22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 1 ŞUBAT 2003 CUMARTESİ DtZt Betonlaşmaya karşı tepki olarakmimarlar tarafından ilkkez 20. yüzyılda kullanıldı bstmodem düşüncelererçekten, XX. yüzyılın ilk yansında. oldukça lasa bir süre içinde, Henri Bergson. Karl Jaspers, Martin Heidegger, Bertrand RusseD, Ludwig \VTttgenstein. Hans Reichenbach, George Edward Moore, 1944 yılında partizanlarca öldürülen faşist Giovanni Gentüe, Benedetto Croce, Gabriel Marcd, Albert Camus gibı daha nice genç felsefeci ve düşünürün böyle ardı ardına Yenı Hegelcilik, Yeni ldealizm, Yeni Gerçekçılik, Yeni Olguculuk ya da evrenin uyumsuz ve saçma olduğunu savunan Varohışçuluk filan gibi sanki hepsi birbınnın kopyası, her gün bir yeni sav, bır yeni öneri ortaya atmalan, başka türlü nasıl açıklanabilir kı Allah aşkına... Gene, şu Habsburg. HohenzoDern. Osmanh, Tudor- Stuart, hele hele Romanov hanedanlannın 1914 yılında durup dururken Birinci Dünya Savaşı'nı, yani sonuçta bırilerinin tahttan olacağı kuşkusuz bir hanedan imparatorluklan savaşı çıkarmalarının, 1917 Ekim Devrimi ve "diyalektik akü" olgulan göz ardı edilerek açıklanabilmesinin gerçekten olanağı var mıdır acaba? 'Postmodernlzm' nedlr? Postmodern sözcüğunü, gerçekten ilk kim ve ne zaman kullanmıştır acaba? Amerikalı mimar Robert Venturi, Mayıs 2001 tarihli Arehitecture dergısınden çıkan "Kahrobun Postmodernizm" adh yazısında; "Postmodernizm deyimini ilk kez 1940'lann sonunda, Princeton t nrversitesTndeki öğrencüiğim sırasında duymuştum. MüeUifınin Walter Gropius olduğu söylenmişti" demektedir. Bilındıği gıbi, ünlü mımar Walter Gropius, Birinci Dünya Savaşı sonrası, 1919 yılında Almanya'da, Weimar kentinde bir grup arkadaşıyla "Bauhaus" adında yeni bir tasanm okulu kurmuştur Okulun amacı, hızla gelişen sanayı ile el sanatlan ve plastik sanatlann bireşiminden yeni bir mimarhk ve sanat tasanmı yaratmaktır. Ne var ki, siyasal nedenlerle, Paul Klee, Wassily Kandinsky gibi ünlü ressamlann da ders verdiği okulunu 1925 yılında DessaıTya, 1932 yılında da Berlin"e taşımak zorunda kalmış ve 1933 yılında da Naziler iktidara gelir gelmez hemen kapatmışlardır. Birçok arkadaşı gibi çaresiz Amerika'ya göcen Gropius da okulunu 1937 yılında "New Bauhaus" adıyla Şikago'da açmıştır. Dolayısıyla, "postmodera" deyimi de, Robert Venturi'nin verdiği bilgilere göre, ilk kez 194O'lı yıllarda bu okulda, Nevv Bauhaus da kullanılmış olsa gerektir. Görüldüğü gibi, "postmodern" deyimınin ilk kullanılışı, büyük bir olasılıkla, 'mimarhkla" ilgilıdir. 'Moclernlzme teplcl'... Bu nedenle Bauhaus hareketinın temel amaçlanndan biri de modernleşme adına dünyanın bilinçsizcesine ve hızla betonlaştınlmasına dikkat çekmek, bu betonlaşmaya bir estetik dısiplin getirerek betonlaşmanın güzel sanatlar ve zanaatlarla bir bireşimını gerçekleştirip, msanileşmesini sağlamak olsa gerekrir Nıtekim, kimi mimarlık ûrihçilerince de, Ingiltere'de, •modern mimarlığa ve bu yeni yapı Cknoiojisme kuşkuyla bakan bir grup genç mimann" 1961 yılında, londra'dakı Pimlico Mahallesi için ^aptıklan birprojede, •modenıizme tepki olarak" beton jerine terk edilmış yapı gereçlerini. orneğın kabaca ışlenmiş taşlan, sğacı, yapı yöntemlerini, örneğin temeri, tonozu, yerel motifleri, cğeleri, unutulmuş farklı hacimleri rullanmalan, bu yeni •postmodern" mimarlık anlayışının TnanifestosıT sayılmaktadır. Yani, hı çevrelere göre, "moderae karşı •deneklerden yararlanma, bölgesel ızefliklere ağırhk verme, öğeleri nodernizm öncesi akınılann estetik ınlavışlanna göre biçimlendirerek tir araya getirme, görseütğe özd •nenı verme ve seçmeciHğe bilincli (ğÜHn" bu yeni anlayışın, postmodern mimarhğm" temel ıkeleri sayılmaktadır. Ne var ki, :enç mimarlann giderek işi iyice İjartıp "postmodern mimarbk" • Soğuk Savaş kuramcıları "Postmodern' kavramı, Soğuk Savaş kuramcılan tarafindan yüzyılın sonlanna doğru "küreselleşme" diye adlandınldı. Aynı kuramcılar, "postmodern" kavramını yeni politikalannın estetik ideolojisi haline getirerek bütün insanlığa benimsetmeye çalıştılar. Postmodernizm İranlı bir genç kız, abcıhk yanşmasında. Genç kız, kulakhklanm türbanının üzerine takmayı ihmal ermemiş~. adına, artık bınalann cephelerini dev boyutlu yerel motiflerle, yalancı gömme ayaklarla, antik kolonlarla, çeşitli türde kemerlerle, saçaklarla, pahlarla, eskı malzemelerle görgüsüzce süslemeye kalkışmalan üzerine, yüzyılın sonlanna doğru gene aynı mimarlardan bu yeni anlayışa sert tepkiler de gelmeye başlamamış değildir. Örneğin, 196O'lı yıllarda "Postmodern mimarhğın" kuramcılanndan ve usta temsilcılerinden sayılan Robert Venturi bıle, yukarda andığımız, 2001 Mayısı'ndayayımlanan "Kahrolsun Postmodernizm" adlı yazısında "Ben ne şimdi, ne de daha önce bir postmodernisttim" demek gereğini duymuştur. Görüş blrllfll yok Bu nedenle, Walter Gropius'un da, "postmodern" sözcüğünü 1940larda ilk kez, "modernizme duyduğu tepkiyle" değıl, tam karşıtı Tnodenıizmin, salt betonlaşma, betonarmeteşme" olarak algılanmasına duyduğu öfkeyle uydurduğundan galiba gerçekten kuşku duyulmasa gereknr bizce. Kısacası, "postmodern" kavramı konusunda, bugün, ilk kullanıcılan olan mimarlar arasında bile bir r—— görüş birliğinin varhğından söz edebilmek kesinlikle olanaksızdır. Ancak, çok ilgınçtır, bu kavramın aydınlanmızın gündemine girmesi ve tartışılması da bilindiğı gibi 12 Eylül döneminde, 1980'li yıllann sonlannda, üstelik mimarlar değıl, edebiyatçılar arasında başlamıştır, artık her ne hikmetse... 'Celeneksele dönüş'... Üstelik, edebiyatçılanmızın "postmodern" kavramını bu Batılı mimarlar gibi, bir anlamda "gekneksele dönüş" şeklınde yorumladıklannı söyleyebilmek de oldukça zordur doğrusu. Örneğin, postmodernizmı savunan bu genç yazarlara göre. "Postmodern romanlarda, gerçek ve gerçek dışının suun ortadan kaldınlarak kargasa bir evren ohışturulmakta" ve "okur, bu dünyadan uzaklaştınlarak, soyutu, karmaşıkhğL, bihnmeyenleri çağnşnran başka dünyalara götürulmekte"dir, çünkü "Postmodern çağ, simulasyonlar (taklhkr. yalandan yapmacıklar) çağıdır. lmge ile gerçeklik arasmdaki suur içe dönük olarak patiamış, bu patlamada imge ile gerçek birbirine kanşmışnr." Bu nedenle, "Postmodernizmin, bireyselliği parçalanmışhğa dek götürdüğünü. bölünmüşhığü ve karmaşıklığı daha da önemseyerek ön plana çıkardığını. yaşadığı çalkanüiar, yıkınüar ve kargaşa içindeki insanın absurde' (saçma) konumunu ala\cı bir havayla yansıttjğını sö\ levebiliriz. Bu özellikJere \erleşik inanç ve değerlerin, düşünce biçimlerinin daha kökünden sarsıhşuu, pornografık öğelerin kullanılmasnu. Orhan Pamuk'un deyişiyle "metinde kafa kanştırmayı' da eklersek modern süreci postmodern süreee doğru çekmiş oluruz" dıye tanımlamaktadırlar postmodern edebiyat anlayışlannı da. (Cengiz Ertem, Varlık Dergısi, Ağustos 2000). Kolay anlaşılmamak... Bır başka genç yazar Şükran Kozalı da gene aynı dergınin Temmuz 2001 tanhli sayısında çıkan, "ha&zamın en derin yerine ömür boyu kullanılmak üzere kaydedildi" gibisinden tarifsız övgüler düzdüğü YıldızEcevit'in "Türk Romanında Postmodern Açıhnüar" adlı bır kitabıyla ılgilı yazısında, önce "birkaç yıldır kolay aniaşılır metinJer okuyarak haz ve 12 Eylül döneml "Postmodern" konusunda, bugün, ilk kullanıcılan olan mimarlar arasında bile bir görüş birliği yok. Ancak, ilginçtir, bu kavramın aydınlanmızın gündemine girmesi de bilindiği gibi 12 Eylül döneminde, 1980'li yıllann sonlannda, üstelik mimarlar değil, edebiyatçılar arasında başlamıştır, ne hikmetse... hüzün almak istemiyordum" dıyerek. ilk koşulun "kolay anlaşıhnamak" olduğunu ustaca belirttıkten sonra, postmodern romanın temel ilkelerini de "mistik/aşkın (transcendental) / kozmik paradigmalar zincirine bağlı" ve "rasyonalist (akrfa) / determinist (betirienimci - gerekird) değerlerin karşısında" olmak, yani "biümi, duygusal zekâ ve Uzakdoğu felsefesiyle birleştirmek", yanı "bUun ile mistisizmi yan yana kullannıak" şeklınde sıralamaktadır. Kendisiyle yapılan bir söyleşide, "hem sosyaüst, hem postmodernist olunabfleceğim" söyleyen Yıldız Ecevit ise postmodernist eleştirinin de, "modernist biümselliğe karşı bir tür kurmaca oyun", "yorumsamacıbğa uzak, betimleyicL, eleştirilen metin okumalanndân >^rahlmış bir üstkurmaca yeni metin" olduğuyla ılgıh "Türk Edebiyat Ekştirisi" adlı yazısuıın ikincı bölümünde, "Postmodernizmin. köktenci bir biçimde yalmzca edebiyat estetigi değerlerini sorgulamadığınL, Baü düşüncesmin anlamı ve akh tannlaşüran yaklaşmunın da bu salduinın ana hedeflerinden biri olduğunu" belirttikten sonra; "Yapıbozucu Derrida da, Ban'nın tez-antitez üzerine kuruhı eytişünsel ana kültür temeuni buyurgan bir hiyerarşi' olarak tanımlavıp. söz konusu vapıyı yikmayı ana amaç olarak görüvordu" dıye yazmaktadır. İyl nlyetll teplcl... Doğrusu, dünyanın hızla betonlaşmasına karşı iyi niyetli bir tepki olarak ilk kez mimarlarca XX. yüzyılın ortalannda ortaya ahldığı sanınz kuşkusuz şu "postmodern" kavramının, Soğuk Savaş kuramcılarınca yüzyılın sonlanna doğru "küreselleşme" diye adlandırdıklan yeni politikalannın estetik ideolojisi haline getirilerek bütün insanlığa benimsetilmeye çalışılmasuıın derin anlamını bundan daha iyı anlatacak bir başka metin bulabilmek galiba gerçekten olanaksızdır. Ne yazık kı, düşünce dünyamıza da gene Soğuk Savaş kuramcılarınca ilk kez 12 Eylül döneminde "KimHk TarnşmasT ile birlikte ve önce gerçek kişiler yerine, sanal yazınsal kahramanlann konu edınildiği metinler şeklinde, "dh'alektik akla" ve biüme karşı, "her şeyin bir kurmaca ojıın okhığunu" savlayan, bilimi ve aklı mistizmle bulanıklaştıncı bir anlamda girmiştir. BAN VE KAMUSAL ALAN sa "slamiyetin de arük modernkşüği ' safsatâsıyla ülkemizdeki laiklik uygulamasını eleştiren çevreler, aynı anda "türbanla okula gBThnesini" de bireyin demokratik haklanndan biri olarak savunmaktadırlar. Hatta, şimdiye dek kadın doktorlann hastanelerde de türbanlı çalışmalan ve sadece kadın hastalara bakmalan gerektığini söyleyen bu insanlar, ilginçtir, son günlerdeki "kamusal alan" tartışmalan dolayısıyla birden ağız degıştirip, "kamusal alanlarda ancak hizmet verenkr için bir kıyafet zonmlulağu getirUebihr, öğrenciler ise hizmet veren değil hizmet aiandır, bu nedenle hastanelerde nasıl bir hasta türbanlı veva çarşafh olduğu nedeoiyie geri çevrilemiyorsa, okuDarda da türbanh öğrencilere hizmet veriuneiidir" diyerek, eğitim ve öğrencilik ile bir hastane kapısında şifa aramak ya da bir devlet dairesinde iş takip etmek arasında herhangi bir fark bulunmadığuıı savlamaya bile kalkışmışlardır bu uğurda... Gerçekten, "okula gfamek" ile "şifa aramak, nüfus kâğıdı çıkarmak, rubsat ahnak, vergi yanrmak. iş istemek" vb. gibi özel işler arasında" hıç mi fark yoktur? Yani "eğMm" de, de\letin, Frenklerin deyimiyle "nıtin" işlerinden biri midir? Sahi, "kamusal alan" ne demektir acaba? Yaygın biçimde savlandığı gibi, salt devletle ilgili bir kavram mıdrr? Ilginçtir, Osmanlılar da, gördüğümüz kadanyla "amme" sözcüğünden "möderrislerin herkese 'İslamiyetin modernleştiğini'ni belirten bazı çevreler,türbanla okulagffiebfleceğini smunuwr. açıkdersi" anlamına "ders-i amm", "herkesin elde edebikceği şey" anlamına "harc-i amm/harcı alem", "tophı loyım" anlamına "katH amm" vb. şeklinde birçok tamlama ürermiş olduklan halde, bugünkü gibi devlet ve halk kavramlanyla ılişkilı bir anlamda hıç kullanmamışlardır sanki bu sıfatı. Örneğin, devlete ait topraklara "amme arazisi" değil, "arazi-i miriye" denilmektedır, ikta sisteminin uygulanmasında. Devletin mal varlığından resmi kayıtlarda "amme mah" şeklinde değil, "Miri mal" veya "beySk maM" diye söz edilmektedır kesirdikle. Nitekim, Prof. Recai Ganp Okandan da, "Tanzhnat" adh ortak kitaptakı "Amnıe Hukukumuzda Tanzimat Devri" adlı incelemesinde, "Fransız devTİminbı toplumlann bümelerinde gerçekleştirdiğı hukuk, egemenük. uhıs, erk ve devlet kavTamlam la ilgili yeni ve büyük değişiknkJerdea Osmanh smırian içindeki Türklerin gerek yönetenlerinm. gerekse yönetilenferinin" ta Tanzimat'a kadar kesinlikle haberlennın olmadığını, "özgürtük, eşitfik, uhıs ve bağımsızlık" gıbı kavramlan Imparatorlukta önce Hıristiyan azınhklann gündeme getirdiğini belirttikten sonra "Amme hukukn, tarihimizde bir siyasal sistem olarak ilk şekhni Reşit Paşa'nın şahsına borçmdur" diyerek, bu kavTarrun da Osmanlı düşüncesine ilk kez Tanzhnat'la, Büyük Reşit Paşa tarafindan getirildiğini yazmaktadtr. Kısacası, "amıne", "comune" gibi sözcükler, yani "kamu" sözcüğü eski de olsa, ondan türetilmiş "kamu hukuku" ve "kamusal alan" kavramlannın Fransız Devrimi'nin bir ürünü olarak "laik devlet" kavramıyla birlikte insanlığın bilincinde oluştuğundan kuşku duyabihnek galiba olanaksızdır. Yarın: İslamlyette dln adamı kavramı ve Tevhld-I Tedrisat yasası CIMARTESİ YAZn.ART ATAOL BEHRAMOĞLU Ulus Devlet-Derii Devlet Bu iki kavramın kimilerince, bilerek ya da bilme- yerek birbirine kanştırıldığını düşünüyorum. Ken- dilerini "devlet"\e özdeş sayıp ulus devleti korumak niyetı ya da bahanesıyle derin devlet adına iş gö- renler konumuz dışında. Bu gibi kimseler ya da çevreler için ulus devlet ve derin devlet zaten tek ve aynı şeydir. Benim bu yazıda sözünü etmek is- tediğim, ulus devlet-derin devlet kavramlarını ka- fa kanşıklığı ya da bilinçsizlik nedeniyle karıştıran- lardır. • • • Burada ulus devlet oluşumlannın dökümünü yap- maya olanak yok. Kavramın içenğini irdelemeyede gerek görmüyorum. Ulusal devletler gerçeği kar- şımızda duruyor. Özerıdiğimiz Batı'nın hıçbir ülke- sinde ulus devletin varlığı ya da gerekli olup olma- dığı tartışılmaz. Tartışılsa da bunlar uç tartışmalar- dır. Çünkü ulus devletler bütün kurumlanyla (yasa- ma-yürütme-yargı organlannın tümüyle, eğitim sis- temleriyle, ekonomileriyle) ayaktadır. Bunu en iyi bi- lecek olanlar ise, bizim ülkemizde ulus devletin varlığını tartışan, kimi kez açıkça gereksizliğıni ile- ri süren, onu derin devletle aynı şey olarak gören, birayaklan dışanda kimi aydınlanmızdır... • • • Derin devlet sözünün ne zaman, nasıl, kımlerce ortaya atıldığını bilmiyorum. Derin devlet, görünür- dekı devlet erkinın gerisindekı, onun da üstündeki güç demektir... Bir başka deyişle, derin devletin ege- men olduğu toplumda, yasama-yürütme-yargı er- kinin tümü göstermeliktir. Batı ülkelennde ulus dev- letlerin gerisinde bir denn devletin variığından söz edilebilir mi? Sanıyorum kı, hayır. Şu ya da bu ne- denle böyle biryönelim söz konusu olduğunda si- vil toplum buna geçıt vermeyecektir... Çünkü bu ül- kelerde ulus devletlerin demokratik nıteliğinın te- melini degüvencesini de sivil toplum örgütleri oluş- turur. Sivil toplum örgütlerinin yeterince güçlü ol- madığı bizimki gibi ülkelerde ise ulus devletin ge- risinde derin devletin variığı, ya da ulus devletin bü- tünüyle derin devlete dönüşme olasılığı her an söz konusudur... • • • Yine de, demokratik kurumlann en gelişmiş ve köklü olduğunu varsayabileceğimiz Batı ülkelerin- de bile, sivil toplumun etkısız kalabıleceği, dışlana- cağı durumlann varlığı göz ardı edilemez. Egemen ekonomik sistem kendinı tehlikede duyumsadığın- da, ya da ulus devletin variığı herhangi bir neden- tetehlikeye düştüğünde, bu ülkelerde de derin dev- let oluşumlan söz konusu olabılecektır, olmuşturda.. GünümüzdeAmenkaBirieşıkDevletleri'nibuolgu- ya ömek verebiliriz. Bush yönetimı, 11 Eylül 2001 'den bu yana, görünür biçimde, ulusal devletten derin devlete dönüşüyor... Ülke içinde hertüriü sivil kar- şı çıkışı yok etmeye eğilimli bu erk, Nazi Almanya- sı'nın başlangıç dönemlerinı anımsatan bir görünüm- le, dünyayı fethetmeye hazırianıyor... Rusya, Çin, Japonya gibi, demokratik geleneklerin yetennce güç- lü olmadığı ülkelerden bu bağlamda söz etmeye bi- le gerek yok. Sadece onlann değil, büyük bir ka- pışmada günümüzün demokratik Batı'sının da ca- navariaşabileceğinden çok fazla kuşku duymamak gerekir... • • • Böyle bir dünyada, böyle bir dönemde, kimi ay- dınlanmız, yazariarımız, ulus devletin varlığını sor- guluyor; inanılması güç bır boyun eğişle, teslim oluşla, kendi ülkesinın ulusal varlığını gözden çıka- nyor; ulusal devleti derin devletle tek ve aynı şey olarak görüyor.. Üstelik bunu, dünya ölçeğinde bir büyük kapışmanın esintilerinin ciddi biçimde du- yulduğu bircoğrafyanın tam ortasındaki ülkesinde yapıyor... • • • Ulus devlet tek bir toplumsal sınıfın değil, bütün ulusun devletidir. Derin devlete dönüşmemesinin biricik güvencesi, sivil toplumun güçlenmesidir. In- sanlık tarihinin günümüzdeki koşullannda ve Tür- kiye gibi bir ülkede ulus devletin yok olması, ulu- sun dağılıp yok olması demektir. Bu gerçeklerin bilincinde olmaksızın ulus devletin variığına karşı çıkılması, bunun demokrasi savaşımının sanki bir koşulu sayılması, ulusal devlet ve derin devletin tek ve aynı şey olarak görülmesi, korkarım ki sonuçta, demokrasinin gelışip güçlenmesinden çok, derin devlet yandaşlanna ve başka ulusların çıkarianna hizmet etmektir... ataol b@cumhuriyet.com.tr. Faks:(0212)513 85 95 TIYATRO PEKA BIR ÇOKUŞUN GULDURUSU(TAVŞAN TJIVŞAN) Her Cuma-Cumartesi: 20.30 Pazar: 18.00 İntn: Colint Serreıu, Çeviren: Çtfin İ^ekkaya Vineten: Nesrin Kazınkayj Dekır-Kıttiim: Giirel Yıntjn, Dramaturgi: Cikha» Akçura Işık: Yiiksıl Aym», Vönttmen Yrd: Şafak Enıyar-Zeyne^ Öıitn- Ui İifitlt, <7 Çocuk Oyunu \ > AMANAMAN Her ^uarsaat 12.00 Vazan: Volfcer lu^wij n Griıs tkiki Çcviren veVünefen: Netrin Kazankaya Defcor-KoHüm: Özkan Sehulze, Işık: Yiiksel Ayma: Sıraselviler caddesı No:70 TAKSİM Gişe-Rezcrvasyon: 0 (212) 245 44 60 - 244 52 03 Fax: 0 (212) 252 30 82 e-mail: pera@peraguzelsanatlar.com.tr MEHASTANESİ
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear