurabüir mi, yoksa o politikacılar sağırmı? kzulal@yahoo.coni Kapayın çenenizi artık Son bir sene içinde ikinci defadır baş sayfadan büyücek bir fotoğrafla geçiyoruz Kanada gazetelerine. tlkinde, ellerinde Türk bayraklan ile sevinçli bir kalabalık, Dünya Kupası'ndaki başanmızı kutluyordu. Bu sefer, yine kalabalıklar ama yüzler gergin. ellerde pan kartlar, "savaşa hayır" diyorlar. "Amerikan askeri olmayacağız.'' TBMM, her nasıl oldu ise, halkın sesine katılıyor, öyleyse "Ya istiklâl ya ölürrT Şimdilik, bağımsızhğı ekmeğe değişmeyenler aldılar bayrağı ellerine. Peki burada neler oluyor? Amerika ile Kanada ilişkileri gerginleşmeye devam. En son ilginç ve neşeli havadis, milletvekillerinden birinin ağzından "Şu kahrolası Amerikahlardan nefret ediyorum. Piç kurulan!" sözlerini kaçırması herhalde. Liberallerden olan bu hanım miHervekili, yaptığı gafin hemen ardından ABD büyükelçisinden özür dıledi. Olay kapandı derken, bu sefer diğer milletvekillerinden ve iş dünyasmdan tepkiler yağmaya başladı. MiHervekili ise bir TV şovunda bu olaydan neredeyse keyifle bahsediyor ve "Tekrar ayru gafi vapmayacağun garantisini veremenT diyor gülerek. Başbakan Jean Chretien ise daha önce George Busha "moron" diyen iletişim damşmarunı savunduğu gibi, bu sefer de milletvekilini savunuyor; "Bu onun Idşisel fıkri ve ktşisel fikrini dile getirmekte özgürdür." Zaten Chretien de boş durmayıp sert çıkışlara devam ediyor. Meksiko'da yaptığı bir konuşmada, rejim değişikliği fikrinin çok tehlikeli olduğunu vurgulayıp, "Bugûn rejim degişikliklerine başlarsanız, nerede duracaksınız? Bir sonraki kün? Bana şu Hsteyi verin* diye sordu. Ki bu çıkışlar Amerika ile çok sıkı ticari işbirliği yapan iş dünyasımn pek de hoşuna gitmiyor. Büyük birkaç fırma ve ticari kuruhış, Başbakan"ın ABD ile olan ilişkilere zarar vermemesini dilediklerini ilettiler! Yani, ekonominin patronlan siyasetçilerin kulağını hafiften bükrü. Burada belirtmek lazım ki, Kanada'nın dış ticaretinin yüzde 85 'i ABD ile olmaktadır ve ABD'nin ayağı tökezlerse, Kanada'nın bacağı kınlır. Savaşın geçerliliği, altında yatan sebepler, petrol gibi konulann yanı sıra, medyada sıkça tartışılan bir diğer konu da, Iraklılar ve Kürt, Türkmen, Yezidi gibi Irak'ta yaşayan diğer etnik topluluklar. Savaş tehlikesi belirmeden önce de zaman zaman Irak'a uygulanan ambargo ve Iraklılann yaşam zorluklan hakkında programlara rastlardık televizyonlarda. Son günlerde bu tam olarak gündeme oturdu. Irak'ta sakin, huzurlu bir yaşam olmadığı kesin, dünyanın daha birçok yerlerinde olmadığı gibi. Bu durum neredeyse savaşı haklı çıkarmak anlamında öne sürülüyor. Ömeğin, şimdi ABD vatandaşı olmuş bir Iraklı işadamı, Christian Science Monitora'a yazdığı yazıyı şöyle bitiriyor: "Sanıyorum çoğunuz, Bush'u gözden düşürmeyi başardıktan sonra, protesto edecek bir sonraki sıcak konuya dek,«cappuecino'lanna dönecek ve biz Iraklüan koiayca unutacaksuuz!'" Burada doğruluk payı olan bir gözlem olduğunu düşünüyorum. Ancak bir başka soru da şu ki, bu harekât sonrasında Irak halkımn yaşam kalitesi gerçekten iyileşecek mi? Bay Bush'un Afganistan için verdiği sözler ne oldu? Yani "Afganistan'da tümçocuklar okula gidebiliyoriar mı?" Bush, geçen perşembe yaptığı basın açıklamasında, göz yaşartan konuşmalanna devam etti. Iraklı çocuklar için okul sözü vermedi, ama Irak'a ilaç ve yiyecek yardımını müjdeledi. Sanırdınız ki, savaşa yol veren tüm meselemiz budur. Geçen hafta okuduğum çok hoşuma giden bir yazı oldu: 11 Eylül'den bu yana hızla artan yazı, yorum, kitap, şiir kalabalığına ve Susan Sontag'dan Noam Chomsky'e kadar tüm ünlü, ünsüz, ün arayan yazarlanna kocaman harflerle sesleniyordu, "Kapayın çenenizi arükü" Bu yazıyı okuduktan sonra, bu hafta ne üstüne yazmayacağıma emindim neredeyse, ama işte sizin de şimdi okuduğunuz üzere, mümkün olmadı yine. Hepimize sakin pazarlar dilerim. TORONTO BERNA DEMtRYOL Irak savaşı için Körfez'e asker gönderen Ingiltcre. yedekleri de göreve çağmh. Operasyondan sağ olarak dönüp döneme- yeceğini bUemeyen 24 yaşmdaki yedek onbaşı Robert Issott, sas'aştanöncenişanhsıOaireikoiendLOrdudan izinalanye- dek asker, eğitimine bir süre ara verdi. Bu arada, savaşa git- mek tstemeyen tngüiz yedek askerlerin sayısı artryor. (AP) At pazannda şenlik Rengârenk giysiler içindeler. Kadınlar ve çocuklar. Beyaz benekli kara atm çektiği arabaya binmişler. Erkekler peşlerinden yürüyor. Çingeneler. Hepsi de neşeli. Aralarında şakalaşıp " " " " gülüşüyorlar. Sağa sola laf atıyorlar. Sesleniyorum: "Hayrola, nereye böyte?" Hep bir ağızdan sesleniyorlar: "Atpazanna!" Az sonra başka arabalar ve atlar da görüyorum. Herkes Leonberg'deki at pazan yolunda... Küçük kentin dar, tarihi sokaklan bugün araç trafiğine kapalı, şenliğe açık. Stuttgart yakınlanndaki Leonberg'de ilk at pazan 1684 yılında kralın izniyle kurulmuş. Günümüzde tüm Ahnanya'da tanınıyor. Altı yüze yakın at satışa sunuldu, çoğu sahip değiştirdi. 'Güzeffik yanşması'na katılanlardan 155'i çeşitli ödüller aldı. Tarlada çalışan beygirden büyük arabalan çeken katanalara, STUTTCART AHMET ARPAD yanş atlanndan konkurhipik atlanna kadar kırk türlü at. tzlanda poneyleri ve eşekler de eksik ~ ~ " ~ ~ ~ " ~ " değildi. Hiçbiri yıkıhnamış, tümü restore edilmiş tarihi evler büyük pazar alanını süslüyor. Orta yerde büyük bir çeşme. Hava güneşli, fakat soğuk. Atlann ve insanlann ağzından dumanlar çıkıyor. Köşe başlannda sosis, bira ve sıcak şarap satan küçük dukkânlar. Önlen dolu, insanlar kuyrukta. Alana açılan dar sokaklara da satış tezgâhlan kurulmuş. Kavrulmuş badem, çörek ve pamuk helvası kokulan yakın ve uzaktan Leonberg at pazanna gelmiş insanlan çekiyor. Gezmek, görmek, değişik bir gün geçirmek ve alışveriş yapmak, bu soğuk kış gününde küçük kente akanlann amacı. Birden at kişnemeleri duyuluyor. însanlar hareketleniyor. Kaçışıyorlar. Yan yana duran birkaç at huysuzlaşmış. Seyisler dizginlerine yapışıyor, bağınyorlar, hayvanlan sakinleştirmeye çabahyorlar. Beyaz yeleli kahverengi bir at şaha kalkıyor. Anneler çocuklannı uzaklaştınyor. Ortalık çabuk sakinleşiyor. Tarihi çeşmenin çevresüıde bir dizi doru at. Ingiliz yanş atlan. Uzun bacaklı, gövdesinin parlak tüyleri kızıl, yelesi kızıl. Genç bir kadın aralannda dolaşıyor. Ilgi ve coşkuyla bu güzel atlara bakıyor. Gözlerinde pınltılar. Yanlannda durup yelelerini okşuyor. Onlarla konuşuyor. Geleneksel at pazan Leonberg'in "mflfibavramı''. Küçük kentte o gün okullar tatil. Işyerleri de. Çalışan yok. Her yer bir panayır, bir şenlik! Acaba Çingeneler ne yaptı? Beyaz benekli atlannı sattılar mı, iyi para veren birine? Uzaklardan bir eşek anırması. 'Kutu şarabı alkoliği' ve eğlencelik soygunlar Yaklaşık 300 bin tirajh Expressen gazetesi geçenlerde birinci sayfasına yukandaki garip başlığın ilk yansını uygun görmüştü: "Kutu şarabı alkohği" Şarapçıyı biliriz, alkoliği de evvel Allah, ama bu türdekini yeni duyduk. Orta yaşlı bir kadın, bu sözlerle suçunu ya da günahını itiraf ediyordu. Isveç'te alkollü içkiler yabuzca "Systembolaget" adlı resmi kurum tarafindan satılır. ("Vaktiyle bunu bilseydim, bu ülkeye adrmımı armazdım, ama bu ayn bir öykü.) Bir süredir, Avrupa Birliği'ne uyum çabası içinde bu kurum da bazı ödünler vermeye zorlanmakta. Eskiden yalnızca kendi temsilcileri yurtdışına gider ve alınacak içki çeşitlerini saptardı. Şimdi özel kuruluşlar da bir çeşit "içki taşeronhığu" yapabiliyor ve bu kurumdan sipariş alabiliyor. Zamanla, önce bir sonra birkaç litrelik kutularda şarap ithal edilmeye başlandı. Bunlardan büyükçe olanlanmn uyduruk bir musluğu var. Ve bir çeşit dört köşe damacana şeklinde satılıyor. O ilginç alkoliklik de işte bundan kaynaklanıyor(muş). Şarabı masasma koyan kişi, ne kadar şarap kaldığını göremediği için fazla içiyormuş. Yani şişe gibi değil bu. Şimdi bu şarapçıhğın suçu, bu tür kutularla şarap — — — alan ve satan kuruma yükleniyor. Dünya neyle uğraşıyor, bu insanlar neyle, dediğinizi duyar gibiyim. Son derece kalkınmış, demokratik ve uygar bu ülkede ilginç gelişmeler de oluyor. Örneğin soygunculuk. Bunlan iri, orta ve ufak diye sınıflandırabiliriz. trileri banka, döviz bürosu ve Arlanda Havaalam'nı soyma türü aile boyu soygunlar. Stockholm'de geçen yıl 68 banka soygunu oldu ve bunlardan yalnızca 4'ünün "faflleri'' yakalandı. Orta boy soygunlar, günlük şeylerden: Gariban bir sigara büfesini, sosisçiyi filan soymalar. Bunlar, daha çok uyuşturucu derdi yüzünden hızla para kazanmak zorunda olan kişiler tarafindan yapılıyor. Bunu bir hafıfletici neden olarak değil, böyle insanlann akıl almaz sayıda olmalanna değinmek için böyle yazıyorum. Geriye, "gençBk eğtencesi" olarak yapılan soygunlar kalıyor. 15-16 yaşındakı 4-5 gencin, yaşıtlan bir başka genci metroda veya bir köşede sıkıştınp üzerindeki şeyleri ahnalan şeklinde oluyor: Cep telefonu, az bir miktar para -fazlası ne gezer o yaşta bir gencin cebinde-, Stockhobn'deyse aylık metro ve otobüs kartı. Bu tür soygunlar, bazen zavallı gencin fena halde dövülmesiyle ya da bıçaklanmasıyla sonuçlanıyor. Çoğu kez tehditle yetiniliyor. Öylesine yaygın ki kişi, bir cuma- cumartesi gecesi birkaç saat için evinden çıkan oğlunu/kızını sanki savaşa gönderiyor gibi hissediyor. Gençler arasvnda çeteleşme, grup kimliği edinme gereksinmesi ve çaresizliğinden dolayı çok yaygm. Bu gruplann büyük çoğunluğunu yabancı kökenli ailelerin çocuklan oluşturuyor. Konuştuklan dil tsveççe ile çeşitli dillerin kanşımı. Dazlaklar ve benzeri "öz" Isveçliler de az değiller, ama onlann genel — — — — — amacı, "yabancı kökenh" herkese zarar vermek, saldırmak. Oğlumun yakın arkadaşı da geçenlerde soyguna uğradı. Oğlan iri kıyım. Metro vagonunda üç "kara kafah" gençle yalnız kalmış. Oğluma şöyle anlatmış olayı: "Bana doğru gelmeye başladıklannı görünce derhal karar verdim. C ebimdeki 200 kronu (yaklaşık 3 kfflo kıyma parası) verecektim. En az birini tepelerdim, ama ceplerinde bıçak mı, sustalı cop mu(!) olduğunu bilmhordum. Bana, 'pararu ver, dövmeyelim', dedfler. Verdim. Ük durakta inip grrriler. BöyleBkle cep telefonumu ve metro karünu kurtarmış oldum." Günlük bir olay işte. Böylesine uygar bir ülkede... STOCKHOLM GÜRHAN UÇKAN Bütün dünya hamburgere teslim!A BD'nin yemek kültürünü ZVaraştıran uzmanlar, bundan 30 yıl önce çalışmalanna son noktayı koyarken fazla zorlanmamışlardı. Araştırmalannın sonunda belirlenen ve Amerikan mönüsü olarak adlandınlan listede şu yiyecekleTe yer verildi. Fıstık ezmesi, spagetti, pizza, fasuh/e konvervesi, ketçap, hamburger, patlamış mısır, kola ve kahve. Bu araştırmadan 32 yıl sonra yapılan başka bir araştırma ise bu mönünün faturasuu ortaya koyuyoTdu. Amerikan halkı sadece 2002 yılında bu mönüye ulaşabümek için 110 milyar dolar harcamıştı. Oysa, 100 yıl önce Amenka'nın kendine ait lezzetli bir mutfağı vardı. Amerika'nın kuruluş yıllannda kıtaya göç eden Avrupalı göçmenlere Kızılderililer tarafindan sunulan mısır ağırlıklı yiyecekler Amerika'nın ilk yemek kültürü olarak kabul ediliyor. Alman, Fransız ve Afrika mutfaklan da kendi özelliklerini yeni dünyaya taşımışlardı. Değişik kültürlerden gelen yemek çeşitleri de insanlar gibi bir süre sonra Amerikalı oldu. Pişinrru kolay, hazırlanışı çabuk yemekler Amenkan mutfağının vazgeçilmez mönüsünü oluşturmaya başladı. 20. yüzyıhn başlannda, ~ ~ " ^ ~ hamburger adı \enlen pratık yemek çeşidiyle tamşmamıştı Amerika. 20. yüzyılın başlannda hamburgerin ımajı çok farklıydı. Fakır Amerikahlann tercih ettikleri bir üriindü hamburger ve pek de faydalı bir yiyecek gözüyle bakılmıyordu. Hamburger satüan restoranlann sayısı yok denecek kadar azdı ve bunlar işçi sınıfinın yoğun olduğu bölgelerdeydi. O yılİarda yaşayan bir yemek uzmaru hamburgeri tarif ederken çöplüğe bırakılmış ete benzetiyordu. Bu imajı ilk yıkan 'VVhiteCastle'oldu. 1920'lerde müştenlenne sunduğu hamburgeri onlann görebileceği mekânlarda pişiriyor ve hamburgerin sağlığa zararlı olmadığını kanıüamaya çalışıyordu ve başanya ulaştı. White Castle'ın başansı kısa sürede kıtanın LOS ANCELES diğer köşelerinde de konuşulur oldu ve restoranın taklitleri REMZİ _ birbüiardına GOKDAG açılmaya başlandı. Hamburger • • müşterilerinin tamamına jakınını işçi sınıfinın erkekleri oluşturuyordu. 1950'lerde Güney Californıa'da açılan hamburgerciler, fast-food kültürünü kökünden değiştirmeye başladı. Artık insanlar araçlarmdan inmeden sıparişlerini venyor, kısa sürede hamburgerlerini yiyip gidiyorlardı. Bu bölgedeki sistem Amerika'nın yiyecek alışkanlığının değişmesınde başlangıç rolü üstlendi. McDonald's'ın doğuşu da aynı bölgede aynı zaman dilimı içinde başladı. Ray Kroc adlı bir ginşimci, Güney Californıa'nın San Bernardıno kentindeki bir restoranın sattığı hamburgerleri yediğinde kafasında muhteşem bir fıkir gelişti. Bu restoranın ürünlerinı diğer kentlerde de satma fıkriydi bu ve keşfertiği sıradan restoranrn adı McDonald's idi. O günlerde McDonald adlı iki kardeş tarafindan işletilen restoranın telif haklannı alan Kroc, ABD'nin ilk devlerinden McDonald's şirketınin de sahibi oldu. Kroc, restoranı baştan yarattı. Artık McDonald's'ta eskisi gibi servis yapan çalışanlar yoktu. Yiyecekler tabakta değil kâğıt ambalajlarda satılıyordu. Çatal, bıçak kalkmış, cam bardaklann yerini plastik kaplar almıştı. Bu, fıyatlara da yansıdı. Orta gelirli Amerkan halkıru hedef kitlesi seçen Kroc, özellikle çocuklara yönelik tanıtımıyla hem onlann gönlünde taht kurdu, hem de ailelerin vazgeçemediği bir alışkanlığın doğmasına ön ayak oldu. Amerika'da, karayohınun hızla yaygrnlaştığı, otomobil kullanımınrn arttığı günlere denk gelen bu girişimi halk kısa sürede beninısedi. Her geçen gün yeni yollar açılıyor, buna paralel yollara yakın yerlerde McDonald's ya da benzerleri yerlerini alıyordu. Zamandan tasarruf eden aileler hem ucuza kannlannı doyuruyor hem de çocuklanna dışarda yemenin değişik tadını yaşatıyorlardı. Başkan Rkhard Nison'un fast-food sıstemıne ılgisi, Kongre'nin bu sistemi destekleyen yasalan sayesinde 1970'ler fast-food kültürünün Amenka'daki altın çağı oldu. Et tüketimi fast-food alışkanlıgıyla katlandı. Idaho'daki patates üreticileri talebi karşılamakta zorluk çeker oldu. Coca Cola ve Pepsi satışı patladı. Kroc'un Amerikan rüyası gerçeğe dönüşmüş, kıtanm her köşesinde birbiri ardına açılan McDonald's'lara yenileri eklenmeye başlamıştı. Onunla birlikte çiftçilerin, kovboyların, sığır ticareti yapan kesimin ve meşrubat sektörünün de yüzü gülüyordu. 50 yıllık bir geçmişı olan fast-food kültürü, bugün sadece Amerikalılann değil, dünyanın pek çok yerinde farklı kültürlerin de yeme alışkanlığını değiştirdi. Müyonlarca kişi klasik ağız tadını terk edip bu kültürün birer parçası haline geldi. Sadece ABD'de her gün 70 milyon kişi bu fast-food restoranlanna uğruyoT.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear