26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 4 AĞUSTOS 2001 CUMARTESİ O L A Y L A R V E G O R U Ş L E R [email protected] Devlet Üniver^iteİeri Çökertiliyöf Prof. Dr. Coşkun OZDEMİR D evlet katında itiba- yakışan bir kişiliktir Sayın Doğrama- rı hiç eksilmeyen cı. Dördüdeülkemizinbugünlerege- Türk dünyasınm ye- lişinde önemli roller oynamışlardır. tiştirdiğı en ünlü Tıp Son günlerde devlet üniversitele- Profesörü İhsan rirektörlerinin'Bflkentayncahğı'na DoğramacL, Meclis karşı gösterdikleri tepkiler, bu 20-30 rı hiç eksilmeyen Türk dünyasınm ye- tiştirdiğı en ünlü Tıp Profesörü İhsan Doğramacu Meclis koridorlarında ve komisyonlarda kendine özgü yöntemlerini kullana- rak ve tüm ustalığmı ve becerileri- ni ortaya koyarak başında bulundu- ğu Hacettepe Üniversitesi'ne önem- li ayncalıklar sağladı. Tüm yaşamı, sanınm adaletle bağdaşmayacak ama ülkemizde bazı çevrelerce çok tak- dirle karşılanan çok alkışlanan bu tür başanlarla doludur. Bu yüzden heykeli de dikilmiştir. Siyaset dün- vamızın böyyük adları Demirel ve Özal da önce bizim düşüncelerimi- zi paylaşır görünüp kısa bir zaman sonra onun takdirkârlan arasına ka- tılmışlardı. DoğrusuEvrenPaşa gi- bi. bu iki anlı şanlı büyüklerimize de yıllık ama canlı kalan anılanmın ta- zelenmesine yol açtı. Evet vakıf üni- versiteleri devlet eliyle güçlendiri- lir ve burada Bilkent'e öncelik ve- rilirken devlet üniversiteleri çöker- tiliyor. Araştırma fonlan kaldınlı- yor, döner sermaye kısıtlanıyor, ısıt- ma giderleri bile karşılanmıyor. Şen- gör'ün deyimi ile aklın, bilimin, eleş- tirel düşüncenin değil, kırsal kültü- rün egemenliğine terk edilen üni- versitelerimiz iflasa sürükleniyor. Büyük üniversitelerimizın rektörle- ri HüseyinFQiz,Nusret Aras,UraIAk- bulut feryat edıyorlar. 8O'lerde üniversitelerimizde yıllar süren utanç verici bir sessizliğin ar- dından 12 Eylül diktatoryasma ve onun tarafından kurulan YÖK'e kar- şı birhareketlenme başlatmıştık. Bu on yılın sonlannda Ankara ve Istan- bul'da öğretim üyeleri dernekleri oluşmuş ve bu haksız, otoriter, bas- kıcı düzene karşı bir direniş başla- tılmıştı. Bu uzun ve ilginç bir hikâ- yedir. Ilerleyen yıllarda vakıf üni- versiteleri, özel üniversitelerin kuru- luşu gündeme geldi. Devlet üniver- sitelerinin ağır bir baskı altında bu- lunduğu bir sırada vakıf üniversite- lerinin kuruluşuna hep birlikte kar- şı çıkmıştık. Bize göre üniversiteler özerk, de- mokratik bir yapıya kavuşturulma- lı ve devletçe desteklenerek güçlen- dirilmeli idi. Köprülerin altından çok sular aktı. Karşı duruşlar gide- rek zayıfladı, dağınıJklığa uğradı. Pa- rasal demokrasiye, parokrasiye uy- gun düşen bir şekilde devlet üniver- siteleri zayıflarken vakıf üniversite- leri çoğaldı, gelişti, devlet üniversi- telerini türlü çeşitli yollardan yıpra- tır oldu. Birkaç kat ücret vererek on- lardan öğretim üyesi transferi yap- tı. Yeni dünya düzeni hükmünü sür- dürüyor ve direnişleri yıkıp geçiyor- du. Kuşkusuz bu düzen, kurumlar- la birlikte insanlan da hizaya getiri- yordu. YÖK. düzenine karşı birlik- te savaşım yürüttüğümüz ilkeli ar- kadaşlanmızın bir bölümü devlet üniversitelerindeki yönetsel ve pa- rasal koşullann zorlamalan ile va- kıf üniversitelerine geçtiler orada görev aldılar. Türkiye'de yıllardır, uzun yıllardır yaşananlar gerçekte ağır hem de çok ağır bir dramdır. Öncelikle düşüne- rek ilkelerle yaşamayı benimsemiş insanlar için. Bugünkü Öğretim Üye- leri Derneği Başkanı arkadaşımızın gazetelere yansıyan ve rektörlerin feryadına paralel beyanlannı okuyo- rum. tlkelerinden vazgeçmedikleri- ne inandığı arkadaşlanmız bu yeni gelişmeler ve başkanın çıkışı karşı- sında ne düşünüyorlar acaba, ona destek veriyorlar mı? Türkiye'de ya- şanan çok çarpıcı olumsuzluklar kar- şısında oldukça sessiz kalan üniver- siteler bu kez gür bir ses verecekler mi? Yoksa tepkiler, rektörlerin fer- yadından mı ibaret kalacak.. merak- la bekliyorum. Hey gözünü sevdiğim Türkiyem, sevgili memleketim. Mus- tafa Kemal Atatürk'ün kurduğu ve akla, bilime, aydınlanmaya dayanma- sını istediği, egemenliğin bağsız ko- şulsuz (kayıtsız şartsız) halkta ol- masını öngördüğü Cumhuriyet 50 yıldan beri nerelere sürükleniyor. Daha nerelere kadar götürülecek. Attilâ İlhan ın sözünü ettiği ve Ana- dolu halkının sahip olduğuna inan- dığı o dürüst ve haysiyetli sağduyu gerçekten harekete geçebilir ve Mü- dafaa-i Hukuk, Istiklal-i tam ve Say- Misakı ruhunu yeniden yakalayabi- lir, bu kahredici gidişi tersine çevi- rebilir mi? Buna inanmaya çok ge- reksinimim var.... EVET/HAYIR OKTAY AKBAL _ Gerçek Yaşamın Özlemîyle... Ağustos geldi mi içimi bir ürperti sarardı. Derken eylül, derken ekim, derken kış!.. Çocukken öyleydi... Şimdi, okul yok, sınav yok! Neden aynı duygu? Içime işlemiş demek... Oysa sevinmeli, şu sıcaklar, şu nemli günler geceler bi- tecek diye... En güzel aydır eylül: Apayn bir mev- sim, beşinci mevsim! Ter akıyor. Gecede dört kez çamaşır değiştir- mek.. Pencereyi açsan hava değil, yapışkan bir şey- ler dolar içeri. Kapasan bunaltır. Yaşlılık mıdır? Ço- cukken, gençken böyle miydik? Anımsamak güç! Yaşamamışız ki, anımsayalım... Şehzadebaşı'nda koca bir ahşap evde doğdum. Odalar, sofalar, bahçe... Otuzlu yıllar. Karpuz ara- bayla gelirdi. Üzüm küfeyle.. Zengin değildik, zor bela geçinirdik. Aybaşlarında annemle Emniyet Sandığı'na giderdik. Yüzüğünü, küpesini rehin ve- rir, geçinecek kadar para alırdı. Birkaç ay sonra ba- bam bir yerden kurtanr alacağını, yine koşardık Emniyet Sandığı'na.. Ağustos günleri oldu mu anılarcoşargelir. Eren- köy'deki çam ağacının gölgesinde bulurum ken- dimi. Bir hasır koltukta bir salkım çavuş üzümünü yerken... Çavuş üzümü, kaldı mı? Pazarlarda ara da bul! Belki zengin semtlerin manavlarında... Bir şeyler yok oluyor, güzel şeyler... Tek tek gittiler ara- mızdan. Eski güzellikler miydi? Yok, güzellik eski- mez! Ancak çeker giderier çirkinliklerin salgınından kaçarak... Geçen akşam Canan Eronat bizdeydi. Aldı bi- zi götürdü bir başka evrene. Ahmet Muhip Dıra- nas'ın dinledik kendi sesinden şiirlerini: "Aşklar uçup gitmiş olmalı biryazla/ Halay çeken kızlarmi- sali kol kola/ Ya sizler eski zaman etekleri/ Ihtiyar ağaçlı kuytu bahçelerden/ Ay ışığı gibi sürüklenip giden/ Geceye bırakıp yorgun erkekleri/ Salınan etekler fısıltıyla nazla." Sonra Hasan Âli Yücel'in sesi, Canan'la her karşılaşmamızda gelirier aramıza Hasan Âli Bey, oğ- lu Can. Hiçbir zaman anı olamayacak kadar cap- canlı günler, zamanlar... Canan, çeviriyor kaseti, iş- te Dıranas'm ağzından Tanpınar, derken Haşim. Bir ağustos gecesini dolduruyor güzellikler. Bir yandan da bitmez tükenmez böcek seslenişleri... Öğrenciliğimizden bilirdik, bizim ilkgençliğimizin Milli Eğitim Bakanı'nın savaşımını, türlü düşman- lıklara karşı direnişini... "Su değil mevsimin havası akanl Duyduğun yaprağın dalın sesidir/ Suda yıldızlann panltısıdır/ Bu karanlıkta ba'zı ba'zı çakan" diyor Haşim, şu anı anlatır gibi. Canan, kim bilir ne zaman doldurmuş bu kase- ti! Ne iyi etmiş! Zaman denen şeyin bir aldatmaca oldugu belli işte. Geçmişler, gitmişler, yaşamışlar ölmüşler! Ya da bizler onları ölmüş saymışız, oysa yaşıyorlar dizeleriyle, sesleriyle... Gidiyorum başka ağustoslara.. Radyodan gelen korkutucu seslerin bahçeye yayıldığı eylül önce- si... Savaş çıkar mı? Ne olur sonra? Tam askerlik kampından dönmüşüm, başım kabak. llk aşklann ürpertisi içimde.. Bağlar arasında ilk el ele tutuş- malar. llk küçük mektuplar. Savaşın sesi bir yan- dan gümbür gümbür yükseliyor. Geçen dünya sa- vaşında liselileri bile askere almışlar. Çanakkale tam bir aydın kıyımı. Bir kuşak gitmiş. Yine öyte olur- sa!.. Canan, yeni bir kaseti açıyor. Sağ ol Canan! Ya- şamı güzelleştirdin. Anılaria birlikte gerçek yaşamı getirdin. Hani, Rimbaud, o güzel çocuk şair de- mişti ya "Bu yaşam gerçek yaşam değil". Sarhoş Gemi'sini suda yüzdürürken... Aramış, bulmak is- temişti o da bir başka mutluluğu, boşu boşuna belki de!.. Bu ağustos gecesi, Dıranas'm sesi, şi- iri, Haşim, Tanpınar, Yücel aramızda! 'Yaşadık, sev- dik' diyorlar, 'Yaşıyoruz, seviyoruz' siz de yaşayın sevin dercesine... Şu ağustos bunaltısında bizi gerçek bir yaşamın özlemine götürüyorlar... MANAVGAT 2. İCRA MÜDÜRLÜĞÜ'NDEN GAYRİMENKUL KIYMET TAKDİRİ VE FÜLİ HAÇİZ TUTANAĞININ İLANEN TEBLİĞİDİR DosyaNo: 2000/331 Alacaklı: Mahmut Yıldız, vekili Av. M. Sami Uzunlu, Manavgat Borçlu: Adem Kalkan. Y. Hisar Kasaplar Mah. No. 10 Manavgat Masraf ve faiz hariç 8550 DEM ödemeye borçlu Adem Kalkan'ın işbu borcundan dolayı maliki bulundu- ğu Manavgat Hisar Mahallesi 1414 ada 1 parsel sayıh taşınmazda 8 nolu bağımsız bölüm fiilen ve kayden hac- zedilmiş olup, 28.10.2000 tarihinde yapılan kıymet tak- dirinde bilirluşi raporlanna göre taşınmazm kıymetinin raporda belirtilen durumuna göre 10.000.000.000 TCsi (onmilyar lira) oldugu hususu ilanen tebliğ olunur. 24.04.2001 Basın:43118 Öğrenci Gözüyle ÖSS... Ceyhun ELGİN öğrenci • • ğrenci Seçme Sınavı O (ÖSS) sonuçlan açık- landı. 105 puan ve üzeri alan adaylar, şimdi de yaptıklan tercihlerin sonuçlannı heyecan- la bekliyorlar. Ben de 2001 ÖSS'ye katılan bir öğrenci ola- rak sistemin aksayan bazı yanla- nnı tartışmak istedim. Ne zaman eğitim ile ilgili bir sorun söz konusu olsa, profesör düzeyindeki eğitimbilimcilere, öğretmenlere, okul yöneticileri- ne ve rehber danışmanlara baş- vurulur. Ne yazık kı sorunun öz- nesi olan biz öğrencilere söz hak- kı tanınmaz. Oysa, çarpık siste- min içinde ezilen öğrencilerin yaşayarak tanık olduklan kimi aksaklıklan sergileyip tartışma- lannm, sorunlann çözümünde yararlı olacağı kuşkusuzdur. Ben de ÖSS'ye bu yıl katılmış ve sı- nav heyecanını yakından duy- muş bir öğrenci olarak yaşadık- lanmı paylaşmak gereğini duy- dum. Yaşamda ciddi hedefleri olan bir öğrencinin, bu sınavda ıstedi- ği yeri kazanabilmesi için en azın- dan 2, belki 3 yılını, kendini dış dünyaya kapatarak yoğun bir ça- lışma temposu içinde geçirmesi gerekir. Bu süre içinde dinlence günle- rini bile çalışarak geçirmek zo- runda kalmak, hem bedensel hem de psikolojik açıdan çok yıpratı- cı oluyor. Bu denli yoğun bir ça- ba içinde olan bir öğrenci ise ne kitap okuyabiliyor ne de günlük siyasal, ekonomık, kültürel geliş- meleri izleyebiliyor... Sonuçta genel kültürde zayıf, salt ders ça- lışmayı bilen, ama ÖSS'den son- ra da kendini geliştirmekten çok barlarda ya da bilgisayar başın- da eğlence arayan bir gençlik ye- tişiyor. Bu Atatürk'ün Cumhu- riyeti emanet ettiği gençlik mi? Yoksa son 20 yıldır yaratılmaya çahşılan depolitize edilmiş genç- lik mi? ÖSS'de çok başanh olmuş in- sanlann, aslında yanlış yönlendir- me sonucu, ders dışı konularda ne kadarbirikimsiz olduklanru şu iki ömekle göstereyim: Geçen yıl ÖSS'de ancak ilk 100'e girilerek kazanılabilecek bir üniversitenin çok yüksek pu- anlı bir bölümünde öğrenım gö- ren bir öğrencisi bir yanşma prog- ramınakonukolmuştu. Bu öğren- ci, bamyadan dolma yapılamaya- cağını bilemedi. Ürüü "Casab- lanca" fılminin nerede çekildiği- ni hatırlayamaymca, Fas sinema- sını izleyemedığini söyledi. Buna benzerbir olayda da oku- lunda çok başanh olan bir arka- daşım bir söyleşi sırasında Deniz Gezmiş'in adı geçince "O da kün" diyerek şaşkın bir ifade ile yüzüme bakmıştı. Sonuçta demem o ki; öğrenci- ler test çözmekten öte, başka bi- limsel konulara zaman ayıramı- yorlar. Ayıranlar ise başan elde edemiyorlar. Bir başka sorun da sınavın tek günde yapılıyor obnası. Oysa bu, o denli büyük bir gerginlik (stres) yaratıyor ki; kaygıya kapıhyor, "Ya sına> günü hastalanırsam, ya o gün başuna bir kaza geürse" demeye başlıyorsunuz. Avrupa ülkelerinde, örneğin Almanya'da, sınav günü başınıza bir şey gelir- se ve bunu belgelerseniz, birkaç gün sonra aynı düzeyde yeni bir sınava girebiliyorsunuz. Ne ya- zık ki bu şans Türkiye'de bize ta- nınmıyor. .V Bir önemli sorun da okullann bir eğitim kurumu olma özellik- lerini giderek özel dershanelere bırakmalan. Böyle bir olay hiç- bir gelişmiş ülkede yok. Öğren- ciler, özellikle lise son sınıfta ar- tık okul sınavlanndan çok, özel dershanelerin düzenlediği ÖSS deneme sınavlanna çalışıyorlar. Okuldan çok dershaneye gidi- yorlar. Çünkü ÖSS'ye hazırlık dershanelerde yapılıyor, okullar- da değil. Yani yükseköğretime hazırlık yasalarda belirtildiği gi- bi ortaöğretim kurumlannda de- ğil, özel dershanelerde yapılıyor. Ortaöğretimin dershanelere kayması, beraberinde bir sorun daha getiriyor. Dershaneler, hem sınav sistemi dolayısıyla hem de zaman azlığı nedeniyle bilimsel eğitim yapamıyorlar. 180 dakika- da 180 soru çözülmesi gerektiği için sorulann kısa ama bilimsel olmayan çözüm yollan öğretili- yor. Amaç, ne şekilde olursa ol- sun sorulan doğru yanıtlamak; uydurarak da olsa. Kanımca bi- limsel olmayan bu çözümlerin yanı sıra sorulann da bilimsel açıdan doğruluğu tartışmalıdır. Örneğin geçen yılki ÖSS'de yer alan bir tarih sorusunun yanlış oldugu birçok öğretmen tarafin- dan ileri sürüldü. Ben de tüm öğrenim yaşamı boyunca, ders dışı olarak, tarih bi- limine ilgi duyan biri olarak so- ruyu inceledim. Gerçekten de so- runun ÖSYM'ce kabul edilen ya- nıtı bana da yanlış gelmişti. Da- ha sonra bazı öğretmenlerimle görüştüğümde, soruya bir "Tûrk" gözüyle yaklaşmam gerektiğini, yani bilimin en kutsal ilkelerin- den biri olan w tarafsızük" ilkesi- ni çiğnemek zorunda olduğumu öğrendim. Gerçekten de soruya bu gözle bakınca ÖSYM'nin ka- bul ettiği yanıta ulaşıhyordu. Ne yazık ki tartışmalı sorular yalnız tarih dersi ile sınırlı kalmıyor. Daha birçok dersin sorulannda tartışmalar çıkıyor. ÖSYM bun- lann bazılannı iptal ediyor. ba- zılannı da etmiyor. Her iki hal- de de etkilenen öğrenci oluyor. Üzerinde durmak istedigim son nokta ise sınava hazırlık süresin- ce öğrencilerin rapor almak zo- runda kalmalan. Özellikle öğre- tim yılınm son 3 ayında öğrenci- ler artık okula uğramıyorlar. Bu nedenle de hiçbir özürlen olma- dığı halde resmi sağlık kurumla- nndan rapor alıyorlar. Buna da hem MEB hem de okul yöneti- cileri göz yumuyorlar. Bu da biz gençlerin daha bu yaşta devleti al- datmayı öğrenmemize neden olu- yor. Zaten bu sınav sistemi daha düzgün bir yapıya kavuşsa, ders- hanelere ihtiyaç kalmayacak, dershanelere ihtiyaç kalmayınca da bu resmi aldatmacaya gerek kalmayacak. Yani sorunun köke- ni yine sınav sisteminde yatıyor. Işfe tüm bu örneklerle ve ya- şadıklanmla anlatmaya çalıştı- ğım gibi 1980'den beri izlenen bi- linçli(?) bir politika sonucu, ül- kemizin geleceğı olan biz genç- ler böylesine yanlış bir tutumla yetiştiriliyor ve yaşama hazırla- nıyoruz. Bu saydığım olgular sonucu birçok arkadaşım yurtdışına gi- dip daha rahat ve iyi eğitim ola- naklanna kavuşuyor; böylece be- yin göçü dediğimiz olgu gerçek- leşiyor. Umanm yetkililer, bu yakın- malanmıza kulak verir; aksi hal- de daha uzun bir süre Türk bilim adamlannın yalnız Amerika ve Avrupa'daki başanlan ile gurur duymak zorunda kalacağız. PENCERE Müslümanın Eğrisi Zındıktan Beterdir... Bir adam dolandıncı Ebu Mümin'den davacı ol- muş, Kadı'ya demiş ki: - Yüz akçemi aldı, vermedi. Kadı: - Şahidin varmı?.. - Yok!.. - Öyleyse bizim de başka çaremizyok, Ebu Mü- min'e yemin ettireceğim. Davacı: - Kadı Efendi, onun yemini kaç para eder?.. Arabın çölde ayran içmesi gibi tek ayak üzerinde yalan yere yemin eder. Konuşmayı dinleyen Ebu Mümin sırıtarak bir öneri getirmiş: - Ey Müslümanlar, bizim mahallede doğru söz- lü, dürüst ve güvenilir bir komşum var, onu çağı- raJım, benim yerime yemin etsin!.. • Yukanda okuduğunuz öykü Molla Cami'den ak- tarıldı; bir kimsenin salt Müslüman olması doğru ve erdemli olmasına yetiyor mu?.. Cumhuriyet laiklik devrimini gerçekleştirdi, bu demokrasinin altyapısıdır; ancak dinci partiyi ku- ranlar bu ülkeye en büyük kötülüğü ettiler. Müslü- man olmak bir kimliği vurgulayabilir; kişilik ayn bir olgu!.. Dini Islam olan bir herifi nâşerife Müslü- manlık erdem kazandırmaz. Bir siyasal parti Isla- mı bayrak ediniyorsa, Müslümanlığa en büyük kö- tülüğü yapıyor, çünkü kutsal bir inancı politikanın aletine dönüştürmek yolunda kullanıyor, demek- tir. Hazreti Muhammet sağ olsaydt, bugün parti ku- rar mıydı?.. Hayır.. Çünkü parti, adı üstünde "bölüm, parça" demek- tir; bir ayrımı vurgular; Müslümanlığın siyasette partiyle vurgulanması dinde ayrımcılığın hayata geçirilmesidir. Evet, Hazreti Muhammet sağ olup bugün Tür- kiye'de yaşasaydı, parti kurmazdı; çünkü Tannsal katta tüm Müslümanlar eşit değerdedir; dinci par- tiye katılanlar daha iyi Müslüman mı sayılacaklar?.. Dinci partiler, Türkiye'de demokrasiyi kundakla- maktan gayri neye yaradılar?.. • Yine Molla Cami'den: Bir çapulcuya sordular: - Bugünkü yağmayı mı seversin, yoksa yannki cenneti mi yeğlersin?.. Çapulcu Kadı'ya dedi ki: - Bugün elim yağmada olsun da yann Fıravun'/a birlikte cehenneme razıyım. Dinci partilerle birlikte Türkiye'nin yağma düze- nine bir deyim girdi: "Yeşil sermaye". Islamcı politikadan önce yalnız banknotun yeşi- lini gören halk, sözüm ona Müslümanın haramza- delikte zındıkları solladığına tanık oldu; sermaye- nin yeşillenmesi süreci yaşandı. Devletinodakla- nna yerleşen sözüm ona Müslüman, din diyanet perdesi altında yağmanın ve sömürünün bir kana- dını oluşturdu. • Gerçek Müslüman, Tann'nın kelâmını kirli politi- kacının nutkuna indirgemekgünahının vebalinden uzakdurmasını bilen kişidir; politikada Islamın kut- sal rozetini yakasına takmaya çalışanın eskisi de birdir, "yenilikçi" diye ortaya çıkanı da... OFASLİYE HUKUK , MAHKEMESİ'NDEN Davacı Başak Sigorta AŞ tarafindan davalılar Celil Karal ve Nehir Yelseli ve lşık Sigorta aleyhine açılan tazminat davasının yargılaması sırasında davalı Nehir Yelseli ye dava düekçesinin ve duruşma günûnûn tebliğ edilemediği gibi adresinin de tespit edı- lemediği nedenle ilanen tebliğ yoluna gidilmiştir. Davalılar aley- hine açılan davanın bu kez dunjşması 16.10.2001 gûnü saat 9'a bırakıldığı. davalı Nehir Yelseli'nin anılan günde mahkemedeha- zır bulunarak veya bir vekille kendisıni temsil ettirerek tüm belge ve delillerini sunması. aksi halde yargılamaya yokluğunda devam edilerek karar verileceği hususu davalıya tebligat yerine geçmek ûzere ilan olunur. Basın: 44927
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear